Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50



Sinan Yağmur
  1965’te  Hünkar  Hacı  Bektaş’ın  soluğunu  üflediği  Nevşehir’de  doğdu.  İlk  ve  orta
öğrenimini Ahi Evran Velî’nin mayaladığı toprakta Kırşehir’de tamamladı. Rüyalar içinde bir
rüyanın  işareti  ile  aşkın  yurdu  Pîr  Mevlâna’nın  ocağına  yürüdü.  Takvimler  1985  yılını
gösterirken,  Tennure’deki  ateşe  dokundu,  parmakları  yüreğinin  sesine  direnemedi.
TENNURE  VE ATEŞ’i  üfledi  satır  satır  ilk  kitabı  olarak. Aşkın  şehidi  Şems’in  sesini  duydu.
Dondu. Durdu. Çözüldü harf harf... Güneş’te gözleri kamaşanlara gölgelere sığınmamalarını
yazdı.  Aşkı  sokaklardan  sayfalara  çekmek  için  AŞKIN  GÖZYAŞLARI’nı  topladı  beyaz
kâğıtlarda.  Alevleri  ıslatan  sayfalar  şimdi  sizlerin  yüreğinde  şebnem  şebnem  aksın  diye
Güneş’e seslendi:
“Irmaklar kurusaydı deniz olmazdı. Eğer aşk muteber olmasaydı seni senden daha iyi
bilen, Adem ve Havva’yı yaratmazdı.”


Önsöz
Şems:  Beni  bugüne  kadar  doğru  yazmayan  kalemlere  sesleniyorum!  Bugünün  kalemleri,
sözü kendilerinden önce yaşamış hakiki kalemlerden ödünç almadan yazamıyorlar. Ancak o
zaman  okunabilir  sanıyorlar  yazdıklarını.  Ay  gibi  onlar.  Kendi  ışıkları  yok…  Güneşleri,
(Şems’leri)!
Asıl kaynakla ilişkiye girmekten nedense korkuyorlar bu yansıtıcı kalemler. Ya çarpılırsak
o  ışıktan.  Gözlerimiz  kamaşırsa.  Bugüne  kadar  bildiğimizi  sandığımız  her  şey  doğru
değilse… Bütün yazdıklarımızın bir yanılgı olduğu ortaya çıkarsa…
Sahte  hayatların  içinde  yaşayarak  nasıl  varılır  hakikate!  Bir  ses,  bir  sözcük  nasıl  gelir
senin  kalemine…  O  zaman  hemen  sarılırsın  işte  daha  önce  yaşanmış,  yazılmış  o  hakiki
yazılara…  Ve  hakikatle  doğrudan  ilişki  kurmak  yerine,  o  meşakkatli  yolculuğu  yapanların
üzerinden  bir  defa  daha  yazmaya  kalkışırsın,  her  sahte  sözünüzle  eksilttiğiniz  gibi  gerçeği.
Beni yazmaya niyetlenen, beni tanımadan nasıl taşıyabilir deryamı çöllerine?
Tasavvufun  tozunu  yutmayanlar,  Konya’nın  yolunu  tutmayanlar  ne  derece  doğru
anlayabilirler  beni.  Beni  anlamayanlar,  bana  ait  olmayan  sahte  düşlerini  benim  üzerimden
taşıma  cüretini  nasıl  bulabildiler?  Yediğim  bıçak  darbelerinden  daha  derin  acılar  verir
ruhuma  beni  olduğum  gibi  görmeyen  yazılar.  Ben  ki  kuralları  yıkmaya  gelmiş  Şems,  ben  ki
dünya  nimetlerini  elinin  tersi  ile  itmiş  Şems,  nasıl  olur  da  40  kural  yaftasını  yakıştırırlar
bana. Neden kendi entrikalarının ortasına yerleştirirler beni?
Karşılıksız sevgiyi yaşamak gerekiyormuş. Birini sevmenin, delice bir aşkla bağlanmanın,
güzelliğini  yaşamanın  hazan  mevsimine  gelmek  olduğunu  bilmiyordum.  Meğer  hayatta  ne
çok şey kaçırmışım... Ya ben erken geldim, ya sen çok geç kaldın vuslata.
Cemşid,  rüyasında  görüp  var  olduğunu  bilmediği  maşuku  için  tahtından  vazgeçerek
Anadolu’yu  karış  karış  gezdi.  Ben  Mevlâna  için  bahtımdan  vazgeçmişim  çok  mu?  Hangi
kelâm  Kimya’nın  sırrını  çözmüş  ki  kalemleri  ile  Kimya’mı  yazma  cesareti  bulmuşlar?
Beceremedikleri  acemilik  yanılgısı  aşk  senaryolarında  benim  ismimi  ve  sevenlerimi
kurgulamak  hangi  vicdanın  sesidir? Aşkın  kök  salmış  çınarından  korkan,  mum  titrekliğinde
kalemler  taşıyan  bu  insancıklar  ateşi  avucunda  taşıyan  beni  ve  çınarlaşan  aşkı  nasıl
açıklayabilirler?
Ateş  (Aşk),  ağaç,  su  sadece  birer  kelimedir  sizin  için…  Bir  hikâye  kurup,  içine
yerleştirmeye  çabalarsınız  hemen  bu  kelimeleri…  Onların  kendi  hakikatlerini  hiç  merak


etmezsiniz… İç seslerini harflerin… Kanat çırpmalarını, kâinatın ahenkli zikrine katılışını her
birinin…  Ve  sizi  nasıl  değiştirdiklerini  göremezsiniz  yaşarken…  Siz  sadece  hikâyelerle
ilgilenirsiniz…  Hayatınızın  bir  hikâyesi  olmadığı  için  kelimeleri  zorla,  o  kurduğunuz  derme
çatma  hikâyelerin  içine  sokmaya  zorlarsınız…  Emrivaki  bir  yazım  şeklidir  bu!  Kelimelerin
gönlünü  almayı  bilmezsiniz!  Onlara  verilen  canı  hissetmeden,  siz,  kim  olduğunuzu  nasıl
hissedeceksiniz…  Aşkı  bilmeden  bir  kelimeye  dokunabilir  mi  insan?  Onu  yazıya  nasıl
sokabilir… Bahçeyi hazırlamadan ağaç fidanını toprağa nasıl dikeceksiniz… Yazının mümbit
bahçesi için toprak gereklidir…
Aşkın  sizin  yazı  bahçenize  nur  yağdırmasına  ihtiyaç  vardır…  Aşkı  bilmeyen  bahçe,
toprak, su olabilir mi? Bir kelime olabilir mi? Aşkı bilmeden bir insan yazmaya oturabilir mi?


Şems İçin Özel Mukaddime
(NEV-İ ŞAHSINA MÜNHASIR):
Şems  ki,  Mevlâna’yı  Mevlâna  yapandır.  Şems  ile  karşılaşıncaya  kadar  Mevlâna  bir
âlimdir. Konya’nın sevgilisi, olgun ve makul başmüderrisi. Aklın ve onun çocuğu olan, bilimin
dairesi içinde dolaşan mantıklı bir İslâm âliminden bir cezbe adamı çıkaran Şems’tir.
Şems  ansızın  gelir.  Yaşı  kırkı  bulmuş  olan  Mevlâna’nın  belki  de  hiç  beklemediği  ve  ümit
etmediği anda. Ama kırk, peygamberî bir yaştır. Üstelik son fırsattır.
Çalınır...  ardına  kadar  açılır  kapı.  Girer  içeri  sessizce  yolcu.  Geçiyordur...  uğramıştır...
kalır...
Gariptir Şems. Bu aniden gelen mağrur adam, mağrurluktan başka bir imlâyla mağrurdur.
Sahte  tevazuyu  kibir  ile  eş  tutar  ve  ondan  bu  yüzden  nefret  eder.  Kabiliyet  bir  Allah
vergisiyse  onu  saklamanın  da  sahtecilik  anlamına  geldiğini  düşünerek  mağrurdur.  Dili  bu
yüzden bu kadar keskindir. Kaide dışı ama harikuladedir. Üstelik her kelâmında ”belâ”ya bir
davet  vardır.  Karanlık  ve  siyaha  ait  yabancı.  Durak  şaşırtan  yolcu.  Yolcuyu  yolundan
eyleyen dilber.
Kimliği  belirsiz;  ama  olsun:  Şems’in  saçları  Tebriz’in  gecesidir.  Yüzü  İsfahan’ın  güneşi.
Mihr ve mah onun kelâmından dökülür. Çünkü Şems hatırlatır. Ezelde büyük bir karşılaşma
olmuştur.
Şems’tir.  Şems  güneş  demektir.  Öyle  bir  taşkın  yaratır  ki  Mevlâna’nın  engin  denizlere
benzeyen;  ama  henüz  rüzgâr  görmemiş  sakin  ve  emniyetli  ruhunda,  Ay’ın  küçük  denizler
üzerinde yarattığı gelgitlerin onun taşkını yanında esamesi bile okunmaz. Çünkü Mevlâna bir
okyanustur.  Şimdiye  değin  denizlerin,  kamerlerin  ardı  sıra  yürüyüp  durmuştur  da  ancak
şimdi güneşin cazibesine tutulmuştur.
Gündelik  hayatın  dağdağasından  farklı  bir  boyutta,  suyun  toprağa  kavuşması  gibi  değil,
iki suyun birbirine kavuşması gibi kavuşurlar. Şems hem canı, hem cananı olur Mevlâna’nın.
Müridi  ve  mürşidi.  Aslında  bereketin  taşkını  bu  çoğullukta.  Kim  âşık  kim  maşuk,  bu
kavuşmada  belli  değildir.  Ne  gam!  Aşktır  aralarındaki.  Zamanın,  mekânın  ve  cinsiyetin
sınırlarını  çoktan  aşmış,  bu  aşkınlıkla  aşkın  kaynağına  dayanmış,  küstah  nazarlarca
kavranması mümkün olmayan bir aşk. Anlamayanlar da anlayışsızlıklarında mazur, nereden
anlasınlar ki?...
Sonu o kadar kanlı geleceği için belki, Şems bir bıçak gibi böler Mevlâna’nın ömrünü tam


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə