A'dan Z'ye Felsefe



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə29/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83020
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

FEMİNİZM
Her “izm”, kökü ile ilgili bir ideolojik düşünce bütününü ima
eder. Ama “feminizm” sözcüğü o kadar uçsuz bucaksız bir
fikirler ve politikalar toplamını kapsar ki sözcük hemen
hemen yararsızdır. Belki tek yararı, kadını erkeğe göre
vurgulamayı amaçlayan bir felsefeye giriş olarak
düşünülebilir. Kadını erkeğe göre vurgulamak, mantıksal
olarak halihazırda var olan bir eşitsizlik durumundan
hareketle kadın ile erkeğin eşitliği üzerinde durmak anlamını
taşıyabilir veya şu andaki statülerinden bağımsız olarak
kadının üstünlüğünü savunmak olabilir veya hatta kadınların
bugünkü düşük statüsünü biraz yükseltmek ama yine de
erkeğin gerisinde, bir eşitsizlik içinde tutmak olabilir.
Batıda popüler olan feminizm daha ziyade cinsiyetler
arasında eşitlik talebine yaslanan ilk taktiği öne çıkarmıştır.
Buna karşılık, radikal feministler patriyarka düzeni yerine bir
matriyarka düzeni yönünde çalışmaktadır. Geleneksel katı
patriyarka rejimleri altında yaşayan feministler ise kadının
statüsünü düşük bir noktadan hareketle yükseltmeye
çalışmaktadır.
Feministlerin öne sürdüğü şey, ekonomik, politik, hukuki ve
manevi statü bakımından cinsler arasında var olan
eşitsizliğin doğal olmadığı, kadınlar üzerinde hâkimiyetlerini
sürdürmek için erkekler tarafından tasarlanmış bir kültürel
tertip olduğudur. Buradaki iddialar ve bu arada erkek
iktidarının bir tertip olduğuna ilişkin başlangıç önermesi de
incelenmelidir. Benzer biçimde, Marx’ın “Bugüne kadar


bütün toplumların tarihi bir sınıf mücadeleleri tarihi
olmuştur” görüşü gibi, feminist iddia da ima yoluyla bir
evrensellik içermektedir. Oysa bu bütün toplum-larda
toplumsal cinsiyet ilişkileri deneyimini
yansıtmamaktadır. Batı üzerinde odaklaşırsak, ilişkilerde
düzey ve nüans açısından farklılıklar vardır, ama
patriyarkanın genel bir betimlemesi tarihsel bakımdan kabul
edilebilir bir şeydir.
Bazı felsefeciler, erkeklerin bilim ve sanat alanlarında ön
planda olmasını ve politikadaki hâkimiyetlerini
patriyarkanın doğallığının ve böylece erkeklerin
üstünlüğünün delili olarak görmüşlerdir. Ama bu yanlıştır,
çünkü iktidarı elinde bulundurmak, kişinin doğal
yeteneklerinin güvencesi değildir, hele hele iktidar hakkının
işareti hiç değil. Kadınların belirli alanlardan genel olarak
fiilen dışlanmış olması erkeklerin üstünlüğü yolunda bir
mantıksal argüman olamaz. Kadınlar birçok meslekten ya
açık yasaklar yoluyla ya da kadının güveninin veya
eğitiminin aleyhine işleyen yerel özellikler taşıyan bir kültür
aracılığıyla dışlanmışlardır (ve hâlâ bir ölçüde
dışlanmaktadırlar). Dolayısıyla, kadınlardan esirgenen eğitim
ve ayrıcalıklarla donanmış erkeklerle eşit şartlarda rekabet
etmeleri mümkün olamazdı.
Feminizm içinde toplumsal cinsiyet farklılıklarının doğası ve
kapsamı konusunda canlı bir tartışma yaşanmaktadır. İki
cinsin varlığı bir veridir, ama “toplumsal cinsiyet” kadınlar ve
erkeklere özgü birtakım rolleri ima eder. Toplumsal cinsiyet
farklarının bir tertip olduğunu düşünenler bundan dolayı bu
tür farklılıkların ortadan kaldırılması gerektiğini ileri sürerler.


Ama bu, “farklılığı” neyin oluşturduğu sorusuna dönüşür.
Aynı giysileri mi giymeliyiz yoksa giysilerimizin farklılığı
toplumsal cinsiyetimizden ziyade cins olarak doğamızı mı
yansıtır? Ya da iki cins tamamen aynı biçimde mi
yetiştirilmeli, aynı beklentiler mi aşılanmalı her ikisine de?
Bu sonuncusu daha popülerdir, ama feministler eşitliğin
herhangi bir aşamada sağlanıp sağlanamayacağını, kadının
psikolojisinin bazı yönlerinin veya doğuştan gelen bazı
eğilimlerinin eşitliği sağlamayı hedefleyen programlara
rağmen ortaya çıkıp çıkmadığını ve çıkıyorsa bunun
toplumsal cinsiyet açısından ne gibi içermeleri olacağını
tartışmışlardır. Farklılaşma yönünde doğal eğilimler olsa dahi,
bu, bir insanın her konuda daha yetenekli olmasının ötekine
efendilik yapmasını gerektirmediği gibi, bir cinsin öteki
üzerindeki hâkimiyetini gerekli kılmaz. Ricardo ticaret için
söylemişti ama biz her türlü etkileşimi içerecek şekilde
genişletebiliriz: Taraflardan biri bütün yeteneklerde ötekinden
açık biçimde üstün olsa bile ticaretten karşılıklı yarar elde
edilebilir. Feminist politik ve ekonomik argümanları
değerlendirirken bu yararlı bir ilkedir. Tartışmanın büyük
bölümünü aşar çünkü çatışmadan ziyade karşılıklılık ve
işbirliğinden elde edilecek yarar üzerinde odaklaşır.
Her iki cins içinde de yetenekler nüfusa eşitsiz biçimde
dağılmıştır. Bazı toplumsal cinsiyet rollerinin bazı yeteneklere
ötekilere göre ağırlık verdiğini teslim etsek dahi, işin içine
sokulan stereotipler mantıksal zorunluluğu kanıtlamaya
yeterli değildir. Örneğin, kadın = anaç, sevgi dolu, şefkatli.
Aşikârdır ki, çocuk doğurmuş olduğu halde bu sıfatların
hiçbirine uymayan kadınlar vardır. Kavgadan hoşlanan
kadınlar da vardır, huzur ve sükûnu seven erkekler de.


Toplumsal cinsiyet kavramlarının kökünde kolektif
betimlemeler yatar. Bunlar antropolojik bakımdan bazı
sonuçlara ulaşmak amacıyla düşüncemize kılavuzluk eden
gevşek betimlemeler olarak işe yararlar, ama nihai
olarak bireyle yüz yüze gelmek zorundayız. Deneyim,
bireylerin çok boyutlu karakterini ortaya koyar ve toplumsal
cinsiyet kolektifleştirmesinin gerekçesini zayıflatır.
Kadınları tabi bir konumdan özgürleştirmenin önünde açık
siyasi ve hukuki engellerin belirgin biçimde var olduğu
kültürlerde, tartışma “devrim mi, yoksa tedrici değişim mi”
doğrultusunda gelişebilir. Devrimciler halihazırdaki
eşitsizliği, bir kez devrildiğinde kadınların erkeklerin arasında
özgürce yaşamasına olanak tanıyacak birtakım suni iktidar
yapılarından kaynaklanır biçimde betimleme eğilimindedirler.
Politikaya yaklaşımlarında genellikle daha muhafazakâr olan
tedrici değişim taraftarları ise değişim adına şiddetin serbest
bırakılmasına karşı uyarılarda bulunurlar, çünkü bu
muhtemelen geri tepecektir. Bunun yerine, erkek karşısında
kadından beklenen şeyleri sorgulayan daha derinden kültürel
değişiklikler gerçekleştirmek gerekir. Oysa devrim
muhtemelen insanların düşüncesinin sadece yüzeyinde
sarsıntılar yaratacak, derinlere nüfuz edemeyecektir. Bulgular
feminizmin kendisi kadar sis bulutu içindedir. 
Britanya’da kadınların güçlenmesi yavaş yavaş gerçekleşti
denebilir (ama bu bazı başka kültürlerle karşılaştırıldığında
nispeten iyi bir konumdan hareketle olmuştur). Öte yandan,
öyle anlaşılıyor ki Çinli kadınlar Mao’nun devrimci komünist
politikaları sayesinde beklentilerinde büyük bir yükseliş ve
hayatın nimetlerine çok daha fazla erişme olanaklarına


kavuşmuşlardır. Ama bunun maliyetini de hâlâ hesaplamak
gerekiyor.
Pozitif ayrımcılık bu ikisinin arasında yer alır ve işsizlik
istatistiklerinde görülebilen toplumsal cinsiyetler arasındaki
dengesizlikleri gidermeye çabalar. Ne var ki, bazı feministler
açısından bu programlar belirli sınıflardan kadınlan başka
sınıflardan (ve ırklardan) kadınlara göre ayrıcalıklı kılan yeni
tertipler içerir. Liberter feministler kadınların hayatları
üzerinde sosyal mühendislik ve gönüllü ama zararlı bazı
kararlara müdahale bakımından devletin kullanılabileceği
konusunda ümitsizdir. Ama kendi tarihinde rafine veya daha
az rafine biçimlerde ezilme ile bunalmış olanlar, faydacı
gerekçelerle veya şimdiki kuşağın onuru ve geleceğin
kadınları üzerinde bir rol modeli olarak pozitif etkileri
bakımından hızlı bir değişimi gerçekleştirmek için bu
tür programları kullanmaktan kaçınmazlar.
Feminist hareketin ana damarının tartışmasının genişliği başlı
başına bu konuda çok daha fazla düşünmek ve konuşmak
gerektiğini ortaya koymak bakımından yeterlidir. Bu damarın
ötesinde, patriyarkayı matriyarkaya dönüştürme niyetinde
olan radikal feministler vardır. Bunlar erkeklere ileri derecede
eleştirel bakarlar. Dünyanın kötülüklerinin erkek iktidarından
ve kültürel ve politik üstünlüğün suistimalinden ileri geldiğini
söylerler. Dünya bütünüyle kadınların yönetimine geçse ve
erkekler kadınlara tabi hale gelse, daha iyi bir yer olacaktır.
Bu ya erkekler barışı sağlamaktan ve çevre dostu önlemleri
almaktan aciz oldukları için böyledir, ya da 3000 yıllık
patriyarkadan sonra “sıra kadınların” olduğu için. Bazıları
cinsel ilişki de dahil olmak üzere erkeklere bütün ilişkilerde


sırtlarını dönmeyi tercih ederler. Bunu, lezbiyenliğin daha
huzurlu olduğu veya kadını erkekten özgürleştirirken gerekli
bir politik adım olduğu argümanına dayandırırlar. Türün
üremesi az sayıda seçilmiş erkek ve onların hazır bekletilen
spermi tarafından güvence altına alınabilir.
Feminist ütopyaların bu tür politik vizyonları uç çevreler
dışında insanlara nadiren çekici gelir. Ama uç çevreler
bakılması hem heyecan verici hem de eğlendirici ortamlardır.
“Dışarıda” çalışan birinin zamanla “ana damar”a katıldığı ve
ortodoksiyi hiç beklenmedik biçimlerde etkilediği sık sık
görülmüştür. Öte yandan uç çevrelere izin vermek bizi ana
damarı daha iyi anlamaya sevk eder, bundan da herkes
yararlanabilir.

Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə