Anadolu Aydınlanma Vakfı Sosyal ve Kültürel Bülteni • Sayı 53 • Ekim 2014 • Ücretsizdir



Yüklə 242,07 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/8
tarix04.12.2017
ölçüsü242,07 Kb.
#13798
1   2   3   4   5   6   7   8

7

Aylık Düşünüyorum Bülteni

Anadolu Aydınlanma Vakfı

 

Platon’un Eczanesi



Jacques Derrida

Yayınevi: Pinhan Yayıncılık / Felsefe 

Dizisi


128 sayfa

 

İnsan bedeninin girişlere, sızmalara açık 



geçirgen doğasını düşünürken akla gelen 

fiillerden biri: zerk etmek. Felsefe tarihi, 

insan bedeniyle birlikte ruhunun da deva 

bulmak, şifaya kavuşmak için eczaya 

ihtiyacı olduğunu söyleyen filozoflarla 

dolu, Sokrates’in hilafına. Sonu gelmez 

tartışmalara yol açan bu mesele Platon’un Phaedrus’unda açığa 

çıkmıştır. Derrida, bu tartışmaya, mitle felsefenin iç içe geçişini 

vurgulayarak sıra dışı bir katkıda bulunuyor: Yazı mitolojinin 

ve felsefenin dediği gibi ruha zerk edilen bir zehirse söz nedir? 

Sözün suç ortağı yazı! Söz de ruha zerk edilmiyor mu? Söz 

de yazı da doğaya kafa tutuşun ta kendisi değiller mi? Bedeni 

ve ruhu da olağan seyrinden uzaklaştırmıyorlar mı? Acılarını 

dindireyim derken onları zehirlemiyorlar mı? 

 

Sözü Jacques Derrida’nın Platon’un Eczanesi’ni Türkçeye 



kazandıran Zeynep Direk’e bırakalım: “Bugün Platon’un 

Eczanesi’ni sadece yorumlama pratiği, Platon’un metninin 

dramatik sunumuna, kavramsallığına, hareketine gösterdiği 

dikkat için bile sevebilirdik. Üstada göre okuma da bir yazmadır; 

okur metne kendi ipliğini katmadan onu bir anlamda dokumadan 

okuyamaz. Bu yüzden bir metnin tek bir anlamı olamaz; her 

iplikle, her okurla anlam da çoğullaşır.” 

(Tanıtım Bülteninden)



Platon

Frederick Copleston

Yayınevi: İdea Yayınevi

160 sayfa

PLATON, dünyanın en büyük 

felsefecilerinden biri, Atina’da büyük 

olasılıkla İ.Ö. 428/7 yılında, seçkin 

bir ailede doğdu. Ona başlangıçta 

Aristokles dendiği ve Platon adının ancak daha sonra gürbüz 

yapısı nedeniyle verildiği söylense de, Diogenes Laertius’un 

bu sözlerinin doğruluğu kuşkuludur. İki kardeşi, Adeimantus 

ve Glaukon “Devlet”te görünürler, ve ayrıca Potone adında bir 

de kızkardeşi vardı. Platon üvey babasının evinde yetiştirildi 

ve Periklesci rejimin gelenekleri içinde eğitilmiş olmalıdır. 

Platon’un demokrasiye karşı daha sonraki eğilimini her ne 

olursa olsun yalnızca yetiştirilmesine bağlamak çok güçtür; bu 

olumsuz eğilim Sokrates’in etkisi tarafından, ve her şeyden çok 

Sokrates’in demokrasinin ellerinden gördüğü davranış tarafından 

yaratılmıştır.

BİZİM SAHAF

Hazırlayan: Ayşe Doğu

Mağara

Bülent Ecevit

mağaranın duvarına

hayvanları taştan oydum

kükrediler karanlıkta

türkülerle karşı koydum

karanlıktı mağara

ışığı taştan oydum

üşüyordum

bir de güneş koydum

aşk oydum mağaranın duvarına

aşk oydum

ağrıdı taşlar

yarıldı mağara

Mağara

Asaf Halet Çelebi

içimdeki mağarada

kurumuş ölüler yatar

zehirle gülen zümrüt

ve yakut yatak içinde

bir zaman

beni uğurlamaya gelen

haramîler

içimdeki mağarada

bir yığın kitap var

bakınca yakından

tasvirlerin gözleri oynar

ve konuşur

hepsinin yüzleri benim yüzüm gibi

ve gözleri benim gözüm gibi



8

Aylık Düşünüyorum Bülteni

Anadolu Aydınlanma Vakfı

 

Seçerek Olmak – 



Olarak Bulmak

Mustafa Alagöz

Özgürlük kavramı gerçek edimselliğini in-

sanda bulur. Seçim yapmak aynı anda seçim 

yapmamayı da içerdiği zaman özgürlük ya-

şanan bir olgu haline gelebilir. Çünkü ancak 

o zaman özgür irade var olabilir. Seçim 

yapmak iradesi canlı cansız tüm varlıkların 

doğasında vardır. Bir bitki topraktan hangi 

mineralleri alacağını seçer. Tek hücreliden 

omurgalıya kadar her hayvan neyi yiye-

ceğini seçer. Kimyasal elementler de bile-

şiğe girerken birbirlerini seçerler. Burada 

seçimden kast edilen doğal yasalar altında 

tüm varlıkların ilişkilerinde bir karşılıklılık 

olduğudur.

Doğal seçimlerle gerçekleşen doğal evrim

bilincin ortaya çıkmasıyla sonlanmıştır. 

Doğanın evrimi, sonunda bilinci var ettiğin-

de artık gelebileceği sona gelmiştir. Evrim 

derken var oluş yasalarındaki aşamalı süreci 

kastediyoruz. Yoksa canlı cansız varlıkların 

zamanla biçim değiştirmelerini, yeni formlar 

altında ortaya çıkmalarını değil. Varlığın bu 

alanında ne kadar değişim olursa olsun, ne 

kadar yeni formlar belirirse belirsin, onların 

özünü oluşturan doğal zorunlu ilişki düze-

nekleri –yasalar– değişmez. Sonuçta fiziksel 

ve biyolojik yasalılık aynı şekilde hükmünü 

sürdürür. Bilincin ortaya çıkmasıyla bu do-

ğal şaşmazlık kırılmıştır, başka bir ifadeyle 

insanın ortaya çıkışıyla doğa kendi içinden 

kendine aşkın bir varlığı yaratmış oldu.

Bu ne anlama gelir? İnsan doğal zorunluluk-

ların hükmüne aşkındır. Başka bir ifadeyle 

doğanın yasalarını bilir ve kendi amaçları 

yönünde kullanabilir demektir.

Amacımız insanın doğayla ilişkilerinde 

nelere muktedir olduğunu değil, kendi ger-

çekliğiyle nasıl buluşacağını, her an yitik 

durumuna düşen benliğiyle nasıl buluşacağı-

nı, dahası kendi kendini nasıl inşa edeceğini 

tartışmaktır. 

Akla hemen şu soru gelmeli: Peki, insan 

kendi kendini neden inşa etsin? Bu bir görev 

mi, zorunluluk mu, yoksa onun iradesine 

–seçimine– kalmış eylemli bir süreç mi? Bu-

rada inşa derken açıktır ki beden –biyolojik 

varlık– kast edilmiyor. Beden doğaya aittir 

ve orada tümüyle doğal süreçlerin hükmü 

geçerlidir. Ancak insan bunun ötesinde se-

çim yapan, amaçlar edinen, tasarımlar oluş-

turan, onaylayan, reddeden, değerler üretip 

adaleti ve özgürlüğü arayan bir varlıktır. 

Bu ve benzeri kavramlar doğada yoktur ve 

doğal süreçlerle üretilemez. Ancak insanın 

bilinçli-iradi eylemliliği ile gerçeklik kaza-

nabilirler. Bu ve benzeri tüm kavramlar baş-

langıçta soyut, yalnızca bir potansiyel, ken-

dini insan üzerinden açığa çıkarmak gibi bir 

enerjiye sahiptirler. Bu mahiyetleriyle insanı 

içten içe uyarır, eyleme ve arayışa iterler. 

Bu durumda yukarıda sorduğumuz sorulara 

şöyle cevap vermenin yolları açılır: İnsanın 

kendini inşa etmesi bir görev mi? Hayır. Bir 

zorunluluk mu? Hayır. Ancak insanı kendisi-

ni inşaya zorlayan dürtülerin varlığı zorunlu; 

bunları gerçekleştirmek için harekete geçip 

geçmemek seçime bağlı. 

İnsanın özü, tarihsel deneyimler ve günlük 

yaşamın deneyimleri bize şunu gösteriyor: 

hiç kimse hayvani yanıyla ilgili değil ama 

potansiyel insani dürtüleriyle ilgili olarak bir 

seçim yapmaktan kaçınamaz. Çünkü seçim 

yapmamak da bir seçimdir. Ve neyi seçersek 

o bizim kaderimiz oluyor; seçimlerimizin 

sonuçlarından kaçınamayız. Seçimde öz-

gürüz, fakat seçtiklerimizin mahkûmuyuz. 

Bu anlamda insan attığı her adımda “özgür-

lük-zorunluluk” kutuplarının birliğini ve 

gerilimini yaşar.

Bilinç, bireyselliği ortaya çıkarır. Bireysellik 

bilincin ışığında, iradesinin yönlendirme-

sinde eylemlerin yaratımıyla sorumluluk 

kazanır. Kendi çekirdeğinin tohumundan 

filizlenip meyvesini verir. Benlik tohumun-

dan ortaya çıkan filizlerin rengi, kokusu ve 

meyvesinin nasıl olacağı bireyin niyetine, 

seçimlerine, eylemlerine bağlıdır. Bu nokta-

da kimse bir başkası için bir şey yapamaz. 

Toplumsal gelişmeye bağlı olarak özgür bi-

rey ortaya çıkar. Bu özgürlük ortamı gelişti-

ği ölçüde insanın seçim yapma sorumluluğu 

da o ölçüde artar ve bu durum bir varoluşsal 

gerilim yaratır. Yalnızlık, dışlanma endişesi, 

başarısız olma kaygısı gibi pek çok geri-

limli enerji canlanmaya başlar. Bu noktada 

“özgürlük korkusu” hissedilir. Özgürlüğü 

keyfilikten ayıran ölçü budur; özgür iradey-

le sorumluluk üstlenmek. Bu sorumluluğu 

üstlenmekte tereddüt eden insan tedirgin 

olur. Onun için insanlar sorumluluğu başka-

larına atarak rahatlamaya çalışırlar. Aidiyet-

ler bu durumda önem kazanırlar. Toplumsal 

yaşamda ideolojilerin, inanç sistemlerinin 

çekiciliği buradan kaynaklanır. Çünkü aidi-

yetin geniş koruyucu şemsiyesi kişiye belirli 

bir güvence verir. İster kendi özgür irade-

mizle seçim yapalım, ister bir yerlere ait 

olarak yaşayalım, içimizde “kendimiz olma” 

itkisini hissederiz. Her durumda sorumluyuz 

ve sorumluluklarımızı kendi aklımız, irade-

miz ve yetilerimizle hayata geçiririz. İnsan-

laşma kendi asli yetilerimizi, yaratıcılığımızı 

açığa çıkarma, özgür ve özgürleştirici ey-

lemler yapabilme, adalet ve özgürlük adına 

bedel ödemeyi göze alabilme yolculuğudur. 

Bunun için temel değer "Hakikate sadakattir. 

Hakikat bilginin bilinen şeye uygunluğu, sa-

dakat ise yaşama hakikatin yönlendirmesi ve 

onun yarattığı içsel disiplinle katılmaktır". 

Burası insanın trajik yanını bize gösterir. 

Çünkü hakikate sadakatle bağlı kalarak ya-

şamamızı sağlayan aynı yetiler bizzat tersini 

de yapabiliyor.

Bir bedenimiz olmasıyla içgüdülerin, nef-

sani arzuların uyarısı ve baskısı altındayız. 

Bu bizi sürekli bencilliğe, egemenliğe, sal-

dırganlığa, ele geçirip gasp etmeye yöneltir. 

Ancak bu yıkıcı enerjiler karşıtını da kendi 

içinde barındırır. Eşitlik, adalet, hakkaniyete 

sadakat gibi. Kabaca bir ayrım yaparsak 

nefsani dediğimiz yaşam enerjileri ve eği-

limler doğal ve kendiliğinden; ikinciler ise 

tinseldir. Tinselden kasıt, ancak insanın 

bilinçli gayretleri ile hayat bulabileceğidir. 

Trajedimiz burada. Her iki varoluş yetileri 

ve enerjileri içimizde. Bizi yukarıya –tinsel-

liğe– taşıyacak yetiler aynı zamanda aşağı-

ya, arzuların köleliğine de çeker.

Her iki yöne kayma olanağının olması 

bilinçli bir iradenin ve bunu gerçekleştire-

cek donanımın varlığına da işarettir. İnsan 

bu kutupsallığın yarattığı gerilimi içinde 

duyumsar. Böylece kendini bilmesi, farkın-

dalığını canlandırması için gerekli uyarıyı 

kendinden almış olur. Bu uyarıya kulak 

vermek insanın “kendini bilme” yolculuğu-

nun başlangıcıdır. Kim ve ne olduğumuzu 

bilmek aynı zamanda dışımızdaki dünyayı 

da bilip anlamamızla birlikte yürür. Ancak 

insan bu yolculuğa hep kendinden başlamalı 

ve kendine dönmelidir. Çünkü her insan 

kendi içinde bir dünya ve evrenin içinde bir 

merkezdir. Hem dünya hem merkez. Bu iki 

olgu her insanda bir birlik oluşturur, çünkü 

merkez olduğunu ve bir Dünya olduğunu 

fark eden aynı benliktir. 

Kendini bilmek öncelikle insanın kendi 

kendine hesap verebilir olmasıdır. Bu du-

rum insanı hayata karşı da hesap verebilme 

olgunluğuna taşır, onu daha masum, daha 

açık, dönüşen ve dönüştüren özne kılar. Bu 

açıklığa gelebilmek, masumlaşmak insanın 

kendine olan güvenini arttırır; daha tutkulu, 

kendi içinde daha uyumlu, bütünlenmiş, 

duyarlı ve sorumlu bir kıvama getirir.

Peki nasıl? Öncelikle genel geçer bir ilke 

olarak şunu söyleyebiliriz: İnsanın bilinçli 

gayretleri yoluyla. Ancak burada yolculuk 

tinseldir ve ilkeli olmak durumundadır. Tin-

seldir çünkü bilinçli, seçimli bir eylemlilik 

sürecidir. İlkeli olmak zorundadır, çünkü 

nefsin insanı her an her yöne çeken dağıtıcı, 

bencil ve yıkıcı yönelimlerine ancak bu şe-

kilde karşı konulabilir. İçimizdeki karmaşayı 

düzeltmek yaşam enerjimizin kendi özümü-

ze uygun şekilde akışı sağlanabilir. Bunun 

için önemli olabilecek birkaç nokta dikkate 

sunulabilir.

İlk olarak sık sık ölümü hatırlamak. Bu söy-

lem ilk bakışta soğuk ve itici gelebilir. Han-

gi etki uyanırsa uyansın, ama ölüm kesindir. 

En kesin olan bu hakikati hep bilincimizden 

uzak tutmaya, onunla yüzleşmemeye ısrarla 




Yüklə 242,07 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə