A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 4 3
Daha “iyi” olabilmen,
onurlandırılacak olmanın önündeki
tek engel, o artık sende olmadığını
sandığın ışığın bir anlık kıvılcımı
olabilir. Bir an’dır o. İçine
kuşku düşer... O andır ki ışığı
hatırladığın ama ne olduğunu tam
anlamlandıramadığındır. Oysa seni
onurlandırmak için bekleyen karanlık
için o an, seni sınadıkları an olabilir.
Karanlık bilir. Işığın tek bir
kıvılcımını, tek bir an olsa bile
tanır... ve sen artık onurlandırılmaya
layık değilsindir. Başarısız ve üzgün
hissedebilirsin eğer hala hissedebilecek
kadar hayattaysan. Seni parçalara ayırıp
bir daha toparlanamaman için öyle
bir savururlar ki sonsuzluğa dağılırsın.
Kaybolursun...
Yüz yıllar, bin yıllar geçse parçalarını
bir araya toplayamazsın. Hiç
bitmeyecek bir kaybolmuşluk içinde
ümitsiz kalakalırsın.
Sonra asla kaybolmayan ışık, doğru
zaman ve mekan kesişmesinde,
yokluğunun acısı ile hatırlatır
kendini. Peşine düşersin, aramaya
çıkarsın. En büyük korkuların, en
büyük yoksunlukların ve karanlığın
içinden geçmen gerekebilir ama
ilerde parlayan ışık güçlendikçe sen
de güçlenirsin. Havada asılı kalmış bir
kuş sesinin izini sürer gibi peşinden
gidersin. Bir ümit belirir içinde. Zor
görünen, korkutucu görünene daha
cesur bakabilir, karşısına daha cesur
çıkabilirsin. O ışıktır ki derinlerin
derinine, karanlıkların en dibine ışığı
taşıyabilmen için seni seçmiştir. Her
şeye rağmen, içinden gelen doğrunun
yolunu izlersen işte o’dur gerçek
yolu gösteren. Böylelikle her şeyin
üstesinden gelebilirsin.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu
bilebilmek çok zor kimi zaman. Budur
dediğinin arkasında durmak, onun
sorumluluğunu taşımayı da gerektirir.
Ne var ki bu seçimi yaparken dışarıdan
duyduğun, bildiğin, başkalarınca
onaylanacak olanın peşindeysen vay
haline. Ta ki tek doğrunun, kendi
içinde saklı olan, vicdanının sesi olarak
yankı bulan, kalbindeki ışık olduğunu
hatırlayana kadar. Güvenebileceğin
tek gerçek, içindeki saf ışıktır ve doğru
yolu “o” bilir.
Onu teslim almak için gittiğinde bir
bayram sevinci yaşanır. Onu senin için
koruyanlar, “Biz getiremezdik, senin
gelip alman gerekiyordu, onun için
bekledik,” der gibidirler.
Eğer bütün bu planları yaptığın
yere uğrayıp, birlikte plan yaptıklarına
sorma şansın olursa, “karanlığın bu
kadar derinlerine ışığı götürmen için”
dediklerini duyabilirsin belki.
O zaman başarı ve başarısızlık, ümit
hatta onur ne demek, burnunun direği
sızlayarak tekrar gözden geçirebilirsin.
Yalnız olmadığını bilmek kadar
güç veren başka ne var bilmiyorum.
Kalbimizde yaşatabildiklerimiz
kadar zengin, kalbimizde yer
verebildiklerimiz kadar çoğuz...
Ve bu kez ve belki de son kez, ışık
işçilerinden olabilmekten başka dilek
kalmamıştır geriye... r
4 2 • R U H v e M A D D E
E
N karanlık güçlere hizmet ettiğimiz dönemlerde, bunun başarı olduğuna
inandığımız zamanlarda bile ışık hep vardı.
Verdiğimiz mücadelede daha da iyisini yapmak için hırsla çabaladık.
Neye hizmet ettiğimizi bilmeden yaptık bunu kimi zaman. Sadece en iyi
bildiğimize, bize “doğru budur” diye gösterilmiş olanın izinden gittik. Oysa
karanlığın karanlığına yol aldığımızı kim bilebilirdi? Bir tek içimizde vicdan
kanalıyla yanan ışıktır ki bize doğru yolu gösterir.
Kimi zaman doğru bildiğimiz uğruna o ışıktan vazgeçer, nefsani tercihlerin
peşine takılırız ve ne kadar görecedir doğru ve yanlış... İnsan o ya da bu şekilde
mutlaka kendi doğrusunun peşindedir oysa.
Bir gün bir de bakarsın ki tüm o uğruna savaş verdiğin, daha iyisini yapmak
için canla başla çalıştığın “doğru” yalnızca sana, yanılgının ne denli büyük
olabileceğini göstermek için düzenlenmiş bir oyunmuş sadece. Doğru bildiğinin
daha iyisini yapabilmek uğruna bilmeden ve belki istemsizce gözden çıkardığın
“ışık”, görevlilerince korunadursun, sen dibin dibine dalmaya çekinmeden
doğrudur dediğinin peşinden gitmiş olabilirsin. O denli ki başını derde sokacak
olan yine vicdanındır, içinde o ışığın kırıntısını saklayan. O zaman ve mekan
algısında bu kötü gelebilir öyle hissettirebilir çünkü, şartlar ve beklentilerin başka
yöne yönelmiştir.
Karanlıktan Aydınlığa
Hande Ersoy
A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 4 5
izleyebiliyorsanız, siz o değilsiniz
demektir. Ama bu gözlemleyebilmeyi
alışkanlık haline getirmek epey bir
çaba istiyor. Genellikle biz onların
içinde kendimizi kaybediyoruz.
Zaten algılamanın mekaniği bu.
Her şeyi zihin alanımızda temsil etmek
zorundayız. Şöyle düşünün, bu sizsiniz,
zihin alanınız, bu da sizin gözlemleyen
benliğiniz. Bir de sosyal çevreniz var.
Etrafta bir sürü insan var, eşyalar var.
Siz gerçekte bu insanları olduğu gibi
algıladığınızı zannediyor musunuz?
Zannediyoruz ama öyle değil. Bizim
algıladığımız şey, bu insanların bizim
bilincimizdeki, yani zihin alanımızdaki
izdüşümleridir. Çünkü o insan
sizin için yanınızda yokken de var.
Tanıdığınız insanlar şu an buradalar
mı? Değil. Peki, nerede? Kafanızın
içinde. Onların seslerini duyabilirsiniz,
dikkat edin onları düşünürseniz
onların duygusu da canlanır. O zaman
biz birine karşı tepki duyduğumuzda
tepkimiz bu insana değil ki, o
insanın izdüşümüne tepki veriyoruz.
“Karşındaki insanda ne görüyorsan,
aslında sende olanı görüyorsun”
deniyor ya onun mekaniği işte bu.
Gerçekten öyle. Şu anda tanıdığınız
ve ilişkide olduğunuz bir insanı
düşünün, zihninizde canlandırın.
Şimdi o insanı düşününce hisleriniz ve
anılarınız da canlanıyor ve o insanın
sizin için bir anlamı var, değil mi?
Sevdiğiniz insanı düşünürseniz olumlu
duygular, sevmediğiniz insanları
düşünürseniz olumsuz duygular
meydana gelir. Nötr de olabilir elbette.
Bütün o insanlara ait imgeler sizin
zihninizin içinde.
Ona ait görüntüler, sesler, kayıtlar
var zihninizin içinde. Kayıtlar
zihninizde, verdiğiniz tepki zihninizde,
ayrıca buna anlam yükleyen bir sürü
mekanizma var yine zihninizde. Neden
bir kişi size antipatik geliyor? Çünkü
o insana anlam veren sizin zihniniz.
O anlamı yükleyen mekanizma
zihninizde, kendi içinizde. Kendi
içinizdeki yansımaya, onun temsiline
kızıyorsunuz, çünkü ona kızmanızı
sağlayan ve oluşmuş bir sürü anlam
mekanizması var. Bu yüzden anlam
değişimi çok önemli. Anlamlar nasıl
oluşuyor bunu anlatmak çok uzun.
Bazıları geçmiş yaşamlardan geliyor.
Niye biri birine sempatik gelir de bir
diğerine antipatik gelir, bunlar hep
bilinçdışında.
Biz kendi anlamlarımızla özne olmuş
durumdayız, eğer kendinizi bunların
içinde kaybolmadan ayrıştırır ve bütün
bunlara dışarıdan bakarsanız; “benim
duygularım var, düşüncelerim var,
anlamlarım var,” şeklinde bunları
fark ederseniz o noktadan itibaren bu
seviyede duygularınız, düşünceleriniz
sizin için “nesne” olur. Dönüşüm,
öznenin nesneye dönüşmesidir.
Özne
D
önüşümü basit bir şekilde tanımlayacak
olursak şunları söyleyebilirim: Bizim
kendi içimizde özdeşleştiğimiz ve “ben”
olarak adlandırdığımız birçok kimlik var. Yani
kişilik özelliklerimiz. “Merhaba” diyorsunuz
birine “kimsiniz?” Herkes kendini çeşitli kişilik
özellikleriyle takdim ediyor. “Ben doktor Ferit,”
“Ben mühendis Ali,” gibi. Şimdi bunda kötü bir
şey yok. Hepimizin içinde birçok kimlikler var
ve kendimizi o kimliğimizmiş gibi algılıyoruz
ve kendimizi kaybediyoruz. Hepimizin sekiz on
tane kimliği vardır. Bir kere doğal kimlikler var.
Annenizin, babanızın evladısınızdır. O zamanlara
ait parçalanmış kimlikleriniz varsa onlar da
içerde, bilinçdışında yaşamaya devam eder.
Yaptığınız işlere ait kimlikler vardır, bunlar çeşitli
rollerdir. Ayrıca kültürel kimlikler var.
Bunlar zaten bilinçdışının, sistemin parçaları
ve biz kendimizi bunlarla özdeşleştirmiş
durumdayız. Bu kimliklerin her birinin
kendine göre duyguları, düşünceleri, inançları,
değerleri, paternleri var. Dolayısıyla bunlar bizim
kimliklerimizi oluşturuyor. Buna benlikler de
denilir, biz kendimizi bunlarla özdeşleştirmiş
durumdayız. Bunda kötü bir şey yok ama bunlar
birer özne. “Ben öfkeliyim”, “Ben sevinçliyim”,
“ Ben mutluyum” ne demek? Kendini, kendi
varlığının yani bedenin içinde kaybetmek
demek? Bunların her biri bizim için birer
özne. Fakat eğer kendinizi ve kendi
bilincinizi bunlardan bir kademe
ayrıştırıp bunun üstüne çıkarsanız
ne oluyor biliyor musunuz? Bu
kademede “özne” olan siz, bir
üst kademeye çıktığınızda
“nesne” oluyor.
İçinizdeki her
şey, bütün
hepsi
özne.
Onu
İçsel
Farkındalık
ve
Dönüşüm
Reşat Güner
3. Bölüm
4 4 • R U H v e M A D D E