Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
309
2013/20
Nietzsche’yi ilgilendiren meselenin ateizm olmadığı açıktır. Tanrı inancının
yitimi zaten insanlarda mevcuttur. Peki Nietzsche, Tanrının ölümünün gerçekleşmiş
ama henüz farkına varılmamış bir olay olduğundan nasıl bu kadar emin olabilir? Bu
nasıl mümkündür? Tanrının ölümü olayı basit bir olgu veya belirli bir zamanda ve
mekanda tanık olunan pozitif bir tarihsel hadise değildir. O halde Tanrının ölümü olayı
tinsel bir hadiseye tekabül etmelidir; böylece belirli bir ampirik fenomen, bu tinsel
hadisenin işareti olarak görülebilir. Fakat bu tinsel hadise ancak bir hakikatin zaman
içinde açımlanması sırasında olgusal hale gelebilir. Bu tinsel hadise, Hıristiyanlığın
Tanrısının yaşamı ve düşünceyi yöneten ilke olarak ilk kez belirdiği andan itibaren Batı
tarihini tümüyle kapsayan bir yorumlama edimiyle açığa çıkabilir. Yorumlama, olayın
“tümüyle gerçekleşmesi” için gereklidir, çünkü yorumlama olayı açıklığıyla ifade
ederek olayı olay yapan şeydir. Tanrının ölümünün can alıcı noktası, bir yaşam biçimini
bunca zaman ayakta tutan değerlerin kendilerini değersiz hale getirdiğinin farkına
varılmasıdır – “oysa bunu yapan ta kendileridir.” Pazar yerindeki kalabalık artık Tanrıya
inanmamaktadır. Gerçekleşmiş olayın parçasıdırlar aslında, fakat buna kulak
asmamışlardır. Tanrı ya da nihai amaçlar hakkındaki gereksiz sorularla kafalarını
karıştırmadan, mutluluk arayışının onları ilgilendiren yegane şey olduğu sahte bir
güvenlik hissiyle gündelik işlerini sürdürmüşlerdir.
Nietzsche bu olay
ın gizemli karakterini şu sözlerle aydınlatır: “Son zamanların
en büyük olayı – yani ‘Tanrı öldü’ olayı, Hıristiyanlığın tanrısının inanması zor birşey
haline gelmesi–
ilk gölgelerini Avrupa üzerine düşürmeye başlamıştır” (GS, §343).
Nietzsche olayın henüz varış noktasına ulaşmadığını söylemenin yollarını belirler: bu
olay anlaşılamayacak kadar büyük ve uzaktır, henüz “havadisler” bile ulaşmamıştır,
dahası “bu olayın ne anlama geldiği” zerre kadar anlaşılmamıştır. Olay ve varışı
arasındaki bu çakışmazlığın yorum eksikliğinden kaynaklandığını iki açıdan anlarız.
Birincisi, olayın anlamı henüz açılmamış veya açıkça ifade edilmemiştir. İkinci ve daha
temel bakışa göre, olay olduğu haliyle henüz fark edilmemiştir. Olayın “olduğu hali”
diye birşey yoktur; çünkü bu, olayın dile getirilmesini ve isimlendirilmesini
gerektirecektir. Henüz gerçekleşmemiş olan, olayın anlamı üzerine düşünmektir. Bu ise,
Tanrı’nın varolup varolmaması sorusundan ziyade, “Avrupa ahlakının tamamını”
kapsar. Bazı işaretler vardı şüphesiz, ama bunların neye işaret ettikleri gizli kalmıştı.
4
Tanrının ölümünün anlamı, ahlaki değerlerin ve değerlendirmelerin alanında
yatar. Zaten “Tanrı” sözcüğü de, bu dünyadaki varoluşu kötüleyen ve öte dünyadaki
kurtuluşu olumlayan hiyerarşik bir değerler sistemine gönderme yapar. Nietzsche’nin
birincil hedefi, bu çöküşün sonuçlarını açığa çıkarmaktır. Bu pasajlarda Nietzsche’nin
Hıristiyanlığın Tanrısını kastettiği doğru olsa bile, bundan daha geniş bir anlam ifade
ettiği de aynı ölçüde doğrudur. Avrupa üzerine yayılan “gölgeler” neredeyse yaşamın
her alanına sirayet eder. Yaşam ise dine ilişkin her tür yorumlamanın ve bakış açısının
ilişkilendiği temel fenomendir. Martin Heidegger, Nietzsche’nin düşüncesinin
aydınlatan bir özet sunar, dolayısıyla da tümüyle alıntılamaya değer:
4
“Doğaya, bir tanrının iyiliğinin ve hükümranlığının kanıtı olarak bakmak… bu artık sona
ermiştir, insanın vicdanı artık bunu kabul etmez. Varoluşun bir anlamı var mı? Bu sorunun
tümüyle işitilmesi ve tüm derinliğiyle anlaşılabilmesi için birkaç yüzyıla ihtiyaç vardır.” (GS,
§307)
Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
310
2013/20
“Tanrı, idealar ve idealler aleminin adıdır. Bu duyular-üstü alem, Platon’dan beri,
veya daha kesin bir ifadeyle, Platoncu felsefenin geç Antik Yunan ve Hıristiyan
yorumlarından beri, hakiki ve gerçek dünya olarak görülmüştür.
‘Tanrı öldü’ cümlesi şu anlama gelir: Duyular-üstü dünyanın etkin bir gücü
yoktur.
Yaşam bahşetmez. Metafizik, yani Nietzsche’ye göre Platonculuk olarak
anlaşılan Batı felsefesi, sona ulaşmıştır.” (‘Nietzsche’nin Tanrı Öldü Sözü, 61)
Bu pasajda göze çarpan birkaç şey vardır. Birincisi, Heidegger’in metafizik
dediği şey, yaşamın ahlaki-dini yorumudur. İkincisi, Hıristiyanlığın dini ve ahlaki dünya
görüşünün Platoncu olduğuna karar verilmiştir. Üçüncüsü ise, hem dini-ahlaki hem de
metafizik olan, temellendirmelerini yaşamla kurdukları ilişkide bulurlar: yaşamı
bahşederler mi yoksa geri mi alırlar? Yaşamı kuvvetlendirirler mi yoksa zayıflatırlar
mı? Yaşamın yöneleceği bir hedef belirlerler mi yoksa yaşamı nihai hedeflerinden
mahrum mu ederler? Kısacası, yaşamı olumlarlar mı yoksa anlamını kurutarak yadsırlar
mı? Nietzsche’nin yanıtı bellidir. Dünyanın Hıristiyan ahlakınca yorumunun, insanın
mutlak değeri ve onuru konusunda sunduğu avantaj ne olursa olsun, istemi yaşamın
aleyhine döndürmek pahasına kazanılmış bir avantajdır bu: “Ahlaki değer yargıları,
olumsuzlama yollarıdır; ahlak kişinin varolma istencine sırt çevirmesinin bir biçimidir”
(WP §11, s. 11).
Bu ertelenmiş olayın ne olduğunu artık daha iyi anlayabiliriz. Hıristiyan
Tanrısına duyulan inancın kaybı uzun bir tarihsel sürecin sonucudur. Bu süreçte,
Hıristiyan ahlakının temel öğretilerinin – bunlar, metafizik karaktere sahiptirler- yanlış,
asılsız ve hatta ödlekçe olduğu görülmüştür. Buna yol açan şey, Hıristiyan ahlakının
temel öğretilerinin Hıristiyanlığın doğruluk fikri adına sorgulanmasıdır. Bu doğruluk
fikri ise Hıristiyanlığın Platonculuktan devraldığı mirasın bir parçasıdır. Modernitenin
demirbaşlarından olan bilimsel vicdan, Hıristiyan öğretisindeki bu sahteliği artık kabul
edemez. Dahası, “halk için Platonculuk” olarak Hıristiyanlığın merkezinde, dünyasal
olanı aşan ideallere aşırı değer yükleme uğruna, duyusal ve “bu-dünyasal” olan herşeyin
değersizleştirilmesi yatar. Dünyanın ve yaşamın anlamı aşkın ‘Hinterwelt’e
5
sürüldüğü
ve bu hayattaki herşeye yalnızca öte dünyayla ilişkisi üzerinden anlam verildiği
takdirde, bu iki dünya arasında çökmeye mahkum bir ayrım oluşur. Ama dahası da
vardır. Bunun çökmeye yazgılı olmasının sebebi kısmen, aşkın olan ile bu dünya
arasındaki metafizik ayrımın da ahlaki bir değerlendirme olmasıdır. Hıristiyanlıkta
metafizik ile ahlak birbirinden ayrılamaz. Tüm anlamın kaynağının aşkın alem
olduğunu söylemek için, kişinin aynı zamanda varoluşa dair bir yargı bildirmesi de
gerekir, intikamla güdülenmiş bir yargı. Değişim ve tutarsızlıktan oluşan bu dünyada
şeyler asla olması gerektiği gibi değildir, dolayısıyla varoluşa sırt çevrilir. Kişi suçu
varoluşa yükler ve ideal bir dünya hayaliyle, sadece ölümden sonra ulaşılabilecek eşsiz
bir cennet kurgusuyla yaşamını sürdürür. İdeal olana “evet” demek, yaşama ve yaşamın
Oluş’una “hayır” demektir.
Eğer Nietzsche’nin neden tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç
duyulduğunu ve bu yeniden değerlendirmenin neye dayanması gerektiğini anlamak
istiyorsak, Hıristiyan Platonculuğunun teleolojik yapısını açıklığa kavuşturmalıyız.
5
‘Beri-dünya’ a
nlamına gelir: Duyumsanır dünyanın berisindeki gerçek, hakiki ve aşkın
dünyayı kasteder.