A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 5
A Ğ U S T O S 2 0 1 5
R
UH ve evren düalitesinde şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir
ki ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre gerçekleşen her davranışına
evren parçalarının tam bir uyumla cevap vermesi ancak ruhların bu
davranışlarını madde cevheri üzerine yansıtan ve her madde parçasının ve
bütününün göstereceği tepkileri de ruhlara yansıtarak geri gönderen aslî ilkenin
icaplarıyla gerçekleşir. Yani ruhların ihtiyaçları yüksek ilkelerin icaplarına göre
evrene tesirler hâlinde yansıtılır. Evrene yansıyan bu ihtiyaçların cevaplarını
o anda vermek, yani bu tesirin taşıdığı icaplar gereğince derhal harekete
geçmek madde cevherinin karakter zorunluluğu olduğu için, bu zorunlulukla
maddenin verdiği cevap, yine aynı kanallardan, aynı icaplarla ruhlara yansıtılır.
İşte bu bilgiler icap kavramının ne demek olduğunu, ne kadar muazzam ve
derin anlamlar taşıdığını bir kere
daha belirtmiş oluyor. Evrenimizde,
evrenlerde ve evrenler üstü olan ruhlar
arasında icap her şeyi içine alır. İcap,
aslî ilkede saptanmış ve kararlaştırılmış
durumların ifadesidir.
*
*
*
Evrenimizin üstündeki
hakikatlere dair söyleyeceğimiz
her söz, kullanacağımız her ibare,
göstereceğimiz her örnek ancak bizim
evrenimizin maddesel araçlarından
ibaret kalır ki bunların hiçbiri evren
üstündeki yüksek değerler arasında
hakiki bir varlık gösteremez. Bununla
beraber bunlar evren içindeki
hakikatlerin maddeselleşmiş ifadelerini
birer sembol hâlinde ortaya koymaya
ve bu yoldan bazı sezgiler vermeye
yeterlidir. Zaten bundan ilerisini
kavrayabilecek hiçbir dünya varlığı da
yoktur. Bu noktayı belirttikten sonra
tekrar ayna örneğine dönüyoruz.
Yüksek ilkelerin icaplarıyla ruhların
ihtiyacı bir aynadan yansır gibi evrene
ve oradan gelen cevaplar da ruhlara
yansır demiştik. Bir dünya örneği içine
sokmak zorunluluğunda kaldığımız bu
muazzam hakikatin sezgisini biraz daha
kuvvetlendirmek istiyoruz. Buradaki
ayna sembolünü dünya zaman ve
mekânına uydurup ruhları bir tarafta,
aynayı karşılarında, evreni de öbür
tarafta düşünerek ve aralarındaki
mesafelere göre, söz edilen yansımaları
belirli sürelerle ölçmeye kalkışarak fikir
yürütmemelidir. Çünkü evrenimiz üstü
hakikatlerde dünyamıza özgü zaman
ve mekân durumları yoktur. Bundan
dolayı, burada zaman ve mekân
kayıtlarından özgür kalarak ayna-ruh-
evren kavramlarını birbiri içindeymiş
gibi kabul etmek ve bu sembolle
ifade edilmek istenen uygulamaya
-insanların anladığı anlamda bir
zaman payı vermeden- aynı anda olup
bitiyormuş gözüyle bakmak gerekir.
Önemle hatırlatmak isteriz ki ayna
örneği üzerinde dururken insanların
alışık oldukları zaman ve mekân
kaydından özgür sezgileri edinmeye
layıkıyla başarılı olamadıkları anda,
kendilerini bekleyen bir tehlike
ile karşılaşmaları daima mümkün
olabilir. Bu tehlike de hatalı bir
anlayış tarzıdır. Yani bu bildirdiğimiz
ruh-ayna-evren sembolünün zaman
ve mekândan soyutlanmış sezgisi,
hiçbir zaman insanı vahdet-i vücut
kavramına sürüklememelidir. Çünkü
bu yazıları iyi anlayanlar, burada böyle
bir kavramın kastedilmediğini bilirler.
Yüksek ilkelerle ruhların ve evrenlerin
bir tek varlık hâline girebileceği
düşüncesi, anlatmak istediğimiz
hakikatlerden tamamıyla zıt bir yöne
doğru insanı yöneltir ve onun bütün
yüksek sezgilerini silip süpürür.
*
*
*
Şurası bir hakikattir ki cevherleri
birbirine göre daha bol olanaklara
sahip ve daha üstün olan, bundan
dolayı ruhların daha ileri ihtiyaçlarına
cevap verebilecek yetenekler gösteren
sonsuz evrenler serisinin hiçbir parçası
ya da bütünü ruhlara erişemez.
Nitekim ruhların da herhangi bir
evren cevherinden kökenlerini almış
olmaları olanağı düşünülemez.
Evrenlerle, evren cevherleriyle
ruhlar arasında kesin bir erişilmezlik
vardır. Bu erişilmezlik ruhun ve
evren cevherlerinin niteliklerinden
ileri gelir. Çünkü eğer ruhlar ve
evrenler birbirinden bir şeyler alıp
verebilselerdi ve aynı niteliğe sahip,
İ L Â H Î N İ Z A M V E K Â İ N A T ’ T A N S E Ç M E L E R
Ruhun Tekâmülü
Dr. Bedri Ruhselman
tarafından derlenmiştir.
hakikatinin olanaklarına uygun gelen
durum, ikinci durum, yani birbirinden
tamamıyla ayrı niteliklerde ve her
birinin kendisine özgü bambaşka
karakterlerde sonsuz gelişim
olanaklarına sahip sonsuz cevherlerin
varlığı durumudur. İşte, ancak böyle
sonsuz cevher niteliklerinin her
birinde sonsuz tekâmül devreleri
geçirmesiyle ruhların tekâmüllerinin
sonsuzluğu hakikati asıl anlamını ve
değerini bulur.
*
*
*
Ruhun tekâmülünün sonsuzluğunu
kabul etmek bir zorunluluktur.
Çünkü hiçbir isimle anamayacağımız,
sezgimizin bile hiçbir şekilde
ulaşamayacağı o erişilmezliklerin
erişilmezliği; ruhların hiçbir
zaman olup bitmiş bir hâle, mutlak
tekâmül hâline
giremeyeceklerini ve sonsuza
kadar tekâmül ihtiyaçlarından
kurtulamayacaklarını zorunlu
kılar. Öyleyse evrenlerin ruhlara
erişilmezliğini zorunlu kılan etken,
ruhların sonsuz tekâmülden
kurtulamamaları hakikatini de zorunlu
kılar.
Ruhların sonsuz tekâmülünü
zorunlu kılan etken de ruhların aslî
ilkeye hiçbir zaman erişemeyecekleri
hakikatinin bir zorunluluğudur.
Ruhların aslî ilkeye erişememelerini
zorunlu kılan etken ise her şeyin
üstünde ve bütünlerin bütünü olan
her şeyle en ufak bir ilişkisi bile söz
konusu olmayan, akıllara, hayallere,
hislere girmeyen, hiçbir isimle ifadesi
mümkün olmayan, -yalnız burada
büyük bir zorunluluk içinde- ancak
bir defaya özgü olmak üzere, hiçbir
işaretini düşünmeden, bir dünya
kelimesi ile anacağımız “Allah”ın,
erişilmezliklerin erişilmezliği
zorunluluğudur. Bu hakikati
duraksamadan
ve tartışma
konusu
aralarında ortak cevhersel değerler
bulunsaydı ruh ve evren ikiliğine
gerek kalmazdı ve tekâmülün de
anlamı kaybolurdu. Aynı şekilde,
evren cevherlerinin de gelişimle ya da
başka bir yoldan birbirine geçecekleri
düşünülemez. Bu cevherlerin birbirine
geçmesi mümkün olmaz. Öyleyse,
insanların akıllarına gelebileceği
gibi, bir evren gelişerek üst bir evreni
oluşturmaya doğru kayamaz. O evren
ancak -sonsuz denebilecek geniş
olanaklar içinde- toplanır, dağılır
ve tekrar toplanır, dağılır. Bu hâl,
kimsenin akıl erdiremeyeceği bir
sonsuzluktur.
Eğer evrenlerin zamanla ve gelişimle
birbirine dönüşebilmeleri bir hakikat
olsaydı, o zaman ayrı ayrı evren
cevherleri ve ayrı ayrı evrenler kabul
etmek gereği ve zorunluluğu ortada
kalmazdı. Ve bir tek evren ruhlara
sonsuza kadar bir tekâmül ortamı
olarak kalırdı. Fakat bu durum,
ruhun sonsuz tekâmül
ihtiyacı kavramı ile
uzlaştırılamaz.
Çünkü
ne
kadar sonsuz olanakları bulunursa
bulunsun, niteliği değişmeyen, aynı
cevher niteliğinde kalan bir evren,
ruhun sonsuz ihtiyaçlarını karşılamaya
yeterli gelmez. Böyle bir tek evren
kavramı, ruhlarla evrenin aynı
değerde ve aynı planda bulunması
zorunluluğunu doğurur ki bu da ruh
ve evren ikiliğine ve tekâmül fikrine
tamamen aykırıdır. Bundan dolayı,
tek bir evren kavramı ruhun sonsuz
tekâmülü kavramına uymaz. Sonsuz
olanakları bile kabul olunsa, bir tek
niteliğin sonsuz kapsama sahip ruhun
tekâmülü karşısında vereceği sezgi
başka, birbiriyle kesinlikle benzerliği
olmayan sonsuz niteliklerin sonsuz
olanaklarının vereceği sezgi yine
başkadır. Ve ruhların sonsuz tekâmülü
hakikatine layık olan durum, yani
sonuna varılması söz konusu olmayan
sonsuz tekâmül
6 • R U H v e M A D D E
A Ğ U S T O S 2 0 1 5 • 7