beş yıldır havanda su dövmekte. Ama
sen bir de afraya tafraya
bak: Yüksekten atmaya bak! Emekli oldu, ama kendisini tanıyan bir tek kişi yok; tam anlamıyla bir
hiç; demek yirmi beş yıl başkasının yerini işgal etmiş. Ama gel gör ki bir yarı tanrı gibi yürümesi var
herifçioğlunun!
ASTROV: Hadi hadi, belli ki kıskanıyorsun onu.
VOYNİTSKİ: Kıskanıyorum, evet! Ya kadınlar üstündeki başarısı! Hiçbir Don Juan böylesine
eksiksiz bir başarı kazanmamıştır! İlk karısı benim kız kardeşim, o dünyalar güzeli tatlı yaratık, şu
mavi gök gibi temiz insan, profesör bozuntusunun öğrencilerinden çok daha fazla sayıda hayranı olan
kadın, onu ancak tertemiz meleklerin kendileri gibi temiz ve güzel varlıkları sevebilecekleri gibi
seviyordu... Annem, kaynanası, hâlâ tapar ona ve hâlâ kutsal bir korku duyar ondan. İkinci karısı,
akıllı, dilber bir kadın —kendisini az önce gördünüz— artık yaşlandığı bir sırada evlendi onunla;
gençliğini, güzelliğini, özgürlüğünü, parıltısını sundu ona. Ne için? Neden?
ASTROV: Profesöre sadık mı?
VOYNİTSKİ: Ne yazık ki, evet.
ASTROV: Neden ne yazık ki?
VOYNİTSKİ: Bu sadakat baştan sona sahte de, ondan. Bu sadakatte pek fazla gösteriş var, ama
mantığın izi yok. Tahammül edemediğin yaşlı bir kocayı aldatmak ahlaksızlık sayılıyor da, kendi
içinde zavallı gençliğini, canlılık duygusunu boğmaya çalışmak ahlaksızlık sayılmıyor.
TELYEGİN (ağlamaklı) : Vanya, böyle konuşman hoşuma gitmiyor. Tabii öyledir... Karısına ya da
kocasına ihanet eden, güvenilmez bir insandır, o vatanına da ihanet edebilir!
VOYNİTSKİ (can sıkıntısıyla) : Kes şu zırıltıyı, Vaflya!
TELYEGİN: Bağışla, Vanya. Karım, düğünümüzün ertesi günü, benim çekici olmayan dış görünüşüm
yüzünden, sevdiği adama kaçtı. Ama ben görevimi yine de aksatmadım. Şu anda bile seviyorum onu
ve sadığım; elimden geldiğince de yardım ediyorum. Hatta yurtluğumu verdim ona, sevdiği adamdan
peydahladığı çocukların eğitimi için... Mutluluğumu yitirdim, ama gururum kaldı. Ya o? Gençliği
tükendi, güzelliği doğa yasalarının etkisiyle soldu, sevdiği adam öldü... Ne kaldı elinde?
(Sonya ile Yelena Andreyevna girerler, az sonra da
elinde bir kitapla, Mariya Vasilyevna girer, oturur, kitabını okur; çay verirler, bakmadan alır, içer.)
SONYA (dadısına, çabuk çabuk) : Dadıcığım, köyden birileri var kapıda. Git de bak, neymiş, çayı
ben koyarım... (Bardaklara çay koyar.)
(Dadı çıkar. Yelena Andreyevna çayını alır, salıncakta, içer.)
ASTROV (Yelena Andreyevna'ya): Kocanız için geldim. Çok hasta olduğunu yazmıştınız,
romatizma, bir şeyler daha... Ama sapasağlam.
YELENA ANDREYEVNA: Dün akşam içi sıkıldı, bacaklarındaki
ağrılardan yakındı; bugün bir şeyi yok...
ASTROV: Bense canımı dişime takıp tam otuz verst dört nala at koşturdum. Neyse, neyse, ilk kez
olan şey değil zaten. Artık sabaha kadar sizde kalırım, hiç değilse, Latince'de guantum satis
derler hani, doyasıya bir uyku çekerim.
SONYA: İşte bu çok güzel olur. Bizde öyle seyrek yatıya kalıyorsunuz ki. Sanırım yemek de
yemediniz.
ASTROV: Hayır efendim, yemedim.
SONYA: Böylece aynı zamanda öğle yemeği de yemiş olacaksınız. Öğle yemeklerini saat yedide
yiyoruz şimdi. (Çayını içer) Soğumuş!
TELYEGİN: Semaverin ısısı önemli ölçüde düştü artık.
YELENA ANDREYEVNA: Zararı yok İvan İvaniç, soğukta içeriz.
TELYEGİN: Özür dilerim efendim, İvan İvaniç değil İlya İlyiç efendim... İlya İlyiç Telyegin, ya da
yüzümdeki çillerden ötürü bazılarının taktıkları adla, Vaflya. Bir zamanlar Sonya'ya vaftiz babalığı
etmiştim ve zevciniz hazretleri beni çok iyi tanırlar. Şimdi sizin burada kalıyorum efendimiz, bu
yurtlukta... Eğer fark etmek lütfunda bulunduysanız, her gün öğle yemeğini sizinle yiyorum.
SONYA: İlya İlyiç yardımcımızdır, sağ kolumuzdur. (Tatlılıkla) Hadi vaftiz babacığım, size çay
koyayım yine.
MARİYA VASİLYEVNA: Ah!
SONYA: Neyiniz var anneanneciğim?
MARİYA VASİLYEVNA: Aleksandr'a söylemeyi unuttum... Aklım başımda değil ki... Bugün
Harkov'dan, Pavel Alekseyeviç'ten mektup aldım. Yeni broşürünü göndermiş...
ASTROV: İlginç mi?
MARİYA VASİLYEVNA: İlginç, ama bir tuhaf. Yedi yıl önce kendi savunduğu şeyi çürütüyor.
Korkunç bir şey bu!
VOYNİTSKİ: Korkunç olan bir şey yok. Maman, çayınızı için.
MARİYA VASİLYEVNA: Ama ben konuşmak istiyorum!
VOYNİTSKİ: Ama elli yıldır durmadan konuşuyor ve broşürler okuyoruz. Bitirsek artık.
MARİYA VASİLYEVNA: Nedense ben konuştuğum zaman rahatsız oluyorsun. Bağışla Jan, ama şu
son yıl içinde öyle değiştin ki, seni tanıyamaz oldum... Belirli görüşleri olan bir insandın sen, parlak
bir kişiliktin.
VOYNİTSKİ: Ya, evet! Parlak bir kişiliktim, hiç kimseyi aydınlatmayan... (Bir sessizlik) Parlak bir
kişilikmişim... Bundan daha zehirleyici bir alay olamaz! Tam kırk yedi yaşımdayım. Bir yıl öncesine
kadar ben de tıpkı sizin gibi, gerçek yaşamı görmemek için, gözlerimi bile bile sizin o bilimsel kılıklı
saçmalıklarınızla dumanlandırmaya çalışıyor, ve iyi bir şey yaptığımı sanıyordum böylece. Ama
şimdi, ah, bir bilseniz! Kederden, öfkeden uyku tutmuyor geceleri! Yaşlılığımın şimdi elde etmeme
olanak tanımadığı şeyleri elde edebilecek olduğum zamanı öylesine aptalca harcadığım için.
SONYA: Vanya dayı, can sıkıyorsun.
MARİYA VASİLYEVNA (oğluna) : Şu anda yaptığın, bir zamanki görüşlerini suçlamaktan başka bir
şey değil... Oysa suçlu onlar değil, sensin. Görüş denilen şeylerin, kendi başlarına, ölü harflerden
başka bir şey olmadıklarını unutmamalıydın... Eylemde bulunmak gerekirdi...
VOYNİTSKİ: Eylem mi? Herkes sizin herr profesör gibi, yazan bir perpetuum mobile olmaya
yetenekli değildir.
MARİYA VASİLYEVNA : Ne demek istiyorsun?
SONYA (yalvarırcasına) : Anneanne! Vanya dayı! Yalvarırım!
VOYNİTSKİ: Susuyorum. Susuyor ve özür diliyorum.
(Bir sessizlik.)
YELENA ANDREYEVNA: Bugün de hava pek güzel... Sıcak değil...
(Bir sessizlik)
VOYNİTSKİ: Tam insanın kendini asacağı bir hava...
(Telyegin gitarı akord eder. Marina tavuklara seslenerek evin çevresinde dolaşır.)
MARİNA: Geh, bili bili bili...
SONYA : Dadıcığım, köylüler niye gelmiş?
MARİNA . Hep aynı şey. Yine o boş araziler konusu. Geh bili bili bili...
SONYA : Hangisine sesleniyorsun?
MARİNA: Benekliye... Civcivleriyle bir yerlere gitmiş... Karga kapmasa da... (Çıkar.)
(Telyegin bir polka çalar; hepsi susup dinlerler; bir işçi girer.)
İŞÇİ: Doktor bey burada mı? (Astrov'a) Bağışlayın, Mihail Lvoviç sizi istiyorlar da...
ASTROV: Nereden?
İŞÇİ: Fabrikadan...
ASTROV (kederle): Eksik olma, sağol. Ne yapalım, gideceğiz... (Bakışlarıyla kasketini aranır) Hiç
hesapta yoktu bu, allah kahretsin...
SONYA: Gerçekten de, ne tatsız şey... Fabrikadan öğle yemeğine gelirsiniz artık...
ASTROV: Yok, çok geç olur... Nasıl yetişeyim, bilmem ki... (İşçiye) Baksana ikigözüm, bana bir
kadeh votka getiriver. (İşçi çıkar.) Nasıl yetişeyim, bilmem ki... (Kasketini bulur) Ostrovski'nin
oyunlarından birinde pala bıyıklı ve yeteneği kıt biri vardır. İşte o, benim. Eh, kalın sağlıcakla
bayanlar, baylar... (Yelena Andreyevna'ya) Günün birinde yolunuz düşer de Sofya Aleksandrovna'yla
bana uğrayacak olursanız pek memnun kalırım. Küçük bir yurtluğum var, topu topu otuz, kırk
dönümlük bir yer. Fakat ilginizi çeker mi bilmem, öyle bir örnek bahçeye ve fidanlığa sahibim ki,
benzerlerini çevremizdeki yüzlerce kilometrelik bölgede bulamazsınız. Yurtluğumun hemen
bitişiğinde de bir devlet fidanlığı var... Korucu yaşlı bir adam; durmadan hasta olur; bu yüzden,
aslında orada da bütün işleri yürüten benim.
YELENA ANDREYEVNA
:
Sizin orman sevginizden söz ettilerdi bana. İnsan bu yolla da çok yararlı
işler yapabilir gerçekten, fakat asıl görevinize engel olmuyor mu bu? Doktorsunuz.
ASTROV: Asıl görevimizin ne olduğunu Tanrı bilir.
YELENA ANDREYEVNA : İlginç bir iş mi bari, ormanla uğraşmak?
ASTROV: İlginç.