25
s e t a v . o r g
ARAP BAHARI SONRASI KÖRFEZ GÜVENLİĞİ VE SAVUNMACI AKTİVİZM
dahalesinin ortaya çıkması hem de DAİŞ tehdi-
dinin Suudi Arabistan ve Kuveyt örneklerindeki
gibi cami bombalama eylemleriyle görünür ol-
masıyla birlikte zayıflamış durumdadır. BAE
Mart, Bahreyn Şubat ve Suudi Arabistan Eylül
ayından beri DAİŞ’e yönelik hava operasyonları-
na katılmamaktadır.
73
Bununla birlikte DAİŞ gerçekleştirdiği
bombalı eylemler ve saldırılarla Körfez ülkeleri
için ne denli büyük bir tehdit olduğunu ortaya
koymuştur. Yaklaşık bir aylık süre zarfında Suudi
Arabistan’ın el-Katif bölgesindeki İmam Ali (22
Mayıs) ve Dammam bölgesindeki İmam el-Sa-
dık (29 Mayıs) ve Kuveyt’in el-Savaber bölgesin-
de İmam el Sadık (26 Haziran) camilerine ger-
çekleştirilen bombalı saldırılarda 52 kişi hayatını
kaybederken yüzlerce kişi de yaralanmıştır.
74
Bu
üç saldırıda da Şii Müslümanların yoğun olarak
bulunduğu bölgelerdeki camilerin hedef olarak
seçilmesi DAİŞ’in Şiiliği sapkın bir öğreti olarak
görmesiyle birlikte Körfez ülkelerinin iç istikrarı-
na yönelik sinir uçlarını da harekete geçirebilecek
ve İran’la bölgesel gerginliği artırabilecek potan-
siyel ortaya koyması bakımından önem arz et-
mektedir. 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren 19
kişiden 15’inin Körfez kökenli olması ve DAİŞ’in
ortaya çıkmasıyla birlikte radikalizmin yaygınlaş-
ması ABD ve uluslararası toplumun baskısının
artmasına neden olmuştur. Operasyonlara katı-
lımı bu açıdan da değerlendirmek mümkündür.
Tabii burada Suriye özelinde DAİŞ’ten zi-
yade Esed rejiminin tehdit olarak öncelenmesi
de bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu bağlamda Körfez ülkeleri kendi iç istikrarını
doğrudan hedef konumuna getirtmek isteme-
mekte ve DAİŞ’e yönelik daha tedbirli bir pa-
sifizm politikası tercih etmektedir. Bu açıdan
DAİŞ tehdidinin öncelenmesi konusunda ABD
ile yaklaşım farkı bulunmaktadır. Zira DAİŞ’in
yoğun propaganda faaliyetlerinin kendi nüfusla-
73. Bruce Riedel, “In the Battle Against IS, Where is the Arab
Coalition?”, Al Monitor, 18 Kasım 2015.
74. Ibrahim al-Hatlani “The Islamic State is Coming for the Gulf”,
Al Monitor, 9 Temmuz 2015.
rı üzerinde de etkili olduğu gerçeği düşünüldü-
ğünde tehlikenin içeriye taşınma riski ciddi bir
ihtimal olarak belirmektedir.
Bununla birlikte, Körfez ülkelerinin DAİŞ
tarafından tehdit edilmesinde önemli bir unsu-
run da, bu ülkelerde konuşlu bulunan ABD as-
keri varlığı ve bizzat Körfez’in uluslararası koa-
lisyon içerisinde yer alması olduğu söylenebilir.
Ayrıca bu tehdidin dahili bir şekle bürünmesi
yüksek maliyetleri de beraberinde getirmektedir.
Nitekim cami saldırıları bu minvalde değerlen-
dirilmelidir. Dolayısıyla Körfez ülkeleri DAİŞ’in
söylem ve eylemlerinin vatandaşlarına ulaşmasın-
dan çekinmekte ve etki kanallarının kapanması
için çeşitli cezai uygulamalara yönelmektedir.
DAİŞ ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle BAE
41, Kuveyt 4 ve Suudi Arabistan yaklaşık 1.000
kişiyi tutuklamıştır.
75
Ayrıca DAİŞ’e katılan va-
tandaşlarına ülkeye geri dönmeleri konusunda
çağrı yaparak, dönmedikleri takdirde hapis ve
vatandaşlıktan çıkarma gibi cezalar uygulamak-
tadırlar. Ancak burada Suudi Arabistan’ın ye-
teri düzeyde tedbir almadığına dair iddialar da
mevcuttur. Buna örnek olarak ABD basınında
çıkan, DAİŞ ile Suudi Arabistan’ın aynı felsefi
birikimden beslendiklerine, dolayısıyla katılım-
ların önüne geçebilmek adına Riyad yönetimi-
nin daha fazla önlem alabileceğine dair iddialar
gösterilebilir.
76
Hatta Almanya Şansölyesi Angela
Merkel’in yardımcısı Sigmar Gabriel de Suudi
Arabistan’ın finansal desteklerinin aşırıcılığa ola-
nak sağladığı uyarısında bulunmuştur.
77
Özellikle Suudi Arabistan, Bahreyn ve Ku-
veyt’te mezhebi gerilimler çok kolay bir şekilde
manipüle edilebilir ve bu mezhebi gerilimler bu
ülkelerde iç istikrarsızlıklar yaşanmasına neden
75. Lori Plotkin Boghardt, “Battling ISIS and Beyond in the
Gulf”, The Washington Institute, 6 Ağustos 2015, http://www.
washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/battling-isis-and-be-
yond-in-the-gulf.
76. Kamel Daoudnov, “Saudi Arabia, an ISIS That Has Made It”, The
New York Times, 20 Kasım 2015; Thomas L. Friedman, “Our Radical
Islamic BFF, Saudi Arabia”, The New York Times, 2 Eylül 2015.
77. Milena Veselinovic, “Angela Merkel’s Deputy Accuses Saudi
Arabia of Sponsoring Extremism”, CNN, 8 Kasım 2015.
26
ANALİZ
s e t a v . o r g
olabilir. Sünni ve Şii Müslümanların ülkede barış
içerisinde yaşadığı ve Bahreyn ile mukayese edil-
diğinde herhangi bir büyük ayrışmanın rastlan-
madığı Kuveyt’in DAİŞ tarafından hedef olarak
seçilmesi dahi bu anlamda mühim bir gösterge
olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuveyt ve Suudi
Arabistan’da gerçekleşen intihar saldırılarının ar-
dından nüfusun çoğunluğunu Şiilerin oluşturdu-
ğu Bahreyn, ülke içerisindeki görece sükunetin
pamuk ipliğine bağlı olması hasebiyle muhtemel
bir saldırıya karşı güvenlik tedbirlerini artırmıştır.
Elbette bu tedbirlerin sıkılaştırılmasında Bahreyn
kökenli ve DAİŞ’in önemli isimlerinden Turki al-
Binali’nin Kuveyt’ten sonraki hedef olarak Bah-
reyn’i işaret etmesinin payı büyüktür. Bahreyn’de
yaklaşık dört yıldır ritmini kaybetmeden devam
eden Şii muhalefetin gösterileri ve muhalefetin
lideri Şeyh Ali Selman’ın hapis cezasına çarptı-
rılması gibi siyasi kutuplaşmaları derinleştiren
gelişmeler sonucunda, ülkenin DAİŞ’in potansi-
yel hedeflerinin başında olması şaşırtıcı değildir.
Benzer şekilde Suudi Arabistan bu kapsamda sı-
nırlarıyla ilgili önlemlerini daha da artırma kararı
alarak Irak’la paylaştığı yaklaşık 800 km alandaki
tampon bölgeyi genişletmiştir.
78
Körfez ülkelerinde radikal eğilimlere sahip
olan ve bu anlamda DAİŞ’e sempati ile yaklaşan
bir damarı da unutmamak gerekir. Hilafet devleti
ilan eden DAİŞ’in Körfez ülkelerindeki genç nü-
fus üzerinde ideolojik düzlemde etkili olduğunu
söyleyebiliriz. 3 bin civarında Suudi vatandaşının
DAİŞ’e katıldığı tahmin edilmekle birlikte hiçbir
Umman vatandaşının iştirak etmemesi de dikkat
çekmektedir.
79
Körfez ülkelerinden DAİŞ’e ka-
tılan bu gençlerin Arap Baharı sürecinde siyasi,
sosyal ve kültürel talepleri yerine getirilseydi ve
bu gençler sistem tarafından merkezin dışına itil-
meseydi benzer sonuçlarla karşılaşıp karşılaşılma-
yacağı meselesi ciddi olarak tartışılması gereken
bir soru olarak karşımızda durmaktadır.
78. “Saudi Arabia Expands Buffer Zone with Iraq”, Middle East
Online, 18 Kasım 2014.
79. Fahad Al Mukrashi, “No Omanis Have Joined Daesh, Monito-
ring Group Says”, Gulf News, 1 Temmuz 2015.
SONUÇ
Rusya’nın Suriye müdahalesiyle Soğuk Savaş dö-
nemini, İngiltere’nin Bahreyn’e asker konuşlan-
dırmasıyla emperyal çağı hatırlatan bir dönem-
den geçilmektedir. Son dönemde belirginleşen
cepheleşme çerçevesinde aslında klasik Soğuk
Savaş dönemi Ortadoğu düzenine müsavi bir itti-
fak yapısının ortaya çıktığı da savunulabilir. Aynı
zamanda karşımızda, küresel ve bölgesel aktörle-
rin hedef ve amaçlarının birbirinden çok farklı ol-
duğu; buna bağlı olarak taktiksel, operasyonel ve
stratejik adımlarının çok sık bir biçimde değiştiği
ve bu değişimin sahadaki ittifakları da hızlı bir
biçimde dönüştürdüğü bir süreç yaşanmaktadır.
Arap Baharı ile birlikte rejim güvenliği en-
deksli iç politik güvenlik kaygıları taşıyan Kör-
fez ülkeleri, İran nükleer anlaşmasıyla doğrudan
bölgesel düzlemde jeopolitik güvenlik tehdidi
ile karşı karşıya kalmıştır. Bu güvenlik endişeleri
Arap Baharı’nda sorunun müsebbipleri olarak gö-
rülen aktörlerin Körfez ülkeleri tarafından sistem
dışına itilerek tasfiye edilmesi neticesini vermiştir.
Nükleer anlaşma sonrasında ise bölgesel ve kü-
resel denklemde yeni arayışlar ile birlikte Körfez
ülkeleri silahlanma artışına yönelmek zorunda
kalmıştır. Bu bölgesel güvenlik bunalımları bir
yandan Körfez ülkelerinin ABD sonrası dönemin
koşullarına ayak uydurma sancıları ile geçerken,
diğer yandan hem dahili hem de harici güvenlik
tehditlerine yönelik oldukça refleksif askeri ve
politik tercihler kullanmalarına neden olmuştur.
Körfez ülkelerinin tarihlerindeki ilk kapsamlı güç
kullanımı olması hasebiyle Yemen müdahalesi bu
refleksif tercihin somut yansımasıdır.
Suudi Arabistan tarafından el-Kaide üye-
leriyle birlikte Şii din adamı Nimr el-Nimr’in
idam edilmesi sonrasında yaşanan İran-Suudi
Arabistan gerilimi ve bu gerilimin çok kısa bir
süre zarfında bölgesel düzlemde oluşturduğu gü-
venlik endişeleri
80
aslında İran tehdidi karşısında
son yıllarda yaşanan refleksif tercihlerin bir de-
80. Kemal İnat, “İran-Suudi Rekabeti Mezhep Temelli mi?”, Star
Açık Görüş, 10 Ocak 2016.
27
s e t a v . o r g
ARAP BAHARI SONRASI KÖRFEZ GÜVENLİĞİ VE SAVUNMACI AKTİVİZM
vamı niteliğindedir. Dolayısıyla Körfez ülkele-
rinin son beş yıldır yaşadığı güvenlik problem-
leri ve gösterdiği tepkisel yaklaşım göz önünde
bulundurulduğunda politik ve askeri tercihlerde
süreklilik olduğu görülmektedir. Riyad yöneti-
mi özellikle nükleer anlaşmanın ardından Batı
nezdinde oluşan uzlaşmacı İran imajını kırmak
için Tahran yönetiminin sinir uçlarını oluşturan
alanlara müdahil olmaya başlamıştır. Bu açıdan
Yemen operasyonu ve Şii din adamı el-Nimr’in
idam edilmesi zamanlama bakımından da dikkat
çekmektedir. Zira birincisinin nükleer çerçeve
anlaşması ve ikincisinin de 25 Ocak’ta gerçekleş-
tirilecek olan Suriye görüşmelerinin hemen ön-
cesine denk gelmesi İran’ı hem jeopolitik ölçekte
hem de müzakere masasında sınırlandırma çabası
olarak değerlendirilebilir.
Rusya’nın Suriye’de hava operasyonlarına
başlaması Ortadoğu’daki mevcut karmaşıklığı
daha da artıracağa benzemektedir. Suriye’deki
mevcut aktörlerin içerisine bir de Rusya’nın ek-
lenmesi hem Suriye’nin geleceği hem de bölge-
sel ve küresel düzen ile ilgili kritik bir gelişme
olarak değerlendirilebilir. Tabii burada önem
arz eden nokta ise yaşanan belirsizlik ile Körfez
ülkelerinin nasıl bir tutum takınacakları konu-
sunda zor bir evreyle yüz yüze gelmeleridir. Su-
riye, Körfez ülkeleri açısından İran’la yürütülen
jeopolitik güç mücadelesinin çatışma alanların-
dan biridir. Dolayısıyla Suriye ekseninde İran’a
karşı yürütülen mücadele aynı zamanda Körfez
ülkelerinin güvenlik tehdidi inşasında birlikte
hareket etmelerine imkan tanımaktadır. Ancak
Rusya’nın bizatihi Suriye’de operasyonlara başla-
ması ve İran’ın nispeten ikincil aktör durumuna
düşmesi Körfez ülkelerinin de Suriye üzerindeki
hesaplarını daha makro ölçekli olarak yeniden
tanımlamalarına sebep olacaktır. Zira özellikle
BAE’nin, Arap Baharı sürecinden itibaren en
hassas olduğu Mısır konusunda, halihazırda Sisi
rejimiyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler ol-
dukça üst düzey seviyede seyretmektedir. Mısır
ise son dönemde yaptığı anlaşmalar ve savunma
alanında kurduğu stratejik ilişkiler noktasında
Rusya ile azami yakınlık içerisindedir. Dolayı-
sıyla BAE özelde Suriye meselesinde genelde ise
bölgesel gelişmeler karşısında ana eksene İran
tehdidinden ziyade Rusya ve Mısır’ın bölgesel
tercihleriyle uyumlu politikalar tercih edecektir.
Kaldı ki İhvan konusunda Yemen’de ve diğer
alanlarda Riyad yönetiminin yumuşama sinyali
vermesi ve çeşitli isimlerle temas kurulması da
bir başka kritik belirleyici olabilir. BAE dışişleri
bakanının Türkiye’nin hava sahasını ihlal eden
Rus uçağının düşürülmesinin ardından yaptı-
ğı yorum bu minvalde değerlendirilmelidir.
81
Bu açıdan yakın ve orta vadede BAE ve Suudi
Arabistan’ın bölgesel stratejik tercihlerinde ay-
rışmaların olma ihtimali yüksektir. Böyle bir ge-
lişmenin yaşanması durumunda ise daha önce
KİK içerisinde Katar ile yaşanan gerginliğin do-
ğurduğu sonuçlardan daha maliyetli sorunların
ortaya çıkması muhtemeldir.
Bununla birlikte Körfez ülkelerinin güvenlik
yapılanması açısından külli bir vizyona sahip ol-
duğunu söylemek zordur. Bunun en somut örne-
ği ise Körfez ülkelerinin silahlanma konusundaki
teşebbüslerinden anlaşılabilmektedir. Birbiriyle
koordinasyonlu ve tutarlı bir güvenlik yapılanma-
sının olmayışı silahlanma politikalarında birbirin-
den bağımsız hareket edilmesine, dolayısıyla da
ortak kullanılabilecek sistemlere ayrı ayrı yüksek
meblağlar ödenmesine yol açmaktadır. Bunun ya-
nında özellikle Suudi Arabistan’ın silahlanma hu-
susunda devasa yatırımlar yapması, ulusal güven-
81. “BAE Dışişleri Bakanı Uçağın Düşürülmesini Kınadı”, Milliyet,
30 Kasım 2015.
Rusya’nın bizatihi Suriye’de operasyonlara
başlaması ve İran’ın nispeten ikincil aktör
durumuna düşmesi Körfez ülkelerinin
de Suriye üzerindeki hesaplarını gözden
geçirmelerine sebep olacaktır.
28
ANALİZ
s e t a v . o r g
liğine karşı sahada karşılığı olması beklenen bir
askeri tercihten değil, bilakis silahlanmanın kendi
başına caydırıcı olması beklentisinden kaynaklan-
maktadır. Riyad yönetimi güvenlik ikileminde
İran’a nükleer bir cevap üretemeyecek olmasını
konvansiyonel silahlanma ve savunma harcama-
larına olağanüstü rakamlar ayırarak telafi etmeye
ve bu sayede caydırıcılığını göstermeye çalışmak-
tadır. Yemen’de düzenlenen “Kararlılık Fırtınası”
ve “Umuda Dönüş” operasyonlarında görüldüğü
gibi salt modern ve teknolojik teçhizat imkanla-
rının artırılması askeri kapasitenin güçlenmesine
kifayet etmemektedir. Ayrıca savunma harcama-
larının çok yüksek düzeylere ulaşması genç nü-
fusa sahip Körfez ülkelerinin güvenlik-kalkınma
ikileminde politik tercihlerini uzun müddet gü-
venlik eksenli sabitlemelerinin daha derin prob-
lemlere neden olması kaçınılmazdır. Bununla bir-
likte nükleer anlaşma sonrasında ABD’nin silah
tedariki noktasında Suudi Arabistan’a geniş alan
açması Riyad yönetiminin tepkisel reaksiyon rit-
minin azalmasını sağlamıştır.
Ancak ABD’nin özelde Körfez ülkelerinin
güvenlik ihtiyaçlarına yönelik, genelde ise Or-
tadoğu’da meydana gelen gelişmelere karşı pasif
diplomatik tercihlerde bulunması Körfez güven-
liğinin türbülans yaşamasına sebep olmuştur.
Ortaya çıkan güvenlik boşluğu ise bölgesel güçler
ve devlet dışı aktörler tarafından doldurulmaya
çalışılmıştır. Dolayısıyla bu raddeden itibaren
Ortadoğu’da ABD’nin sert veya yumuşak güç
kullanım tercihi bölgesel ittifaklarının geleceğin-
de ve küresel sistemdeki ağırlığında temel belir-
leyici olacaktır.
Körfez ülkeleri açısından İran nükleer an-
laşması ve Suriye’de Başkan Obama’nın yaptığı
tercihler derin bir endişe ve hayal kırıklığı oluş-
turmuştur. Ancak mevcut güç kapasiteleri açısın-
dan bölgede ABD’nin hilafına hareket etmenin
mümkün olmaması sebebiyle Körfez ülkelerinin
itiraz edememesi, aslında ABD sonrası düzen ile
ilgili arayışlara neden olmuştur. Silahlanma ve it-
tifak ilişkilerinde çeşitliliğe gidilmesinin yanında
Avrupa devletleriyle stratejik yakınlaşma çabaları-
nın ana sebebi bu arayışın tezahürüdür. Bu açı-
dan ister Körfez ülkelerinin talebi doğrultusunda
olsun ister Washington yönetiminin Ortadoğu
külfetinin maliyetini tek başına yüklenmek iste-
meyişi olsun, nihai kertede Avrupa devletlerinin
Körfez ve Ortadoğu güvenliğinde daha fazla görü-
nür olacağı bir dönemin ipuçları görülmektedir.
Fransa’nın 2015 yılında Ortadoğu’ya yönelik silah
satışında yaşanan patlama, İngiltere kraliyet do-
nanmasının Bahreyn’de konuşlanması ve DAİŞ’e
yönelik operasyonlara Almanya’nın katılım sağla-
ması gözlemlenebilen ilk gelişmeler olarak telaffuz
edilebilir. Bununla birlikte Körfez güvenliği açı-
sından Türkiye ile ilişkilerdeki iyileşme Kral Sel-
man’ın Riyad’ın bölgesel düzen açısından ortaya
koyacağı iradeye endekslidir.
Körfez ülkelerinin üzerinde oldukça ağırla-
şan bir yük olan Yemen konusunda bir çözümün
başlangıcı Mart ayında girişilen müdahalenin or-
taya çıkış sebeplerinden daha elzem hale gelmiş
durumdadır. Aslında en başından itibaren Körfez
ülkelerinin stratejik planlarının olmayışı ve Ye-
men’in giderek bir güvenlik girdabına sürükleniyor
oluşu çözümün derhal sağlanmasını gerektirmek-
tedir. Zira halihazırda Yemen’de ortaya çıkan is-
tikrarsızlık sarmalı Körfez ülkelerine yönelik daha
fazla tehdit üretecektir. Bölgesel rekabetin çatışma
sahasına dönüştüğü alanlardan biri olan Yemen’de
İran etkisini kırmak için yoğun çaba sarf eden Ri-
yad yönetiminin, maliyetlerin yüksekliği ve tehdit
alanlarının genişlemesi sebebiyle uzlaşı yönündeki
çabaları ihmal etme lüksü bulunmamaktadır. Bu-
nunla birlikte Körfez ülkelerinin güvenlik alanında
yaşadığı sıkıntılar yakın gelecekle ilgili yapısal bir
paradigma değişimine gitmesinin kaçınılmaz oldu-
ğunu göstermektedir. ABD desteği ve mevcut itti-
fakın daha güven veren bir yapıya bürünmesi Kör-
fez ülkelerinin temel önceliği olmayı sürdürecektir.
Stratejik bakış açısının değişmesi de kolay değildir.
Zira Körfez güvenliğinde ABD dışında etkili bir
aktörün kısa vadede ortaya çıkması mümkün gö-
rünmemektedir. Kaldı ki ABD gibi küresel askeri
bir gücün boşluğunu doldurmanın da zorluğu tüm
Körfez ülkelerinin malumudur.
ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE
www.setav.org
K
örfez ülkeleri son dönemde Ortadoğu’daki gelişmelerin bir sonucu olarak ulu-
sal güvenliklerine dair ciddi tehditler algılamaktadırlar. Bu güvenlik endişeleri
(ayaklanmalar, İran nükleer anlaşması ve bölgedeki vekalet savaşları) Körfez
ülkelerini yeni güvenlik politikası arayışına yöneltmektedir. Bu çerçevede ABD’ye da-
yalı tek boyutlu güvenlik politikalarını terk etme eğilimine girildiği görülmektedir. Bu
yeni politikayı “savunmacı aktivizm” olarak isimlendirmek mümkündür.
Savunmacı aktivizm politikalarının sonucu olarak Körfez ülkeleri öncelikle Arap Ba-
harı’nda –İhvan özelinde– sorunun kaynağı olarak görülen aktörlerin sistem dışına
itilerek tasfiye edilmesine yöneldi.
İkinci olarak, İran nükleer anlaşması sonrasında bölgesel ve küresel denklemde yeni
arayışlar ile birlikte silahlanma artışını önceledi.
Üçüncü olarak ise, ABD ile yıl içerisinde gerginlikler yaşayan Körfez ülkeleri hem
silahlanmada çeşitlilik hem de güvenlik merkezli yeni ortak arayışlarına yöneldi.
Körfez ülkelerinin en hassas oldukları İran tehdidine yönelik bölgede üretmeye ça-
lıştıkları cevaplar bir yandan refleksif güç kullanımının öne çıkmasına diğer yandan
Yemen örneğinde görüldüğü üzere stratejik plan yetersizliğinin tezahürü olarak ol-
dukça büyük bir maliyetin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla bölgesel
düzenin yeniden şekillendiği Arap Baharı sonrası süreçte Körfez güvenlik mimarisi-
ne, bölge ülkelerinin yeni oluşan tehdit algılarına ve bu tehdit algılarının yol açacağı
muhtemel tepkilere yakından bakılması büyük önem arz etmektedir.
Dostları ilə paylaş: |