Anadolu Aydınlanma Vakfı Sosyal ve Kültürel Bülteni • Sayı 53 • Ekim 2014 • Ücretsizdir



Yüklə 242,07 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/8
tarix04.12.2017
ölçüsü242,07 Kb.
#13798
1   2   3   4   5   6   7   8

4

Aylık Düşünüyorum Bülteni

Anadolu Aydınlanma Vakfı

 

kendisinin  Tanrı’ya  doğrudan  bağlantısını 



kurması  gerektiğinin  farkında…  Yani  salât, 

yani dua…

 

“Acı  çektiğimde  sana  yalvarıyorum,  çünkü 

ne  olup  bittiğini  anlamıyorum.  Her  şey 

çok  fazla  somut  ve  elle  dokunulabilir.  Beni 

engine,  yani  denizin  ta  dibine  fırlattın, 

sular  sardı  çevremi.  Azgın  dalgalar  geçti 

üzerimden,  huzurundan  kovuldum  dedim. 

Yine de göreceğim kutsal toprağını…” 

 

Dünya  hiçbir  şekilde  anlaşılmadığı  zaman 



ve  imgeler  karmaşa  ve  kaos  içinde  iken, 

“Tanrı’ya yalvardım ve o bana yanıt verdi”

Yunus hissettiği gerçekliği anlatıyor burada: 



“Huzurundan  kovuldum  dedim,  yine  de 

göreceğim  tapınağını.” Tanrı’ya  sesleniyor; 

“beni kovdun, denizlerin dibine, en derinine 

attın”.  Yani  bilinçaltından  söz  ediyoruz. 

“O  kadar  derin  ki  orada  ne  olup  bittiğini 

anlamıyorum.”  Ve  sonra  diyor  ki  denizin 

dibinde dönmekte olan bir nehir var, denizin 

derinliklerinde  nasıl  bir  nehir  olabilir? 

Dolayısıyla buradaki hikâyeden hayal gücüne 

yükselmemiz  lâzım...  Nehir  genellikle  bize 

bir  rehberliği  anlatır.  Bu  nehir  onu  sürekli 

döndürüyor  ve  onun  oryantasyonunu 

kaybetmesine  sebep  oluyor.  Bu  noktada 

bütün bu deneyimlerden geçtim, diyor. Tüm 

kederleri ve tüm deneyimleri yaşadım diyor, 

o kadar çaresiz kaldım ve acı çekti ki nefsim, 

Tanrım  bana  döndü.  Bunlar  çaresizliğin 

dip  noktaları…  Ama  bu  noktada  her  şeye 

rağmen  devam  edeceğini  söylüyor.  “Yine 



de  senin  kutsal  tapınağını  arayacağım,” 

demeye  devam  ediyor.  Bu  kutsal  tapınak 

nedir?  İnsanın  kalbi  kutsal  tapınaktır. 

Burada da kalmıyor, o imgesini açıklamaya 

devam  ediyor;  çok  güzel  bir  imge  bu: 

“Sular  boğacak  gibi  sardı  beni,  çevremi 

enginler  sardı,  yosunlar  dolaştı  başıma,” 

diyor  ama,  nefsimi  boğacak  kadar.  Burada 

Tehom sözcüğü yani bilinçaltının derinlikleri 

devreye  giriyor.  Yosunlar  denilen  imgenin 

sufilerin başlarına sardıkları sarığı söylemek 

istedim.  Eminim  Mevlâna’nın  semahı,  yani 

dönüşüyle ve Yunus’un hikâyesi arasında bir 

bağlantı olduğuna inanıyorum. 

Bir  sonraki  cümlede  şöyle  söylüyordu: 

“Soluğum kesilince seni andım ya Rab! Duam 

sana,  kutsal  tapınağına  erişti.”  Hayatımın 

en kötü deneyimi diyor burada ve o noktada 

Tanrı  ortaya  çıkıyor.  Burada  Taal  sözünü 

kullanıyor  Tanrı.  “Gel.”  Bu  dünya  onun 

için boşluk haline geldiğinde, ilişki kuracağı 

hiçbir şey kalmadığında, o noktada ilginç bir 

şey oluyor, nefsi tıpkı o sözünü ettiği nehir 

gibi  dönmeye  başlıyor  ve  nefsi  Neşema’ya 

bakmaya  başlıyor.  Nefsimiz  genellikle  dışa 

bakar,  ama  Neşema  ile  bakmaya  başladığı 

zaman insan Tanrı’yı anımsar. 

 

Ve bu noktada dua etmeye başladığında duası 



doğrudan doğruya kutsal tapınağa, Tanrı’nın 

tapınağına  ulaşıyor.  Benim  görüşümce 

Kutsal Kitap’ta en ilginç ayetlerden bir tanesi 

geliyor şimdi: 

 

Bir fikre ya da bir zanna sahip olduğumuzda, 



bu  fikrimizin  ya  da  zannımızın  bizim  için 

en  merkezde  olduğunu  ve  hayatımız  için 

en  önemli  şey  olduğuna  inanır  ve  onu 

merkezimize  yerleştiririz.  Ama  ahiret 

Tanrı’nın  bakışından  bakmaya  başlarsak, 

bu fikir ve bu zannımız artık hayatla ilişkili 

değildir. Değersiz putlara tapanlar vefasızlık 

etmiş olurlar. Ama aslında sahte illüzyonlara 

tapanlar,  inayetten  uzaklaşmış  olurlar.  Bu 

ne  demektir?  Şunu  özellikle 

hatırlatmak  istiyorum: 

P e y g a m b e r l e r 

bize bir işaret 

veriyorlar. 

Yunus’un  o 

zamanda 


sahip 

olduğu  her  ne  idiyse, 

bizim de şu anda sahip olduğumuz 

o. O zamanla bu zaman arasında hiçbir fark 

yok.  Peygamber  bize  bir  mesaj  veriyor  ve 

şöyle diyor: Bir zanna sahip olduğumuzu ve 

ona  sarıldığımızı  nasıl  anlarız?  İhlâsımıza 

bağlı  olmadığımızı  nasıl  anlarız?  İçinde 

inayet olmayan bir şey yaptığımızda anlarız 

bunu. İnayetle hareket etmiyorsak, o zaman 

zanna  sahibiz  demektir  ve  onu  bırakmamız 

lâzımdır.  Onu  bırak  demesi  kolay,  ama 

Yunus’un  onu  bırakması  3  gün  3  gecesini 

aldı.


 

Burada söylenen bence en önemli şeylerden 

biri; her birimizin içindeki en doğru, en hak 

olan şey, kendi yaşadığımız özgül deneyim. 

Kendi  deneyimimizi  yaşayacak  olursak, 

o  zaman  eylemimizin  inayetten  gelip 

gelmediğini söyleyebiliriz. 

 

İki  ilkemiz  var;  bir  tanesi  genel.  Genel 



olan  şu  ki,  dil  her  zaman  geneldir  ve  bize 

dış  dünyadan  bir  şey  vermeye  çalışmaz  ve 

niyeti de bu değildir. O bilgiyi bize dışardan 

vermeye  çalışmaz,  o  bilgiyi  bizim  kendi 

içimizden,  ihlâsımızdan  çıkarmaya  çalışır. 

Ancak o zaman bir yargıda bulunabiliriz. Ve 

bunda  bir  inayet  varsa  o  zaman  hakiki  bir 

dünyaya  dokunabiliyoruz  demektir,  çünkü 

inayettir ve biz de bu inayetin bir parçasıyız 

ve bu gerçekliktir. Bu kolay bir şey değil, çok 

önemli  bir  mesaj,  çünkü  öyle  bir  dünyada 

yaşıyoruz  ki,  toplumsal  hayatımızda  her 

şey bir hipotezden ibaret, mutlak hakiki bir 

cümle yok. 

 

Şimdi  başa  dönmek  istiyorum  tekrar;  dil 



kendimize  ve  Tanrı’ya  yakın  olabilmek 

için  yeterli  değil.  Yine  sözlerimin  en 

başına  dönerek  şöyle  söylemek  istiyorum: 

Dil,  hayatı  anlayabilmemiz  için  sadece 

bir  başlangıç.  Ve  Tanrı’nın  bize  verdiği 

tüm  yetenekleri;  hayal  gücünü,  çağırışım 

gücünü,  sezgiyi  kullanmak  durumundayız. 

Ve insanlarla gerekli olacak iletişim kuracak 

becerileri,  hakiki  olana  dokunabilmek  için, 

bütün bir yolculuğu kullanmamız gerekiyor. 

Bazen  yolculuk  bir  “Yunus’un  Yolculuğu” 

olabilir. Her zaman bir yolculuktan geçmek 

durumundayız,  bu  bir  zaman  Yunus’unki 

gibi zorlu bir yolculuk olabilir, kimi zaman 

daha kolay bir yolculuk olabilir.

 

Ve  bunu  açıklamak  gerekirse,  bilimselden 



çok  sanatsal  bir  yol  olması  gerektiğini 

söyleyebiliriz. Şu anda aramızda bulunmayan, 

ilk yarıda konuşan sanatçı dostumuzun –Erol 

Deneç–  bir  alıntısını  söylemek  istiyorum. 

Sanatçının  rolüyle  ilgili  bir  yorumda 

bulunmuştu, içinde bulunduğumuz dünyada, 

sadece  bir  ressamdan  konuşmuyorum 

şu  anda,  çünkü  aslında  her  birimiz  birer 

sanatçıyız,  hepimiz  hayal  gücüne  sahibiz. 

Hepimizin  sahip  olduğu  imgeler,  bir 

sanatçının  sahip  olduğu  imgelerden  daha 

az  değerli  değil.  Erol  Deneç’in  burada  çok 

hoş, çok güzel sanatını seyrettik hep beraber, 

hepimizin günlük hayatta içinden geçtiğimiz 

şeyleri gösteriyordu resimlerinde.

 



Yüklə 242,07 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə