1. mudanya ateşkes antlaşmasi (11 Ekim 1922)


BÖLÜM 7: ATATÜRK İLKELERİ



Yüklə 236,58 Kb.
səhifə3/4
tarix23.02.2018
ölçüsü236,58 Kb.
#27524
1   2   3   4

BÖLÜM 7: ATATÜRK İLKELERİ

 

1. GENEL DEĞERLENDİRME



 Atatürkçü düşünce ve Türk İnkılabı genel anlamda şu üç amaca yönelmiştir: Bağımsızlık, kalkınma, Çağdaşlık.

·Bağımsızlık: Türk Milleti’nin ve Türkiye Devletinin adli, siyası, ekonomik, kültürel, askeri, ticari vb. her bakımdan bağımsız olması amaçlanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı bağımsızlık uğruna ölüm dahil her şeyin göze alındığını gösterir. M.Kemal “Türk’ün haysiyet, izzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür, Böyle bir millet esir olmaktansa yok olsun daha iyidir” sözüyle milletimizin bağımsızlık tutkusunu dile getirmiştir.

·Kalkınma : Osmanlı Devleti, sanayi devrimini yapamamış, batı teknolojisini yakalayamamış, kurumları bozulmuş, başta ekonomi olmak üzere her bakımdan geri kalmış bir miras bırakmıştı. Cumhuriyetin ve Atatürk’ün temel amaçlarından biri Türkiye’yi yarı sömürge durumundan kurtarmak, çağdaş teknolojiyi yakalamak ve üretim süreçlerini oluşturmaktı. Bunun için Türkiye’de bir kalkınma hamlesi başlattı. Bilimsel teknolojik, enerji ve ulaşım alt yapılarını oluşturmaya çalıştı. Atatürk “Muasır Medeniyet seviyesinin üstüne çıkmayı Türk Milleti’ne hedef gösterdi.”

·Çağdaşlık: Soyo-kültürel ve ekonomik organizasyon, bilimsellik, çağdaş bilimi anlama ve özümseme, üretim-tüketim ilişkileri, hukuk sistemi, siyasal sistemin örgütlenmesi, basın-kamuoyu ve kentsel organizasyon gibi alanlarda toplumun; çağın ve bilimin ortaya koyduğu ölçütler çerçevesinde örgütlenmesini amaçlar. Bu durum; anlama, algılama, yorumlama, analiz-sentez yapma gibi kişisel faktörler bakımından da önemlidir.

 

2- CUMHURİYETÇİLİK



Cumhuriyet; devlet şekli olarak egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, topluma ait olduğunu ifade eder. Devlet şekilleri tasnifinde egemenlik önemli bir unsur olduğuna göre egemenliğin kaynağı da devletin şeklini ifade etmede belirleyici bir unsurdur. Cumhuriyet; bir hükümet şekli olarak ise, seçim ilkelerine dayalı hükümeti ifade eder. Bu husus 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında yer almıştır.

Cumhuriyetçilik ilkesi, Atatürk’ün “Milli Egemenlik” anlayışı ile sıkı bir ilişki içindedir. Atatürk, yaptığı her faaliyeti milli egemenlik ve millet iradesi anlayışına dayandırmıştır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin toplanması, kongrelerde yapılan seçimler, görüşmeler ve alınan kararlar ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanması ve Milletin geleceğine el koyması bu anlayışın en belirgin örnekleridir. Atatürk “Milli Hakimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında hiçbir güç duramaz, bütün taht ve taçlar erir.” ifadesiyle millet emenliğinin önemini vurgular. Kurtuluş Savaşı döneminde Sivas’ta “İrade-i Milliye” ve Ankara’da “Hakimiyet-i Milliye” gazetelerinin çıkarılmış olması da millet egemenliğin esas alındığını gösterir. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” özdeyişi, bu ilkenin önemini vurgular. Atatürk demokrasi prensibinin en asri ve mantıkî tatbikatını temin eden hükümet şekli cumhuriyettir” sözüyle Cumhuriyetçilik anlayışının, demokratik bir yönetim amaçladığını açıkça ifade etmiştir.

Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışı, padişah egemenliğini, hanedan egemenliğini ve dini egemenliğini reddeder. Sınıf ve zümre egemenliğine de karşıdır. Çünkü egemenlik milletindir.

Cumhuriyet, temel değerler ve zihniyet bakımından “vatandaşlık” anlayışına dayanır. Uyrukluğu (tabiiyet) reddeder. Vatandaşların hak ve sorumluluk bakımından eşitliği esastır.

Cumhuriyet yönetiminin demokratik bir nitelik kazanması doğal olarak, sosyo-ekonomik ve kültürel bakımdan bazı toplumsal niteliklerin oluşmasına bağlıdır. Ekonomik gelir düzeyi, eğitim düzeyi, sosyal ve mesleki organizasyonlar, siyasal temsil ve siyasal katılımı süreçleri, serbest basın, adaletin bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, temel hakların güvenceye alınması gibi birçok unsur demokrasinin alt yapısını oluşturur. Bu toplumsal özelliklerin kazanılması ise zaman, süreç anlayış ve eğitim alanındaki gelişmelere bağlıdır.

Cumhuriyetçilik düşüncesi siyasal düzeyde, iktidarın-devlet gücünü kullanma yetkisinin-halka ait olmasını gerektirir. Bu bağlamda iktidarın meşruluğunu, halk iradesine dayanıyor olması sağlar. Cumhuriyet yönetimiyle birlikte iktidar gücü padişahtan alınmış ve halka verilmiştir. Padişahlık (monarşi) üstünlük ve ayrıcalıklılık (imtiyaz) ilkesine dayanırken, Cumhuriyet eşitlik ilkesine dayanır.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ve Meclisin üzerinde hiçbir gücün bulunmadığı ilkesinin kabul edilmiş olması, esas itibariyle millet egemenliğine dayalı bir yönetimin kurulduğunu gösterir. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilan edilmesiyle bu durum resmileştirilmiştir.

 

3. MİLLİYETÇİLİK



Atatürkçülüğün ana ilkelerinden biri milliyetçilik ilkesidir. Esasen Fransız İhtilalinin dünyaya yaymış olduğu milliyetçilik, XIX. yüzyılda siyasetin en önemli unsuru olmuştur. Fransız sözlüğüne 1835 yılında giren millet (Nationalite) kelimesi, milliyetçilik düşüncelerinin temelini oluşturur. “Devlet sınırlarının milliyet esasına göre düzenlenmesini ve milletlerin kendi kaderine hakim olmasını öngören” milliyetçilik, çeşitli ülkelerde ve değişik zamanlarda farklı biçimlerde anlaşılmıştır. Bu farklılıklar önce millet tanımında ortaya çıkmaktadır. Millet tanımıyla ilgili olarak şu unsurlara rastlanmaktadır.

1- Millet; antropolojik anlamda bir ırk mıdır? Elbette hayır. İnsanlık tarihinin gelişimi bize göstermektedir ki, savaşlar, salgın hastalıklar ve doğal afetler (yangın, sel, kuraklık vb.) nedeniyle insanlar tarih boyunca birbirleriyle karışmışlardır. Bunun sonucu olarak günümüzde saf, karışmamış bir ırktan söz edilemez. Irk ve kan anlayışına dayalı bir millet anlayışı da olamaz.

2- Millet; Coğrafi bir birlik midir? Hayır. Aynı toplumun bazı unsurları değişik coğrafyalarda yaşayabileceği gibi, aynı coğrafyada değişik toplumsal unsurlar da yaşayabilir.

3- Millet; din ve inanç birliği midir? Millet’i bir dini topluluk olarak tanımlamak da mümkün değildir. Aynı toplumun çeşitli unsurları zaman içinde değişik din, mezhep veya inançları kabul etmiş olabilirler.

4- Millet; aynı dili konuşan insanlar topluluğu mudur? Dil, milleti tanımlamakta önemli bir unsurdur ama belirleyici değildir. Latince ilk çağdaş Avrupa toplumlarının genel dili iken, XVI. Ve XVII. yüzyıllarda İngilizce, Fransızca, Almanca dilleri ortaya çıkmıştır. Bulgarlar, Macarlar, Romenler Tarih içinde dillerini değiştirmişlerdir. Fransa, ABD gibi birçok ülkede dil birliğinden söz etmek mümkün değildir.

5- Millet siyasi birlik (devlet) midir? Hayır. Günümüzde Türklerin, Arapların, Korelilerin birden çok devletleri olduğu gibi, farklı devletlerin yönetiminde yaşayan ve aynı milletin unsurları olarak kabul edilen toplumlar da mevcuttur.

Bu görüşleri kısaca değerlendirdikten sonra Millet nedir? Sorusuna cevap bulmaya çalışalım:  

Fransız düşünürü Kont Gabineau (1816-1882) “üstün ırk” Kuramını ortaya atarak, insanları beyaz, sarı ve siyah olmak üzere üç bölüme ayırmıştır. Almanların “üstün ırk” anlayışı bu teoriye dayanır.

Prof.İlter TURAN’a göre iki türlü millet vardır.



1- Etnik Millet: Oluşumu belli bir unsura dayanan milletlerdir: Musevilerde din, Gürcülerle dil... gibi

2- Siyasi Millet: Varlıklarını bir devletin egemenliği altındaki yaşama birliğine dayandıran toplumlardır. Fransa, İngiltere, ABD, Hindistan vb. Bu düşünceye göre millet politik bir olgudur. Sistemli bir çalışma ile bir millet oluşturulabilir veya ortadan kaldırılabilir.

 

Türk sosyologu Ziya GÖKALP’e göre toplumlar ikiye ayrılır:



1-      İptidai Kavimler: Grup ruhuyla hareket ederler.

2- Milletler (Nation): Siyasi ve kültürel birliktelik esastır. Gökalp’e göre “millet” aşaması toplumsal gelişmenin doruk noktasıdır. Kan bağına dayanan Kabile (Aşiret), Soy bağına dayanan kavim, din bağına dayanan ümmet örgütlenmesinden sonra, toplumsal kimliğin ve milli vicdanın oluştuğu, kültürel birliğe dayanan ve siyasal örgütlenme içeren “millet” aşamasına geçilir. Burada ortak vicdan, iktisat, din, hukuk vb. unsurlar birbirlerini tamamlayarak ortak bilinci oluşturur. İşte milliyetçilik düşüncesi de bu ortak bilinç üzerine kurulur.

Milletlerin ve milliyetçiliklerin oluşmasında ülkelerin ve insanları düşüncelerine göre farklılıklar oluşmaktadır. Örneğin Musevilerde ve İspanyollarda din, Çek’lerde ve Gürcü’lerde dil, Japonya’da iktisadi ve fikri bütünlük, Hindistan’da Gandhi faktörü ve İngiliz karşıtlığı, Macaristan’da aydın sınıf, Sırp ve Roman milliyetçiliklerinde Macarlaştırma politikasına tepki, Alman milliyetçiliğinde iş adamları ve orta sınıfın gücü, İtalyan milliyetçiliğinde bağımsızlık ve siyasal birlik fikri etkili olmuştur. Asya ve Afrika toplumlarında ise anti emperyalist bir tepki milliyetçiliği ortaya çıkmıştır.

 

·TÜRKİYE’DE MİLLİYETÇİLİK DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ:



 

Çeşitli ülkelerde farklı gelişmeler izleyen millet ve milliyetçilik düşüncesi Türkiye’de çeşitli kaynaklardan beslenerek günümüze gelmiştir. Bu kaynaklar;

 1- Fransız İhtilalinin yaydığı milliyetçilik ve XIX. yüzyıl milliyetçilikleri Osmanlı aydınını etkiledi.

 2- Osmanlı Devleti’nin çöküşü: Orta Avrupa, Balkan ve Afrika’nın kaybından sonra Arabistan yarımadasının da Osmanlı yönetiminden ayrılması, ve Türk olmayan topluluklarının bağımsızlaşması, İmparatorlukta temel unsur olan Türklerin de kendi politikalarını geliştirmesi sonucunu doğurdu.

 3- Orta Asya ve Balkanlardan Anadolu’ya gelen aydınlar Türkçülük düşüncesini geliştirdiler. Tunalı Hilmi Bey, Ahmet Ağaoğlu, Zeki Velidi Togan, Yusuf Akçora bunlar arasında sayılabilir.

 4- Anti emperyalist düşünce Türkiye’de milliyetçilik düşüncesini geliştirdi. Osmanlı Devleti’nin yarı sömürge hale getirilmesi, kapitülasyonlar, Düyun-ı Umumiye borçları ve I.Dünya Savaşı’ndan sonraki işgaller, milliyetçilik temelinde anti emperyalist bir direnişin başlamasına ve Türk Kurtuluş Savaşı’na yol açtı. Bu durum milliyetçi duyguları geliştirdi.

 Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, yukarıda belirtilen, teorik düşüncelerden ve Osmanlı gerçekliğinden süzülerek oluşmuştur. Atatürk milleti şöyle tanımlar:

a.”Zengin bir tarihi mirasa sahip olan,

b. Kader, kıvanç ve tasada birlikte olan,

c. Gelecekte beraber yaşama arzusunda olan topluluklara millet denir.”

Bu tanımda Ernest Renan’ın 1882’de yaptığı millet tanımına paralellik görülür. Bu anlayışına “subjektivist” anlayış denilmektedir. Etnik köken, dil,din veya başka herhangi bir özelliğe bakılmaksızın “irade birliği” ve ortak geçmiş esas alınmıştır. Mustafa Kemal Atatürk; bir demecinde “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” diyerek benzer görüşümü tekrarlamıştır. Mustafa Kemal; bin yıldır bu topraklarda yaşayan, Çanakkale’de Sarıkamışta, Suriye’de düşmana karşı birlikte savaşan, Erzurum kongresinde, TBMM’de beraber olan, Ülkenin işgaline karşı birlikte direnen, Yunan ve Ermeni mezaliminin acılarını birlikte duyan, Sakarya Savaşında omuz omuza düşmanla vuruşan insanların aralarında hiçbir ayrım yapılmadan bir millet olduklarına inanmaktadır. Bu millet Türk Milletidir. “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü bu anlayışın açık bir ifadesidir.

Atatürk, Türk Milleti’nin zengin tarihini ve medeni bir toplum olma özelliğini her zaman vurgulamıştır. Türk Milletinin Osmanlı ve Selçuklu devirlerinden geriye doğru Göktürklere kadar sayısız devletler kurduğunu ve uygarlık oluşturduğunu belirtir. “Samsun’a çıktığım gün, büyük Türk Milleti’nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran manevi güçten başka elimde hiçbir kuvvet yoktu. Milli Mücadele’yi yapan milletin kendisidir. Türklüğün medeni vasfı bir gün bir güneş gibi doğacaktır” sözleriyle, Türk Milleti’nin gelişmiş uygarlık anlayışını ortaya koyar. Bununla beraber Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ırkçılığa karşıdır. Medeni Bilgiler adlı kitapta Türk Milleti ile ilgili şu tahlilleri yapmıştır:

a) Siyasi varlığımız dışında başka ülkelerde kalmış, bizimle dil, ırk, kültür, tarih ve ahlak yakınlığı olan Türk toplulukları vardır. Bu durum Türk Milleti’nin tarihen ve ilmen oluşumundaki asaleti ve uyumu ortadan kaldırmaz.

b) Bugünkü Türk Milleti içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık, Boşnaklık fikri propaganda edilmiş milletdaşlarımız vardır. Fakat geçmişin yanlış politikasından kaynaklanan bu adlandırmalar, düşmana alet olmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü bu topluluklar, ortak geçmişe, ahlaka ve hukuka sahiptirler.

c) Bugün içimizde bulunan Hıristiyan ve Musevi vatandaşlar, geleceklerini Türk milletine vicdani arzuları ile bağlamışlardır. Onlara yabancı gözü ile bakmak medeni Türk Milleti’nin yüksek ahlaki ile bağdaşmaz.

d) Nitekim 1924 anayasası “Türkiye ahalisine, din ve Irk farkı gözetmeksizin Türk denir (m.88)” ifadesiyle Türk tanımını Irkçı anlayışın tamamen dışında tutmuştur. Atatürk’ün “Bir Türk dünyaya bedelidir. Türk öğün, çalış, güven Türk Milleti zekidir, çalışkandır.” gibi sözleri, batı dünyası karşısındaki ezilmişliği, sosyal kompleksi ortadan kaldırmaya ve kalkınma için moral motivasyon sağlamaya yöneliktir, ırkçılıkla hiçbir ilgisi yoktur.

 

4. LAİKLİK



 Laiklik, Latince laikos kelimesinden gelir. “Dine ait olmayan” demektir. Avrupa’da Reform hareketlerinin bir sonucudur. Hıristiyanlıkta din adamlarından oluşan “kiliseliler” sınıfının ayrıcalıklarına ve dini baskılara karşı direnişin sonucunda ortaya çıkmıştır. Reform hareketleri ile yeni mezhepler kabul edilmiş, kilisenin etkinliği kırılmış, dini taassup ortadan kalkmış akılcılık ve gerçekcilik egemen olmuştur. Sosyal hayat ve hukuk sistemi dine bağlı olmaktan kurtulmuştur.

   Osmanlı Devleti’de ise dini (şer’i) hukukun yanında gelenek hukuku (örfi hukuk uygulanırdı. Tanzimat’tan sonra, batı kaynaklı hukuk da uygulanmaya başlandı. 1916 yılında şer’i mahkemeler Adliye Nezareti’ne, Medreseler Maarif Nezaretine bağlandı. 1917’de evlilik akti uygulaması getirildi. 3 Mart 1924’de Halifelik kaldırıldı. Şer’iye ve Evkaf Nezareti’ne son verildi. Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) yasası kabul edilerek, medreseler kapatıldı. 1928’de anayasadan “Devletin Dini İslam’dır” tabiri çıkarıldı ve anayasa laikleştirildi. 1937 yılında “laiklik” ilkesi, diğer ilkelerle birlikte anayasaya girdi.

   Laiklik ilkesi Cumhuriyetin en temel ilkelerinden biridir. Çünkü bu ilke olmadığı zaman cumhuriyetin temel nitelikleri tehlikeye düşer. Çünkü laiklik; hem temel hürriyetlerle, hem eşitlik ilkesiyle, hem demokrasi ile, hem hukuk devleti anlayışı ile hem de bilimsellik ve akılcılıkla ilişkili bir ilkedir. Bu bağlamda laikliğin genel prensipleri şöyle sıralanabilir.

   1- Laiklik, düşünce ve inanç özgürlüğüdür. Herkesin, kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı olmamak üzere, düşünce, inanç, ibadet gibi temel hak ve özgürlükleri bu ilke ile güvence altına alınır. Hiçbir düşünceye, inanca veya mezhebe ayrıcalık tanınmaz.

    2- Laiklik, devletin din ve inanç bakımından tarafsız olmasını gerektirir. Yurttaşlık bilinci içerisindeki herkesin eşitliğini öngörür. Kimse devlet tarafından farklı muameleye tabi tutulmaz.

  3- Devletin hukuk sistemi herhangi bir din veya inanç esasına dayandırılamaz. Yurttaşlar arasında inançları veya başka nedenlerle hukuk önünde bir farklılık gözetilmez. Eğer hukuk sistemi bir inanç grubunu esas alarak düzenlenir ise, bu inanç grubundan insanlara farklı muamele edilir. Laiklik, kişilerin inanç kimliğini dikkate almayan bir hukuk eşitliğini güvenceye alır.

   4- Laiklikte, hakimiyetin kaynağı dini inanç değil, millet egemenliğidir. Doğal olarak devlet gücünü kullananlar, güçlerini ve yetkilerini millet egemenliğinden alırlar, devleti millet adına ve onun istekleri doğrultusunda yönetirler.

    5- Laiklikte genel yol gösterici akıl ve bilimdir. Devlet yönetiminde herhangi bir din yada inanç grubunun istekleri değil, akıl ve bilimin gereği ile toplumun genel ihtiyaçları dikkate alınır.

   Yukarıda kısaca açıklandığı gibi aslında laiklik, demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Temel hak ve özgürlüklerinin, eşitliğin ve millet iradesinin güvencesidir.

 

5. HALKÇILIK



  Halkçılık ilkesi, Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren “Tam Bağımsızlık” ilkesi ile birlikte vurgulanan esaslardan biridir. 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa’da halkçılıkla ilgili hükümler yer almıştır. Mustafa Kemal, 7 Aralık 1922 tarihinde Halkçılık esasına dayanan bir fırka (Parti) kurmak istediğini belirtmiş, Eylül 1923’te kurulan Halk Fırkası’nın parti tüzüğüne de halkçılık ilkesini koymuştur.

   Halkçılık ilkesi genel olarak, toplumda bireyler arasında eşitliği, toplumsal gruplar arasında uyum ve işbirliğini, devletin kurum ve kadrolarının halka açık olmasını öngörür. Esasen Osmanlı Devlet yapısında da ayrıcalıklı (imtiyazlı) sınıf anlayışı yoktur. Ancak Osmanlı yönetimi “imparatorluk” anlayışı içinde halkın sorunlarına yeterince eğilememiştir.

   Halkçılık ilkesinin temel prensipleri 3 bölümde incelenebilir:

   1- Siyasal Alanda Halkçılık: Yönetimin milli egemenlik ilkesine dayanmasını öngörür. Millet egemenliği ise, halkın kendi kendini yönetmesini ve karar süreçlerine katılmasını gerektirir. Yönetimin halka dayanması, halkın istek ve beklentilerinin karşılanması devletin amacıdır. Atatürk’ün halkçılık anlayışı, kişi ve hanedan egemenliğini reddettiği gibi sınıf ve zümre egemenliğini, ihtilalci sendikalizmi (komünizm) ve sınıf çelişkisini de reddeder.

   2- Ekonomik Alanda Halkçılık : Esnaf ve meslek gruplarının örgütlenmesi, ekonomik faaliyetin halka indirgenmesi, Anadolu’da yatımların özendirilmesi, halkın topyekün kalkındırılması, tarımın ve hayvancılığın modernleştirilmesi çabası bu bağlamda değerlendirilebilir.

   3- Kültürel ve Toplumsal Alanda: Halkçılık, hiçbir sınıf, zümre, aile veya kişiye ayrıcalık tanımaz. Kanun önünde mutlak eşitlik esastır. Toplumun bireyleri arasında imkan ve fırsat eşitliğinin sağlanmasını amaçlar. Halk evlerinin açılması, halk mekteplerinin kurulması, herkesin okuma-yazma öğrenmesi ve herkese medeniyetin nimetlerinden yararlanma yollarının açılması halkçılık ilkesinin sonucudur. Ayrıca ilk öğretimin zorunlu ve parasız olması, temel sağlık hizmetleri ve temel bayındırlık hizmetlerinin verilmesi, aşar vergisinin kaldırılması, angaryanın yasaklanması sosyal devlet, sosyal adalet ve sosyal güvenlik sistemlerinin oluşturulması halkçılık ilkesinin amaçları arasındadır.

 

              6. DEVLETÇİLİK



   Devletçilik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisadi hayatını düzenleyen ilkedir. Türk İnkılabının önderi Mustafa Kemal, güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomiye sahip olmakla varlığını sürdürebileceğine inanmaktadır. Bunun için Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak, ekonomik bakımdan hızlı kalkınmayı amaçlayan bir program öngörülmüştür.

   Lozan görüşmelerinin devam ettiği günlerde I.İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923) toplanmıştır. 1135 delegenin katıldığı bu kongrede çiftçi grubu, tüccar grubu, işçi grubu, esnaf grubu, vb... temsil edilmiş ve misak-ı iktisadi adı verilen ekonomik kararlar alınmıştır. Mustafa Kemal, kongrede başkan sıfatıyla yaptığı konuşmada, askeri zaferlerin, ekonomik zaferlerle desteklenmediği sürece geçici olduğunu belirtmiştir. İzmir İktisat Kongresi kararları liberal ekonomiyi ve kişisel girişimi esas alan, mesleki dayanışmayı öngören, iktisadi hayatta devlete yönlendirici, teşvik edici ve denetleyici rol yükleyen kararlardır.

   Bunun yanında devlet, ekonomik hayatın gereksinim duyduğu alt yapı yatırımlarını üstlenmiştir. Bunlar özetle;

           

   1- Bilimsel ve Teknolojik Alt yapı Yatırımları:

   Adana Pamuk Araştırma Enstitüsü (1924), Bilecik Deneme İstasyonu (1924), Rize Çay Araştırma Enstitüsü, Orta Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Malatya Sultansuyu Araştırma Enstitüsü, (1927), Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü.

  2- Ulaşım Altyapısı: Osmanlı Devleti’nden kalan 4060 km. demiryolu devletleştirildi. 4000 km. yeni demiryolu yapıldı. Ankara-Kayseri-Sivas-Erzurum, Malatya-Elazığ-Kurtalan, Ankara-Zonguldak, Ankara-Samsun, Malatya-Diyarbakır, Konya-Isparta-Burdur demiryolları belli başlı hatlardır.

  3- Enerji Altyapısı: Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ), Etibank, Sanayi Maadin Bankası gibi kurumlar kuruldu. Türkiye’nin Madencilik ve enerji olanaklarıyla ilgili çalışmalar yapıldı.

  Bunların dışında Osmanlı borçlarının taksitlendirilerek ödenmesi, Düyun-ı Umumiye idaresinin tasfiye edilmesi ekonomik alandaki önemli faaliyetler olmuştur.

  Ancak 1923-1930 döneminde yukarıda belirtilen bütün çabalara rağmen ekonomik anlamda gerekli kalkınma sağlanamamıştır. Özel teşebbüsün yetersizliği, bilgi ve deneyim eksikliği, mali kaynak yetersizliği, talepteki hareketsizlik, yetişmiş insan gücü ihtiyacı, yabancı işletmelerin tasfiyesi vb... sebepler istenilen ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesini engellemiştir. Hem yukarıda belirtilen nedenler, hem de 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile liberal ekonomilerin çöküntüye uğraması Türkiye’nin ekonomik politikalarını yeniden değerlendirmesi zorunlu kılmıştır.

 1930’lu yıllarda uygulamaya konulan “devletçilik” komünist ülkelerde uygulanan modelden farklı bir tarzda ve Türkiye’nin koşullarına uygun bir şekilde ele alınmış ve uygulanmıştır. Türkiye’ye özgü koşulların ortaya koyduğu, sürekli bir ideal olarak görülmeyen devletçilik Mustafa Kemal Atatürk tarafından şöyle tanımlanmıştır: “Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdi çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde özellikle iktisadi sahada devleti fiilen ilgili kılmaktır”.

  Türkiye’de 1933 yılında Devletçilik politikası ile planlı ekonomik döneme geçilmiştir. Karma ekonomik sistem de denilen bu anlayış, devleti ekonomik hayatta etkin, girişimci, yatırımcı hale getirir. Fakat özel girişimi reddetmez. Özellikle özel girişimin yapamayacağı büyük yatırımların devlet tarafından yapılmasını öngörür. Özel girişimi de engellemez. Bu bağlamda 1933 yılından başlayarak Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) oluşturulmuştur. Trakya, Uşak, Turhal, Eskişehir şeker fabrikaları, Nazilli basma fabrikası, Kayseri, Ereğli, Gemlik dokuma fabrikası, İzmit-Kağıt, Malatya-tekstil, Beykoz-deri fabrikaları, Keçiborlu Kükürt Sanayi, Karabük Demir-Çelik fabrikası, toprak ve çimento sanayi fabrikaları açılmıştır. 1932’de Devlet Sanayi Ofisi, 1933’te Sümerbank, 1935’te Devlet Malzeme Ofisi kurulmuştur. Bu dönemde KİT’lerin toplam sanayi yatırımları içindeki payı %30’a, KİT’lerde çalışanların sayısı 300.000’e kadar yükselmiştir. 1939’da başlayan II.Dünya Savaşı ve 1950 yılında Türkiye’de İktidar değişikliği ile planlı ekonomik sistem terkedilmiş, liberal anlayışların ağırlık kazanmasıyla devletin ekonomik hayattaki etkinliği giderek azalmıştır.

 

7. İNKILAPÇILIK



 

  Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Türk inkılabı, Türk tarihinin en önemli dönüşümlerinden biridir. Toplumu geri kalmışlığa iten tüm düşünce kalıplarının ve kurumların yerine modern anlayışın ve bu anlayışa uygun kurumların getirilmesini öngörür. Bu bakımdan inkılap, olağan gelişme süreci durmuş toplumlarda yapılan köklü değişiklikleri ifade eder. Türk inkılabının amacı da Türk ulusunu, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak ve orada tutmaktır.

  Türk İnkılabı, Türk toplumunu, ümmet olmaktan kurtarıp, ona millet niteliği kazandırmıştır. Toplumu şahıs (padişah) egemenliğinden kurtarmıştır. Aklın ve bilimin etkin kılınmasını sağlamıştır.

  İnkılapçılık ilkesi, Atatürkçü düşünceyi durağan bir ideoloji olmaktan çıkarır. Çünkü Atatürk, Türk İnkılabının amacını; “Türkiye Cumhuriyeti Halkını tamamen çağa uygun ve bütün yönleriyle uygar toplumlar düzeyine ulaştırmak” şeklinde ifade etmiştir. Bu bakımdan çağdaş uygarlığı ve bilimi esas kabul ettiğinden bu konulardaki gelişmelere paralel olarak süreklilik gösterir.

 İnkılapçılık, Türk Milletini geri bırakmış olan rejim ve kurumları yeniden canlandırma teşebbüslerine karşı uyanık olmayı gerektirir. Türk İnkılabının temel ilkelerinden taviz verilmemesini ve bu ilkelerin korunması konusunda kararlı olunmasını gerektirir.

  Diğer ilkelerle birlikte, İnkılapçılık İlkesi de 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na girmek suretiyle anayasal bir nitelik kazanmıştır.

 

 

 



 

 

 



 

KAYNAKÇA

 

Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, 1981



Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, Ankara, 1982

Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969

Ahmet Mumcu, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I, Eskişehir, 1996

Ahmet Mumcu, Atatürk’ün Kültür Anlayışında Vicdan ve Din Özgürlüğünün Yeri, Ankara, 1991

Ali Fuat Başgil, Din ve Laiklik, İstanbul, 1962

Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953

Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, İstanbul, 1955

Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967

Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1951

Ali Fuat Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ankara, 1948

ATASE Yay., Balkan Harbi, Birinci Balkan Muharebesi, Ankara, 1983

Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Ankara, 1991



Yüklə 236,58 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə