VOYNİTSKİ
(ironik) : Çok!
YELENA ANRDEYEVNA (Astrov'a) : Genç bir adamsınız! Olsa olsa hadi otuz altı, otuz yedi
yaşında olun... Hiç sanmıyorum ilginç bir şey olacağını hep ağaçlarla uğraşmanın... Bence çok tekdüze
bir şey bu.
SONYA : Yok, son derece ilginçtir. Mihail Lvoviç her yıl yeni fidanlar diker. Bunun için bronz
madalyayla diploma gönderdiler ona. Eski ormanlar yok edilmesin diye de çaba gösteriyor. Eğer onu
dinlerseniz, mutlaka katılırsınız görüşlerine. Ormanların dünyayı güzelleştirdiğini, insana güzelliği
kavramayı öğrettiğini, içimizi yüce duygularla doldurduğunu söylüyor. Ormanlar, sert iklimleri
yumuşatır. İklimi yumuşak olan ülkelerde, doğayla savaşta daha az güç harcanır. Orada insanlar daha
yumuşak huylu ve sevecendirler. Daha güzel ve duyarlıdırlar. Konuşmaları zarif, hareketleri sevimli
ve uyumludur. Öyle ülkelerde bilim ve sanat gelişip çiçek açar; felsefeleri iç karartıcı değildir,
kadınlara davranışları zarif bir soyluluk taşır...
VOYNİTSKİ (gülerek) : Bravo, bravo!.. Bütün bunlar sevimli ve hoş şeyler, ama inandırıcı değil; ve
(Astrov'a) izin ver de dostum, sobalarımızda odun yakmaya ve ambarlarımızı keresteyle inşa etmeye
devam edelim.
ASTROV: Sobanda tezek yakabilir, ambarı da taşla inşa edebilirsin. Hadi, gereksinim nedeniyle ağaç
kesilmesini anlayalım, fakat bütün bir ormanın toptan yok edilmesine ne demeli? Rusya'nın ormanları
balta vuruşları altında çatırdıyor, milyarlarca ağaç mahvediliyor; hayvanların, kuşların barınakları
boşalıyor, ırmakların suları çekiliyor, kuruyorlar; olağanüstü güzellikte doğa görünümleri geri
gelmezce yitip gidiyor. Ve bütün bunların nedeni, tembel insan oğlunun yere eğilip de yakacağını
almaya aklının yetmemesi. (Yelena Andreyevna'ya) Öyle değil mi, hanımefendi? Bu güzelliği sobada
yakmak, yaratamadığımız şeyi yok etmek için mantıksız bir barbar olmak gerek. Kendisine verilen
şeyi çoğaltması için mantıkla, yaratıcı güçle donatılmıştır insan; ama bugüne kadar hep, yaratacağına
yok etti. Ormanlar gitgide tükeniyor, ırmaklar kuruyor, av hayvanlarının kökü kurudu, iklim bozuldu,
yeryüzü günden güne yoksullaşıyor,
çirkinleşiyor. (Voynitski'ye) Tabii, dudak büküyorsun, ciddi gelmiyor sana söylediklerim... Belki, belki
gerçekten de garip bir yan var bunda, ama kesilmekten kurtardığım köy ormanlarının yakınından
geçerken, ya da kendi ellerimle yetiştirdiğim genç bir fidanlığın hışırdadığını işittiğimde, iklimin biraz
da bizim irademize bağlı olduğunu ve eğer insanoğlunun mutluluğu bin yıl sonraya kalacaksa bunda
biraz da kendimin kabahatli olacağını kavrıyorum. Bir kayın fidanı dikip de nasıl yeşerdiğini, rüzgârda
nasıl salındığını gördüğümde, içim gururla doluyor ve ben... (Tepsi içinde bir kadeh votkayı getiren
işçiyi görerek) Fakat...
(Alıp içer} gitmeliyim... Tüm bunlar, herhalde gariplik olmalı eninde sonunda.
Hepinizi selamlamakla şeref duyarım! (Eve doğru yürür).
SONYA (koluna girerek birlikte gider onunla) : Bize ne zaman geleceksiniz bir daha?
ASTROV: Bilmem...
SONYA: Yine bir ay sonra mı yoksa?
(Astrov'la eve girerler; Mariya Vasilyevna ile Telyeğin masanın başında kalırlar; Yelena Andreyevna
ile Voynitski terasa giderler.)
YELENA ANDREYEVNA: Siz de İvan Petroviç, olmayacak işler yaptınız yine, Mariya
Vasilyevna'yı kızdırmak, perpetuum mobile'den söz etmek pek gerekliydi sanki! Kahvaltı da da
Aleksandr'la tartıştınız yine. Ne küçüklük!
VOYNİTSKİ: Ya nefret ediyorsam ondan!
YELENA ANDREYEVNA: Aleksendr'dan nefret etmek için hiçbir neden yok, herkes gibi biri o da.
Sizden daha kötü değil.
VOYNİTSKİ: Yüzünüzü, davranışlarınızı dışardan görebilseniz... Yaşamaya üşeniyorsunuz sanki! Ah,
nasıl bir üşengeçlik bu!
YELENA ANDREYEVNA: Ah, hem üşeniyorum, hem de canım sıkılıyor! Herkes sövüp duruyor
kocama, acıyarak bakıyorlar bana. Zavallı kadın yaşlı bir kocası var! Bana gösterilen bu yakınlığın
nedenini nasıl da anlıyorum! Az önce ne diyordu Astrov: Ormanları düşüncesizce mahvediyorsunuz
ve çok geçmeden yeryüzünde hiçbir şey kalmayacak. Tıpkı bunun gibi, insanları da düşüncesizce
mahvediyorsunuz ve sa-
yenizde çok geçmeden yeryüzünde ne sadakat, ne iffet, ne de özveri yeteneği kalacak. Sizin olmayan
bir kadına neden ilgisiz kalamıyorsunuz? Çünkü —haklı bu doktor— hepinizin içinde bir yıkma, yok
etme şeytanı var. Ne ormanlara, ne kuşlara, ne kadınlara, ne birbirinize acıyorsunuz...
VOYNİTSKİ: Bu felsefeyi sevmiyorum! (Bir sessizlik)
YELENA ANDREYEVNA: Yorgun, sinirli bir yüzü var bu doktorun. İlginç bir yüz. Sonya'nın ondan
hoşlandığı apaçık. Âşık ona. Ve anlıyorum duygularını onun. Burada bulunduğum sırada, işte üçüncü
keredir geliyor. Ama öyle dalgınım ki, bir kez bile gerektiğince konuşamadım onunla, yakınlık
gösteremedim. Kötü yürekli biri olduğumu düşünmüştür. Bana öyle geliyor ki İvan Petroviç, ikimiz de
usanç verici, can sıkıcı insanlar olduğumuz için böyle dostuz sizinle! Usanç verici! Bana böyle
bakmayın, hoşlanmıyorum bundan.
VOYNİTSKİ: Sizi seviyorsam eğer, nasıl başka türlü bakabilirim? Benim için mutluluk demeksiniz;
yaşam, gençlik demeksiniz! Biliyorum, duygularımın karşılık görme şansı hiç yok, sıfıra eşit. Ama
zaten gözlerinize bakmama, sesinizi işitmeme izin vermenizden başka bir şey istediğim yok...
YELENA ANDREYEVNA: Yavaş, duyabilirler sesinizi! (Eve doğru yürürler).
VOYNİTSKİ (onu izleyerek) : Aşkımdan söz etmeme izin verin. beni yanınızdan kovmayın, benim
için en büyük mutluluk olacaktır bu...
YELENA ANDREYEVNA: Artık işkenceye dönüştü... (Birlikte eve girerler.)
(Telyegin gitarın tellerini tımbırdatır, bir polka çalar; Mariya Vasilyevna okumakta olduğu broşürün
sayfa yanlarındaki boşluklara bir şeyler not etmektedir.)
PERDE
İKİNCİ PERDE
Serebryakovlar'ın yemek salonu, gece. Bahçeden bekçinin sopa vuruşları işitilmektedir.
Serebryakov (açık bir pencere önünde bir koltuğa oturmuş, uyuklamaktadır) ve Yelena Andreyevna
(onun yanında oturmakta ve o da uyuklamaktadır.)
SEREBRYAKOV (uyanarak) : Kim var burada? Sonya, sen misin?
YELENA ANDREYEVNA: Hayır, benim.
SEREBRYAKOV: Lenoçka, sen misin... Of, dayanılmaz bir ağrı bu!
YELENA ANDREYEVNA : Battaniyen yere düşmüş. (Kaldırarak bacaklarına sarar yeniden)
Pencereyi kapatayım bari Aleksandr.
SEREBRYAKOV: Yok, boğuntu geliyor... Uyuklamışım az önce. Bir düş gördüm... Güya sol bacağım
benim değilmiş. Dayanılmaz bir acıyla uyandım. Yok, damla hastalığı değil bu, daha çok romatizmaya
benziyor. Saat kaç olmuş?
YELENA ANDREYEVNA : On ikiyi yirmi geçiyor. (Bir sessizlik.)
SEREBRYAKOV: Sabahleyin kitaplıkta Batyuşkov'un kitabını arayıver. Bizde olması gerek.
YELENA ANDREYEVNA: Ha?
SEREBRYAKOV: Sabahleyin Batyuşkov'un kitabını arayıver kitaplıkta. Bizde olduğunu
anımsıyorum. Fakat soluk alırken ne diye zorlanıyorum böyle...
YELENA ANDREYEVNA: Yoruldun. İki gecedir uyumuyorsun.
SEREBRYAKOV: Turgenyev'in damla illeti yüzünden angina pectoris'e yakalandığı söylenir. Benim
başıma da gelmesin... İğrenç bir şey bu yaşlılık. Allah kahretsin. Kocayınca kendi kendimden iğrenir
oldum. Sizler de tiksiniyorsunuzdur bana bakarken.
YELENA ANDREYEVNA : Yaşlılığından öyle bir ses tonuyla söz ediyorsun ki, sanki senin
yaşlanmandan ötürü hepimiz suçluyuz.
SEREBRYAKOV: Zaten benden en çok tiksinen de sensin.
(Yelena Andreyevna kalkıp daha uzağa oturur.)
SEREBRYAKOV: Haklısın tabii. Aptal değilim ya, anlıyorum. Gençsin, sağlıklısın, güzelsin,
yaşamak istiyorsun. Bense moruğun tekiyim, cesetten farksızım. Ne sanıyorsun? Anlamıyor muyum
sanki? Bugüne kadar hayatta kalmış olmamın aptalca bir şey olduğunu kabul ediyorum. Ama az daha
bekleyin, çok geçmeden özgür kalacaksınız... Yalnız süre birazcık daha uzayacak, hepsi bu.
YELENA ANDREYEVNA: Öldürüp tüketiyorsun beni. Sus allah aşkına.
SEREBRYAKOV: Sayende herkesin ölüp tükendiği, canlarının sıkıldığı, gençliklerinin yok olup
gittiği, hayattan sadece benim zevk aldığım, hoşnut olduğum sonucu çıkıyor bundan. Evet, tabii,
kuşkusuz!
YELENA ANDREYEVNA : Sus! Canıma okudun artık!
SEREBRYAKOV: Herkesin canına okudum. Kuşkusuz.
YELENA ANDREYEVNA (gözyaşları arasından)
:
Of, dayanamayacağım artık! Söyle, ne istiyorsun
benden?
SEREBRYAKOV: Hiçbir şey..
YELENA ANDREYEVNA: Sus öyleyse. Rica ediyorum.