Allen w. Wood



Yüklə 309,23 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix19.10.2018
ölçüsü309,23 Kb.
#74761


Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52:1(2011), ss. 327-347

Kant’ın Deizmi

*

ALLEN W. WOOD

ÇEVİRİ: NECMETTİN TAN

DR., FIRAT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ

necmitan@firat.edu.tr

1. Deizm Nedir?

Kant, “deist”i, yalnızca “aşkın teoloji”yi kabul eden, yani Tanrı’ya sadece 

a priori kavramlardan türetilebilen sıfatları atfeden kişi; buna karşılık “teist”i, 

aynı zamanda “doğal teoloji”yi kabul eden, tecrübe ile bildiğimiz, insani ni-

telikleri analoji yoluyla Tanrı’ya atfeden kişi olarak tanımlamaktadır(VpR 15 

16/29-30, 53/54).

1

 Kant’a göre deist kişi, Tanrı kavramını tanımlarken “sa-



dece her şeyin temelinde tesadüfen işleyen ezeli bir mahiyeti, bir ilk varlık 

ya da dünyanın nihai nedenini anlamaktadır”(VpR 96/81). Bu yüzden deist, 

Tanrı’nın olağanüstü mükemmel, zorunlu varlık, tek dünyadışı töz, değişmez, 

dış  etkilere  maruz  kalmayan,  kusursuz,  her  yerde  var  olan,  her  şeye  gücü 

yeten, zamansızca sonsuz ve dünyanın nedeni olduğunu söyleyecektir(VpR 

67-95/62-79). Ancak sadece teist kişi, insan zihninden elde edilmiş nitelikleri 

Tanrı’ya atfetmektedir, sadece teist kişi Tanrı’nın yaşadığını, bildiğini ve irade 

ettiğini söyleyebilir(VpR 96-122/81-99). 

Şüphesiz bu anlamda Kant bir deist değil, teisttir. Kant, analoji yoluyla 

yaptığımız ve insani eksiklikleri Tanrı’ya atfetmemek noktasında dikkatli ol-

duğumuz sürece, ens realissimum’a sonlu şeylerin niteliklerini, özellikle de 

*  Allen W. Wood, Kant’s Deism, Kant’s Philosophy of Religion Reconsidered, Philip J. Rossi and Michael 

Wreen (ed.), (Bloomington: Indiana University Press), 1991. ss. 1-21.

1  Kant’ın eserlerinden yapılan tüm çeviriler bana aittir. Fakat okuyucuya kolaylık olsun diye İngilizce 

çevirilerin sayfa numaraları Almancalarıyla birlikte verilmiştir. Almanca sayfa numaraları yatık çizgi(/) 

ayrılarak İngilizce sayfalardan sonra verilmiştir.




328

 

ALLEN W. WOOD

insan  zihni  ve  iradesine  ait  nitelikleri  atfedebileceğimizi  düşünür(VpR  97-

98/90-91). Kant sadece, yaşayan, bilen ve irade eden bir varlık olarak Tanrı 

düşüncesinin, bizim ilahi takdire olan ahlaki imanımızın amaçları için yeterli 

olacağında ısrar etmektedir(VpR 16/30). Ancak, Kant’ın “deizm” tanımı ken-

dine özgüdür ve on yedi ila on sekizinci yüzyılda yaygın olan bir kullanım ol-

maktan çok, Kant’ın kendi aykırı dinsel görüşlerine yapılan suçlamaları boşa 

çıkarmak için bir araçtır. 

Kelimenin,  “teizm”e  karşıt  anlamda  bilinen  ilk  kullanımı  Kalvinci  ilahi-

yatçı Pierre Viret’in Instruction Chrestienne(1563) adlı eserinde yer almakta-

dır. Viret, deistleri, “Tanrı’nın yerin göğün yaratıcısı olduğuna inanan ama İsa 

Mesih’in öğretilerini reddedenler” şeklinde nitelendirmektedir.

2

 Muhtemelen, 



John Locke ile yaptığı tartışmalarla meşhur olan Worcester Piskoposu Edward 

Stillingfleet, “Letter to a Deist”(1677) adlı tartışmasının muhatabını, “Tanrı’nın 

Varlığını ve Takdirini kabul eden fakat Kutsal Kitap ve Hristiyanlığın değeri-

ni küçümseyen bir kişi” olarak tanımlamaktadır.

3

 Şair John Dryden, “Religio 



Laici”(1682) adlı şiirinin önsözünde deizmi, “herhangi bir vahyedilmiş dini ka-

bul etmeksizin tek Tanrı’yı kabul eden görüş” olarak tanımlamaktadır.

4

 Samuel 


Johnson, 1775 tarihli Sözlük’te deizmi, “Tanrı’ya inanç ve fakat, dinsel imanın 

diğer tüm öğelerini reddetmek” olarak tanımlamaktadır.

5

Tüm bu tanımlamalar, deizmi sevimsiz göstermeye çalışan kişilerce yapıl-



mıştır. Yine de terimin asıl anlamını yeterli açıklıkta vermektedirler. En azın-

dan Dryden’in tanımı yeterince açık ve yeter derecede kullanışlıdır. Deist bir 

kişi, Tanrı’nın iyiliğine ve takdirine inanan fakat Hristiyanlığın kutsal kitap 

geleneğine dayalı, vahyedilmiş bir imanı benimsemeyi reddeden bir monote-

isttir. Bir başka deyişle, bir deist doğal dine, yardımcısız akla dayalı bir dine 

inanmakta; vahyedilmiş dine, kutsal kitap vasıtasıyla, doğaüstü vahye daya-

nan bir dine inanmamaktadır. 

Buradaki amacım, Kant’ın bu anlamda ne ölçüde deist olduğunu incele-

mek ve Kant’ın, deizmin lehinde olan bazı argümanlarını gözden geçirmek-

2  Pierre Viret, Instruction chrestienne (Geneva, 1563), vol. 2, Epistle dedicatory.

3  Edward Stillingfleet, Bishop of Worcester, A Letter to a Deist (London: Moses Pitt, 1682).

4  John Dryden, Religio Laici; Or, a Layman’s Faith (London: J. Tonson, 1682), Preface.

5  Samuel  Johnson,  A  Dictionary  of  the  English  Language  (London:  W.  Strahan  for  J.  and  P.  Knap-

ton, 1775). Ayrıca şu makaleme bkz. “Deism,” in Mircea Eliade, et al., eds., The Encyclopedia of Reli-



gion (New York: Macmillan, 1987), vol. 4, 26264.


Kant’ın Deizmi

 

329



tir. Kant’ın din üzerine yazdığı asıl kitabının başlığı; Religion innerhalb der 

Grenzen  der  bloβen  Vernunft,*

6

  tam  da  bu  konuyu  ele  almaktadır.  Kitabın 



başlığında, “bloβ ”sözcüğü, “yardımcısız” veya “tek başına” yani doğaüstü 

vahyin yardım ve rehberliğinin olmaması, anlamına gelmektedir. Bu nedenle, 

başlığın referansı, tam olarak deistin doğal dini veya akıl dinidir: Yardımcısız 

doğal aklın sınırları içinde bir din, mucizelerin, sembollerin veya mistik tecrü-

beler vasıtasıyla gelen diğer tanrısal vahiylerin, kilise geleneğinin ya da kutsal 

kitabın sunduğu, doğaüstü destekten yoksun bir din. Ancak başlığın kendisi 

Kant'ın deist bir konumu, dinin vahiysiz olabileceğini benimsediğini zorunlu 

olarak göstermez. Kant'ın yaptığı bazı değerlendirmeler dinin vahiysiz olama-

yacağını düşünenleri yatıştırmak ister gibidir. 1794 yılındaki İkinci Baskıya 

Önsöz’de Kant, kitabın başlığı üzerine şu açıklamayı yapmaktadır. 



Vahiy  en  azından  saf  akıl  dinini  barındırdığından  ve  fakat  akıl  dini, 

vahiydeki tarihsel olanı barındıramayacağından, ilkini imanın daha geniş 

çemberi  olarak  düşünebilirim.  Bu  geniş  çember  daha  dar  olan  diğerini 

kuşatmaktadır (Birbirinin dışında duran iki ayrı çember olarak değil de, eş 

merkezli çemberler olarak) (R 12/11). 

Dahası Kant, bazı önemli noktalarda akıl dininin vahyedilmiş geleneklere 

ihtiyacı olduğunu belirtmektedir: “İnsan doğasına has bir zayıflıktan” ötürü 

bir  kilisenin,  yalnızca  yardımcısız  akıl  dini  üzerine  kurulamayacağını,  bu-

nun aksine deneysel vahye dayalı “tarihsel iman”*a

7

 gereksinim duyacağını 



söyler(R 103/94). Saf dinsel imanın uzun çağlar boyunca kalıcı olmasının, ge-

nellikle sadece gelenekle değil, fakat sadece saygı duyulan kutsal kitaplar ile 

olduğunu söyleyerek, alaycı bir şekilde, bu kitapların kendilerini okumayan 

kişilerce büyük bir saygıya mazhar olduğunu ekler (R 107/98). 



2. Tarihsel İman ve İnsan Tarihi

Bu açıklamaların gösterdiği gibi Kant, vahyedilmiş dinin zorunlu işlevini 

sosyal ya da tarihsel olarak düşünmektedir. Bu nedenle, vahyedilmiş ya da 

tarihsel imanın saf akıl dini ile olan ilişkisine dair anlayışı, onun tarih felse-

fesinin bağlamında anlaşılmalıdır. Kant, deneyimin, insan ırkının kendi tarihi 

*  Yalın Aklın Sınırları İçinde Din.

*  ecclesiastical faith: kelime anlamı açısından, kilisenin savunduğu iman anlamına gelmektir. Bu çeviride 

bazen tarihsel iman ve bazen kilise imanı olarak karşılanacaktır.




330

 

ALLEN W. WOOD

boyunca gelişip gelişmediği, daha kötüye gidip gitmediği ya da aynı kalıp kal-

madığı sorularını cevaplamada bize yardımcı olamayacağını düşünür. Ancak 

ona göre, biz kendimizi geliştirmek için pratik misyonumuz ışığında delillere 

bakabilir ve bu yolla, doğa veya ilahi takdirin bizim türümüz için tasarlamış 

olabileceği  yolu  kestirmeyi  deneyebiliriz(SF  81-84,  I  29-31/23-26).  Dünya 

Yurttaşlığı Açısından Genel Bir Tarih Düşüncesi

 

(1784) adlı makalesine göre, 

doğanın insan ırkı için koyduğu temel gaye, akıllı varlıkların temel hakkı olan 

özgürlüğü koruyabilecek ve böylece türlü türlü yeteneklerini tam anlamıyla 

geliştirmelerini ve mükemmelleştirmelerini sağlayacak, bir “evrensel medeni 

toplum” biçimlendirmektir(I 22/16). Doğanın bu amaca yönelik çalışmasında 

kullandığı  araçlar,  insanın  bir  özelliği  olan  “çekingen  sosyalliktir”.  İnsanın 

katlanamadığı ve aynı zamanda terk edemediği arkadaşları arasında, ulaş-

mak istediği bir derece”ye yönelik tutkusudur(I 21/15). Bu nedenle insanlar 

hep birlikte toplumlara mahkûmdurlar. Hepsi ötekilerine hâkimiyet kurmak 

amacındadır. Sahip oldukları özgürlüğü kötüye kullanmakta ve diğerlerinin 

özgürlüğünü ihlal etmek için çabalamaktadırlar. Bu çaba, devletin kurulma-

sına yol açar. Devlette, yüksek bir otorite, tebaasının kanunsuz isteklerinin 

üzerinde egemenlik kurar. Onları, evrensel olarak geçerli olan yasalara uyma-

ya ve onların her birini yasal çerçeve içinde durmaya zorlar(I 23/17). İnsanın 

politik alandaki diğer görevi, devletin gücünün tam bir adalet içinde uygu-

lanması için bir anayasa oluşturmaktır. Kant, devletler birbirleriyle olan dış 

ilişkilerini düzenleyecek yasal bir düzen kurmadıkça bu görevin tam olarak 

başarılamayacağından emindir. Kant’a göre devletlerin bu yasal düzeni yap-

ması için açık tarihsel eğilimler vardır(I 24-26/18-21). 

Yaklaşık on yıl sonra Kant, Religion’da harici yasaların ürettiği kamusal 

yasalara değil, fakat insanların içsel yapılarını yönetmesi gereken ahlak yasa-

larına dayalı olan, saf bir ahlaki toplum hakkında benzer bir tarihsel varsayım 

üretir. “Akıllı varlık türü olan insanlar nesnel bir şekilde, akıl düşüncesinde, 

ortak bir amaca yani, en yüksek iyiyi bir topluluğun da iyiliği sayarak ilerlet-

meye, programlanmıştır.”(R 97/89). Kant, en yüksek ahlaki iyiliğin, yalnızca 

bireylerin kendi ahlaki mükemmellikleri için çabalamalarıyla gerçekleşeme-

yeceğini  düşünür. Aksine,  en  yüksek  ahlaki  iyilik  onların,  herkesin  ve  her 

birinin ahlaki gelişimini ilerletmek, “erdem yasalarına göre işleyen evrensel 

cumhuriyet”(R 98/89) için bir bütün olarak bir araya gelmelerini gerektirmek-




Kant’ın Deizmi

 

331



tedir. Çünkü bu topluluğun yasaları, katı kanunlarla değil, ahlak ile bağlantılı 

olmalıdır. Topluluğa üye olmak isteğe bağlı olmalıdır(R 96/87) ve bu toplulu-

ğun faaliyet alanı, tek bir insanla sınırlı olmaktan çok, tüm insanları kuşatacak 

şekilde, ilkesel olarak evrensel olmalıdır(R 97/88).

Siyasal devlette, harici adalet alanının deneysel örneğini bulan Kant, fark-

lı deneysel dinsel imanların kiliselerinde(topluluklarında) de evrensel ahlaki 

cumhuriyet  için  deneysel  örnek  bulmaktadır(R  100/91).  Deneysel  devletler 

büyük oranda kusurlu olduklarından, çoğu kez, harici adaleti sağlamak şek-

lindeki rasyonel amaçlarından, genelde sapmaktadırlar. Tıpkı bunun gibi, ki-

liseler ve tarihsel imanlar, kendi görevlerini yerine getirmekte devamlı başa-

rısız olmaktadırlar. En önemli başarısızlıkları, esas görevleri olan ahlaken iyi 

yaşam tarzını teşvik etmemeleri, bunun yerine, ahlak ile ilgili olmayan, yasal 

uygulamalara yönelik çabayı teşvik etmeleridir. Bir kişiliği ahlaki özgürlük 

açısından geliştirmek yerine ritüel eylemler vasıtasıyla, mucizelere gözü ka-

palı inanmayı, duyu ötesi tecrübelere olan coşkulu gösterileri, doğaüstü olay-

ları üretme amaçlı fetişsel girişimleri kaynaştırarak kült ve ibadetleri teşvik 

etmişlerdir. Hepsinden kötüsü onlar, bireylerin vicdanlarını rahipler hiyerarşi-

sine tabi kılmışlardır. Bunu, tam olarak rasyonel dinin özü olan, bireysel vic-

dan özgürlüğünü baltalayarak ve ruhun bizzat kendisini esir ederek –ki doğru 

dinin gerçek işlevi ruhu kesinlikle özgür kılmaktır- yapmışlardır.

Kilise  imanının  tarihsel  işlevi,  saf  akıl  dini  için  bir  araç  olarak  hizmet 

etmesidir(R 106/97). Ancak o aynı zamanda akıl dinini sarmalayan bir kabuk-



tur ve insanlığın tarihsel görevi, akıl dinini oradan çıkarıp özgür kılmaktır(R 

121/112, 135n/126n). Kant, bu göreve tarihsel imanların tümüyle yok edil-

mesinin dâhil edilmesi gerektiğini düşünmemektedir. “Hayır, [kabuğun] yok 

olması gerekemez (çünkü bir araç olarak her zaman yararlı ve gerekli olabilir) 

fakat yok olabilir”(R 135n/126n). Ancak yine de Kant, “kilisenin dağıldığı, 

dünyadaki yöneticinin-papazın, birer cennet vatandaşı konumuna yükseltilen 

insanlarla aynı sınıfa dâhil olduğu ve Tanrı’nın her şeye hükümran olduğu”(R 

135/126) bir zamanı dört gözle beklemektedir. 

Buradaki yalın maksat, kilisenin hiyerarşik yapısını ve beraberinde, inanç-

ları  ve  vicdanları  üzerinden  bireylerin  yetkilerini  (Kant’a  göre)  gasp  eden 

bir papazlar sınıfına bağlı insanlığın vesayetini, eninde sonunda ortadan kal-

dırmaktır.  Kant,  kendi  başına  düşünmenin  her  bir  insanın  görevi  olduğunu 




332

 

ALLEN W. WOOD

söyler(A 36/4). Çocukların düşünce ve davranışlarının ana babalarının yön-

lendirmesine bağlı olması gibi, bir kişinin düşünmesi, başkalarının rehberlik 

ve yönlendirmesine bağlı olduğunda, o kişi “vesayet” ve “ergin olmayış” (Un-

mündigkeit) konumundadır(A 35/3). Yetişkin özgür bireyler bu tür bir vesayet 

altında olduğunda, insana en kötü hakaret edilmiş olur. Elbette ki, başkala-

rından bilgi ve öğüt almanın veya onları dinlemek ve öne sürdükleri tezler 

ile ikna olmanın veya başkalarından nakledilen görüş ve bilgilere hak ettiği 

saygı ve hürmeti göstermenin kötü bir yanı yoktur. Kant’ın rahatsız olduğu 

şey, insanların başka kişilerin kendileri adına düşünmesine müsaade etmeleri, 

kendi yaşam biçimleri açısından son derece önemli konularda, başkalarının 

otoritesine  yönelik  saygılarını,  kendi  akıllarını  eleştirel  tarzda  kullanmanın 

yerine geçirmeleridir. Bunu yapmak, başkalarının bilgi ve uzmanlığına yö-

nelik bir saygıdan değil, akıllı bir varlık olarak kişinin kendine yönelik aşırı 

saygısızlığındandır. 

Bu tür onur kırıcı vesayetin tek biçimi dinsel iman değildir. İnsanlar ken-

dilerini sadece papazların değil, öğretmenlerin, hukukçuların, fizikçilerin ve 

yazılı sayfaların da vesayetine sokmaktadırlar(A 35/3). (Kuşkusuz bu sonun-

cusu, Kant’ın zamanındaki neredeyse tek kitle iletişim aracıydı. Eleştirel dü-

şünceyi tehdit eden araçlar, yirminci yüzyılın sonları düşünüldüğünde epeyce 

genişletilmelidir.)  Ancak  Kant  dinsel  vesayeti  özellikle  vurguluyor,  çünkü 

tüm vesayet biçimleri arasında onun “en zararlı ve alçaltıcı”(A 41/9) olduğunu 

düşünüyor. Bu nedenle, Kant’ın tarihsel imanda arzuladığı en önemli değişim 

kendisinin  “aydınlanma”  dediği  şeydir.  Kant  “aydınlanma”yı  “kendi  eliyle 

düştüğü vesayetten kurtulma” olarak tanımlamaktadır: Vesayet, kişinin yetile-

rinin gelişmemişliği ve yetersizliği nedeniyle değil, kendi başına düşünme ka-

rarı ve cesareti olmamaktan kaynaklandığında, kişi ona “kendi eliyle düşmüş” 

demektir(A 35/3). Yine de Kant’ın vesayet suçunu tamamen, vesayet altında 

kalan bireylere attığı düşünülmemelidir. O, tarihsel imanın insanlara “sofuca 

korku” aşılamak için son derece etkili araçlar ve insanların “Tanrı’ya kölece 

ibadet etme” (gottesdienstlich Frohnglauben) eğilimlerini yönetmek için güç-

lü araçlar geliştirdiğinin farkındadır. Böylesi yöntemler, insanların kendi ye-

teneklerine olan güvenlerini sürekli yıkmaktadır. Onları samimi şüphelerden 

uzaklaştırmakta ve böylece yaltakçı riyakârlıktan uzak bir imana kavuşmala-

rını engellemektedir(R 133n/124n, 188-90/176-78). Kant uzun vadede, “içsel 



Kant’ın Deizmi

 

333



sorumluluk” yetilerinin kaçınılmaz olarak ahlaki sezginin ilerleyen güçlerine 

yol vereceğinden emindir. Fakat o, seküler otoriteleri, “bazı tiranların, kendi 

devletlerindeki  diğer  bireylere  uyguladıkları  dinsel  despotluğu  destekleye-

rek,” bu ilerleyişi aksatmamaya çağırmaktadır(A 40/8). 

Çoğu insanın, papazların babacan rehberliğinden yararlandığı ve gelene-

ğin  miras  bıraktığı  ve  tanrısal  vahyin  doğaüstü  otoritesince  tavsiye  edilen, 

kilisenin  vahyedilmiş  hükümlerini  izlemekten  daha  iyisini  göremediği  bir 

dönem, muhtemelen vardı. Ancak böyle bir konumda olmak, hem kendince 

hem de otoriteler tarafından daha az yetişkin, akli melekeleri daha az geliş-

miş olarak görülmektir. Kant, kendi çağının en büyük misyonunu, insanların 

büyük bir çoğunluğuna zarar veren ve küçük düşüren bu duruma bir son ver-

mek  olarak  görür.  Bu  yüzdendir  ki  Kant,  kendi  çağını  (yerinde  bir  ifadey-

le) aydınlanmış çağ olarak değil de, (iyimser olarak) aydınlanma çağı olarak 

adlandırmaktadır(A 40/8).

Yasalara ve geleneklere yaptığı katkılarla kendi zamanında iyi iş çıkaran, 

Kutsal  geleneğin  payandaları,  zamanla  önemsizleşti  ve  en  nihayetinde, 

insanlık  rüştüne  erdiğinde  bir  boyunduruk  halini  aldı.  “O,  [insanlık]  bir 

çocuk iken kendisine bir çocuk gibi davranıldı”(1 Cor. 15:28). “Fakat bir 

yetişkin olduğunda çocukça şeyleri bir kenara bırakır”(1 Cor. 13:11). Laik 

ile din adamı arasındaki küçük düşürücü ayrım sona ermekte ve gerçek 

özgürlükten eşitlik doğmaktadır. Fakat anarşi yoktur, çünkü her biri kendi 

kendine koyduğu (resmi olmayan) yasaya uymaktadır. Aynı zamanda bu 

yasayı,  kendi  aklıyla  vahyedilmiş  olan,  dünya-efendisinin  iradesi  olarak 

görmesi  gerekmektedir.  Bu  efendi  her  şeyi,  geçmişte  görünür  kilise 

vasıtasıyla başarısız bir şekilde temsil edilen tek bir ortak devlet altında 

gizlice bir araya getirmektedir(R 121-22/112). 



3. Akıl Dini

Doğaüstü vahye değil, doğal akla dayanan akli ya da doğal din diye bir 

şeyin mevcut olduğu görüşü her tür deizm için zorunludur. Kant, bu anlam-

da bir doğal din olduğunu açıkça kabul etmektedir. Kant, dini, “tüm ödevleri 

tanrısal buyruklar olarak görmek” şeklinde tanımlamaktadır(R 153/142). An-

cak bu tanım birkaç açıdan yoruma muhtaçtır. Kant, dini, teorik bir bilgi ko-

nusu olarak değil, öznel pratik eğilimin bir konusu olarak görmektedir(KpV 

129/134, KU 481/376, SF 36, VpR 10/27; krş. A 818/B 846). Bu nedenle ta-




334

 

ALLEN W. WOOD

nım şu şekilde anlaşılmalıdır: Din, “tüm ödevleri [Tanrı’nın] buyrukları olarak 

gören eğilimdir”(R 105/96). Kant, bir dinin var olması için Tanrı’ya yönelik 

özel bazı ödevler olması gerekmediği noktasında ısrarcıdır. Aynı şekilde din 

için Tanrı’nın varlığına dair teorik bilişin gerekliliğini reddetmektedir. Çün-

kü  doğal  olarak,  bizde  bu  tür  bir  bilişin  olmadığını  düşünmektedir(R  153-

54n/142n). Din için gerekli görünen şey, (1) bizim ödevlerimizin olduğu (2) 

Tanrı kavramına sahip olduğumuz ve (3) ödevlerimizi Tanrı’nın bizden yap-

mamızı istediği bir şey olarak görebildiğimizdir. 

Bu noktada Kant, din için gerekli olan bu üç şeyin sadece akıl vasıtasıy-

la  sağlanabileceğini  düşünmektedir.  Ödevlerimiz  olduğu,  büyük  olasılıkla 

akli ahlak felsefesi ile ispatlanır. Mükemmel bir varlık olarak Tanrı kavramı-

na sahip olduğumuz, haksız yere ihmal edilmiş olan “Saf Aklın İdeali”

7

1

nin 



ikinci kısmında, Kant tarafından, detaylı ve kapsamlı bir şekilde tartışılmış-

tır. Tanrı’nın, ödevlerimizi yapmamızı istemesi, saf aklın ideali olarak onun 

sonsuz mükemmelliğinden ve ödevlerin aklın buyrukları olduğu gerçeğinden 

anlaşılmaktadır. 

Kuşkusuz Kant bu anlamda dini, Tanrı’nın varlığına, ruhun ölümsüzlüğüne 

ve Tanrı’nın bağışlayıcı inayetine olan akli veya ahlaki iman ile ilişkilendir-

mektedir. Bu iman, doğamızda bulunan, radikal kötülüğe meyilli oluşumuza 

rağmen ahlak yasasının gereklerini yerine getirmeyi bizim için mümkün hale 

getirmektedir. Bu konuların herhangi birinde teorik bilişe sahip olmasak da, 

Kant’ın adıyla nam salmış

8

2

 



olan meşhur (ya da meşhur olmayan) ahlak delille-

ri vasıtasıyla, onlara ilişkin pratik bilişe, akli kanaate veya imana ulaşabiliriz. 

Kant bu delillere güvenmesine ve onları rasyonel din ile uyum içinde görme-

sine rağmen(R 37/37), onun, kendi delillerinin kabulünü –teorik ya da pratik 

olsun, her türlü rasyonel delilin sonuçlarını– dar anlamda bir rasyonel “din” 

için  zorunlu  saydığı  söylenemez.  Kant,  din  için  “kesin  bilginin  (Tanrı’nın 

varlığı için bile) gerekli olmadığında;... fakat şeylerin üstün nedenine ilişkin 

düşüncelerimizde,  sadece  yüksek  ihtimalli  bir  varsayımın  (hipotez)  gerekli 

oluşunda, Religion kitabında ısrar etmektedir. Kant bu gerekliliğe “özgür ke-

sin iman” dese de “bu imanın sadece Tanrı idesine ihtiyaç duyduğu... sadece 

7  Kant’s Rational Theology (Ithaca, N. Y.: Cornell University Press, 1978), 25, 94, kitabıma bakınız.

8  Bu ahlakki deliller için yaptığım detaylı inceleme için bkz. Kant’s Moral Religion (Ithaca, N. Y.: Cornell 

University Press, 1970).




Kant’ın Deizmi

 

335



asgari bilişin (Tanrı’nın var olması mümkündür) öznel olarak yeterli olması 

gerektiği” (R 153-54/142; cf. VpR 10/27) şeklinde açıklama yapar. Görünen o 

ki, agnostik bile olsam, ahlaki ödeve ilişkin farkındalığım, eğer bir Tanrı varsa 

ödevlerimi yapmam onun tarafından buyrulmuştur şeklindeki düşünce ile bir 

arada olduğu sürece, Kant’a göre dindar bir kişi olabilirim. Kant bu yolla akıl 

dininin sınırlarını genişletmek istemektedir. Çünkü ona göre, bir akıl dini ak-

lını samimi bir şekilde kullanan tüm akıllı varlıklara açık olmalıdır. Akıl dini 

için bir ön şart olarak, Tanrı’nın varlığı için bile “kesin bilgi” istemek, din için, 

teorik imanda olduğu gibi, “tüm ahlaken ciddi iyilik çabalarının (ve dolayısıy-

la samimi) kaçınılmazcasına götürdüğü” şeyden daha fazlasını talep etmektir. 

Bu, “Doğaüstü nesnelere dair kavrayışımızın olmayışı” nedeniyle, “ikiyüzlü 

olabilecek bir itiraf” isteğinde bulunmak demektir(R 153-54n/142n). 

Kantçı  akıl  dininin  teorik  gereklerinin  aşırı  sadeliğini  vurgulamakta  ya-

rar var. Çünkü 18. yy.’da Piskopos Butler’dan günümüze kadar, deizmin en 

şiddetli dindar karşıtlarının olağan taktikleri; eğer vahyedilmiş din zayıf epis-

temolojik temellere dayanıyorsa, deistlerin doğal dininin de aynı olacağı şek-

lindeki suçlamadır.

3

9



 Bu tarzda bir savunmanın, doğal din yerine, vahyedilmiş 

dini doğrulamak isteyen birinden daha çok tüm dinleri reddeden birinin amaç-

larına daha uygun olacağını her zaman düşünmüşümdür. Açıkça zayıf olan 

iddiaları bilgi ile desteklemenin bir yolu olarak, bu katı şüphecilik yöntemi-ki 

haklı olarak “kuyuyu zehirlemek”

10

4



 

yöntemi olarak adlandırılmıştır- kaybet-

meye mahkûmdur. Farklı açılardan delilin göreli gücünü zayıflatmamakta sa-

dece delili inceleyen bizlerin yüzüne gözüne toz fırlatmaktadır.

Fakat her şeye rağmen Kant, şüpheci stratejinin son derece farkındadır ve 

akıl dininin iddialarının ne kadar sade olduğunu ve samimi bir kişinin zihnini 

ne kadar az yoracağını vurgulayarak karşı koymaya çalışmaktadır. Kuşkusuz 

bu noktada, olağan anti-deist tepki, vahyedilmiş dinin aşırı yürek kabartan ha-

yalleri ile kıyaslayarak, yavan ve boş olduğunu söyleyerek, doğal dinle dalga 

geçmektir. Ancak bu tür suçlamalar kısmen de olsa hedefi kaçırmaktadırlar. 

Çünkü Kant’ın derdi, akli imanın esnekliğidir, sefaleti değildir. Kant, herhangi 

bir birey için akıl dininin içeriğinin, bu bireyin, ahlaki ödevlerin yapılmasını 

9  Joseph Butler, Bishop of Durham, The Analogy of Religion to the Constitution of the Course of Nature 

(New York: Frederick Ungar, 1961).

10  Bernard Williams, Descartes: The Project of Pure Inquiry (Harmondsworth, U. K.: Penguin, 1978), 

26n.



336

 

ALLEN W. WOOD

buyuran kişi olarak saydığımız Tanrı hakkında, aklı ile inanabileceği her şeyi 

kapsadığını düşünmektedir. Bazıları akli tefekkür ile sadece akıl dini için ge-

rekli olan “asgari teoloji”ye ulaşabilirken, bazıları bundan oldukça daha fazlası 

için ikna olabilirler: Mesela Kant, ölümsüzlüğe, ilahi takdir ve hatta Tanrı’nın 

bağışlayıcı inayetine ikna olmuştur. Bizzat Kant’ın Religion’ı, saf akıl dininde 

mümkün olabildiği kadar yer alsın diye, Hristiyan öğretinin ve imgelerinin 

akılcı bir yorumunu sağlamaya yönelik güçlü bir çabayı sergilemektedir.

Bu  noktada  Kant’ın  vermesi  gereken  tek  tartışmasız  ödün,  akıl  dininde 

inancın tekbiçimli olmasıyla ilgilidir. Ancak Kant’ın da fark ettiği gibi, gerçek 

dinsel birliktelik, asla tek bir sembol ya da inanç ilkesin ikrarına dayanmaz; 

Kant bu tür inançsal reçetelerin her şeyden çok, insanların içinde ve arasında 

riyakârlık ruhuna katkıda bulunacağını düşünmektedir. Akıl dininde inananla-

rı birleştiren şey, inançlarının içeriği değil, kendi ahlaki görevlerini Tanrı’nın 

niyeti ile birleştirmelerini amaçlayan, kişiliklerinin ve eğilimlerinin ahlakili-

ğidir. Akıl sahibi inançlılar, inandıkları şey konusunda farklılaşabilir, her birisi 

akıl tarafından tamamen kişisel bir itikada götürülebilir. Ancak Kant’ın da dü-

şündüğü gibi, bu zaten kendimizi, temel kanaatleri her zaman kendi düşünme-

sinin sonucu olan, özgür yetişkin akıl sahibi varlıklar olarak görmeye teşvik 

eden, bir dinde olması gerekendir. 

4. Akılcılık ve Deizm

Deist, doğaüstü vahye dayalı bir din yerine doğal ya da rasyonel bir dine 

inanan kişidir. Gördük ki Kant, doğal ya da rasyonel bir dine inanmaktadır. 

Artık onun, vahyedilmiş dinin iddialarına yönelik yaklaşımına geçebiliriz.

Tarihsel imanın otoritesi, kutsal kitaplarda korunan deneysel ya da tarihsel 

vahye ilişkin iddialara ve kilise geleneğine dayanmaktadır. Bu nedenle Kant’ın, 

vahyin iddiaları ile ilgili görüşleri ve dolayısıyla onun deizm açısından konumu, 

tarihsel imanın işlevi ve eksiklikleri hakkındaki görüşü ile yakından bağlantılı-

dır. Kant, Religion’da, IV. Kitap I. Bölümün başlarında, kendisinin vahiyle ilgili 

konumu  hakkında  muhtemelen  en  belirgin  açıklamasını  vermektedir(R  153-

55/142-43). Ancak açıklama, bir parça kafa karıştırıcıdır ve Kant, tam olarak 

nerede bulunduğu hakkında biraz çekingen davranmaktadır.

Kant, bir tanımlar fırtınası ile başlamaktadır. Din, genel olarak, kişinin 

ödevlerini Tanrı’nın buyrukları olarak görmesidir. Bir din, onda bir şeyin 




Kant’ın Deizmi

 

337



ödev olduğuna ilişkin bilgim, o şeyin Tanrı buyruğu olduğunu bilmeme da-

yalı ise, vahyedilmiş dindir. Buna karşın bir din, onda bir şeyin Tanrı’nın 

buyruğu olduğuna ilişkin bilgim, o şeyi ödev olarak bilmeme dayanıyorsa, 

doğal dindir. Kant, sadece doğal dinin ahlaken zorunlu olduğunu kabul eden 

kişiyi “akılcı” olarak adlandırır. Bir akılcı, vahyedilmiş bir dinin olduğuna 

inanabilir ya da inanmayabilir. Tüm doğaüstü vahyin gerçekliğini inkâr eden 

bir akılcı, doğalcıdır. Ancak böyle bir vahyin gerçekliğine inanan(ancak el-

bette onun ahlaken zorunlu olmadığını kabul eden) kişi saf akılcıdır. Sadece 

vahyedilmiş bir dine inanmakla kalmayıp, onun ahlak için zorunlu olduğunu 

da kabul eden kişi saf doğaüstücüdür. 

Kendisi açıkça beyan etmese de Kant’ın, akılcı bir konumda olduğu açık-

tır.  Buradan  hareketle  onun  saf  doğaüstücülüğü  reddetmek  zorunda  olduğu 

söylenebilir. Çünkü saf doğaüstücülük, akılcılığın aksine, vahyedilmiş dinin 

ahlak için zorunlu olduğunu söyler. Ancak Kant’ın doğalcı olmadığı da aynı 

şekilde açıktır: O, doğaüstü bir vahyin gerçekleşmediğini iddia etmenin in-

san kavrayışının sınırlarını aşacağı noktasında ısrar etmektedir(R 155/143). 

Kant’ın, doğaüstü vahyin gerçekliğini kabul eden, ancak ona inanmanın ahla-

ken zorunlu olmadığını söyleyen saf akılcılığa yönelik yaklaşımı ise o kadar 

açık değildir. Ancak “saf akılcı,” bu adı pek hak etmemektedir ve böyle bir 

şeyi kabul eden birini düşünmek zordur. Çünkü açıkça, Tanrı’nın bize belirli 

buyrukları doğaüstü bir yolla verdiğini kabul etmekte, ancak ahlaki açıdan 

onlara uymanın gerekliliğini reddetmektedir. Bu, kesinlikle Kant’ın benimse-

meyi düşündüğü bir konum olamaz. Kant’ın saf akılcılığa değinmesinin tek 

amacı, sanki retoriktir; saf doğaüstücülüğe yönelik kesin itirazı için bir onu 

basamak yapmaktır.

Kant, açık bir şekilde akılcıdır, çünkü doğaüstü vahiy hakkında tamamen 

agnostiktir. Kant’ın aşkın bilgiye yönelik tüm iddiaları reddetmesi, doğaüstü 

vahiy türünden bir şeyin olmadığı iddiasını reddetmesini haklılaştırmaktadır. 

Diğer yandan, bir kişinin herhangi bir, özel meşru vahyin gerçekliği iddiası 

için yeterli zeminlere sahip olabileceği imkânını reddetmesini de aynı şekilde 

haklılaştırmaktadır. Bu durum, Fakültelerin Çatışması adlı eserinde en açık 

şekilde ifade edilmektedir: “Eğer Tanrı bir insana gerçekten konuşursa, insan 

kendisiyle konuşanın Tanrı olduğunu asla bilemez. Sonsuz olanı duyular yo-

luyla kuşatmak ve böylece onu duyulur varlıklardan ayırt etmek ve onunla ta-



338

 

ALLEN W. WOOD



nışmak, bir insan için mutlak anlamda imkânsızdır”(SF 63). Öyleyse Kant’ın 

konumu şu şekilde ifade edilebilir: Doğaüstü vahiy gibi bir şey olabilir, ancak 

böyle bir şey olsa bile, hiçbir insan bunun var olduğunu bilemez ve hiçbir 

doğaüstü vahiy iddiası bizim akli güvenimizi hak edemez. Tam da bu nedenle 

doğaüstü vahye inanç, bizim için bir ödev olarak gerekli olamaz: Çünkü bu, 

hiçbir insanın benimsemede teorik olarak haklı olamayacağı bir inancı, sadece 

inanarak yerine getireceği bir ödev olur.

Kendi yazdıklarından hareketle Kant’ın konumu yalın bir akılcılıktır: sa-

dece doğal din ahlaki olarak gereklidir. O, yalnızca, doğaüstü vahyin ahlaken 

gerekli olduğunu söyleyen saf doğaüstücülüğü reddetmez, böyle bir vahyin 

olduğunu inkâr eden doğalcılığı da reddeder. Ayrıca böyle bir vahyin olduğu-

nu kabul eden ancak onu benimsemenin ahlaken gerekli olduğunu reddeden 

saf akılcılıktan da kaçınır. Bu dört konum içerisinde “deist” görüş olarak ad-

landırılmayı en çok hak eden, doğalcılıktır, çünkü sadece o, doğaüstü vahyin 

varlığını kesin olarak reddetmektedir. Ancak Kant’ın akılcılığı da “herhangi 

bir vahyedilmiş dini kabul etmeksizin tek Tanrı’yı kabul eden görüş” şeklin-

deki Dreyden’nin tanımı ile örtüşmektedir. Zira her ne kadar Kant, doğaüstü 

bir yolla vahyedilmiş dinin imkânını reddetmese de böyle bir dini açıkça ka-

bul etmez görünmekte ve onu kabul etmenin ahlaken gerekli olduğunu red-

detmektedir. Bu anlamda Kant’ın bir Tanrı’yı kabul ettiği kesin olmakta, fakat 

onun konumu, vahyedilmiş dini “kabul etmeyi” barındırmamaktadır. Bu yüz-

den, Kant’ın tam anlamıyla deist olarak adlandırılması sonucunu çıkarmamız 

gerektiğini düşünüyorum. 

5. Akıl ve Vahiy

Buraya kadar Kant’ın deizminin dayandığı önemli öncüllerden ikisini gör-

dük: Yetilerimizin, duyulurüstü olanın bilişini sağlayamayacağı şeklindeki te-

orik öncül ve her akıl sahibi varlığın görevinin kendi başına düşünmek olduğu 

şeklindeki pratik öncül. Fakat şimdi de, Kant’ın deizme yönelik delilerini biraz 

detaylı incelemek gerek. Çünkü söz konusu iki öncülün vahyedilmiş bir dinin 

imkânını ve hatta böyle bir dinin, Tanrı’nın bize ahlaken gerekli kıldığı şeye 

bağlı olabilme imkânını ortadan kaldırdığı o kadar açık değildir. Kant’ın ken-

disi, Tanrı’ya imanın ahlaki delilleri biçimindeki akli düşüncenin, teorik biliş 

yetilerimizin bize sağlayacağının ötesinde bir dinsel bir imanı temellendirdiğini 




Kant’ın Deizmi

 

339



kabul etmektedir. Bu tür bir akıl yürütme, ahlaki varlıklar olarak içinde bulundu-

ğumuz çıkmazın sonucunda, kutsal kitaptaki doğaüstü vahye imana sarılmakta 

da neden bizi haklı kılmasın? Aslında Kant’ın rasyonel dinsel iman öğretisine, 

bir ara Hegel’e öğretmenlik yapan Tübingen kutsal kitap ilahiyatçısı Gottlob 

Christian Storr bu tür bir istikamet vermiştir(bkz. R 13/14).

11

5



 

Storr’un alternatif 

yorumunu reddetmek için Kant’ın iyi gerekçeleri var mıdır?

Religion’daki delilin ana hatları bellidir ve kitapta birkaç defa tekrar edil-

miştir: Ahlaki açıdan zorunlu olabilecek şey, tüm insanlar için aynı düzeyde 

evrensel ve ortak olandır. Akla dayalı ahlakın buyrukları ve akıl dininin as-

gari gereklilikleri bu evrensellik testini geçebilir fakat tarihsel vahyin iddi-

aları geçemez. 

Sadece saf [akli dinsel iman], evrensel bir cemaat(kilise) kurabilir. Çünkü 

o, yardımcısız aklın, herkese güven içinde aktarılabilecek olan, imanıdır. 

Ancak  olgulara  dayalı  olduğu  sürece  tarihsel  iman,  sadece  haberinin 

ulaştığı yere kadar etkisini genişletebilir, zamana ve zemine göre, kendini 

inanmaya layık kılma sınırına ulaşabilir(R 102-03/94).

Anlaşıldığı kadarıyla Kant’ın iddiası, akla dayalı ahlakın ve onun üzerinde 

kurulan dinin, zaman ve zemine bağlı olmaksızın, tüm insanlarca eşit şekilde 

inanılabilir olduğudur. Oysa tanrısal vahiy olduğu düşünülen deneysel(tarihsel) 

olgulara dayalı herhangi bir iman, zorunlu olarak, o olguları yakından tanımış 

kişiler ve o onların kayıtlarını tutan gelenek için bu tür olguları daha yakından 

tanıma şansına sahip olamayanlara göre, daha çok inanılabilirdir. Buradan ha-

reketle Kant şu çıkarımda bulunmaktadır: vahyedilmiş bir imana olan inancı 

ahlaken zorunlu sayarsak, tarihsel olarak bilenlere, bilmeyenlere karşı doğal 

bir ahlaki avantajı vermiş oluruz. Bu, Kant’ın ahlaken kabul edilmez saydığı 

bir sonuçtur(R 164/152; VpR 910/26-27). 

Bu  şekildeki  bir  akıl  yürütme  bana  epey  şüpheli  görünüyor.  Öncelikle, 

herhangi bir bilgi veya insan kapasitesinin insanlara mükemmel eşitlikte da-

ğıtıldığı iddiası, deneysel olarak yanlış görünmektedir. Ayrıca, eğer insana yö-

nelik ahlaki talepler sadece tamamen eşit yetilere dayalı olanlar ise o zaman, 

insanlardan ahlaken talep edilecek hiçbir şey olmadığı sonucunu çıkarmamız 

gerekmektedir. 

11  Gottlob Christian Storr (17461805), Annotationes quaedam theologicae ad philosophicam Kantii de 

religions doctrinam (Tübingen: Typus Fuestianus, 1793).



340

 

ALLEN W. WOOD

Daha  da  kötüsü,  erişilebilirliğin  deneysel  boyutu  açısından  akıl  dininin 

vahyedilmiş dine üstün olduğu da doğru görünmemektedir. Hristiyan mesajı-

nın yayılmasının belirgin bir tarihi ve bu geleneğin inanılabilirliğinin zaman-

sal ve mekânsal açıdan belirgin sınırları varsa, akıl üzerine kurulu bir ahlak 

da aynı şekilde belirgin kültüre bağlı görünmektedir ve onun yayılmasının da 

belirgin bir geleneği vardır. Üstelik Hristiyan vahiyden çok daha fazla zaman-

sal ve mekânsal boyutla sınırlanmıştır. 

Kant’ın  delilindeki  sorunlu  kısım,  cazip  ve  tipik  olarak  Kantçı  olması 

ancak maalesef gerçekçi olmayan bir düşünce olmasıdır. Çünkü ahlaki yar-

gının evrensel mahkemesinin önünde, herkesin kendi içsel değeri ile yargı-

lanabilmesi için herkesin bir şekilde tamamıyla eşit olması gerektiğini var-

sayar. Fakat onun daha açık ve göze batan kusuru, bir imanın yayılmasının 

zamansal-mekânsal boyutunun, onun inanılabilirliği için tek ölçüt olmasında 

ısrar ediyor görünmesidir. Bu, kendi başına makul olmaktan uzak olduğu gibi, 

akıl dininin mantıklı bir şekilde vahyedilmiş dine karşı öne sürebileceği avan-

tajları sağlamaktan da uzaktır. Çünkü eğer mücadele sahası tarihsel köken ve 

yayılmanın kültürel araçlarını kontrol etmek üzerine olacaksa zafer, akıl dini-

nin değil, vahyedilmiş imanın olacaktır. Vahyedilmiş imandaki en bilinen ve 

en zararlı yaygın hurafeler, bilgelik ve iyiliği temsil eden geleneklerden daha 

fazla değildir. (Sadece, bu gün kitle iletişim araçlarına en çok erişimi olan 

vahyedilmiş iman biçimlerini dikkate alsak yeter.) Dahası Kant, “700 Club” 

programını televizyondan izleme imkânına sahip olmamasına rağmen, bu tür 

üzücü olguların son derece farkındadır(VpR 221/161). Bu da bizi meraklan-

dırmaktadır; acaba Kant’ın delilini yanlış mı anlıyoruz yoksa belki de, Kant 

onu yanlış mı ifade etmiştir?

Kuşkusuz delilin ortaya koyduğu temel konu dinsel öğelerin ne kadar ge-

niş alanlara yayıldığı değil, onların ne ölçüde aklen inanılabilir olduklarıdır. 

Kant’ın delilindeki ifadeler, belli bazı incelikler ve hatta korku ile çevrelenmiş 

görünmektedir. Bu da onu, bu konuda gerçekten düşündüğü şeyleri, tam bir 

açık sözlülükle söylemekten alıkoymuştur. Kant’ın gerçek görüşü zaman za-

man, şuna benzer iddialarında yeterli açıklıkta ifade edilmektedir: Vahyedil-

miş iman “kesinlik doğuracak şekilde asla evrensel olarak aktarılamaz.” Böy-

lece, bir kilise kendini doğaüstü vahye dayandırırsa “doğruluğun en önemli 

özelliğinden, yani haklı bir evrensellik iddiasından vazgeçmiş” demektir. Fa-




Kant’ın Deizmi

 

341



kat incelik göstermek adına Kant, vahyedilmiş öğretilerin bu kusurunun yal-

nızca, onların yayılmasının zamansal, mekânsal ve kültürel olarak sınırlandığı 

şeklindeki  tartışılmaz  gerçekten  kaynaklandığını  söylemeye  çalışmaktadır. 

Ancak yukarıda gördüğümüz gibi bu, Kant’ın gerçekten düşündüğü şey değil-

dir. Ona göre, meşru bir vahiyle en yakından tanışan kişiler için bile ve hatta 

vahyin  tamamen  gerçek  olduğunu  kabul  edenler  için  bile,  bir  insanı,  onun 

doğruluğuna dair haklı çıkarılmış bir kanaate ulaştıracak yeterli zeminler asla 

olmayacaktır. 

Doğaüstü vahiy iddialarının kusurunun, onların tarihsel haberlere dayan-

maları veya o haberlere herkesin ulaşmıyor olması ile ilgisi yoktur. Yeterin-

ce güçlü olmaları halinde tarihsel deliller, onunla muhatap olan herhangi bir 

akıllı kişiyi kesinlikle ikna edebilir ve pek çok insanın o delile erişimi yoksa 

bile değerinden bir şey kaybetmez(O 141/300). Doğaüstü vahyin sorunu daha 

çok şudur: Tanrı veya mükemmel varlık düşüncesi, hiçbir tecrübeye karşılık 

gelmeyen bir akıl idesi olduğundan, sonlu bir varlığın sahip olduğu hiçbir de-

neysel delil, bazı deneysel olayların mükemmel varlığın özel bir vahyi olduğu 

sonucunu doğrulayamaz(O 142/301). 

Öyleyse Kant’ın gerçek delili, daha önce incelediğimiz iki şüpheli öncül-

den  hiçbirine  dayanmamaktadır. Aksine  delil,  doğaüstü  vahye  olan  inancın 

ahlak için gerekli olmadığıdır. Kant’a göre, ahlak için gerekli olan şey, akıl 

sahibi bir varlığın, haklı olarak ikna olabileceğinin ötesine gidemez ve hiçbir 

akıl sahibi varlık doğaüstü vahiy iddiası için haklı olarak ikna olamaz. Delil, 

bir kişinin gerekli bilgileri, bir diğerinden daha çok edinebildiği bir durumda 

insanların  ahlaken  yargılanamayacağı  anlamına  gelmez.  O  sadece,  insanla-

rın, hiçbir kimsenin hiçbir şart altında yeterli zeminlere sahip olamayacağı 

bir inancı benimsek zorunda kalmaması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca 

delil, akıl dininin vayhedilmiş dinden daha çok insana ulaştığı iddiasına bağlı 

değildir. Bunun yerine o, herhangi bir akıl sahibi varlığın, akıl dininin son 

derece sade ve büyük ölçüde esnek ilkelerini benimsemekte haklı çıkması-

nın  prensipte  mümkün  olduğu  iddiasına  dayanmaktadır.  Fakat  herhangi  bir 

insanın, herhangi bir doğaüstü vahiy iddiasını doğrulaması prensipte mümkün 

değildir. Religion’da gerçekten amaçlanan kanıtlama yönteminin bu olduğunu 

düşünüyorum. Ancak birkaç yıl sonra, Fakültelerin Çatışması’nda, çok daha 

açık bir şekilde ortaya konmuştur: 




342

 

ALLEN W. WOOD

Tarihsel  bir  imanın  (catholicismus  hierarchicus)  evrensellik  talebi  bir 

çelişkidir,  çünkü  koşulsuz  evrensellik  zorunluluğu  öngörmektedir.  Bu 

zorunluluk  sadece  aklın  kendisi,  boş  hükümden  ibaret  kalmasınlar  diye, 

iman önermelerini temellendirdiğinde ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, saf 

[akli] dinsel iman haklı bir evrensellik (catholicismus rationalis) iddiasına 

sahiptir. Bu nedenle akli imanda mezhepçilik görülemez. Mezhepçilik her 

zaman tarihsel imanın yanlışları nedeniyle ortaya çıkmaktadır: bu yanlış, 

birinin hükmünü (isterse tanrısal vahyin hükmü olsun) dinin esas parçası 

olarak  kabul  etmek...ve  böylece  kontenjan  olan  bir  şeyi  zorunlu  bir  şey 

haline getirmektir(SF 49-50).

Yukarıda alıntılanan pasajda, Kant’ın vahiysel imanın evrensel olduğunu 

reddetmesinin açık nedeni, evrenselliği zorunluluk ile eşit görmesidir. Birinci 

eleştiri*den

6

 aşina olduğumuz bu iddia, onlardan herhangi birini deneyin değil, 



sadece  aklın  sağlayacağıdır(A  12/B  36).  Burada  “evrensellik,”  inancın  akli 

zeminlerinin tüm akıl sahibi varlıklar için evrensel olarak geçerli olmasına 

işaret etmektedir. Ben akli zeminlerde bir şeyden emin olduğumda, onunla 

karşılaşan her akıl sahibi varlık için geçerli olan bir zeminde emin olmuşum-

dur. Açıkça görülmektedir ki Kant'ın görüşü akıl dininin iddialarının bu an-

lamda evrensel olduğu fakat doğaüstü vahyin iddialarının evrensel olmadığı 

şeklindedir. Bu türden bir iddia ile ikna olanlar onu, içtenlik ve coşkuyla kabul 

edebilirler, ancak onların bu kanaati, her akıl sahibi varlık için geçerli olan 

zeminlere dayanmamaktadır. 

Kant'a göre bu anlamda aklın evrenselliği ile Kant'ın inanç ahlakının temel 

ilkeleri, aydınlanmanın ilkeleri ya da kendi başına düşünmenin ilkeleri ile ya-

kın bir ilişki vardır. Bu ilişki Kant'ın 1786 tarihli “Düşünmede Kendini Yön-

lendirmek Ne Demektir?” adlı makalesinde daha açıkça ortaya konmaktadır:

Kendi başına düşünmek, kişinin doğruluğun en üstün mihenktaşını kendi 

içinde  yani  kendi  aklında  aramasıdır.  Kişinin  özgür  düşünmesinin  ilkesi 

ise aydınlanmadır... Kişinin kendi aklını kullanması, bir hüküm vermesi 

gereken  her  anda,  varsaydığı  temel  ya  da  kuralı,  aklın  kullanımında 

evrensel  bir  ilkeye  dönüştürmenin  mümkün  olup  olmadığı  sorusunu, 

kendine sormasından başka bir şey değildir(O 145-46n/305n). 

Saf Aklın Eleştirisi(ç.n)



Kant’ın Deizmi

 

343



Kendi  başına  düşünmenin  ilkesi,  Kantçı  özerklik  ilkesinin  kendi  zihinsel 

işleyişimize özel bir uygulanışından başka bir şey değildir. Ahlaki ölçüt kişi-

nin, benimsediği inançları dayandırdığı temellerin, evrensel olarak geçerli bir 

akıl ilkesi olarak iş görüp görmeyeceğini kendisine sormasıdır. Kendi başıma 

düşünmek, canımın istediğine inanma noktasında, özerklik ilkesinin canımın 

istediğini  yaparken  bana  müsaade  ettiğinden  daha  fazlasına  müsaade  etmez. 

Öyle görünüyor ki Kant, kendi başına düşünmenin, yeterli teorik delillerin yok-

luğunda eğer, tüm rasyonel varlıklar için evrensel geçerliği olan, kişinin kendi 

inancını yeterli ölçüde temellendirebilecek pratik ya da ahlaki bazı değerlendir-

meler mevcut ise, bazı inançları benimsemeyle uyumlu olduğunu düşünmekte-

dir. Fakat herhangi bir temelin yokluğunda veya evrensel geçerliği olabilecek 

bir akıl ilkesinden çıkarılmayan temellere dayanarak, kişinin kendini bir şeye 

inanmakta haklı görmesi kendi başına düşünme ilkesinin ihlali olacaktır. 

Ancak itiraf ediyorum ki, bunun ötesinde, Kant’ın bununla hangi sonuçları 

amaçladığı benim için belirsizdir. Doğanın evrensel bir yasası olması kaydıyla 

kişiye, hiçbir imkânsız veya çelişkili istemler içermeyen herhangi bir ilkeyi iz-

lemesine müsaade eden, koşulsuz buyruğun evrensel yasa biçimine benzer bir 

şekilde, bu ilkeyi hoşgörülü yorumlayabiliriz. Bu yorumda söz konusu ilke, tüm 

rasyonel varlıklar için evrensel geçerliği olan nedenlere dayanmayan inançlara 

müsaade edebilir. Yeter ki, tüm rasyonel varlıkların aynı inancı aynı temeller 

üzerinde benimseyebileceği varsayımı, bir çelişkiye yer vermesin. Bu yoruma 

dayanarak söz konusu ilkeyi ihlal etmesi için, bir inancın temelleri hakkında 

neyin doğru olması gerektiği, benim açımdan pek açık değildir. Ancak en azın-

dan, deneysel vahye dayalı bazı inançların ahlaken hoş görülebilir hale gelmesi 

mümkün görünmektedir. Fakat muhtemelen, bu tür bir inancı reddetmek de aynı 

şekilde hoş görülebilir ve bu da Kant’ın, deneysel vahye dayalı hiçbir inancın 

ahlaken gerekli olmadığı şeklindeki akılcı kararına götürmektedir.

Alternatif olarak, bir inanç, onu benimseyen tüm rasyonel varlıklar için 

evrensel  geçerliği  olan  temellere  dayanmadıkça  hoş  görülemez,  diyerek 

kendi  başına  düşünme  ilkesini  daha  katı  bir  şekilde  yorumlayabiliriz.  Bir 

başka deyişle, akli açıdan yeterli temellere; ona dayanan herhangi bir rasyo-

nel varlığı ikna etmek için yeterli temellere dayanmadıkça, kişinin, bir inan-

cı benimsemesi ahlaksızlıktır. Bu yoruma göre, söz konusu ilke, Kant’ın akli 

dinsel imanına müsaade edecektir. Çünkü Kant’ın ahlak delillerinin, teorik 




344

 

ALLEN W. WOOD

değil de pratik nitelikte olsalar da, tüm rasyonel ahlaki özneler için evrensel 

geçerliğe sahip oldukları varsayılmaktadır. Böylece aslında, Kant’ın kendi 

başına düşünme ilkesi, yetersiz delillere dayalı herhangi bir şeye inanmak 

herkes için yanlıştır şeklindeki, W. K. Cliofford’un meşhur ilkesinin bir baş-

ka biçimine yol açmaktadır. 

İlkenin tek farklı yanı şu olacaktır: Kant’a göre bir inanç, teorik delillerle 

dolduğu gibi pratik temellerle de temellendirilebilir. Ancak bu yorumda söz 

konusu ilkenin sonuçları, deneysel vahye dayalı tarihsel iman için şiddetli ola-

caktır. Çünkü gördüğümüz gibi, deneysel-tarihsel vahye dayalı inançlar için 

evrensel geçerliği olan hiçbir temel olamaz. İlkenin bu çok daha katı yoru-

muna göre, yardımcısız aklın sınırlarının ötesine giden her din, sadece yanlış 

olmakla kalmaz, zorunlu olarak ahlaksız da olur. 



6. Akıl Yoluyla Vahiy 

Bununla birlikte Kant, vaheydilmiş dini veya en azından bazı kısımları-

nı kurtaracak bir yolu da sağlamaktadır. Çünkü ona göre doğaüstü, deneysel 

veya  dışsal  vahiy,  kutsal  kitap  veya  doğaüstü  tecrübeler  yoluyla  vahiy,  tek 

vahiy biçimi değil, hatta en önemlisi bile değildir. 

Vahiy, ya içsel ya da dışsaldır. Dışsal vahiy iki çeşit olabilir: Ya (1) işler 

aracılığıyla ya da (2) sözlerle olur. İçsel tanrısal vahiy, Tanrı’nın bize kendi 

aklımızla vahyetmesidir. O, diğer tüm vahiyleri öncelemeli ve dışsal vahyin 

ölçütü-yargıcı olarak iş görmelidir. Dışsal bir vahyin gerçekten Tanrı’dan 

olup olmadığını bilmem noktasında bir mihenktaşı olmalı ve bana O’nun 

en uygun kavramlarını sağlamalıdır. (VpR 220/160)

Kant gibi yüzsüz bir akılcının, vahyi yalın bir şekilde insan aklının yargıla-

rı ile tanımlayarak tanrısal vahye sahip çıkması, acınası bir kaçamak gibi gö-

rünmektedir. Ancak bu tepki çok acelecidir. Öncelikle Kant, insan aklı ile elde 

edilmiş her sonucu tanrısal vahyin bir örneği olarak tanımlamamaktadır. Esa-

sen o, içsel vahyi, en gerçek varlık anlamında, bizim saf rasyonel Tanrı kav-

ramımız ile tanımlamaktadır. Fakat o, aynı zamanda içsel vahyi, bizim ahlaki 

ödevlerimizin bilgisi ile de tanımlamaktadır. Çünkü bunlar, tanrısal buyruklar 

olarak temsil edilip, ardından bizim Tanrı kavramımızı şekillendirmektedir(R 

87/8182).  İkincisi, Tanrı’ya  ilişkin  tüm  rasyonel  bilgimizi  bir  vahiy  örneği 

olarak görmekte haklıyız. Çünkü Tanrı hakkında herhangi bir bilgiyi vahiy 



Kant’ın Deizmi

 

345



dışında bir yolla alabileceğimizi varsaymak, pek mantıklı görünmemektedir. 

Kuşkusuz biz, doğal dünya hakkında pek çok şeyi yalnızca kendi girişimleri-

mizle keşfedebiliyoruz ve benzer bir marifetle sık sık, diğer insanlar hakkın-

daki doğruları, onların isteği dışında, onları gözleyerek, dil sürçmesi sonucu 

veya diğer başka davranışlarla, istemeyerek bize verdikleri ipuçları ile keşfe-

debiliyoruz. Ancak her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlık söz konusu 

olduğunda, bu tür marifetli casusluğun bize yararı olmaz. Bu tür bir varlık 

hakkında  edinebileceğimiz  her  türlü  bilgi,  bu  tür  bir  varlığın,  kendini  bize 

açma kararına bağlıdır. 

Kant,  doğru  dürüst  bir Tanrılık  kavramını  çıkarsayabileceğimiz  bir  başka 

kaynak olmadığı için de, bizim akli Tanrı kavramımızı, tanrısal vahyin bir örne-

ği olarak görmektedir: “Tanrı kavramı ve onun varlığına kanaat ile sadece akıl-

da karşılaşılabilir; onlar yalnızca akıldan kaynaklanabilir, otoriteleri ne kadar 

büyük olursa olsun ilhamdan veya haberlerden değil”(O 142/301). Elbette Kant, 

birçok insanın belki de çoğunun sahip olduğu Tanrı kavramının başka kaynaklar-

dan elde edildiğinin farkındadır: Mesela, doğanın işleyişi üzerine düşünmekten 

veya doğaüstü otorite iddiasında olan bazı dinsel geleneklerden olabilir. Ancak 

bunlar kesinlikle, kendimizi hassasiyetle sakınmak için dikkatli olmamız gere-

ken Tanrı kavramlarıdır: “Öyleyse, saf olağan Tanrı kavramı hangi anlamda kul-

lanılmaktadır? Çoğu insan tarafından kullanılan gerçek anlam kesinlikle şundan 

başka değildir: Korkutucu bir hayali tasvir veya dinsel ibadetlerin ve ikiyüzlü 

aşırı övgülerin batıl nesnesi!”(VpR 221/161; krş. R 168-69/15657).

Tıpkı kendi başına düşünme ilkesinin genel olarak, ahlaken hoş görüle-

bilir inancın mihenktaşı olması gibi, içsel vahiy de Tanrı hakkındaki inancın 

hoş görülebilir olmasının mihenktaşıdır. Bu anlamda içsel vahiy, akli olmayan 

aydınlanmaya dayanan vahiy iddialarını ve tarihsel imanlar tarafından kutsal 

kitap otoritesine dayanarak iddia edilen dışsal vahiylerin doğruluğunu belirle-

mek için belli ölçüde hizmet edebilir. Bu tür tecrübelerin ve kayıtların gerçek-

ten de özel ilahi vahyin eylemlerinin sonucu olduğunu kanıtlayamayız, fakat 

aktarılan içerik söz konusu olduğunda, onların öyle olup olamadığına karar 

verebiliriz. “Eğer ben, bu tür bir tabiatın doğrudan sezgisi ile karşılaşırsam, 

bilebildiğim kadarıyla bunu yapamam, bir Tanrı kavramı, bana görünen şeyin 

ilahi nitelikler ile uyuşup uyuşmadığına karar verme noktasında bir ölçüt ola-

rak hala iş görmelidir”(O 142/301; krş. R 169n/157n).




346

 

ALLEN W. WOOD

Ayrıca,  aklın  içsel  vahyi,  dışsal  vahyin  muhtemel  doğruluğu  için  bizim 

tek ölçütümüzdür. Bu sebeple Kant içsel vahyi, herhangi bir kutsal kitabın 

ya da tanrısal otorite iddiasında olan kilise geleneğinin tek meşru yorumla-

yıcısı olarak görmektedir(R 109-10/100; SF 46-48). Kant, bunun neyi gerek-

tirdiği konusunda çok açık sözlüdür. “Eğer [bir kutsal kitap] açıkça ahlak ile 

çatışıyorsa, (Örneğin, eğer bir baba, bilebildiği kadarıyla, tamamen masum 

olan oğlunu öldürme emri alırsa)” Tanrı’dan olamaz (R 87/82). “Çoğu kez 

metne(vahiy) referansla [aklın yaptığı] bu yorum, bize zorlama görünebilir, 

gerçekten de genellikle öyle olabilir; ancak söz konusu yorum, eğer metin o 

yoruma müsait ise, lafzi yoruma tercih edilmelidir” (R 110/100-101). 

Fakat buraya kadar gördüğümüz Kant’ın Tanrısı, bazılarına kadir-i mutlak 

olmaktan  uzak  görünebilir.  Çünkü  öyle  görünüyor  ki Tanrı,  kendini  insan-

lara akıllarının işleyişi dışında bir yolla vahyetmekten acizdir. Kant açıkça, 

Tanrı’nın kendi oluşunu(presence) bilinir kılma ya da kendi hakikat sözleri-

ni vahyederek, akli şüphelerimize bakmaksızın, sadece bu oluşa bizim inan-

mamızı sağlayarak, insan aklının zayıf güçlerini aşan ve onu küçük düşüren 

inayet yoluyla iman ettirerek, uğraşabileceği ihtimalini kabul etmemektedir. 

Çünkü eğer Tanrı, geleneksel Hristiyanlığın Tanrı’nın bunu yaptığı ve yapma-

ya devam ettiği şeklinde ısrar ettiği gibi, bunu yapsa bile, Kant bizim bu ar-

mağanı alma kapasitemizi reddedecektir. Daha da beteri, Kant bizi o armağanı 

kabul etmekten, saygısız bir şekilde menedecektir.

Bence,  Tanrı’nın  bize  böyle  bir  yolla  vahyettiğini  kabul  etmek  için 

Kant’ın isteksiz olacağı son derece açıktır. Fakat Tanrı’nın böyle bir şeyi 

yapma gücünü, Kant’ın inkâr edeceğini düşünmek bir hata olacaktır. Bunun 

yerine Kant, özgür, rasyonel varlıklar yaratan, kendi kendine yasa koyma 

ve kendi başına düşünme görevi veren ve ardından bu görevi yerine getirir-

ken, onlara karşı tutumuyla, onları aşağılayan bir varlığın ne tür bir varlık 

olabileceği konusunda bizi düşündürtmek istemektedir. Her şeye gücü yeten 

bir varlığın, yarattığı akıl sahibi varlıklara böyle aşağılayıcı bir tarzda dav-

ranma gücü kesinlikle vardır. Ancak Tanrı’nın böyle bir yöntemi seçeceğini 

iddia etmek gerçek inkârın ta kendisidir. 

***



Kant’ın Deizmi

 

347



Metin içinde gönderme yapılan eserler ve kısaltmaları:

:  “Beantwortung der Frage: Was ist Aufklärung?” GS 8 (E).



A/B  :  Kritik der reinen Vernunft, GS 3 4. Aksi belirtilmediği sürece, terc. 

Norman Kemp Smith (New York: St. Martin’s Press, 1965).



CF  :  The  Conflict  of  the  Faculties,  terc.  Mary  J.  Gregor  (New York: 

Abaris Books, 1979) GS 7 (SF).



E 

:  “What is Enlightenment?” in On History, terc. Lewis White Beck 

(New York: Bobbs-Merrill, 1963) GS 8 (A).

:  “Idee  zu  einer  allgemeinen  Geschichte  in  weltbürgerlicher  Ab-

sicht,” GS 8 (IH).

KU  :  Kritik der Urteilskraft, GS 5 (CJ-B, CJ-P).

:  Lectures on Philosophical Theology, terc. Allen Wood ve Gertrude 

M. Clark (Ithaca, N.Y.: Cornell University Press, 1978) (VpR).

:  “Was heiBt: Sich im Denken orientieren?” GS 8 (OT).



OT  :  “What  is  Orientation  in Thinking?”  in The  Critique  of  Practical 

Reason and Other Writings in Moral Philosophy, terc. Lewis White 

Beck (New York: Garland, 1976) GS 8 (O).

:  Religion  within  the  Limits  of  Reason Alone,  terc. Theodore  M. 

Greene  and  Hoyt  H.  Hudson,  with  a  new  essay  by  John  Silber 

(New York: Harper and Row, 1960) GS 6 (RGV).



SF  :  Streit der Facultäten, GS 7 (CF).

VpR  :  Vorlesungen über die philosophische Religionslehre (hrsg. Pölitz) 

2. Ausgabe (Leipzig: Taubert, 1830) (L).



Yüklə 309,23 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə