Anlayanlar mânayı arayanlardır. İdrâk-i meâldir âdemi bilir kılan



Yüklə 99,62 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix05.10.2017
ölçüsü99,62 Kb.
#3126


Anlayanlar mânayı arayanlardır. 

 

 

İdrâk-i meâldir âdemi bilir kılan.

ANLAMAK, İDRÂK ETMEK

 

BU BÖLÜMDE:

 

•  Vâkıf olagör meâl-i hale

 

•  Bilmek mânayı anlamaktır

 

•  Yürü bir hastaya arz eyle halini

 

•  Cân gözün bidar gerek

 

•  Haricten temâşâ etmek

(Ayrıca bakınız: Bilen ile bilmeyen)

Bu beyitler İbrahim AKGÜN'ün "Söz İncileri" isimli çalışmasından alınmıştır. Bkz. AKGÜN, İbrahim; Söz İncileri.  

(Osmanlı Şiirinden Seçmeler)Osmanlı Düşüncesinden Seçmeler-1.  

Kurtuba Yayınları. 496 sayfa. Ankara, 2010. 




27

Vâkıf olagör meâl-i hale

1.  Ben ne yazdım, sen ne fehm eyledin, garib efsanedir. 

 

 

 

 

 

            Muallim Nâcî

Ben neyi kastettim, sen ne anladın, garip hikâyedir. Tuhaf şey: 

Ben ne yazdım (söyledim), sen ne anladın!

2.  Çâk olmayacak sadef ne kâbil 

 

Olmak güher-i murâd hâsıl

 

 

 

      Şeyh Galib

İstiridyenin kabuğu açılmadan arzu incisinin ele geçmesi 

mümkün müdür? Sen gözünü, kulağını açıp bakmadan, dinle-

meden, düşünmeden hiçbir şeyi anlayabilir misin hiç?



sadef: Sedef, inci kabuğu, inciyi yapan hayvan.

 Divan 


şiirinde sadef şekil yönünden kulak ve göze benzetilir.

Kimi şeyler, “diğer” bazı şeylerin içinde gizlidir ve “o di-

ğerleri” açılmadan elde edilemez ve anlaşılamazlar.

3.  Edeli zevk-i tahayyür gamı tiryâk bana

 

Oldı vâ-sûhteği mâye-i idrâk bana

 

 

 

 

 

 Nâilî

Hayretten duyduğum zevk bana gamı panzehir yapalı; yaşa-

dığım her pişmanlık anlayışımın, olgunlaşmamın mayası oldu.

“İkra”



28

4.  En ummadığın keşfeder esrâr-ı derûnun

 

Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın

 

 

 

 

              Ziya Paşa

Sen herkesi, hiçbir şeyi göremez ve gördüğünü anlamak-

tan aciz sanma; hiç beklemediğin kimseler bile keşfedebilir 

derinliklerin esrarını.

Bizler bir şey ve olay hakkındaki düşüncelerimizi söyler-

ken, çoğunlukla, konuştuğumuz kişinin de konu hakkında bir 

görüşünün  ve  fikrinin  olabileceğini  hesaba  katmayız.  Bunu 

hesaba katsak bile, konuştuğumuz kişinin konuyu ne kadar 

bildiğini ve bilgisinin ne seviyede olduğunu merak etmeden 

konuşuruz. Konuşmanın hayırlısı, muhatabımızın bilgi seviye-

sinin bizden yüksek veya onun bizden daha çok bildiğini an-

lamamız durumunda susmamız ve sözü ona bırakmamızdır.

Bu beyitteki ikinci mısra, halka arasında “Sen kendini âkil, 

herkesi anlamaz mı sanırsın”

 şeklinde de söylenmektedir.



5.  İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez

 

Zîrâ bu terazi o kadar sıkleti çekmez

 

 

 

 

        Ziya Paşa

Küçük akıl sahipleri için mânanın idrak edilmesi şart de-

ğildir;  zira  (onların)  akıl  terazileri,  mânadan  kaynaklanan 

ağırlığı çekemez. (Bu beyit hakkında; Ünlü Beyitler bölümün-



de, ilk mısraya göre alfabetik sırada, açıklama bulunmaktadır.)

6.  İy Yûnus Emre tıfl iken hîç nesneyi fehm itmedin 

 

Cümle ‘ulûmı keşf idüp bildürüp örgenden nedür

 

 

 

 

 

           Yûnus Emre

Ey Yûnus, gençken, çocukken olup bitenden hiçbirşey an-

lamadın, (sormadın kendine): Cümle ilmi, keşfedip bildiren 

ve öğreten nedir…

Hiç bütün sözler bir sözle başlayıp, aynı sözle biter mi! Hiç 

bu kadar “az” ile bu kadar “çok” anlatılabilir mi? Söz pazarı 

kurulsa, sözü sarraflar satsa Yunus’un bir kelimesi kaç altın 

ederdi  acaba!  Kelâm,  kelâmla  tartılacak  olsa,  Yunus’un  bir 




29

sözü, hatta bir kelimesi yüklenmiş teraziyi mizanda tutmak 

için kaç şiir, kaç kitap gerekirdi acaba?

7.  Kalpleri kulağa bağlı, kulak kalbe değil

 

Gözleri karadır, ak olansa göz bebekleri

 

 

 

                 Ahmed-i Hânî

Kalb (kalp) mi kulağa bağlı olsun, yoksa kulak mı kalbe?  

Bedenin efendisi kalptir, kulaksa bir haberci, bir nakilci. Kal-

bin efendi olması, öyle sadece bedenin merkezinde yer alma-

sı, bedeni besleyen kanın vanasını elinde tutmasından değil, 

insani sıfatların ona yüklenmesindendir. Öyle ki, beyne bile 

ortaktır kalp, onsuz düşünce eksiktir. Allah’ın rahmet ve mer-

hamet sıfatlarının insandaki tecellisi kalpte misafir edilir.

Kalplerine kulak asistanlığı yaptıranlar anlamakta güçlük 

çekerler ama bu haksız işgal orada da kalmaz. Kalenin giriş 

kapısındaki nöbetçiyi müdür tayin edenlerin öteki müdürleri 

de çıkış kapısındadır, yani dildir. O dil ve kulak terbiye edilip, 

âdap gemi ile gemlenmez, kalbin ve beynin emrine verilmez-

lerse şeytanın bedendeki ortağı haline gelirler!

1

Ahmed-i Hânî: “Mem û Zîn

 adıyla bilinen meşhur mes-

nevinin  şairidir.  Bölgedeki  medreselerde  zamanında  iyi  bir 

eğitim alan şair, Doğubayazıt’ta yaşamış, burada bir medrese 

kurmuş ve müderrislik yapmıştır. (Daha fazla bilgi için lütfen 

bu dipnota bakınız.)

2

8.  Kimin bâlâ-rev-i envâr edersin

 

Kîmin bigâne-i idrâk-i mana

 

 

   Hersekli Arif Hikmet

1  Beytin Kürtçe aslı: Wan dil guh e guh bi dil ve nîne/ Reşçav in û merdumeksipî ne.

2  Ahmed-i Hânî: (1650/51-1706/07) Ailesi Hakkâri asıllı olup Doğubayazıt’a yerleşmiş ve 

Ahmed-i Hânî de burada doğmuştur. İlim tahsili için değişik yerlere gitse de hayatının çoğu 

burada geçmiştir ve aynı ilçede vefat etmiş olup mezarı da buradadır. İyi bir medrese eğiti-

mi almış ve saray kâtipliği yapmıştır. Tasavvufi şiirler ve başta doğu klasikleri arasında yer 

alan Mem û Zîn adlı meşhur mesnevisi olmak üzere çeşitli eserler yazmıştır. Çocuk eğitimi 

için yazdığı Nûbehîra Biçûkan adlı eseri de bunlar arasında yer almaktadır. Babası da bir 

medrese âlimi olan bu Kürt âlimi eserlerini Kürtçe yazmış, Doğubayazıt’ta bir medrese inşa 

etmiş ve hayatının sonuna kadar burada eğitim ve halkı irşad görevini sürdürmüştür.  Nak-

şibendî tarikatına mensup Ahmed-i Hânî’nin ünlü Mem û Zîn adlı eserinde sıradan bir aşk 

hikayesi değil, insanın ruh dünyasıyla yücelmesinin serüveni kurgulanmıştır.




30

Kimini (anlar kılıp) aydınlıklar, nurlar içinde yüceltirsin; 

kimini de mânayı anlamaya bigâne kılar, (karanlıklar içinde 

bırakırsın).

Ey Rabbim! Kiminin anlama yeteneğini artırarak onu ay-

dınlıklar içinde yüceltir; kiminin de anlayışını kısar, onu mâ-

nadan uzak, anlamaktan yoksun bırakırsın.

9.  Kimseler fehmetmedi mânâsını davamızın 

 

Biz dahi hayranıyız dâvâyı bi mânâmızın

 

 

 

 

 

      Lâedri

Dâvâmızın  mânâsını  kimseler  anlamadı;  biz  ise  hiçbir 

mânâsı olmayan dâvâmızın hayranıyız.

Mânasız işleri dâvâ edinenlerin başkaları tarafından anla-

şılmayı beklememeleri gerekir. Mânasız işleri dava edinenler, 

körlükte bir o kadar ileri giderek, kimsenin dönüp bakmadığı 

dâvâlarının hayranı olurlar. Artık böylelerini, bu mânasız yol-

da tutacak ve yaptıklarını anlatacak kimse de yoktur. Onlar, bu 

yolda kendi gözlerine ve kulaklarına perde çeker, belki felaket-

lere götürecek bir yolun yolcusu olurlar. İyi ki içlerinden biri 

bunun farkına varıyor da, böyle güzel bir beyit ortaya çıkıyor.

10.  Rüşd ü idrak gerek insana 

 

Yaraşır kelle kulak hayvana

 

 

 

             Fâzıl

İnsana gerekli olan, idrakten gelen olgunluk vasfıdır; (in-

sanı gösterişli kılan) kelle ve kulak hayvanlarda aranması ge-

reken şeylerdir.

İnsana lâzım olan şey kafa, kulak değil. Onlar bir hayvanda 

da bulunur. Sen aklın binasına (kafanın görünüşüne), o bina-

nın süsüne değil, içindekine bak! İnsan için gerekli olan kafa-

tası değil, onun içindeki cevherden doğacak idraktir.



11.  Sen kudret-i fehmi eyle peydâ

 

Ben söyleyeyim sen eyle ısgâ

  

 

 

     Şeyh Galib


31

Sen anlamak için idrak gücünü geliştirmeye bak; ben söy-

leyeyim de sen dinle.

12.  Suhan-ı bihûdeden hoşgelür âvâz-ı horos 

 

Bâri manâsını bilmezse de hangâmı bilür

 

 

 

 

 

         Nâbî

Horoz sesi boş sözden daha hoş gelir kulağa; horoz bağır-

dığının manasını bilmez ama (hiç değilse) ne zaman ve nasıl 

öteceğini bilir.

Nâbî şunu mu demeye getirir? Çekilmez olan, insanların 

sadece ne söylediklerini bilmemeleri değil; neyi, nerede, ne 

zaman  ve  nasıl  söylemeleri  gerektiğini  bilmemeleridir.  Ne 

söylediklerini  bilmeyenler,  hiç  olmazsa  söylediklerini  güzel 

bir dille, yerinde ve zamanında söylerlerse dinlenebilirler. Bu 

şekilde yanlışlarını da azaltmış olurlar.



13.  Tahkîkini ehl-i fehm anlar

 

 

 

      Nedîm

Bunun doğru olup olmadığını anlayış (idrak) sahipleri bi-

lir ve anlarlar.

14.  Teferruatı bırakıp fer’den asla geç ki bu köhne dünyada

 

Ta ki, olmayasın cehalete merkep, yükü altında hudusun

Mela Ahmedê Cezîrî

Bırak teferruatı, ayrıntıyı, (her işin) aslına bak; yoksa yara-

tılmışların bilgisi yükü altında kalır, cehalet merkebi olursun. 

Yani bir sürü teferruatı, ayrıntıyı ezberler ve onlarla uğraşır 

ama hiçbir büyük meseleye de onlarla çözüm bulamazsın. O 

teferruat ve ayrıntıları boşuna yüklenmiş olursun.

3

İnsanlar vardır, hayatları boyunca akıl almaz sayıda eşya ve 



olayları anlatır dururlar. Zannedersiniz ki, bu dünyadaki işleri 

eşyanın veya başkalarının yaptıklarının kâtipliğini yapmaktır. 

3  Beytin aslı Kürtçedir: Tu ji feslê here eslê ku di vê dêrê xerab/ Da nebî merkebê cehlê tu di 

bin barê hudûs.



32

Bilgilerinin çokluğuna rağmen dünyada asıl olup bitenlerden 

haberleri yoktur. Öyle ki, her şeyin, her faslını bilir ama hiçbir 

şeyin aslını bilmezler. Bir İngiliz deyişi vardır: “O, her şeyin 

fiyatını bilir ama hiçbir şeyin değerini bilmez! (He knows the 

price of everyting, but he dosen’t know the value of anything.)” 



Mela (Molla) Ahmed-i Cezîri:

 1567-1640 yılları arasın-

da yaşadığı tahmin edilmektedir. Kendi zamanında bugünkü 

Türkiye, Suriye ve Irak’taki ilim mektep ve medreselerinde 

iyi bir eğitim görmüştür. “Kürtçe’nin bütün lehçelerinin yanı 

sıra Arapça, Farsça ve Türkçe’ye de vakıf” olup fıkıh, kelam ve 

tasavvuf konularında zengin bir birikime sahiptir. (Daha fazla 

bilgi için lütfen bu dipnota bakınız)

4

15.  Tekrârlarla şüpheleri dâniş anlama 

 

Gel ârif ol ki ma’rifet olsun tecâhülün

 

 

 

 

     Şeyh Galib

Tekrar yaparak (şüpheleri giderip) bilmediğini bilinir hale 

getiririm sanma; gel, gerçekten bilme yolunu seç ki, bilmez-

likten gelmen bir işe yarasın.

Telkinle yanlış (veya şüpheli) olan doğru hale gelir sanma. 

Bilmezlikten gelmeyi bırak, bilmeyi amaç edin ki, anlama ka-

biliyetin, öğrenme melekelerin gelişsin ve bilmediğin, bildi-

ğin haline gelsin.



Açıklama:

 Sufilerce ilim, insana varlık verdiği için, gerçe-

ğe perde olabilir. Bu bakımdan ilmi bilmediğini anlamak için 

öğrenmeyip de onu gaye edinen, hiçbir şey elde edemez. Yine 

sufilerce  irfan,  aşk  ve  cezbeyle  içe  doğan  anlayıştır  ve  arif, 

âlimden üstündür. (Bknz: Gölpınarlı; Şeyh Galip Divanından 

Seçmeler, 70)

4  Mela Ahmed-i Ceziri; “… geniş ve derin bir ilme, keskin bir marifete, coşkun bir aşka sahip 

olan Cezirinin şiirlerinde tarih, felsefe, estetik, tasavvuf, belagat, nahiv (gramer), astrono-

mi gibi fizik ve metafizik konular iç içe geçmiştir.” Cezirinin bütün şiirlerinde varmak iste-

diği son hedefi ilahi aşktır. Çünkü tasavvufa göre “bütün güzellikler ilahi güzelliğin birer 

yansıması, birer tecellisidir.” Ahmed-i Ceziri şiirlerinde felsefe, özellikle yaratılış felsefesi, 

varlık bilim, aşk, tasavvuf, ölüm, insan ve ahlak gibi pek çok konular işlenir. Bediüzzaman 

Said Nursi tarafından da şiirlerindeki ilahi aşkla övülen Ahmed-i Ceziri Divanı “tasavvuf 

şiirinin güzel örnekleriyle doludur.” Şiirlerinde Fars ve Divan edebiyatında kullanılan 

mazmunları da başarılı bir şekilde kullanmıştır. (Alıntılar: Mela Ahmed-i Ceziri Divanı, S. 

17-21. Bkz. Kaynakça)



33

16.  Geldim yine daveti visâle 

 

Vâkıf olagör meâl-i hâle

 

 

            Şeyh Galib

Şimdi yine buluşmaya, kavuşmaya davetçi olarak geldim; 

artık  (bunun  ne  demek  olduğunu)  anlamaya  çalış.  Beyitte-

ki  güzelliği  görmeye  çalışalım:  Meâl-i  hâl  ve  Vâkıf  olagör 



meâl-i hâle.

17.  Yok bizde feyz âlem-i ma’nâyı bilmeğe

 

 

 

 

 

  Nâilî

Bizde, mânâ âlemini bilecek, anlayacak ilim, irfân yok.



Bilmek mânayı anlamaktır

18.  Bâki kalan mânadır, suret değil 

 

 

 

         Sadi Şirazi

(Eğer  akıllı  isen  mânaya  meylet.  Zira  dünya  hayatından 

sana) kalacak olan mânadır; şekil, suret veya söz değil.

19.  Bâlâ-rev olan ancak ma’nâ-yı mücerreddir

 

Tasvîri Mesihâ’nın büt-hânede kalmıştır

 

 

 

 

 

 Şeyh Galib

Yücelere giden ancak mücerred, sözsüz, harfsiz mânâdır; 

Mesihâ’nın resmi, put evinde, kilisede kalmıştır.

Allah’a ulaşan sadece sözlerin ifade ettiği soyut anlamdır. 

İsa Aleyhisselam’ın resimleri kilisede kalmıştır.

Mesih, Mesihâ,

 İsâ Peygamberdir. Mesih, elle dokunan, sı-

vazlayan demektir. Çok gezdiği, eliyle hastalara dokunarak iyi 

ettiği, körlerin gözlerini sıvazlayıp açtığı için bu lâkapla anıl-

mıştır.  Kur’ân-ı  Kerim’in  birçok  sûrelerinde  de  böyle  anılır. 

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de İsâ Peygamber’in asılmadığı, öldü-

rülmediği, ona kastedenlerin öyle sandıkları [Allah’ın] O’nu 

mânevi yakınlık derecesine yücelttiği bildirilir. Beyitte buna 

da işâret vardır. (Bkz: Gölpınarlı; Şeyh Galip Divanından Seç-

meler, 53.)




34

20.  Ne Hak buyruğun dutarsın, ne kul sözün işidirsin

 

Hiç bilmezsin mâna nedir, ne dilde çağırmak gerek

 

 

 

 

 

          Yunus Emre

Ne Hakkın emirlerine uyar, ne de halkın sesini duyarsın; mâna 

nedir bilmezsin ya; ne dediğini bilirsin, ne de bilinir dediğin.

Şunu mu der Yûnus pirimiz: Hakikati öğrenmeye bir yer-

den başlaman lâzım: Ya Hakk’ın sözünden, ya da kulun dedi-

ğinden yola çık. Üstelik iki sesi de duyman gerekir ama sen 

hiçbir şey duymuyorsun, ne yapayım ben seni, nasıl anlata-

yım sana!?



21.  Sûrete etme nazar, sîrete bak 

 

 

 

            Lâedri

İnsanın şekline ve suretine değil, tuttuğu yola, hal ve hare-

ketlerine (ahlâk ve karakterine) bak.

Dışarıdan gördüğün insanın kendisi değil binasıdır, insan 

onun içindedir. Bina sana insanı görmen için perde olmasın. 

Yûnus diyor ya:

Vücûd bir bina durur 

Sırr-ı hikmet içinde

(İnsan) vücudu, bedeni (sadece) bir binadır, bir sır ve hik-

met olan (insan o binanın) içindedir.

Onun için binaya değil, içindekine bak. Beden veya boy, bos, 

kaş, göz... Sakın bunlara bakıp insanı bildim, tanıdım diye al-

danma. Sen o binanın içinde yaşayana bak. Onun sırrına vakıf 

olmaya ve ondaki hikmeti anlamaya çalış! İnsanın şekil tara-

fına değil, mana âlemine bak, öyle anlamaya çalış. Bir de şunu 

unutma: İnsanla ilgili bilginin ancak küçük bir kısmı kendisi-

ne verilmiştir. Sen, yaradanın onu niçin yarattığına bak.

22.  Sûrette nazar eyler isen sen ile ben var 

 

Ammâ ki hakikatte ne sen var u ne ben var

 

 

 

 

 

       Lâedri



35

Görünene  bakarak  hükmedersen  sen  ve  ben  varız;  ama 

hakikat âleminde ne sen varsın, ne de ben.

Beyit, açıklama gerektirmeyecek kadar açık görünse de, 

kitaplar dolusu zihin faaliyeti gerektirecek kadar derin ve dü-

şündürücü... Prof. İskender Pala’dan birkaç satır:

“Varlık!.. Varlık iddiası!.. Varlık bilinci ve varlığa hükmet-

me... Belki de insan olmanın imtihan alanı; hayatın anlamı. 

‘Sen-ben’ kavgasının ve kaygusunun arkasında hakikatte ‘sen’ 

ve ‘ben’ zamirlerinin olmadığını düşünebilmek, kişinin ken-

disini bu anlayışa göre nizam ve intizama sokması, çelikten 

bir mengeneye sıkıştırılmak gibi bir şey... Ve beyninize sap-

lanan kıymık kıymık sorular...” (Pala, Bunca Varlık Var İken)

Yürü bir hastaya arz eyle halini

23.  Bîmâr hâlini yine bîmâr olan bilir

 

 

 

 

         Bâkî

Hastanın derdini yine hasta olan bilir. Bir derdi olanın der-

dinden yine (aynı) derdi olan anlar.

24.  Derdime vâkıf değil cânân beni handân bilir 

 

Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir

 

 

 

       Kemani Memduh Efendi 

Sevgilim derdimi bilmiyor, beni mutlu sanıyor. (Böyle dü-

şünmeye de) hakkı var, çünkü mutlu olanlar herkesi kendileri 

gibi mutlu sanırlar.



25.  Şeb-i yeldâ’yı müneccimle muvakıt ne bilir 

 

Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâat

 

 

 

 

                        Sâbit 

En uzun geceyi müneccimle zamandan anlayan kişiye sor-

ma, onlar bilmez; gecelerin kaç saat olduğunu aşka düşmüş 

(yahut hastalığa tutulmuş) olana sor, onlar söylesin sana.




36

(Bu beyit hakkında; Ünlü Beyitler bölümünde, ilk mısraya 

göre alfabetik sırada, açıklama bulunmaktadır.)

26.  Yürü bir hastaya ‘arz eyle Hayâlî sözünü 

 

Sağ olanlar ne bilir çektiğini sayrının

 

 

 

 

           Hayâlî Bey

(Buralarda boş yere oyalanma) Hayâlî, yürü git bir hasta-

ya anlat halini; sıhhat içinde yaşayanlar ne bilsin hastanın ne 

çektiğini (ki, seni de anlayabilsin.)

Bu durum, halk arasında meşhur “damdan düşenin hali” 

meseli olarak da söylenir.



Cân gözün bîdâr gerek

27.  Âmâdan murad âmâ-yı basîret imiş 

 

 

 

        Eşrefoğlu Rumî

Âmâ kimse (gözleri görmeyen değil), basireti bağlı olan-

dır. (Âmâ, basireti bağlı, gönül gözü kör olandır. Asıl tehlike 

görünen gözün değil, gönül gözünün görmemesidir.)



28.  Bî-basîret olamaz müdrik-i feyz-i dîdar

 

Herkese nûr görünmez Cebel-i Mûsâ’da

 

 

 

 

                Rahmi

Basireti  olmayan  Allah’ın  Cemal  sıfatını  (güzelliğini  gö-

remez ve) anlayamaz; Hz. Musa’nın dağına (Tûr-i Sina, Tûr 

Dağı) herkes (bakar ama) o nuru göremez.



29.  Bin havf ile çeşm-i cân-ı bâz et 

 

 

 

        Şeyh Galib

(Kalbinde) bin irkilme ile can gözünü aç, şahin gibi, doğan 

gibi açık tut. (Uyanık dur, gaflet uykusuna yenilme!)



37

30.  Bugün âmâ olan yarın dahi âmâ olur elbet 

 

Açagör can gözün kim bî-basar nâdânı neylerler

 

 

 

 

                     Niyazî-i Mısrî

(Sen kör bir cahil gibi yaşıyorsun). Bugün körlük içinde 

yaşayan, ahirette de aynı halle diriltilecektir. Sen, (bir işe ya-

ramaya niyetin varsa) can gözünü açmaya bak. (Böyle yaşa-

maya devam edersen) seni, kör bir câhili kim ne yapsın.

Ayet: “Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür ve doğ-

ru yoldan iyice sapmıştır.”

 (İsra Suresi: 72)



31.  Cedel yoluyla anlayamazsın âlemlerin sırlarını

 

 

                                   Mela Ahmedê Cezîrî

cedel:

 Tartışma, çekişme, münakaşa etme.

Gelin  mısradan  hissemizi  alalım:  Tartışma  ve  münakaşa 

ile âlemlerin sırlarını anlayamazsın. Âlemlerin sırları ancak 

vahiy bilgisi, tefekkür ve ilimle anlaşılabilir. 

Ama cedelle anlaşılmayacak olan yalnız âlemlerin sırları 

mıdır? Tartışma ile nelerin anlaşılamayacağını tek tek sırala-

mak yerine, gelin işi kolay kılalım ve mevhum-ı muhalifinden 

bakalım: Ağız dalaşı ile neyi anlayabilirsin ki! Elbette hiçbir 

şeyi! Anlamaya niyeti olan münakaşa yerine dikkatle dinleme 

yolunu seçer. 

5

32.  Çeşm-i îm’ân ile bakdıkça vücûd-ı âdeme 



 

Sahn-ı Cennet görünür âdeme sahrâ-yı âdem

 

 

 

 

 

        Akif Paşa

Âdemin (insanın) varlığına iman gözü ile bakınca; insana 

‘adem (yokluk) çölü,’ cennet sahnesi gibi görünür. (İnsanın 

yaratılmış olması, varlığının kendisi çok büyük bir değerdir.)

5  Beyit: Cedel yoluyla anlayamazsın feleklerin seyrinden âlemin sırlarını/ Allah’ın takdir 

ve hikmetidir, hikmetinden söz etme artık. Beytin aslı Kürtçedir: Razê dehrê ji sipihrê tu 

nizan bi cedel/Hikmetê dawer e tu j’hikmetê Dawer meke behs



38

33.  Dîde-i cân ile hüsnün ki temâşâ ederüz 

 

Çeşmümüz mazhar-ı envâr-ı tecellâ ederüz

 

 

 

 

                          Nâilî

Can gözümüzle güzelliğini seyrettiğimizde; nurları gözle-

rimizde tecelli eder. (Demek ki nuru görebilenler, ancak gö-

nül gözü ile bakabilenlerdir.)



34.  Dost ile bilişmeğe cân gözü bîdâr gerek

 

 

 

 

      Yûnus Emre

Dostunla bilişebilmeniz, konuşup, anlaşabilmeniz için gö-

nül gözün açık olacak. (Dostluk arıyorsan, dostuna göz ucuyla 

değil,  gönül gözü ile bakacak, gönülden bağlanacaksın)



35.  Gaflet uykusundan yatır uyanmaz 

 

Can gözü kapalı gâfilân çoktur

 

 

 

 

      Hüdâyî

Eyvah, eyvah!... Son güne kalmasa insan! Son ana kalmasa! 

Uyanan biri kapı kapı dolaşsa; gönül, gönül çalsa kapıları ve 

“Kalkın, uyanın ey insanlar!” dese… “Bir fırtına koptu öteler 

ötesinden, son verecek dünya hayatınıza!… Kalkın! Uyanın ey 

insanlar, uyanın!...”



36.  Olur erbâb-ı dile bâb-ı inayet meftuh

 

 

 

 

          Hakani

(Her şeye kalp gözü ile bakan) gönül ehline, yardım ve ih-

san kapısı elbette ki açılır.

Mânayı anlayacak olan onu arayanlardır. Şekil peşinde ko-

şanlar mânayı bulamaz, anlaşılması gerekeni de anlayamazlar.

37.  Sûfi, bizi sen cism gözüyle göremezsin 

 

Aç cân gözünü, eyle nazar, gör ki ne rûhuz

 

 

 

 

       Rûhi-i Bağdâdî 



39

Sûfi, sen bizi cisimleri görmek için (yaratılmış) bu gözlerle 

göremezsin; (bizi görmek istiyorsan) gönül gözünle bak ki, 

ne ruhuz (o zaman anlarsın).

Şekil görmek için yaratılmış gözlerle ancak insanı bede-

niyle  görebilirsin.  İnsan  gönlüyle  vardır.  Onu  gönlüyle  gör-

mek istiyorsan, gönül gözü ile bakmalısın.

Belli  bir  şey  yapmak  için  yapılmış  araçlarla,  her  zaman 

başka  bir  şey  yapamazsın:  Cisim  görmek  üzere  yaratılmış 

gözlerle ruhları görüp tanıyamazsın. Mikro âlemi görmek için 

mikroskop, makro âlemi görmek için teleskop gerekir. Ama 

insanı görebilme gönül gözü ister. 



Haricten temâşâ etmek

38.  Bağlama tantana-i tabla gönül 

 

Dûrdan hoş gelir âvâz-ı dühül

 

 

 

 

    Nâbî

Davulun sesine gönül bağlama; zira davulun sesi uzaktan 

hoş gelip (insanı aldatır.)

39.  Bazı fiiller var sadece görünürde çirkindir

 

Bazı fiiller de var sadece görünürde iyidir

 

 

 

                       Ahmed-i Hânî

Bir şeyin iyi veya kötü olduğuna, görünüşüne bakarak ka-

rar verme, sonra aldanırsın. Sana görünen tarafıyla ve bugün 

iyi olan yarın veya esasta kötü veya çirkin olabilir. Bugün kötü 

gibi görünen veya sana zor gelenin yarın iyi olduğunu görür-

sün. Ahmed-i Hânî, bu bahsi, devamındaki beyitte olgunlaştı-

rıyor ve şununla tamamlıyor:

6

40.  Biri adalettir ama göründüğü şekliyle cefa



 

Biri zulümdür ama görünen şekliyle vefa

Münevverimiz  tasavvufun  ve  şeriatın  özünden  haberler 

veriyor. Zahiri veya görünen tarafından değil, batından, çe-

6   Beytin Kürtçe aslı: Şolin hene zahiren xerab in/ Fi’lin hene sûreten sewab in.




40

kirdek değerlerden cevher getiriyor: Kaç ayet, kaç hadis ve 

hikmeti cem etmiş olabilir bu beyitlerde?

7

41.  Güzel görünür ırakdan görünse her nesne 



 

Anun içün güneşi rûy-i yâra benzetdüm

 

 

 

 

                    Necâtî

Uzaktan görünen her şey güzel görünür ya; o yüzden gü-

neşi sevgilinin yüzüne benzetiyorum.

42.  Haricden eger olsa temâşâsına imkân 

 

Müdhiş görünür heykel-i müsta’ceb-i âlem

 

 

 

 

 

  Ziya Paşa

Dışarıdan seyredilmesi mümkün olsaydı, (bizim gördüğü-

müzden çok) daha farklı görünürdü bu şaşılacak âlem.

Bu  âlemde  olup  bitenlerin  hepsini  görüp,  değerlendire-

miyoruz. Bizler gördüklerimizin bir parçası olduğumuz için 

olanlara alışmış durumdayız. Aslında ne garip ve acayip şey-

ler bizim yaptıklarımız. Onları bir de dışarıdan görebilseydik 

bugün  birlikte  yaşadığımız  şeylerden  belki  dehşete  kapılır, 

onlardan kaçardık.

“Allah’ın yarattıkları üzerinde tefekkür ediniz, Zâtı üzerin-

de düşünmeyiniz…” (Hadis-i Şerif)

43.  Tabl-ı tehîden gümdür suhanlar 

 

Bî-hûda Gâlib efgân edersin



 

 

 



           Şeyh Galib

Ey Galib, sözler, (boş yere gümbürdeyen) davuldan güme 

gitmektedir; söze kulak veren yok, boş yere feryad etmedesin.

7  Beytin Kürtçe aslı: Yek ‘edl e li sûretê cefayê/Yek qehr e di kiswetê wefayê



Yüklə 99,62 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə