Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
311
2013/20
Ahlak ve metafizik eleştirisi, teleoloji problemine kopmaz bir biçimde bağlıdır. Tanrının
ölümü, Nietzsche’nin Avrupa tarihinde şu ana kadar hayatı idame ettiren tüm ahlaki
yapının çöküşü için kullandığı bir ifadedir. Bu çöküşün yol açtığı değersizlik ve
amaçsızlık hissi ile cevabı olmayan “neden” sorusu ise, yaşamın ötesindeki bir başka
dünyayı, bir ‘Hinterwelt’i artık hedefleyemeyeceğinin ve bu Öte-dünyanın yıkıldığının
belirtileridir.
Hıristiyan ahlakı neyi yaşamın hedefi olarak koyar? En polemikçi tavrıyla
Nietzsche, hem Hıristiyan ahlakını hem de dinini, “gerçeklikten tümüyle kopmuş”
olmakla itham eder. Hıristiyanlık tamamen “kurgusal bir dünya”dan ve “hayali bir
teleoloji”den ibarettir. Kişi sadece öte dünya uğruna, Tanrının krallığına girebilmek ve
ebedi yaşama hazırlanmak için yaşar (AC, s. 15). Gerçekliğin bu şekilde yanlışlanması
ve değersizleştirilmesi yoluyla, Hıristiyan Tanrı “hayatın tecellisi ve ebedi bir ‘evet’i
olmak yerine, hayata bir çelişki” teşkil ederek yozlaşmıştır (AC, s. 18). Hıristiyan ahlakı
yaşamın hedefini yaşamın ötesine yerleştirir ve yaratıcı Tanrı, İyi’nin ta kendisi olan
Tanrıyla özdeş hale gelir. Böylece aşkınlık bütüncülleşir ve yaşamın içindeki herşeyin
değeri, öte dünyaya hizmet etmesi ölçütüyle belirlenir. İçkinliğin reddi Hıristiyanlık için
kaçınılmazdır. Yaşamın içindeki her tür aşkınlık biçimi inkar edilir, yaşamın anlamı
yaşamın içinde değildir artık. Hal böyle iken, asla tam olarak gerçekleşmeyen, daima
gelmekte olan ama asla
varmayan birşey için yaşatılırız. “Aslında tüm tarih, sözde
‘ahlaki dünya düzeni’ ilkesinin çürütüldüğü bir deneydir” (EH, §3, s. 145).
Tanrının ölümü sayesinde bu aşkınlık çöker. Bu olaya esas anlamını veren de
budur: Platonculuktan miras alınan aşkınlık yapısı artık imkansızdır. Son zamanlardaki,
yaşama Hümanizm yoluyla anlam verme girişimleri de, zayıf oldukları için bu yarığı
kapatamazlar. Zerdüşt bu noktada “son insan”dan bahseder. “Mutluluğu icat ettik, der
son insanlar ve göz kırparlar.” Yine aynı bağlamda Zerdüşt son insana dair şunları
söyler, “herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır”; “biri çok zekidir ve ne olup bittiğini
bilir”; “birinin gündüz için küçük zevkleri diğerinin ise gece için küçük zevkleri vardır.”
(
Zerdüşt’ün Önsözü, §5, s. 13). Son insan, yani ilerlemeyi ve mutluluğu yaşamın amacı
zanneden insan aşkınlıktan ziyade, memnuniyet arar. Kendi ötesinden başka hiçbir şeye
yönelmeyen aşkınlığın son nefesidir bu. Ötesindeki veya ilerisindeki bir şeyden başka
hiçbir şeyi hedeflemeyen insanlık artık insani değildir.
Peki son insan neden bu kadar aşağılıktır? Çünkü kendisine bir hedef belirleyip
kendisini aşmaktan acizdir. Bu durum onu, din adamından bile daha aşağı bir konuma
sokar; en azından din adamı, insanlığın hayvani olan ile ilahi olan arasında bir yerde
dengede durduğunu düşünür. Tıpkı bunun gibi, Nietzsche’ye göre, insan denilen şey
hayvani olandan daha yüksek bir şeye -ki bu artık Tanrı olamaz- doğru hareket eden, bu
sayede kendini aşmaya çalışan bir figürdür. “Şu ana kadarki tüm varlıklar kendilerini
aşan bir şey yarattılar: ve sen bu akışı bozmak mı istiyorsun, insanı aşmaktansa
hayvanlığa mı dönmek istiyorsun?” İşte bu, modern insanın ikilemini çok iyi ifade eder.
Temelindeki hayvani doğayı aşmaya mecbur kalıp ebedi olana ulaşmak için çabalayan
Hıristiyan, insan hayatına tam da Hıristiyanlığın ahlaki-metafizik öğretisi vasıtasıyla
değer kazandıracak bir hedef yaratır. Fakat hayatın değeri böylesine düşürülünce,
Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
312
2013/20
modern insan ona olumlayacak hiçbir şey sunmayan hayvani varlığıyla kalakalır.
6
“Maymun insan için nedir? Maskaranın teki veya ona acı veren bir utanç kaynağı”
(
Zerdüşt’ün Önsözü, §3, s. 9). Hayvani olana geri dönüş, insana olumlayacağı hiçbir şey
sunmaz; çünkü olumlama,
kişinin kendisini aşan en yükseği ve en değerliyi
tasarımlamasını gerektirir. Oysa hayvani olan bunun için yeterli değildir.
7
Özetlemek gerekirse, Tanrının ölümü düşüncesinden çıkan iki temel sonuç
vardır. İlki, aşkınlığın çöküşü ve bunu takiben, yaşama bir hedef ve değer veren ahlaki
yükümlülük duygusunun kaybol
masıdır. İkincisi ise, yaşamı hayvanlıktan tanrısallığa
geçiş olarak yorumlamanın imkansızlığıdır. Bu, insani varoluşumuzu ve bizzat
insanlığımızın tanımını sorgulanır kılar. Tıpkı Zerdüşt’ün Önsözü’ndeki ip cambazı
gibi, insanlık da bir uçurumun üzerinde durmaktadır, o “sonsuz hiç”in üzerinde asılı
kalmıştır. İnsanlık, öteye-gitmekten ibaret olan özünü yitirdiğinde artık gidecek hiçbir
yeri yoktur.
Dinin Değeri
Tanrının ölümüyle ilgili söylendiklerine dayanarak Nietzsche’nin dine karşı
olduğu sonucuna varabilir miyiz? Bu soruyu yanıtlamak için Nietzsche’nin
Hıristiyanlığa yönelttiği temel itirazı göz önünde bulundurmalıyız; Hıristiyanlığın kutsal
olanı, yaşamdan ayırmasına ve yaşamı her tür değerden yoksun bırakmasına itiraz
etmiştir. Nietzsche, zaman ve mekan ne olursa olsun, her dinin yaşama düşman
olduğunu iddia etmiş olsaydı, tutumunun evrensel olduğu yorumu yapılabilirdi. Fakat
meselenin bu olmadığını gösteren birçok kanıt vardır, dolayısıyla Nietzsche’yi ‘din-
karşıtı’ olarak etiketleyemeyiz. Hatta, Tanrı’nın ölümü düşüncesiyle tutarlı olumlayıcı
bir din tümüyle mümkündür Nietzsche için.
6
Nietzsche, hayranlığına rağmen Darwinizm’in büyük bir kusuru olduğunu söyler. İnsan
eylemini tek bir hedefe, yani hayatta kalma mücadelesine indirger. Bu da Nietzche’ye göre,
yaşamı öyle bir ortak paydaya indirger ki, insanı, günümüzde yapabildiği gibi, kendisinin
ötesine asla götüremez. Örneğin Putların Alacakaranlığı’nın “Anti-Darwin” başlıklı 14.
Aforizmasına bakabilirsiniz: “şu meşhur ‘hayatta kalma mücadelesi’ söz konusuysa, bu bana
şu anda kanıtlanmış bir olgudan ziyade bir kanı gibi görünür.” Ve ekler, “nerede mücadele
varsa, o bir güç mücadelesidir.” (TI, s. 199)
7
Bunu, günümüzde yapılan biyoloji, genetik, nöroloji, bilişsel teori araştırmaları ve insan
davr
anışını, evrimsel açıdan açıklamaya çalışan diğer disiplinler ışığında düşünmek oldukça
ilginçtir. Bu alanlarda yapılan araştırmalarda sanal bir artış vardır, ama elde edilen nedir?
Tersine, toplumu bir arada tutacak bir güç ve ahlaki yükümlülük duygusu yaratabilecek bir
takım değerler oluşturma imkanı artık daha da uzak görünmektedir. Bunun çok ağır toplumsal
ve politik sonuçları vardır. Çağdaş dünyada sürekli denetim ve yönetim altındayız, bu hiç
şüphesiz davranışımızı değiştirebilir; fakat bağlayıcı güç, şiddetin gücü ve rahatın tehdit
edilmesidir, yükümlülük değil. Foucault’nun biopolitika hakkındaki çalışmaları bu durumun
çeşitli veçhelerini derinlemesine ele alır. Ayrıca Giorgio Agamben’in çalışmalarına da
bakabilirsiniz, özellikle de
Amaçsız Araçlar adlı eserine. Agamben burada, Batı’daki siyaset
tarihinin yakın geçmişini ‘ayırt edilemezliğin bölgesi’ olarak niteler; bu bölgede, vatandaşta
vücut bulan politik yaşam ile biyolojik olarak insan olma olgusunda vücut bulan çıplak
yaşamı birbirinden ayırt etmek giderek zorlaşmıştır.