için vahim bir mânevî buhran doğmaktadır... Bu şartlar içinde insanın
tabiat üstündeki zaferinin kat'î olup olmayacağı sorulabilir. Teknik za-
fer göz kamaştırıcıdır. Fakat, tam bu esnada medeniyetin muhtemel
bir gerilemesi, barbar siyasi ve iktisadi usullerin avdeti [geri dönüşü]
karşısında kaldık. Sanki tabiat kendi üzerinde kazanılmış olan zafer-
lerin intikamını almaktadır."(agy.)
Görüyoruz. Profesör her şeyden evvel makine düşmanı bir küçük
üretim (zanaatkârlık) hayranıdır. Ortaçağ an'anelerinin aşınması adı-
na 20. Yüzyıl ortasında ağlamaktadır. Ona göre "bu şartlar" dediği Ka-
pitalizm düzeni "Tabiat" kadar kahredici sayılıyor ve buhran [bunalım]
da esrarengiz doğanın insanlar üzerinde "intikamı" gibi gösteriliyor.
Doğayla başa çıkılır mı? Bilgin bunu demek istiyor. Hâlbuki söz konu-
su olan bunalım "insanlık" arasında, yani toplumsaldır
-
. İnsanlar niçin
bu bunalımı yenemesinler? Mademki Kapitalizm en sonunda insanı
hayvanlaştırmaktan başka türlü ilerleyemiyor, o halde niçin, ömrünü
tamamlamış her tarihsel düzen gibi o da insanlar tarafından kaldırıl-
masın? Neden Kapitalizmin kalkması Medeniyetin gerilemesi gibi gö-
rülsün? Derebeyliğin kalkması Ortaçağ Medeniyetini de kaldırdı, lâkin
yerine ondan daha ileri bir düzen ve medeniyet getirmedi mi?.. Pro-
fesör, en üstünkörü aydınlatmadan sonra gelmesi gereken böyle bir
değişiklik kavramını ağzına almaktan çekiniyor. Yalnız şu kadarcığını,
hiç belli etmeden çıtlatıyor:
"Makine bir köle olarak kalmalıdır. Ve üretimin hakikî gayesi bizzat
üretim değil, fakat insandır."
Doğru. Hatta aşırı malûm... Lâkin mesele o doğru fikri yüzüncü ya-
hut bininci kere tekrarlamakta değil, uygulamaktadır. "Meşhur âlim"
ne yapıyor? Daha doğrusu, ne yapılmasını va'z ediyor? Onu da aynı
Halkevi'ne sunduğu öteki Konferansından öğreniyoruz. Öteki Konfe-
rans demokrasiyi tarifle başlar: Demokrasi nedir? "Hukukça müsavat
[eşitlik]"tir. Yani fiilen ve gerçekte değil, Hukukça ve kitapta eşitlik;
bu, bildiğimiz burjuva eşitliğidir. Profesör burjuva demokrasisi dışında
bir demokrasi tasavvur edemez. Burjuva demokrasisinde herkes ya-
zılan eşitliğe erişir mi? Hayır. O sadece, "Herkesin bu müsavatı elde
etmek talihine imkân hazırlar." Bilgine göre demokraside -yani hep
burjuva demokrasisinde anlayalım- eşitlik ilkin bir talihtir. İkincisi, o
talih de sadece imkân halindedir. Böylece burjuva demokrasisi mil-
yonda bir bahtiyara düşen Tayyare Piyangosu gibidir. Demokraside
iki türlü insan vardır: 1- Üstte: İdareciler, 2- Altta: Halk... İdareci-
lerde profesörün aradığı şey "Otorite: sulta"dır. Halkta ise "Aklıselîm"
[sağduyu] ister. Otorite adamları da iki bölüktür: 1- Devlet adamları:
asıl otorite bunlardadır. Devlet adamının "idarecileri idare etmek ve
onlara daima istedikleri şey imkânsızdır dememek için, idare tekniğini
az da olsa kavramış olması lâzımdır." 2- Özellikle İdareciler'in ancak
"teknik silâhları" vardır. Onlar "kanuna tamamen uygun hareket et-
mek, insanları tanımak" ile yükümlüdürler. "Halk idaresi" demek olan
Demokrasi, böylece birbirine karşı iki zıt kutup olur. Profesör bu ku-
tupları şu tahtaravalli üzerine oturtur:
"Halkın fazla nüfuz ve iktidar sahibi olmak istemesi iyi hükümetin
ve iyi idarenin zararınadır. Eğer idare fazla nüfuz ve iktidar sahibi
olmak isterse, o takdirde ortaya bir mandarinat idaresi [bürokratizm]
çıkar. Bu da milletin zararınadır." (Ulus, 19-3-1940)
Biz de güya âlimâne, yani profesör gibi soyut konuşmak istersek,
şunu sorabiliriz: Demokrasi demek madem "Halk idaresi" demektir,
neden bu tek anlama gelmesi gereken terim içinde "Halk" ile "İdare"
birbirine zıt düşüyor? Orasını karanlık bırakıyor. Yalnız, halkın "fazla"
nüfuzunu istemediği için, anlaşılıyor ki Bolşevizme düşmandır; ida-
renin "fazla" nüfuzunu beğenmemekle de Faşizmi doğru bulmaz. Bu
meydanda. Fakat, Bilgin'in kabul ettiği Demokrasi idaresinde Halk Bil-
gisi, iş ile bilgi ilişkisi nasıl olmalı? Bay Siegfried halka "Aklıselim" için
iki bilgiyi kâfi görür:
1- İlköğrenim
"İyi bir ilköğrenim lâzımdır. Halka hazmedemeyeceği bilgileri ver-
mekten kat'iyyen kaçınmalı."
Demek bilgi, Bilgin'e göre herhalde profesörün maaşı türünden ye-
nilir içilir bir şey olacak ki, o halka, Şark tarikatlarının yüzlerce yıl tav-
siye ede ede bitiremedikleri Riyazet (Nefsi kırma, dünya lezzetlerinden
ve rahatından sakınma, perhizle, kanaatle yaşama.) çeşidinde bir bilgi
perhizi tavsiye ediyor. Çünkü halk, çalışanı kullaştıran, otomatlaştıran
bu düzeni fazlaca öğrenir, kavrarsa, bu kavradığını profesörvârî bir
kuvvetli mide ile hazmedemeyip idarecilerin üzerine kusabilir. İyisi mi,
ilkokul çocuğunun bilgisi halka yeter artar bile. O da niçin? Halk bir şey
öğrensin diye değil, ikinci şık üzerinde daha verimli çalışabilsin diye.
2- Meslek Eğitimi:
İlköğrenimin hedefidir. Bilginin bütün fazlası halka haramdır. Hatta
bu meslek eğitiminde bile, profesörümüz, pek ileriye gidilmemesi-
ni ister. Malûm ya, o sınai devrimi yererken, "eski ve hürmete layık
an'aneler" hesabına ağlamıştı. Halk, kendisini Ortaçağa bağlayan ve
yarım köleliği ebedileştirerek "İdareci"lerin otoritesini doğallaştıran
ilişkilerden kopuşmamalıdır. Onun için profesör var kuvvetiyle makine
aleyhine atıp tutar: "Alet insanı makineden fazla terbiye eder" der.
Çorbayı yumurtanın terbiye ettiği gibi!
İşte hâkim "Otorite" biliminin insan yığınlarına çizdiği program bu:
önce ilköğrenimi geçmeyen bir cahillik, ondan sonra makine yerine
aleti (Ortaçağ esnafının iş vasıtasını) tanrılaştıran bir gerilik!.. Her iki
Dostları ilə paylaş: |