Abdurrahman KASAPOĞLU
Hikmet Yurdu Yıl:1, S.1, (Ocak-2008) ss.87-107
97
Allah bizim müşrik olmamızı ve bazı şeyleri haram kılmamızı dilemiştir.
Bu olan bitenler hem bizim hem de Allah’ın isteğine uygundur. Bu yaptıkları-
mız, sadece bizim uydurduğumuz şeyler değil, aynı zamanda Allah’ın iradesinin
yansımalarıdır. Allah razı olup dilemeseydi biz O’na iftira edip yalan söyleye-
mezdik. Geçmişte olduğu gibi, gelecekte de bizim şirk koşmamızda bir kötülük
yoktur. Allah’a ortak koşmanın ya da bazı şeyleri haram kılmanın bir suç oldu-
ğuna inanmayız. Eğer yaptıklarımızda bir kötülük varsa ve ilâhî iradeye ters ise,
Allah bizi bundan cebren alıkoysun, biz kendi irademizle bundan vazgeçmeyiz.
32
Allah, daha önce yaşamış olan inkârcıların da, benzer bahanelerle ilâhî
gerçekleri ve peygamberleri yalanlamaya çalıştıklarını, fakat vadedilen azabın
onların başına geldiğini açıklamaktadır. Azabın gerçekleşmesi, müşriklerin iddi-
alarının geçersizliğini, Peygamberin mesajının doğruluğunu göstermektedir.
Eğer inkârcıların iddiaları doğru olsaydı, daha önce tarihte var olmuş inkârcılar
cezalandırılmazlardı. Dolayısıyla, Allah istediği için biz O’na ortak koştuk iddia-
sı, kimseyi sorumluluktan kurtarmaz.
33
Tarih boyunca Allah’a ortak koşan inkârcıların Hz, Peygamber dönemin-
de ortaya çıkması, Hz. Peygamberden sonrada da bu tip insanların her zaman
bulunacağını gösterir. Bahaneci inkârcılığın insanlık tarihinde bir geleneği var-
dır. Nasıl ki, iyilik ve doğruluk nesilden nesile etkileşim yoluyla aktarılabiliyor-
sa, inkârcı bahanecilik de aynı şekilde aktarılabilmektedir.
34
Yüce Allah, Hz. Peygamber’in müşriklerin iddialarına şöyle karşılık ver-
mesini istemiştir: İleri sürdüğünüz görüşün doğru olduğuna dair herhangi bir
bilginiz, güçlü bir kanıtınız var mı? İlâhî iradenin içyüzünü ve nasıl ortaya çıktı-
ğını biliyor musunuz ki, ona dayanarak kendinizi mazur görüyorsunuz? İddia-
nızı doğrulayan bir kanıtınız varsa getirin. Siz iddianızı, boş, hiçbir yararı olma-
Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, tsz., III/ 2082; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali
Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1985, II/973-974.
32
Yazır, III/ 2083.
33
Muhammed İbn Ali İbn Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1995, II/219;
Ebû Abdullah Muhammed İbn Ahmed el-Kurtûbî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1993, X/69; Ahmed Mustafâ el-Merâğî, Tefsîru’l-Merâğî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998,
III/228; Ebû Bekr Câbir el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, III/116-117;
Abdurrahman İbn Nâsır es-Sa’dî, Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân, Müessetü’r-
Risâle, Beyrut, 1996, 393; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul,
1991, III/249.
34
Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları, İstanbul, 2001, VI/558.
Kur’an Açısından Fatalism
Hikmet Yurdu Yıl:1, S.1, (Ocak-2008) ss.87-107
98
yan, bilgi temeli bulunmayan, kesin bir yargı belirtmeyen, yalan, yanlış, açık
kanıtlara aykırı düşen zan, tahmin ve kuruntuya dayandırıyorsunuz.
35
Siz arzu ve eğilimlerinize göre tahminde bulunuyor, yalan söylüyorsu-
nuz. Gerçeği ve doğruyu, benliğin gerçeğe uymasında değil, gerçeğin isteklere
uydurulmasında arıyorsunuz. Açık ve kesin gerçeklere göre değil, arzu ve eği-
limlerinize göre değerlendirme yapıyorsunuz. Gerçeğin, arzu ve tahminleriniz
doğrultusunda ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorsunuz. Sırf siz istemediği-
niz, anlamadığınız, inkâr edip bozduğunuz için gerçeğin değişeceğini sanıyor ve
böylece kendinizi aldatıyorsunuz. Allah’ın iradesinin, kendi fiil ve seçimleriniz
doğrultusunda tecelli ettiğini ve bu yüzden yanlışa düştüğünüzü anlayamıyor ve
kuru bir inkâr ile sorumluluktan kurtulacağınızı sanıyorsunuz.
36
Bu âyette inkârcıların tavrı “tahrusûn” diye nitelenmekte ve söz konusu
niteleme Zuhruf sûresi 20. âyette de tekrar edilmektedir. Arapça’da “hars”, mu-
hafaza, meyvenin muhafazası, yalanlama, yalan uydurma, zan ve tahmine daya-
narak söylenmiş söz anlamına gelir. Sadece tahmine dayanan, bilgiye güçlü bir
kanaate ya da işitmeye dayanmayan, dolayısıyla gerçeğe uygun düşme ya da
düşmeme olasılığı bulunan açıklama “hars” diye nitelenir. “Hars”ın yalan olarak
adlandırılması, gerçeğe ve güçlü bir kanaate dayanmaması yüzündendir. Za-
manla kuruyacak olan yaş hurma yükü hakkında da bu kelime kullanılır.
37
Arapça’da, yapraksız hurma dalına, tek parçalı/taneli küpeye, altın ya da
gümüş dizisinin bir halkasına “hırs”, yapraksız hurmaya, herhangi bir ağaç dalı-
na, kuru veya yaş dala, ya da budanmış dala, sarıp çevrelemesi dolayısıyla zırha
“hurs” denir. Nehirden suyun girip sonra tekrar çıkıp nehre döndüğü büyük
havuza benzer yere, denizdeki bir körfeze, denizin ya da nehrin bir kenarına,
ağacın dalında biriken suya, denizdeki adaya “harîs” adı verilir. Açlıkla birlikte
soğuğun bulunması “haras” kelimesiyle dile getirilir. Yine Arapça’da, tehzîb
35
ez-Zemahşerî, II/74; eş-Şevkânî, II/219; en-Nesefî, II/58; Muhammed Cemâluddîn el-Kâsimî, Tefsîru’l-Kâsimî,
Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1994, III/449; el-Merâğî, III/229; Bilmen, II/974.
36
Yazır, III/ 2085.
37
Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn İbn Muhammed er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife,
Beyrut, tsz., 146; Ahmed İbn Yusuf es-Semîn el-Halebî, Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz, Âlemü’l-
Kütüb, Beyrut, 1993, I/574.