Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü



Yüklə 94,92 Kb.
tarix06.05.2018
ölçüsü94,92 Kb.
#42619


İÇİNDEKİLER

  1. GİRİŞ

2. FEMİNİZM ve FEMİNİST YAKLAŞIMLAR

2.1. Feminizm Nedir?

2.2. Feminist Yaklaşımlar

2.2.1. Aydınlanmacı Liberal Feminizm

2.2.2. Kültürel Feminizm

2.2.3. Anarşist Feminist Kuram

2.2.4. Marksist Feminist Kuram

2.2.5. Sosyalist Feminist Kuram

2.2.6. Radikal Feminist Kuram

2.2.7. Varoluşçuluk, Psikanaliz ve Feminizm



3. SOSYAL HİZMET ve FEMİNİZM

4. SONUÇ

KAYNAKÇA


  1. GİRİŞ

Kadının ezilmişliği, ikincilleştirilmişliği ve ötekileştirilmişliği, tarihsel olarak çok derinlere inmesine karşın feminizm modern bir terimdir. Bu bağlamda da feminizmi doğrudan kadın mücadelesine oturtmak doğru bir yaklaşım değildir. Kadın, insanlık tarihinde sömürü, iktidar ve ikincileştirmenin serpildiği tarihsel kırılmanın oluştuğu noktadan itibaren değişik biçimlerde varlığını ve mücadelesini sürdürmüştür. Feminizm, bu mücadelenin yakın dönemde aldığı biçim ve yaklaşıma işaret eder, kadını görünmez kılan ve ikincileştiren ataerkil/erkek egemenliğini sorunlaştırarak, tarihselleştirerek ve sorgulayarak çözümler üretme çabasındadır.

Kadın sorunlarının çözümünde kadın bakış açısını kullanan sosyal hizmet mesleği, yeni bir yaklaşımı ortaya çıkarmıştır. 1980 sonrasında Rusya’da komünist rejimin yıkılması kapitalizmin yayılmasına neden olurken, Avrupa’daki insan haklarına aykırı olumsuz gelişmeler ve muhafazakâr ülkelerdeki eşitsizliklerin artması sosyal hizmet mesleğinin çalışmalarını artırırken, aynı zamanda feminist sosyal hizmet uygulamalarda hız kazanmıştır. Bu nedenle nu çalışma da feminizm ve feminist kuramın kavramlarının sosyal hizmet mesleğindeki uygulamaları tartışılacaktır.


  1. FEMİNİZM ve FEMİNİST TEORİLER



2.1. Feminizm Nedir?
20. yüzyıla ait bir kavram olan feminizmin var olabilmesi 1789 Fransız Devrimi’nin ürettiği “eşitlik” ve “özgürlük” gibi düşüncelerle bunlardan kaynaklanan mücadelelere bağlıdır. Düşünce yapılarındaki dönüşüm toplumsal bir takım değişimleri gerektirmektedir. Kaplan’ın(1999) altını çizdiği gibi; Sanayi, bilim ve teknolojinin ilerlemesi, feodalizmin çözülmesi, nüfusun belirli merkezlerde yoğunlaşması, kadının geniş ölçüde iş yaşamına atılması geleneksel bağların ve düşünce yapılarının değişmesi sonucunu doğurdu(Kaplan,1999: 6).

Feminizm tarihsel bir dönüşüm noktalarında oluşur ve gelişir. Tekeli’ye göre bu tarihsel an Fransız devrimidir. Tekeli (2008), “1789 Fransız Devrimi sonrasında, ‘eşit insan’ düşüncesi benimsenince, kadınlar da bu eşitlikten pay almak istediler ama bu eşitlik onlara çok görüldü”(Tekeli,1988: 216). Burjuvazinin özgürlük çağrısı bir başka sömürü biçimi için yapılan bir çağrıydı. Yeni oluşan piyasada emeğin dolaşıma girmesi ve kendini satabilmesi için, öncelikle feodal ilişkilerin kırılması gerekiyordu. Bu durum yeni ezilme biçimlerini doğurarak kadını kapitalizmle birlikte oluşan özel alana kapattı. Bu dönemlerde salonlarda toplanıp kendilerini ve birbirlerini tanıyan, sanat, bilim ve politika üzerine düşünen kadınlar, doğmak üzere olan feminist düşüncenin çekirdeklerinden biridir. Diğer yandan ağır iş koşulları altında ezilen kadının mücadelesi, birlikleri ve direnişleri bir diğer çekirdek olma özelliğini taşır. Bir başlangıç noktası belirlenecekse, “eşit haklar” için başlayan kadın hareketi bir anlamda feminizmin de başlangıcı olarak kabul edilebilir.

Feminizmi, Fransızca‘ya 1837'de giren bu sözcüğü, Robert Sözlüğü; kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin olarak tanımlar(Mitchel,1984: 17). Feminizmin siyasal yönünü vurgulayan Çaha (1996) ise; Feminizm temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan siyasi bir harekettir. Kadın-erkek arasındaki ilişkiyi aile, eğitim, iş dünyası, siyasi hayat, kültür ve tarihe kadar geniş bir yelpaze içinde sorgular(Çaha,1996: 41). Mitchel(1985), benzer biçimde, feminizmi kadının kurtuluşuna rehberlik yapabilecek bir ideoloji olarak değerlendirir. Kadınların, sadece kadın olmaktan doğan sorunlarını inceleyen, sorgulayan ve sonuçta da cinsler arasındaki hiyerarşinin ortadan kalkmasını, kısacası, kadınların kurtuluşunu hedefleyen bir ideoloji olduğunu savunur (Mitchel,1985: 97). Ramazanoğlu (1998), diğer yandan bir eleştiri yöntemi olarak bakar. Feminizm, eleştirel bir bilinçlilik biçimidir. Toplumsal biçimlenmeleri ve patriyarkiyi anlamamızı sağlar. Bu yüzden de feminizm, bilimsel ve dinsel bilgi de içinde olmak üzere varolan fikirleri, inançları, gelenekleri ve uygulamaları eleştirir (Ramazanoğlu,1985: 97). Mitchel ve Oakley(1998) birlikte yaptığı bir çalışmada Ramazanoğlu gibi çözümleme yöntemi olmasını da vurgular. “Yeni malzemenin keşfedilmesini içerdiği kadar, bir çözümleme yöntemidir de. Yeni yanıtlar getirdiği gibi, yeni sorular da sorar. İlgi odağı, kadınla erkek arasındaki toplumsal farklılık; bu farklılık olgusunun anlamı, nedenleri ve sonuçlandır (Mitchel & Oakley,1998: 21). Bell Hooks(1984) ise feminizmin sisteme yönelik politik mücadele oluşuna dikkat çeker. Feminizm, “Cinsiyetçi ezilmeyi sona erdirmek için verilen bir savaşımdır. Bu nedenle de, muhakkak Batı kültürüne değişik düzeylerde nüfuz eden hükmedici ideolojilerin kökünü kazımak için verilen bir savaşım olmalıdır”(Altun,2008: 38).

Tarihin daha önceki dönemlerinde kimi zaman insan olarak bile kabul edilmeyen kadınlar ilk defa 17. yüzyıl İngiltere’sinde seslerini yükseltmeye başlamışlardır(Mitchel,1984: 25-33). Feminizm üzerine yazılmış en önemli ilk eser, Mary Wollstonecraft’ın 18. yüzyılda yazdığı ve kadınların eğitim, hukuk ve siyaset alanlarında erkeklerle aynı haklara sahip olduğunu iddia ettiği Kadın Haklarının Savunusu (Vindication of the Rights of Woman) adlı kitabıdır(Walters, 1984). Kadınlar, kitlesel, organize ve kurumsal anlamda ise ilk defa devrim niteliğindeki iktisadi ve siyasi dönüşümlerin yaşandığı 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve haklarını savunmaya başlamışlardır. Söz konusu dönemde özellikle Avrupalı kadınlar toplumsal ve siyasi hareketlere katılarak seslerini duyurmaya çalışmışlardır. Çünkü Sanayi Devrimi, endüstriyel kapitalizm ve devletlerin siyasi düzenlerinin temsili demokrasiye geçmesi ile birlikte, Avrupalı kadınların durumu ve konumu derinden sarsılmış, özellikle ailenin ekonomik ve siyasi öneminin azalmış olması, feministlerin seslerini daha da yükseltmelerini gerektiren bir ortam doğurmuştur(Jaggar, 1988: 3). Bu gelişmelerle birlikte, kadınların ekonomik ve siyasi bir “sorun” haline gelmesi üzerine, kurumsal feminizm bu sorunu çözmeye yönelik cevaplar arayan bir hareket ve akademik disiplin olarak ortaya çıkmıştır.

19. yüzyılda, Avrupa’da değişimin ideolojisi olan sosyalizm ve komünizm ile feminizm arasında kuramsal ittifaklar oluşturulmuştur. Bu dönemden itibaren sosyalist devrim hareketleri ile kadınların kurtuluşu arasında sıkı bir ilişki kurulmuştur. Bundan dolayı, feministler genellikle sol bir ideolojiden beslenmektedirler. Çünkü kadınların kurtuluşunun “bir toplumsal devrim sorunu” olduğunu iddia eden feministlere göre, kadınların olumsuz durumda olmalarının asıl nedeni aile, özel mülkiyet ve devlet gibi, sol ideolojinin hedef tahtasındaki kurumlardır(Reed, 1985: 93-94). Feminist hareketin güçlenmesiyle birlikte, kadınlar toplumsal, dini ve akademik ortamlarda varlıklarını hissettirmeye başlamışlardır. Peş peşe dernekler kurulmuş ve dergiler yayımlanmaya başlanmıştır.

Birinci Dünya Savaşından hemen sonra pek çok Batı ülkesinde seçme ve seçilme hakkı elde eden kadınlar, 20. yüzyıl boyunca kültürel ve felsefi görüşler oluşturarak uluslararası politikanın önemli bir baskı grubu ve aktörü olmuşlardır. Çünkü anneliğin mistik boyutu ve kadınlığın safiyeti gibi, kadınların “üstün özellikleri”ne vurgu yapan cinsel romantizm (sexual romanticism), yerini kadınların erkeklerden farklı olmadığı; dolayısıyla da kadınların ezilmesinin hiçbir rasyonel tarafının bulunmadığını savunan cinsel rasyonalizm (sexual rationalism) akımına bırakmıştır(Jaggar, 1988: 5). Modern feminizm, kadın erkek ilişkilerinde yalnızca erkeğin yaptıklarının kadınlar tarafından değil, aynı zamanda kadınların yaptıklarının da erkekler tarafından yapılabilmesi anlamına gelen, karşılıklılık ilkesinin geçerli kılınmasını talep etmektedir(Delmar, 1984: 153). Bu dönüşümden sonra ise akademik feminizm güçlenmeye başlamıştır.

1960’lı yıllardan itibaren, dünyadaki siyasi gelişmelere paralel olarak feminizmde de kavramsal ve teorik bir genişleme dalgasına tanık olunmuş; feminist hareketler daha öncekilerden oldukça farklı bir boyut kazanmıştır. Öncelikle, bütün kadınlar arasında dayanışma ve destek ilişkisi üzerine kurulan kız kardeşlik, birleştirici bir ideoloji olarak öne sürülmüştür(Mitchel ve Oakley, 1984: 11-12). Ayrıca siyahların, Üçüncü Dünya’nın, homoseksüellerin ve baskı altında, mağdur veya mahrum olan diğer kesimlerin özgürlük mücadelelerinin revaçta olduğu yıllarda, feministler de kadın kurtuluş ve özgürlük hareketlerini anlam ve kapsam açısından genişleterek arttırmışlardır(Jaggar, 1988: 5). Ancak, öncekiler gibi bu feminist hareketler de, genellikle baskı ve özgürlük kavramlarına daha çok vurgu yapan sol hareketlerin bir parçası olarak sunulmuşlardır.

Feminist teorinin tek bir tanımı yapılamamaktadır çünkü içerisinde birçok alanı barındırmaktadır. Farklı bakış açılarına sahip belirli gruplar, feminist teorinin farklı perspektiflerini gündeme getirmişlerdir. Temelde ataerkil ve toplumsal cinsiyetçi kültür eleştirisi taşıyan feminist akım, bu toplumsal olgulara karşı bir bütün eleştiri geliştiremediğinden feminist düşünürler liberalizm, marsisizm, radikalizm, varoluşçuluk ve yerel kültürün etkisinde kalarak oluşturdukları yeni yaklaşımlar ile kadın haklarına çözüm arayışlarını sürdürmüşlerdir. Bu perspektifler aşağıdaki şekilde açıklanmaktadır.


2.2 Feminist Yaklaşımlar
Aslında feminist kuram ve feminizm birbiriyle ilişkili olmasına karşın, birbirinden ayrı vurguları olan kavramlardır. Feminist kuram, toplumsal bir olgu olan kadın hareketinden kaynaklanır. Kadın tek başına ele alınabilen homojen bir kavram olmadığından; din, renk, ırk, yaşadığı toplum ve sınıf gibi olgularla birlikte geliştiğinden feminizm tek bir düşünce ve tek bir yol ile açıklanamaz. Farklı feminizmler vardır ve buna bağlı olarak da farklı feminist kuramlar. Ancak her durumda feminizm, kadının farklılığına vurgu yapan bir eşitlik savaşımıdır ve doğrudan ezme-ezilme ilişkisini ortadan kaldırmaya dönük bir harekettir. Feminist hareket kadının görünmez tarihini görünür hale getirmek, gelecek adına düşünceler üretmek, ataerkil iktidarı sorgulamak ve mücadelelerine düşünsel bir zemin hazırlamak adına feminist teoriyi beraberinde geliştirmiştir. Feminist teori diğer yandan feminist bilinçlilik ve etkin mücadele için de gereklidir. Donovan (1997), feminist kuramın kadınların ataerkiyle mücadelesinde gerekli politik bakışı sağlayabilmeleri için feminist kuramın gerekli ve zorunlu olduğunu savunur.

2.2.1. Aydınlanmacı Liberal Feminizm

18. yüzyılın sonlarında başlayan Fransız devrimiyle, yönetilenlerin kendilerini ifade etmede güç kazanması ile birlikte feminist ifade akımlarının da başlangıcı olmuştur. Fakat esas olarak Fransız devrimine katılmış olan bir devrimci olan Olympe de Gouges’un yazdığı Kadın Hakları isimli eser ilk temel metin olarak alınabilir.

Aydınlanmacı liberal feminizmin savunucularının ortaya çıkması ilk 1970 yılında Amerika da olmuştur. Feminizmin tarihi açısından, Bir diğer önemli metin Mary Wollstonecraft, tarafından 1790 yılında kaleme alınan Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi isimli eserdir. 19. yüzyıl Amerikan kadın hakları hareketinin önemli iki lideri Elisabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony selefleri Wollstonecraft, Wright ve Grimké tarafından ifade edilen Aydınlanma Teorisini geliştirerek ve daha rafine hale getirdiler. Başta Stanton olmak üzere, liberal öğretinin ötesine geçen özgün teoriye öncülük ettiler.

Aydınlanmacı Liberal Feministler aşağıdaki temel düşünceleri paylaşmaktadır:



  • Akla inanç. Wollstonecraft gibi bazı düşünürlere göre, Akıl ve Tanrı neredeyse eş anlamlıdır. Birey aklı içinde tanrısal bir kıvılcım barındırır; bu kişinin vicdanıdır. Frances Wright ve Sarah Grimke gibi feministler gerçeğin en güvenilir kaynağının herhangi bir yerleşik kurum ya da gelenek değil bireysel vicdan olduğunun göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtirler.

  • Kadının ve erkeğin ruhlarıyla akılcı yeteneklerinin aynı olduğu inancı. Başka bir deyişle kadının ve erkeğin ontolojik olarak benzer oldukları inancı.

  • Toplumsal değişime ve toplumun dönüşümüne etki etmenin en iyi yolunun eğitim olduğuna inanç.

  • Bireyin diğer bireylerden ayrı olarak gerçeği arayan akılcı ve bağımsız bir aktör olarak hareket eden ve haysiyeti bağımsızlığına bağlı olan yalnız bir varlık olduğu görüşü.

  • Sonuç olarak aydınlanma kuramcıları, doğal haklar doktrinine bağlı kalmışlardır. Önemli birçok kuramcı kendilerini siyasal haklarla ilgili taleplerle sınırlandırmamakla birlikte, 19. Yüzyıl kadın hareketi esas olarak bu talepler özellikle de oy verme talebi üzerine oturmuştur Wikipedia,(12.10.2014).

Sonuç olarak, aydınlanma kuramcıları, doğal haklar doktrinine bağlı kalmışlardır. Önemli birçok kuramcı kendilerini siyasi haklarla ilgili taleplerle sınırlandırmamakla birlikte,19. Yüzyıl kadın hareketi esas olarak bu talepler özelliklede oy verme hakkı talebi üzerine oturmuştur.

Kadın hareketleri ve liberal feminist düşünce gittikçe daha fazla kadının siyasi ve kamusal temsiline doğru odaklanmıştır. Daha fazla iş, eşit ücret ve mecliste kadınların daha fazla temsil edilmesi için mücadele veren gruplar haline geldiler. Fakat devletler kadınlara bu hakları verdikçe birinci dalga feminizm ve dolayısıyla liberal feminist hareketler gittikçe güçlerini yitirdiler.



2.2.2. Kültürel Feminizm

19. yüzyıl feminist teorisinde diğerleriyle eşit derecede önemli başka eğilimler ve teorilerde vardı. Kültürel feministler, siyasal değişime odaklanmaktansa daha geniş bir kültürel değişimi amaçlamaktadırlar. Bu nedenle, kültürel feminizmin liberal feminizme karşıt bir görüş olarak ortaya çıkmıştır.

Kültürel feministlere göre, kadınları sadece politikalarda ve yönetim şeklinde değil onları daha fazla var oldukları toplumda; aile, din gibi toplumsal normların olduğu yapılarda ikincil birey olarak görülmesine karşı, görüşler sunmuşlardır.

Liberal feministler, kadınların ve erkeklerin temelde aynı olduklarını ve “doğal” olarak her iki cinsinde eşit olduğunu savunmuşlardır. Yani aydınlanmacı “akıllı insan” düşüncesinin kadınları da kapsadığını iddia etmişlerdir. Fakat bu insan algısına ilişkin olan eril sayıtlıları göz ardı etmişlerdir. Kültürel feministler ise kadınların ve erkeklerin farklı oldukları düşüncesinden hareket etmektedirler. Kadınların fedakâr, dayanışmacı, barışçıl olduklarına; erkeklerin ise rekabetçi, savaşçı bir yapılarının olduğunu iddia etmişlerdir(Ulusoy,2013).

Bu düşünce kadınları da etkilemiştir ve özellikle dinin baskıcı sitemine saldırabilmek için bu düşünceleri kullanmışlardır. Stanton (1898), Kadınların İncili isimli eserini böyle bir düşünceyle kaleme almıştır. Hıristiyanlığın reddedilirken aynı zamanda ataerkilliğinde reddedileceğine inanmış ve o yüzdende varolan İncillere bir alternatif olarak cinsiyetçi olmayan bir İncil yazmıştır(Akt. Ulusoy,2013).

Hem kültürel, hem sosyalist, hem de anarşist düşünce içerisinde değerlendirilebilecek ama feminist düşünceye de büyük katkıları olan bir diğer isim Emma Goldman’dır. Goldman, oy hakkına, kadın ticaretine dair çeşitli makaleler yazmıştır ve bunun ötesinde özellikle yaşantısı ve eylemleriyle feminist hareket için önemli bir figür olmuştur.



2.2.3. Anarşist Feminist Kuram
Anarşist feminist kuram daha çok anarşist düşünceye bağlı olan feministler üzerinden belirginleşir, ancak bununla sınırlı değildir: anarşizm feminizme kendini gerçekleştirebileceği bir zemin hazırlar.

Anarşizm varlığı gereği feminizmin karşısına aldığı kurumların tümüne topyekûn savaş açar. Örgütlenme biçimi olarak anti otoriter-anti hiyerarşiktir ve ortak riski alan herkesin yönetime ortak olması ilkesini benimser; merkezsizdir, kardeşlik ve dayanışma kültürü hâkimdir ve çok sesliliğe izin veren bir yapısı vardır. Anarşizmin kuramcılarından Kropotkin, anarşizmin temel ilkelerini otorite karşıtlığı, karşılıklı yardımlaşma, sömürüyü reddetme, devlete ve kurumlarına karşı olma vb olarak ortaya koyar. Avrich, anarşizmi komünizm ve ezilmeye karşı olmak olarak çizerek pan-anarşizm kavramının içine kadınların kurtuluşunu da koyar.

Anarşizmi otoriteyi reddediş olarak tanımlayan Woodcock(1967); Erkin reddi feminizmin de odaklarından biridir. Erkek erkine karşı çıkış, yerine başka bir erk koymayı hedeflemez, tersine ezme-ezilme ilişkisini yok etmeyi amaçlar feminizm penceresinden bakıldığında (Woodcoch,1967:5). Cümlesinde iktidar karşıtlığını çizgisinde anarşizmle feminizmin kesiştiğini savunur ayrıca özgürlükte eşitlik, iktidar karşıtlığı, herkese söz ve karar hakkı; kapitalist üretim ilişkilerine, emperyalizme ve militarizme karşı duruş anarşist feminist kuramın feminizme sağladığı açılımlardır ve feminist cephenin genişlemesine önayak olmuştur. Diğer yandan anarşizmin feminizme katkısı kadar, feminizmin de anarşizme katkısı olmuştur.

Emma Goldman, anarşist kimliğiyle de sivrilen ve anarşist harekete damgasını vuran isimlerden biridir; kendine özgü kişiliğiyle anarşist/feminist harekete çok büyük katkılarda bulunur. Anarşist hareket içinde anarşizmin özüne aykırı olduğunu düşündüğü cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkar, kadın hakları ve özgürlüğü için savaşır, sistemin erkek egemen baskı mekanizmalarına karşı direnir. Goldman, eşcinsel haklarını açıkça destekleyen ilk Amerikalı feministtir(Donovan,1997: 110).


2.2.4. Marksist Feminist Kuram
Her şeyden önce marksizmin ve feminizmin uzlaşmaz ancak bir o kadar da birbirleri için değerli olduğunu söylemeliyiz. Marksist bir kategori olan sınıf savaşı cinsiyet körüdür ve kadını ayrı bir kategori olarak değerlendirmez, hatta bir ortak kadın kimliği tasarımı bile yoktur. Bu bağlamda marksist feminist kuram farklılığı sınıf üzerinden inşa ederken kadını proleter ortak kimliği içinde tanımlayarak ayrı bir kadın kategorisini kabul etmez. Kadının ezilmesini de ancak sınıf sömürüsünün sona ermesiyle çözülecek kadın sorununu çerçevesinde kabul eder. Ataerkil baskı mekanizmalarını hesaba katmaz.

Marksizmin ve feminizmin daha ilerici bir birliği, yalnızca sınıf ve cinsiyet ilişkilerini daha iyi bir entelektüel düzeyde kavranışını değil, ayrıca sol politikada egemenlik ve tabiyetin yerini ittifakın almasını da gerektirir(Hartmann,1992: 130). Cinsiyet körü olmayan bir sınıf ve tarihsel materyalizm körü olmayan diyalektik bir patriyarka çözümlemesi feminizme olduğu kadar Marksizm’e de yeni boyutlar kazandıracaktır.

Marksist feministler genellikle kadınlar ve proletarya arasında bir benzerlik olduğunu kabul ederek; benzer biçimde erkek ve yönetici grup çıkarlarına hizmet eden ‘yanlış bilinç’ ya da ‘erkeklerle özdeşleşen’ ideolojileri açığa çıkarma sürecinde, kendi ezilmişlik durumlarının doğru bir bilincini geliştirme yönünde kadınları teşvik ederler.

Meulenbelt’e(1987) göre feminizm ve marksizm birlikte mücadele etmelidir. “Sorun kapitalizm ve ataerkilliğin hangi biçimlerde birbirlerini güçlendirdiklerini, köklerinin ne denli iç içe olduğunu çözümlemek olduğunu söyler (Meulenbent,1987:8).

Marksizmin ilgi alanına giren kadın sorunu kadının ekonomik sistemle ilişkisi ve sınıfsal sömürüsüne ilişkindir, kadınların çıkarları kendi sınıf çıkarlarıyla örtüşür ve kurtuluşları da erkelerle birlikte sınıfsal kurtuluşa bağlıdır. Marksist bakış kadınların kadın olmalarından dolayı ezilmelerini dikkate almaz, kadının ezilmesini anaerkilliğin yıkılmasına bağlarken; diğer yandan, kapitalizmi de özellikle proleterya açısından cinsel eşitliksizleri çözen bir araç olarak görür. Kadın erkekle aynı sınıfsal sömürünün nesnesi olarak ortaklaşır ve de sınıf savaşımında aynı düzeydedir. Örf ve gelenek duvarlarının kapitalizm tarafından yıkalacağını öngören Marx’ın tersine kapitalizm ataerkil geleneklerden yaralanmış ve kapitalizm düşüncesine göre şekillendirmiştir. Üstelik emperyalizmin de devreye girmesiyle, sömürge ülkelerde kadınlarının sömürülmesi katlanarak artmıştır.

Dolayısıyla tek boyutlu olmayan sömürüyle tek boyutlu bir mücadele yetersiz kalacaktır, sömürünün bütün yönlerini göz önünde tutan çok boyutlu mücadele stratejileri geliştirmek gerekir. Çok katmanlı sömürü ve çok katmanlı mücadele daha çok üçüncü dalga feminizmin düşünsel/ideolojik sınırında durur(Altun,2008: 58).

Marksist feminist kuramın temel tartışma konularından biri de kadınların bir sınıf olup olmadığı üzerindedir. Temel marksist tezler kadını ayrı bir sınıf olarak görmez. Kadını mensubu olduğu sınıf üzerinden değerlendirir.

Marksist feminizm içerisinde yer alan kadınlar, kadınların ezilmelerine vurgu yaparken ilk marksistlerin çözümlemelerini de kendine dayanak olarak kullanarak kadınların sınıfına bakılmaksızın bir kast oluşturduğu düşüncesindedirler. Temel marksist tezlerden ayrılan kuramlar radikal feminizmin kazanımlarını da önemseyen ve marksizmin katı cinsiyet-körü bakışını bütünüyle kabul etmeyen bu yaklaşım, radikal feminizmle kurduğu bağlar bağlamında ayrı bir kuram olarak ortaya çıkar.


2.2.5. Sosyalist Feminist Kuram
Sosyalist feminizm, marksist ve radikal feminizmler arasında bir köprü olma özelliği taşır. Kapitalizmin emparyalizmle bütnleşmesi sonucunda, üretim ilişkileri sınıfsal sömürüye, yeniden üretim ilişkileri ise cinsel ezilmeye yol açar. Böylece, bütün kadınlar cinsiyetleri nedeniyle, proleter kadınlar ise bir de sınıfları nedeniyle ezilirler. Buradan anlaşıldığı üzere sınıf olgusunu erkeklerle ilişkilendirebiliriz. Sosyalist feminist kuram kadını sınıftan bağımsız ortak bir kimlikle tanımlama eğilimindedir.

Marksist kuram eşitliği devrimden sonraya ertelerken, sosyalist kuram, radikal feminist kuramdan aldığı kadının özgürleşmesi söylemiyle bugünden çaba harcamak gerektiğini ve devrimin bütün sorunları çözmeyeceğini savunur. Marksist vurgu farklı sınıflardan kadınlar arasında bir farklılık tanımlarken, sosyalist vurgu kadının kapitalizmi deneyimlemesiyle oluşan bir farklılık üzerinedir. İkinci dalga ve radikal feminist kuram, feminist harekette bir açılım sağlamıştır. Sosyalist feminist kuramı da besleyen bu açılım, yeni bir bilinç ve yaklaşım oluşturması adına da önemlidir.


2.2.6. Radikal Feminist Kuram
Radikal feminist kuram 1960’larda eşit haklar arayışından ayrı olarak, kadının özgürleşmesinden ve kurtuluşundan söz eden bir harekete eşlik eder. İkinci dalga feminizmin çekirdeği ve itici gücüdür. Kadının ezilmesinin ve ikincilleşmesinin temel nedenini ataerki olarak görür ve bu hiyerarşik cinsiyetçi sistemin kökten değişmesi talebinde bulunur. Radikal feminist kuram cinsler arasındaki ilişkinin ataerkil düşünce tarafından belirlendiğini ve bunun da kadının ezilmesine ve ikincileşmesine neden olduğunu tespit ederek politik ve ekonomik bir devrimin bunu çözmeye yetmeyeceğini, kapitalist ve ataerkil ezme biçimlerinin iç içe işlediklerini savlayarak gerçek devrimci bir değişimin feminizm olduğunu ileri sürer.

Gelecek kuşakları kurtarma politikasını terk ederek anı değiştirmeye yönelen radikal feminizm, ataerkil düşünce sisteminin yeniden üretildiği bir alan olan aileyi ve evlilik kurumunu sorunlaştırarak, özel alanda olanların “özel” bir sorun olmadığını, ezilmenin ve baskının olduğu her yerde, iktidar ilişkilerinin olduğu her yerde politikanın olduğunu savunarak ev içi ilişkilerin demokratikleştirilmesi konusunda ısrarcı oldular.

Çocukların ezilme biçimi ile kadınların ve diğer ikincileştirilmiş grupların ezilme biçimleri birbirine benzer. Kapitalist-ataerkil yapı çocukların aileye olan duygusal ve ekonomik bağımlılığını güçlendirerek çocukları güçsüzleştirir.

Kadınların ve çocukların sınıfsal ezilmesi şirinlik edebiyatıyla sarıldığından, buna karşı savaşmak, açık ezilmeye karşı savaşmaktan daha zordur(Firestone,1993: 99). Radikal feminist yaklaşım ataerkinin baskı altında tuttuğu bu iki grubun kurtuluşunu ortaklaştırır ve kurtuluş ataerkinin çözülmesi ya da yıkılmasıyla mümkündür.

Radikal feminist kuramın üzerinde durduğu bir başka nokta da, kadın bedeni üzerine kurulan ataerkil denetim iktidarının pornografi, tecavüz ve kadın bedeninin medyada temsilidir. Radikal feminist kuram kadın bedeninin aşağılanmasını ve nesneleşmesini eleştirir ve çözümler arar. MacKinnon(2003: 132), tecavüz ve pornografi gibi kadın bedenini kullanılabilir bir nesne olarak değerlendiren eylemleri kadın cinselliğini tanımlayan erkek bilinci olarak ortaya koyar.

Radikal feminist kuram kadına vurgu yaparak onu güçlendirmeye çalışırken farklılık politikasına tutunur. Kadın ve erkek arasında bir farklılık tanımlarken, kadınları ortak bir payda olarak alır. Sınıf ve kültür gibi ayrımlara çok fazla itibar edilmeyince, evrensel ataerkinin karşısına özsellikle tanımlanan bir evrensel kadınlık doğası konur. Ataerkiye karşı kısa vadeli bir tepki olarak verilen ayrımcılık, radikal feminist kurama yapışarak karakteristik özelliğine dönüşür ve bu tepkisel yaklaşım radikal feminizm tarafından aşılmadan ardından gelen feminizmler tarafından eleştirilerek aşılır. Kuşkusuz farklılık politikası ayrımcılıkla birleştiğinde ataerkil sistemin üzerinde durduğu düalist yapıyı destekleyerek tersine cinsiyetçilik üretmek gibi bir açmaza saplanmıştır.


2.2.7. Varoluşçuluk, Psikanaliz ve Feminizm
Varoluşçuluk feminizminde kadın sorunlarının tartışması, ilk Simone de Beauvoir’in İkinci Cins(1949) adlı kitabı ile feminist kuramların ilgi alanına girerek kendine bir kanal oluşturur, ancak bunun dışında da çok fazla irdelenmez. Simone de Beauvoir(1993) göre; Kadınlar hiçbir vakit özerk ve kapalı bir toplum kuramamışlardır; erkeklerin yönettiği bir topluluğa karışmışlardır ve burada, ikinci derecede bir yerleri vardır(Beauvoir,1993: 7). Beauvoir kadının ikincilliğini verili bir durum olarak almaz. Varoluşçu bir yaklaşımla toplumsal cinsiyet tanımlaması yapar. Kadın ne yaratıldığı ne de genleri onu koşullandığı için ikincildir; verili bir kadın doğası yoktur. Kadınların ikincilleştirmesinin nedeni öz var olumlarından değil, içinde bulunduğu toplumsal durumdan kaynaklanmaktadır.

Ataerkil ilişkiler içinde doğallaştırılmış olan verili “bağımlı ve nesne” pozisyonunu aşarak kendilerini özne olarak yaratabilmenin ön koşulu kendilerine benimsetilen toplumsal rolleri reddetmektir. Kurtuluş ancak topluca olabilir ve her şeyden önce, kadının içinde bulunduğu durumun iktisadi yönden evrimini gerektirmektedir(Beauvoir,1993: 152). Kadın kurtuluşunun ilk adımı onun ekonomik özgürlüğüdür, ancak yeterli bir adım değildir.

Psikanaliz de feminist kuramcıların ve kuramların sıklıkla ilişki kurdukları disiplinlerden biridir. Sıklıkla erkek egemen bakışa sahip ve cinsiyetçi olmalarına rağmen Freud ve Lacan’ı kuramlarına dayanak olarak alırlar.

Freud’a göre insan fizyolojisinin ondan beklediği şekilde yaşar ve biyolojisi onun kaderidir. Buna göre Freud düşüncesinin ilk dönemlerinde cinsel enerjinin insanın bedeninde ki konumuna göre insanın varlığını tanımlar. Bu hareketler bireyin yaşına ve gelişmişlik seviyesine göre değişmektedir(Ulusoy,2013: 6-7).

İkinci dalganın ideolojik çizgisinde ilişkiye geçilen ruhçözümcü ve varoluşçu yaklaşımlar feminist kurama yeni kapılar açar. Kadının verili ve özsel olarak tanımlanmış bir kimliği olmadığını, kültürel ve toplumsal bir süreçte üretildiğini, dolayısıyla da bu kimliğin değişebilir olduğunu ortaya koyar. Kadını ortak bir kimlik olarak değerlendirmekle birlikte, kadınlığın özgül olarak oluştuğu düşüncesi farklı kadınlık durumlarının varlığına yönelik bir altyapı oluşturarak üçüncü dalgaya kuramsal zemin hazırlar.
3. SOSYAL HİZMET ve FEMİNİZM
Feminizm bir kadın hakları hareketi olup, feminist kuramlar ve kuramcılar toplumsal kadın-erkek statülerinin neticesinde baskın olan erkil egemenliğinin, kadınlar üzerindeki baskısını kaldırmak için alternatif ve eşitlikçi, toplumsal cinsiyet kavramını dikkate alan bir çerçeve sunar. Sosyal hizmet mesleği ise toplum refahı artırmak için olan düzen içerisindeki baskı altındaki gruplarla mesleki çalışmalar yapar. Sosyal hizmet disiplini ve mesleği sosyal adaleti gerçekleştirmek, genelde her türlü eşitsizlikle mücadelede etkin rol almak ve "değişimi sağlamak" gibi özelliklere sahiptir(Buz, 2009: 53). Kadın sorunlarının çözümünde kadın bakış açısını kullanan sosyal hizmet mesleği, yeni bir yaklaşımı ortaya çıkarmıştır. 1980 sonrasında Rusya’da komünist rejimin yıkılması kapitalizmin yayılmasına neden olurken, Avrupa’daki insan haklarına aykırı olumsuz gelişmeler ve muhafazakâr ülkelerdeki eşitsizliklerin artması sosyal hizmet mesleğinin çalışmalarını artırırken, aynı zamanda feminist sosyal hizmet uygulamalarda hız kazanmıştır.

Feminist sosyal hizmet, çalışan kadınların kolektif eylemlerinin karşılığını bulmuş halidir. Amaçları, kadınların kişisel problemlerini dile getirmektir. Bununla birlikte problemlerini toplumdaki pozisyonları ve statüleri ile ilişkilendirerek refahlarını arttırmaktır. Bunun anlamı da kişisel ve özel sorunların toplumu ilgilendiren konular olarak yeniden adlandırılmasıdır. Feminist sosyal hizmet yapılandırılırken, kadın aktivistler daha genel bir feminist bakış açısı üzerinde durmuşlar, kendi teori ve pratiklerini oluşturmuşlardır. Bu şekilde feminist sosyal hizmet aynı zamanda feminist araştırma, feminist uygulama konularına katkıda bulunmuştur (Dominelli, 2002, Akt: Tunç,2013: 215).

Güçsüz bir grup olarak kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliğini onların ifadeleriyle anlamak ve güçlenme için gerekli koşulları sağlamak sosyal hizmetin; bireyselleştirme, katılım, bireyin ve tolumun bulunduğu yerden başlama, self-determinasyon, insan hakları ve sosyal adalet ile çok yakından ilişkilidir. Çünkü feminist yaklaşım, tıpkı sosyal hizmet gibi, güçsüz ve baskı altında konumlanan gruplardan kadına ilişkin gerçeği anlama ve değiştirme çabasında başarılı olabilmek için, değişme sürecine konu olanların görüşlerinin ön plana çıkarılmasına büyük önem atfetmektedir(Duyan ve ark.,2008: 139).

Feminist kuramın dikkat çektiği toplumsal cinsiyet, ataerkillik, kamusal/özel alanı ayrımı gibi temel kavramların feminist sosyal hizmet uygulamasının bileşenlerini oluşturduğu görülmektedir. Kadınların geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun bakım verici, eş, anne gibi pasif ve erkeğe bağımlı oldukları yönündeki kalıp yargıların farkında olan ve bu kalıp yargılar ve kadınların deneyimledikleri baskının kökenlerini kavrama ve güçlenmelerine odaklanan feminist sosyal hizmet uygulaması çok özel bir yerde durmaktadır(Buz,2009: 64).

Dominelli (2002: 7)’ye göre feminist sosyal hizmet, sosyal hizmet uygulamasının bir çeşididir. Dünyadaki kadın deneyimlerinden yola çıkarak, kadınların toplumdaki pozisyonları ile kişisel çaresizlikleri arasında bağlantı kurarak analiz etmekte, müracaatçının özel ihtiyaçlarına yanıt arar, müracaatçı ile arasında eşitlikçi ilişki kurmakta ve yapısal eşitsizliklere dikkat çekmektedir. Kadınların özel ihtiyaçlarına ve hayatlarında karışıklıkları durumlara bütüncül bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Sayısız çatışma ve yaşanan baskılar feminist sosyal hizmetin ayrılmaz parçalarıdır. Birbirine bağlı olan sosyal ilişkilere (erkek, çocuk, diğer kadınlarla olan ilişkisine) de odaklanması gerekmektedir.

Dominelli(2002: 162), feminist sosyal hizmet uygulamasını biçimlendiren ilkelerden söz etmektedir. Bu ilkeler:



  • Kadınların farklılıklarını tanımak,

  • Kadınların güçlerini değerli kılmak

  • Farklı kadın grupları arasında farklılığın eşitsiz güç ilişkileri için bir temel olmasını önleme konusunda ayrıcalıkları ortadan kaldırmak

  • Yaşamlarının tüm boyutlarında kadınların kendi kararlarını verebilmede aktif olduğunu göz önünde tutmak

  • Birey olarak kadınların sosyal koşullar içindeki belirleme ve birey kolektif birim arasındaki karşılıklı bağlantıyı onaylamak

  • Kadınlara, kendi ihtiyaç ve problemlerine buldukları çözümleri ifade edecek bir alan sağlamak

  • Kişisel olan politiktir, ilkesini uygulamanın makro, mezzo ve mikro düzeylerini kabul etmek

  • Bireysel güçlük ve sıkıntıları genel konular olarak yeniden tanımlamak

  • Kadınların ihtiyaçlarını yaşamlarının her alanında diğerleriyle etkileşimlerde bulunan diğer tüm insanlar gibi ele almak

  • İnsan ilişkilerinin bağımsız doğasını teşhis etmek ve bunun birey ya da grup düzeyinde neye yol açtığı ve nasıl gerçekleştiğini kavramak

  • Kadınların bireysel problemlerinin sosyal nedenleri olduğunu teşhis etmek ve her müdahalede bu iki düzeyi ele almak

  • Bireysel problemlere yönelik ortak çözümler bulmaya çalışmaktır.(Buz,2009: 58)

Bu ilkeler sosyal hizmet mesleğinde feminist bakış açısı kazandırarak bütüncül bir çerçeve geliştirir.

Feminist teoriler diğer geleneksel kalıpların aksine, kadınların deneyimlerinin dinamiklerini ve yapılarını sosyo politik ve kişilerarası cinsiyet hiyerarşileri içinde açıklamaktadır. Ayrıca, günlük sosyal yapılardaki ayrımcılıklara dikkat çekmektedir. Kadınların sosyal ve kişisel problemleri üzerinde sosyal hizmet uzmanlarının hareketliliğini ve duyarlılığını arttırmak için feminist uygulama konusunda deneyimli olmaları gerekmektedir (Saulnier, 2000,Akt: Tunç,2013:215).

Feminist perspektife göre sosyal hizmet uzmanı için önemli olan diğer noktalar şu şekilde belirtilmektedir (Sheafor ve Horejsi, 2002):


  • Sosyal hizmet uzmanı- müracaatçı ilişkisi eşitlikçi olmalıdır.

  • Sosyal hizmet uzmanı, otorite figürü ya da uzman olarak değil, müracaatçının arkadaşı veya meslektaşı olarak görülmelidir.

  • Müracaatçının problemleri sosyo-politik bağlamda ele alınmalıdır.

  • Güç ilişkilerine dikkat çekilmelidir.

  • Sosyal hizmet uzmanı kendi ile ilişkili kişisel deneyimlerini paylaşmak için gönüllü olmalıdır.

  • Yardım süreci, cinsiyet ayrımcılığı hakkında bilgilendirme, kalıp toplumsal cinsiyet rolleri hakkında bilgilendirme gibi güçlendirme ve eğitime odaklanmalıdır.

  • Yardım sürecinde müracaatçılar aktif olmalıdır, problemden ziyade müracaatçının güçleri üzerinde durmalıdır.

Feminist perspektif genellikle kadın müracaatçılara pozitif ayrımcılıklar uygulanmaktadır, fakat mesleki müdahalede güçlendirme, sosyal adalet, sosyal deneyim paylaşımı gibi farklı özellikleri sosyal hizmet uygulamasının parçalarıdır.

Kadınların “özel” sorunlarının “toplumsal” bağlantılarını görmede ve kadınların bu türden bir bilinçlilik kazanmaları bakış açısına dayanan feminist sosyal hizmet uygulaması kadınların “aile içine” geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine “uyum” yerine bu rollerin eşitlikçi bir şekilde dönüşümünü hedeflemektedir(Buz,2009: 65). Bu nedenle erkek müracaatçılarla çalışırken de feminist perspektiften yararlanmak, erkek egemen olan aile erkeklerine, toplumda kadının yeri ve kadın-erkek eşitliğini hatırlatmayı, anlatmayı empoze etmeye yarayacaktır. Örneğin maddi durumu zayıf olan aileye, ayni nakdi yardım sağlamak için aile görüşmesi yapan sosyal hizmet uzmanı, aileyi tanımak için soruları sadece erkek bireye değil eşit miktarda kadın birey ile de aynı ölçüde diyalog içinde olursa, erkeklerin bilinçaltındaki dış dünya ile sadece evdeki erkek muhattap olur ve böylece karar alma yetkisi onundur imajını yıkar.

Buz (2009: 53-54) feminist sosyal hizmet uygulamasını cinsiyetçiliğe meydan okuyan alternatif ve yeni bir uygulama türü olarak açıklamaktadır. Ayrıca kadın deneyimleri analizinin feminist sosyal hizmet uygulamasının başlangıç noktasını oluşturduğunu ve deneyimlenen sorunların nedenini yapısal nedenlerle açıklayarak kadınların da deneyimledikleri sorunlara meydan okumasını sağlamaya çalıştığını ifade etmiştir.
4. SONUÇ
Literatürde, feminist teori kapsamında kadın odağında yapılan çalışmalar daha çok yer almaktadır. Yapılan incelemeler de göstermektedir ki kadınların yaşadıkları durumlar mikrodan makroya farklılık göstermektedir. Bu nedenle kadın müracaatçıların uygulamaya getirdikleri konular da çeşitlilik göstermektir. Feminist perspektiften bakıldığında, bu çeşitlilik bağlamında Collier’e göre (1982, 57-77: Akt: Tunç,2013:215) kadınların danışmaya getirdikleri konular arasında; kendilerini güçsüz hissetmeleri, seçimlerinde kısıtlanmalar yaşamaları, öfke, kendini besleyememe, bağlılık ve bağımsızlık arasında denge kuramama, kendine güvensizlik, yetersiz iletişim becerileri, geleneksel rol beklentileri ile karşılaşmaları şeklinde farklılaşmaktadır.

Feminizm birçok anlamda iyi bir sosyal hizmet uygulaması ile paraleldir; özellikle etik kurallarda her türlü ayrımcılığa karşı durulduğu belirtilmektedir. Duyan ve ark.(2008) göre; Teori, feminizm ve sosyal hizmet arasındaki ilişki hem sosyal hizmetin hem de feminizmin kalbinde olan sosyal politika ve praksis arasında devam eden gerginliği sembolize etmektedir. Sosyal hizmetin de doğasında olan sosyal politika ve reform ilişkisi pratiğe aktarımda teorideki gibi sosyal hizmetin temel söylemlerini gerçekleştirmede önemli bir yol gösterici araç olduğu düşünülmektedir(Duyan ve Ark, 2008: 139).

Geleneksel sosyal hizmet uygulamasının dışında feminist sosyal hizmet uygulaması “kişisel olan politiktir” ilkesini uygulamanın mikro, mezzo ve makro düzeyleriyle bütünleştirerek hareket eder. Çünkü özel alandaki deneyimler olarak sunulan sorunlar aslında ataerkillikle bağlantılı, cinsiyetçi yapısal faktörler bütününden doğmaktadır. Feminist sosyal hizmet bu çerçevede “uyumlandırma” yerine “güçlendirici ve daha fazla daha fazla seçenek yaratıcı” bir çerçeve sunmaktadır(Buz,2009: 65).
KAYNAKLAR

ALTUN, hakan. (2008), Denizden Gelen Kadın, Doktora Tezi, Ankara, s.35-75


ANJA, Meulenbelt, Feminizm ve Sosyalizm. Çev: Erman Demirci (İstanbul: yazın Yayıncılık, 1987), s.8
BUZ, sema, feminist sosyal hizmet uygulamarı, toplum ve sosyal hizmet dergisi, cilt 20 sayı1 nisan 2009
BUZ, sema. (2009). Feminist sosyal hizmet uygulaması. Toplum ve Sosyal Hizmet, 20(1): 53-65.
ÇAHA, Ömer, Sivil Kadın, İstanbul, Vadi, 1996.
DELMAR, R. (1984), “Engels‟in „Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Yükselişi‟ne Yeniden Bakış”, Juliet

Mitchel ve Ann Oakley (ed.), Kadın ve Eşitlik, (Çev. Fatmagül Berktay), Ankara: Kaynak Yayınları, ss.

133-155.
DOMİNELLİ, L. (2002). Feminist social work theory and practice. Baingstoke: Palgrave Macmillan
DONOVAN, Josephine, Feminist Teori, Çev: Aksu Bora, Meltem A. Gevrek ve Fevziye Sayılan, İstanbul,

İletişim,1997.


HEİDİ, Hartmann, “Marksizm’le Feminizmin Mutsuz Evliliği” Kadının Görünmeyen Emeği. Der: Gülnur Savran ve

Nesrin Tura (İstanbul: Kardelen, 1992), s. 130.


http://tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm
JAGGAR, A. M. (1988), Feminist Politics and Human Nature, New Jersey: Rowman & Littlefield Publishers, Inc.
KAPLAN, E. (1999), Türk Siyasal Sisteminin Temel Belgelerinde Kadın ve Kadın Sorunu, Yayınlanmamış

Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi: 6.

MACKİNNON, Catharine A., Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, Çev: Türkan Yöney ve Sabir Yücesoy,

İstanbul, Metis, 2003. 132


MITCHEL, J. ve OAKLEY, A. (1984), “Giriş”, Juliet Mitchel ve Ann Oakley (ed.), Kadın ve Eşitlik, (Çev.

Fatmagül Berktay), Ankara: Kaynak Yayınları, ss. 11-22.


MITCHET, J., & Oakley, A. (1998), Kadın ve Eşitlik, Çev: Fatmagül Berktay, İstanbul, Pencere.
MICHEL, A. (1984), Feminizm, (Çev. Şirin Tekeli), İstanbul: Kadın Çevresi Yayınları.
RAMAZANOĞLU, Caroline. (1998) Feminizm ve Ezilmenin Çelişkileri, Çev: Mefkure Bayatlı, İstanbul, Pencere

Yayınları.


REED, E. (1985), Kadın Özgürlüğünün Sorunları, İstanbul: Yazın Yayıncılık.
SHULAMİTH, Firestone, Cinselliğim Diyalektiği.Çev: Yurdanur Salman (İstanbul: Payel, 1993), s. 99
SİMONE, de Beauvoir, Kadın İkinci Cins Bağımsızlığa Doğru. Çev:Bertan Onaran (İstanbul: Payel,

1993), s. 7- 152

TEKELİ, Ş.(1998), Kadınlar için Yazılar, İstanbul, Alan.
TUNÇ,melike, FEMİNİST GRUP ÇALIŞMASI: TEMELİ, KAPSAMI VE SÜRECİ, toplum ve sosyal hizmet

dergisi, cilt24 sayı 2 , ekim 2013

WALTERS, M. (1984), “Kadın Hakları ve Kadınların Uğradığı Haksızlıklar: Mary Wollstonecraft,


Harriet Martineau, Simone de Beauvoir”, Juliet Mitchel ve Ann Oakley (ed.), Kadın ve Eşitlik, (Çev.

Fatmagül Berktay), Ankara: Kaynak Yayınları, ss. 157-265.


WOODCOCK, George. (1967) Anarşizm, Çev: Ergün Tuncalı İstanbul, Kitapçılık Ticaret.



Yüklə 94,92 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə