A'dan Z'ye Felsefe


BERKELEY, GEORGE (1685-1753)



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə14/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83020
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

BERKELEY, GEORGE (1685-1753)
George Berkeley Dublin’de Trinity College’da okumuş ve
1710’da düzenlenen törenle Anglikan rahibi olmuştur. Esas
olarak idealizmin, yani duyuların dışındaki dünyanın var
olmadığı yolundaki teorinin savunucusu olarak tanınır.
Başlangıçta, Yeni Görme Teomı’ndc, Berkcley’in Locke’ın
yapıtını geliştirmeye çalıştığım görüyoruz. Örneğin, nesneler
duyularımıza etki yaptığında aralarındaki mcNiıfcnin nc
olduğunu nasıl bilebiliriz meselesini inceler. Bir Kartezyen
argüman olan, mesafenin, nesnelerin konumlanmasının
geometrik analizi yoluyla (sanki önümüzde duran üç boyutlu
bir matriste dizilmişler gibi) kavranabileceğim reddederek
nesneler arasındaki geleneksel bağıntıları ve böylece
mesafeleri öğrenme yolunu savunur. Kartezyen teori
mesafenin derhal, dolaysız biçimde anlaşılabileceği fikrini
içerir; Berkeley ise bunu bütünüyle reddeder: Akıl, mesafeleri
bir nesnenin mesafesini diğerininkiyle
ilişkilendirerek deneyim aracılığıyla öğrenir.
Berkeley için, duyular dünyaya dolaysız biçimde erişmeyi
sağlar, ama görme görülen nesneleri kesintili biçimde
böler. Uzaktaki kule ona ulaştığımda dokunduğum kuleden
farklı bir fiziksel biçime sahiptir. Bu ikisi Berkeley için farklı
nesnelerdir. Locke kendi ampirizminin bu şekilde
geliştirilmesi karşısında muhtemelen tereddüde düşerdi,
çünkü bu yaklaşım kendisinin tedrici biçimde ve derece
derece öğrendiğimiz konusundaki ilkesine aykırıdır. Yine de,
Berkeley’in bu uygulaması görsel yanılsamaların, odakta iradi
biçimde yapılan kaymalarla birlikte değişikliğe uğrayan statik


betimlemelerin (Escher'in baskılarını düşünün) psikolojisinin
temelini oluşturur. Uzaktaki nesnelerin arasındaki ilişkiyi
alışılmış bir bağıntının oluşturması anlaşılır bir şeydir, ama
Berkeley’in İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine adlı kitabındaki
bir sonraki adımı, her türlü duyusal bilgi konusundaki örtülü
kuşkuculuğu zihnin dışında var olan maddi nesnelerin
yadsınmasına kadar genişletir.
Berkeley işe önce soyut bilginin olanaklılığını Locke’çı
temellerde redderek başlar. Ama Locke duyusal deneyimin
artan sayıda tikele uygulanmasından hareketle bir
soyutlamalar teorisi geliştirmişken (birkaç kedi gördükten
sonra “kedi”nin bir soyutlamasını üretirim), Berkeley algı ile
soyutlama arasındaki bu sıçramanın mümkün olmadığını
iddia eder. Tam bu noktada, bütün sözcüklerin atıf
yapılabilecek nesnelere indirgenebilir olması gerektiğini ileri
süren 20. yüzyıl mantıksal pozitivistlerinin tohumlarını atmış
olur. Devamla, Berkeley fikirlerin tikellere gönderge-ler
olarak kalmaları gerektiğini belirtir (böylece, Locke’ın Dene-
me’sinin II. Kitap’tan öteye geçmemesi gerektiğini ima etmiş
olur); yine de tikel fikir (örneğin kara tahtaya çizilmiş bir
daire) insanın ele almayı istediği herhangi bir tikel daireyi
temsil eder gibi görülebilir (ki böylece zihin belirli türlerin
her bir örneğine yeni bir ad vermek zorunda kalmasın ve her
bir algıya ad koymak gibi insanı takatten düşürecek bir
gerekliliğe tutsak olmasın: örneğin bu çimen parçasının adı
George, bununkinin Günther, bununkinin Belinda...). Ama
soyutlama iletişim için gerekli değildir, çünkü şeylerin (hatta
geometrik nesnelerin) nitelikleri konusunda öğrenilebilecek
her şey tikel örneklerden türetilebilir.


Berkeley’in, soyutlama karşıtlığından zorunlu olarak türeti-
lemeyecek olan bir sonraki argümanı ‘‘var olmak
algılanmaktır” ya da Latinceye düşkünseniz esse est percipi
olarak ifade edilebilir. Berkeley bir ampirist olarak (yani
bilginin duyular aracılığıyla edinildiğine inanan biri), bir
idealist olarak (duyuların nesneleri mutlak olarak zihne
bağımlıdır) ve bir maddecilik karşıtı olarak (maddi hiçbir töz
yoktur) tuhaf bir örnekti. Eğer fikirler bilginin nesneleri ise,
bir bilen olmalıdır - bu bilen, zihin ya da tindir. Berkeley
zihinlerin fikirlerden bağımsız olduğunu kabul eder (buradan
ampirist eğilimi ortaya çıkar), ama bir şeyin var olabilmesi
için algılanması gerekir, aksi takdirde var olamaz (yani
bilinemez). Bir şey hem (zihinden bağımsız olarak) var
olup hem de bilinmiyor olamaz. Ona göre bu mantıksal
bakımdan tutarsızdır. Benim maddi olmayan zihnim fikirler
olarak var olan şeyi bilmektedir. Öyleyse, neden sağduyunun
gerektireceği şekilde bunların zihin dışı, fiziksel şeylerden
kaynaklandığını söyleyemiyoruz? Berkeley ısrar eder: fiziksel
şeyler yoktur. Bu izlenimleri zihnimize kazıyan bir faktör
vardır. Bu da ancak Tanrı olabilir.
Bu Locke’ın fikirler teorisine bir tepkidir. O şeyler evreninde
mantıksal olarak var olduğu savunulamayacak bir maddi
alt katmanın, temelde yatan bir fizikselliğin varlığını varsayar.
İlkin, Locke’m ikincil niteliklerinin (renk, ses, tat vb.) bir
şeyin birincil niteliklerinden (katılık, kaplam, şekil) bağımsız
olarak var olabileceği söylenemez; eğer ikincil nitelikler
birincil niteliklere zorunlu olarak bağımlıysa (kedinin kokusu
algıladığım kedi nesnesinin içkin olarak bir parçasıdır), her
ikisinin de ayrılmaz biçimde bir fiziksel alt katmana ait
olması mümkündür. Eğer böyle bir alt katman varsa, o zaman


materyalizm kabul edilebilir bir şeydir ve o zaman Locke’çı
temellerde ilerleyebiliriz. Oysa Ber-keley bu varoluşu
mantıksız olduğu gerekçesiyle reddeder: İnsanın alt katman
konusunda bir fikir oluşturması mümkün değildir (Locke
bunu kabul etmiştir, Deneme, II, xxiiı); öyleyse alt katman
fikri olmaksızın Locke’çılar bunun varlığını
gerekçelendirmeye çalışmak zorundadır. Berkeley ise bunun
yapılamayacağını iddia eder:
Ama, maddenin hamilerinin kendileri bile bedenler ile
fikirlerimiz arasında zorunlu bir bağıntı olduğunu iddia
edemezken, algılayabildiklerimizden hangi neden bizi zihin
olmaksızın bedenlerin var olduğuna inanmaya yöneltebilir?
(Berkeley, Principles of Human Knowledge, paragraf 18)
Ama maddeye göre en önemli argümanı, sahip olduğumuz
hiçbir düşünceyi, dolayısıyla hiçbir ses, koku, dokunma, tat
veya görüntüyü algılanmaksızın varmış gibi
düşünemeyeceğimiz tezidir. Locke’çılar algılama eyleminin
zorunlu olarak bir algıyı (algılanan bir şeyi) varsaydığı ve
Berkeley’in fikirler ile algılanan şeylerin ayırdedilmesini
talep ederken kendilerinden olanaksız bir mantıksal marifet
beklediği itirazında bulunurlar. Dolayısıyla, bunların ayrı
kendindelikler olduğu veri olmalıdır.
Berkeley, David Hume’un Locke’ın felsefesine ilişkin bir
savunmaya girişmesine yol açtı. Ama aynı zamanda Kant ve
He-gel’in kişiliğinde Alman idealizmini de etkiledi.



Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə