Avrupa insan haklari mahkemesi ataman tüRKİye davasi



Yüklə 144,42 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix06.05.2018
ölçüsü144,42 Kb.
#43284


AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ 

ATAMAN - TÜRKİYE DAVASI 

(Başvuru no: 46252/99) 

KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ

 

STRAZBURG 



27 Nisan 2006 

İşbu karar AİHS’nin 44§2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli 

bazı düzeltmelere tabi olabilir. 

AVRUPA 

KONSEYİ 

CONSEIL DE 

L'EUROPE 

______________________________________________________________________________________  



© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2006. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan 

Hakları  Genel  Müdür  Yardımcılığı  tarafından  yapılmış  olup,  Mahkeme’yi  bağlamamaktadır.  Bu  çeviri, 

davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile 

Dışişleri  Bakanlığı  Avrupa  Konseyi  ve  İnsan  Hakları  Genel  Müdür  Yardımcılığı’na  atıfta  bulunmak 

suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.



 

2

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan ve (46252/99) başvuru no’lu davanın nedeni bu 



ülke  vatandaşı  olan  Abuzer  Ataman’ın  (başvuran)  Avrupa  İnsan  Hakları  Mahkemesi’ne 

(AİHM)  13  Kasım  1998  tarihinde  Avrupa  İnsan  Hakları  Sözleşmesi’nin  Temel  İnsan 

Haklarını güvence altına alan 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. 

 

Başvuran,  AİHM  önünde  Ankara  Barosu  avukatlarından  Yusuf  Alataş  tarafından 



temsil edilmektedir. 

 

OLAYLAR 



 

I. DAVA KOŞULLARI 

 

1931  doğumlu  olan  başvuran,  Abuzer  Ataman,  Adıyaman’da  (Türkiye)  ikamet 



etmektedir. 1976 doğumlu olup 16 Ocak 1998 tarihinde ölen Mikail Ataman’ın babasıdır. 

 

A. Mikail Ataman’ın askere alınmasından sonra meydana gelen olaylar 

 

1997 tarihinde, 21 yaşındaki Mikail, Kars’ta askerlik görevini yerine getirmektedir. Bu 



dönemde,  PKK  üyesi  olduğu  gerekçesiyle  kardeşlerinden  bir  tanesi  cezaevinde 

bulunmaktadır.  

 

1997  yılının  Eylül  ayında,  bağlı  olduğu  birliğin  Tunceli’de  yapılacak  askeri  bir 



operasyona  katılacağını  öğrenen  Mikail  Ataman,  hastalığını  gerekçe  göstererek  U.  adlı 

Komutanından  operasyona  gönderilmemesini  istemiştir.  Operasyon  öncesinde  Komutanı, 

Mikail’in bu isteğini kabul etmiş fakat başvuranın iddiasına göre Mikail’i tehdit etmiştir. 

 

Mikail’in ailesinin özellikle de Hollanda’da ikamet eden kardeşinin ifadelerine göre, 



Mikail  Ataman  kendilerini  sık  sık  aramış,  hakaret  içerikli  ve  tahrik  edici  konuşmalar 

yapmıştır.  Mikail  Ataman’ın  ailesi,  konuşmalar  sırasında  Mikail’in  başka  askerlerin  hatta 

subayların  yanında  bulunduğunu  fark  etmişlerdir.  Bir  süre  sonra,  ailesi  Mikail  Ataman’a 

ulaşamamış  ve  bu  dönemde  Mikail  ile  ilgili  bir  takım  tedbirlerin  alındığını  öğrenmişlerdir. 

Mikail’in  silah  taşıması  ve  kışladan  çıkması  yasaklanmıştır.  Tedirgin  olan  ailesi,  Kars’ta 

ikamet eden A. A. isimli yakınlarından, Mikail Ataman’ı ziyaret etmesini istemişlerdir. A. A. 

Mikail’in  ailesine,  Mikail’in  psikolojik  durumunun  iyi  olmadığını  ve  tedavi  görmesi 

gerektiğini  bildirmiştir.  Bunun  üzerine  başvuran,  hastalık  izni  alabilmek  ümidi  ile  Kars’a 

gitmiştir.  Oysa,  başvurana  göre  Mikail’e  yalnızca  izin  verilmiş  ve  bu  da  Komutan  U.’nun 

yerine  vekalet  eden  E.  Ö.  isimli  yüzbaşının  kişisel  çabaları  sonucunda  gerçekleşmiştir.  Bu 

nedenle Yüzbaşı E. Ö., bütün askerlerin benzer psikolojik sorunları olabileceğini ve Mikail’e 

ayrıcalık tanınması için hiçbir neden bulunmadığını düşünen üstleri ile karşı karşıya gelmiştir.    

 

İzinde olduğu süre içerisinde ailesi, Mikail Ataman’ı önce Malatya’da tedavi ettirmek 



istemiştir.  İlgili,  burada  firar  etmiş  ve  inzibat  tarafından  kendisini  kaybetmiş  bir  haldeyken 

yakalanmıştır. 4 Kasım 1997 tarihinde, Malatya Askeri Hastanesi’nde Mikail’e sakinleştirici 

iğne  yapılmıştır.  Tedavi  eden  doktor,  Mikail’in,  Ankara’da  bulunan  Mevki  Askeri 

Hastanesi’nin  psikiyatri  servisine  sevk  edilmesini  talep  etmiştir.  Fakat  ailesi,  Mikail’i 

Adana’da  bulunan  özel  bir  psikiyatri  kliniğine  götürmeyi  tercih  etmiştir.  Klinikte  çalışan 

psikolog,  Komutanın  Mikail’e  izin  vermesi  halinde  tedaviye  başlayabileceğini  belirtmiştir. 

Aile daha sonra Mikail’i Ankara’da bulunan Mevki Askeri Hastanesi’nin psikiyatri servisine 

götürmüştür.  Psikiyatri  servisinde,  19  Kasım  1997  tarihinde  hazırlanan  raporda  Mikail 

Ataman’da anksiyete semptomu teşhis edildiğini, devam etmesi halinde birliğinin bulunduğu 



 

3

ilin askeri hastanesinde tedavi ettirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Raporda “hastanın kaydının 



yapılması ve birliğine bilgi verilmesi” ifadesi yer almıştır.  

 

Mikail,  Kars’ta  bulunan  kışlasına  döndükten  sonra  ailesi  ile  telefonla  konuşmuş  ve 



ailesi sağlık durumun daha iyi olduğuna ikna olmuştur. 

 

Komutan U.’nun dönmesi ile Mikail Ataman’ın sağlık durumu kötüleşmiştir. 4 Ocak 



1998  tarihinde,  Mikail  ailesini  aramış  ve  Komutan  U.’nun  kendisini  öldürmeden  imdadına 

yetişmeleri  için  ailesine  yalvarmıştır.  Konuşma  sırasında  telefonu  alan  arkadaşı  Mikail’in 

söylediklerini doğrulamıştır. O akşam ve ertesi gün, başvuran ne oğluna ne de Komutan U.’ya 

ulaşabilmiştir.  Görüştüğü  kişiler  her  defasında,  Mikail  Ataman’ın  nöbette  olduğunu,  sağlık 

durumunun  iyi  olduğunu,  yolların  kapalı  olması  nedeniyle  başvuranın  oğlunu  görmeye 

gelemeyeceğini  belirtmişlerdir.  Başvuran  yeniden  A.  A.’dan  oğlunu  ziyaret  etmesini 

istemiştir.  A.  A.,  Mikail’in  durumunun  ciddi  olduğunu  ve  Mikail’in  Komutanından 

bahsederken “ya o beni öldürecek ya da ben onu” şeklinde ifadelerde bulunduğunu başvurana 

söylemiştir. Bu görüşmeden sonra, başvuran birkaç defa oğluna ulaşmaya çalışmıştır. 

 

B. Mikail Ataman’ın ölümü ve soruşturmanın açılması            

 

 

16  Ocak  1998  tarihinde  sabah  saat  02:00’da,  kendisini  Mikail’in  Komutanı  olarak 



tanıtan bir kişi başvuranı aramış ve oğlunun saat 00:25’te, kışla garajında nöbet tuttuğu sırada 

öldüğünü  haber  vermiştir.  Komutan,  aynı  zamanda,  kardeşinin  hapsedilmesi  nedeniyle 

Mikail’in üzülmüş olabileceğini belirtmiştir. 

 

 



Olaydan  haberdar  olan,  Kara  Kuvvetleri  Komutanlığı  ("KKK"),    9.  Piyade  Tümen 

Komutanlığı  Askeri  Savcısı,  olay  yerine  gitmiştir.  Mikail  Ataman’ın  cesedi  Kars  Devlet 

Hastanesi’ne götürülmüştür. Askeri Savcı, Mikail Ataman’ın o gece iki askerle birlikte kışla 

garajında nöbet tuttuğunu tespit etmiştir. M. K. Ç. ve M. A. adındaki askerler garaj önünde, 

Mikail  ise  garajın  arkasında,  ZPT  araçlarının  yanında  nöbet  tutmuştur.  Askerler,  Askeri 

Savcı’ya  bir  el  silah  sesi  duyduklarını,  bunun  üzerine  Mikail’in  nöbet  yerine  doğru 

koştuklarını  ve  Mikail’i  üstünde  G3  piyade  tüfeği  ile  yerde  yatarken  bulduklarını 

açıklamışlardır. 

 

 

Askeri  Savcı,  kan  birikintisine  2  m.  uzaklıkta  7,62  mm.  çapında  kovan  bulmuştur. 



Mermi bulunamamış fakat emniyet kilidi açık olan silah üzerinde yapılan incelemede, silahın 

garaj duvarına dayalı tutulduğunu, silahın Mikail Ataman’a verilen silah olduğunu ve bu silah 

ile bir el ateş edildiğini doğrulamıştır.  

 

 



Daha sonra, Askeri Savcı Kars Devlet Hastanesi’ne gitmiş, burada Mikail Ataman’ın 

şahsi eşyalarını ve kıyafetlerini incelemiştir. Askeri Savcı, Mikail Ataman’ın cüzdanında bir 

rapor ve psikiyatri servisince düzenlenen beş adet reçete bulmuştur.  

 

 



S.  G.  tarafından  teşhis  edilen  Mikail  Ataman’ın  cesedi  üzerine  otopsi  yapılmıştır. 

Otopsi sonucunda hazırlanan raporda, göğüs bölgesinde 0,5 cm. çapında bir kurşun deliğine, 

beşinci  kaburga  arasında  ve  göğüs  kemiği  hizasında  birinci  dereceden  yanık  ve  kurşun 

deliğinin çevresinde 2 x 4 cm. çapında bir ekimoza rastlanmıştır. Kurşunun çıkış deliği 3 x 2 

cm.  çapında  olup,  onikinci  göğüs  omuru  seviyesinde,  solda  ve  orta  çizgiye  10  cm. 

mesafededir.  İki  doktor  ve  Askeri  Savcı  tarafından  imzalanan  otopsi  raporunda,  ölüm 

nedeninin  sol  karıncığın  ateşli  silahla  tahribinin  yanı  sıra,  dolaşım  yetersizliği  ve  kanama 

sonucu kalbin durması olduğu belirtilmiştir.   




 

4

 



 

C. Başvuranın şikayeti   

     


 

Bu  rapordan  haberdar  olan  başvuran,  Adıyaman  Cumhuriyet  Savcısı’na  şikayette 

bulunmuştur. Başvuran, sivil bir hakim eşliğinde ikinci bir otopsi yapılmasını talep etmiştir. 

Başvuran,  oğlunun  öldürüldüğünden  şüphelendiğini  ve  otopsi  sonucunun  kendisine 

bildirilmesini istediğini belirtmiştir. Cumhuriyet Savcısı, başvuranın talebin kabul etmiş ve 17 

Ocak 1998 tarihinde sivil hakim eşliğinde ikinci bir otopsi yapılmıştır. Bununla birlikte, ikinci 

otopsiden farklı bir sonuç çıkmamıştır. 

 

 



Mikail  Ataman  18  Ocak  1998  tarihinde  defnedilmiştir.  Defin  işleminden  önce 

Mikail’in resimleri çekilmiştir. 

 

 

Defin  işleminden  sonra,  belirtilmeyen  bir  tarihte  başvuran  oğlunun  ölümünden 



sorumlu  olan  kişi  ya  da  kişiler  hakkında  Adıyaman  Cumhuriyet  Savcılığı’na  şikayette 

bulunmuştur. 

 

 

21  Ocak  1998  tarihinde,  Adıyaman  Cumhuriyet  Savcılığı  yetkisizlik  kararı  vererek 



dosyayı, soruşturmasını sürdürmekte olan Askeri Savcı’ya göndermiştir. 

 

 



Bu  çerçevede,  Askeri  Savcı  önce  Mikail’e  yakın  olan  çok  sayıda  askerin  ifadesini 

almıştır.  Askerlerin  hepsi  genel  olarak,  Mikail  Ataman’ın  izinde  olduğu  sırada  tedavi 

gördüğünü, psikolojik sorunlarının bulunduğunu, askerlik yapmak istemediğini, buna karşılık 

üstleri  ile  ilgili  herhangi  bir  tartışmadan  bahsedip,  şikayet  etmediğini  belirtmişlerdir.  Aynı 

şekilde M. K. Ç. ve M. A. nöbet tuttukları sırada garaja kimsenin girmediğini, kavga ya da 

fısıltı  sesi  duymadıklarını  söylemişlerdir.  Askerler,  garaja  birinin  girdiği  düşünülse  bile, 

kaçmasının mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. 

 

 



18  Ocak  1998  tarihinde,  Askeri  Savcı,  Komutan  U.’yu  dinlemiştir.  Komutan  U.,  3 

Kasım  1997  tarihinde  24  günlüğüne  Mikail’e  izin  verdiğini,  Mikail’in  bölüğüne  döndüğü 

tarihten  olayın  meydana  geldiği  tarihe  kadar,  ne  Mikail  Ataman’ın  ne  de  bir  başkasının 

kendisine Mikail’in yaşamış olabileceği sorunlardan bahsettiğini belirtmiştir. 

 

 

Askeri Savcı, Adıyaman Savcılığı’ndan Mikail’in kişiliği, psikolojik durumu ve ailevi 



ilişkileri  ve  askerlik  ile  ilgili  düşünceleri  hakkında  yakınlarından  bilgi  alınmasını  talep 

etmiştir. 

 

 

24 Şubat 1998 tarihinde, Askeri Savcı tarafından, davanın idari yönü ile ilgili olarak 



araştırma  yapmakla  görevlendirilen  ve  üç  uzmandan  oluşan  komisyon  hazırladıkları  raporu 

sunmuşlardır.  Raporda,  mevcut  davada  ne  askeri  kuralların  ne  de  askerlerin  eğitimine, 

kazaların ve intihar vakalarının önlenmesine ve/yada nöbetlerin düzenlenmesine ilişkin genel 

kuralların  ihlal  edildiği  belirtilmiştir.  Raporda  ayrıca,  gözetimden  ve/yada  denetimden 

sorumlu  askeri  personelden  kaynaklanan  herhangi  bir  ihmalin  tespit  edilmediği  ifade 

edilmiştir.  Komisyon,  dava  konusu  intiharın  öncelikli  sebebinin,  askerin  ailevi  sorunlarını 

büyütmesinden  ve  bunlardan  kimseye  bahsetmemiş  olmasından  kaynaklandığına  ve  bu 

sorunların  en  sonunda  akli  dengesini  etkilediğine,  A.  A.’nın  (başvuranın  Kars’ta  oturan 

yakını)  Mikail’de  gözlemlediğini  söylediği  anormal  davranışlar  hakkında  komutanlara  bilgi 

vermemeyi tercih etmiş olmasının dolaylı olarak intihara neden olduğuna, Mikail Ataman’ın 

sorunlarının bölüğe yeni gelen ya da operasyonlar sırasında bölükte bulunmamış olan üstleri 



 

5

tarafından tam anlamıyla anlaşılmamış olmasının da olayların tırmanmasına neden olduğuna 



kanaat getirmiştir. 

 

 



24 Şubat 1998 tarihinde, Mikail Ataman’ın askeri hayatına ilişkin bilgiler, Komutan 

U.’nun  geçmişi  ve  bölüğün  askeri  kayıtları  tamamlanmıştır.  Raporda  yer  alan  ifadelerden, 

Komutan  U.’nun  bölüğündeki  askerlerin  hiçbirisine,  yetkili  ve  güvenilir  biri  olarak  tanınan 

Komutan  U.  tarafından  baskı  ve  kötü  muamele  yapılmadığı  sonucu  çıkmaktadır.  Sağlık 

muayenesi  kayıtlarından,  Mikail  Ataman  adlı  askerin,  garnizon  doktoruna  gitme  talebinin 

hiçbir  zaman  reddedilmediği  anlaşılmaktadır.  İzin  kayıtlarından,  maktulün  düzenli  olarak 

çarşı  iznine  çıktığı  tespit  edilmektedir.  3  Kasım  1997  tarihinde,  Mikail’e  izin  verilmiş  ve 

öldüğü güne kadar başka bir izin talebinde bulunmamıştır.  

 

 

D. Askeri Savcı’nın kararı ve başvuranın itirazı           



 

 

Askeri Savcı, 23 Mart 1998 tarihinde, olayın bir intihar vakası olduğu gerekçesiyle, 



ceza soruşturması açılmasına gerek olmadığına karar vermiştir. Askeri Savcı’ya göre, yapılan 

soruşturmalar  askeri  makamların  ve  özellikle  de  Komutan  U.’nun  sorumluluğunu  ortaya 

koymamıştır. 27 Aralık 1997 tarihinde, olaydan kısa bir süre evvel görevden dönen Komutan 

U., maktulün psikolojik durumunu fark etmemiş olabilir; üstelik, hiçbir şey Mikail Ataman’ın 

hayattayken, üstlerine ve özellikle de Komutan U.’ya sorunlarından ve/yada sağlık durumuna 

ilişkin belgelerden haberdar ettiğini göstermemektedir. 

 

 

13 Nisan 1998 tarihinde bu kararın başvurana tebliğ edilmesinin ardından, başvuran 



itiraz  etmiştir.  Oğlunun  bir  cinayete  kurban  gittiğini  iddia  eden  başvuran,  mevcut  davada 

yürütülen hazırlık soruşturmasının yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Başvurana göre hazırlık 

soruşturmasındaki eksiklikler şunlardır: 

 

- Askeri Savcı’nın olay yerine gelmesinden önce, Mikail’in cesedinin ve silahın yeri 



değiştirilmiştir; bu nedenle bunların yerlerinin tam olarak tespit edilmesi mümkün olmamıştır. 

 

- Boyutu ve şekli dikkate alındığında, G3 tipi piyade tüfeği ile intihar etmek oldukça 



zordur  ve  Mikail  Ataman’ın,  nöbet  tutan  diğer  iki  asker  fark  etmeden  tüfeği  duvar  ile 

göğsünün arasına sıkıştırması şaşırtıcıdır; 

 

- Otopsi raporlarına göre, kurşun yukarıdan aşağıya doğru gitmiştir; bu nedenle Mikail 



Ataman’ın otururken, ayakta olan birisi tarafından öldürüldüğün varsayılması gerekirdi.  

 

 



Başvuran, bu iddialarına dayanak olarak, oğlunun ölümünden iki gün önce kendisini 

aradığını, Komutanı U.’nun kendisine baskı yaptığını ve bunlardan dolayı tedirgin olduğunu 

söylediğini  belirtmiştir.  Başvurana  göre,  Mikail  Ataman  kardeşinin  geçmişinden  dolayı 

saldırılara  maruz  kalmıştır.  Her  ne  olursa  olsun,  psikolojik  sorunlarının  olmasına  rağmen 

oğluna  silah  verilmiş  olmasının  yanlış  olduğunu,  askeri  bir  hastanede  tedavi  görmesinden 

dolayı hiçbir üstünün Mikail’in sorunlarından habersiz olmasının mümkün olmadığını iddia 

etmiştir.       

 

 



4  Mayıs  1998  tarihinde  dosyayı  inceleyen  Ağrı’daki  12.  Mekanize  Piyade  Tugay 

Komutanlığı  Askeri  Mahkemesi,  soruşturmada  hiçbir  eksiklik  bulunmadığı  gerekçesiyle 

başvuranın  itirazını  reddetmiştir.  Bu  karar,  20  Mayıs  1998  tarihinde  başvurana  tebliğ 

edilmiştir. 

 

 

 



 


 

6

 



HUKUK AÇISINDAN 

   


 

I. AİHS’NİN 2. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA 

 

 



Başvuran,  oğlunun  askerlik  görevini  yaptığı  sırada  öldüğünü  belirterek,  sözkonusu 

ölüm  koşullarından  ve  bu  konuda  yürütülen  cezai  soruşturmanın  etkisizliğinden  şikayetçi 

olmaktadır. Başvuran, AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. 

 

 



A. Tarafların argümanları 

    


 

1. Başvuran 

 

        



 

Başvuran, Mikail Ataman’ın U. adlı Komutanı tarafından öldürüldüğü iddiası konusu 

ile ilgili olarak ulusal makamlar tarafından alınan ifadelerin duruma açıklık getirmekten uzak 

olduğunu  belirtmektedir.  Tanıklardan  bazıları,  üstleri  ile  çatışmaya  girmeden  ifade  vermesi 

mümkün  olmayan  asker  ve  subaylardan  oluşmaktaydı.  Özellikle  de  komutanların,  şahsi 

sorumluluklarının  bulunduğunu  düşündürebilecek  söylemlerde  bulunmaları  beklenemezdi. 

Başvuran,  sorgulama  sırasında  Mikail  Ataman’ın  ailesinden  bir  bireyin  yada  avukatının 

bulunmamış olmasından dolayı, bu tanıkların sorgulamasına katılamadığını ileri sürmektedir. 

 

 

   Başvuran,  sözkonusu  soruşturma  ve  cezai  yargılamalar  ile  ilgili  olarak,  bunların 



askeri  makamların  isteği  doğrultusunda  sürdürüldüğünü  ve  Mikail  Ataman’ın  intihar  ettiği 

düşüncesine  dayandığını  belirtmektedir.  Başvurana  göre,  Askeri  Savcı  hiçbir  zaman  Mikail 

Ataman’ın ailesinin iddialarını ciddiye almamıştır.  Mikail Ataman’ın silahı üzerinde parmak 

izi  incelemesi  yapmak  ve  olası  şüpheliler  üzerinde  yakından  ateş  sonucu  oluşan  kimyasal 

izlerin  bulunup  bulunmadığını  kontrol  etmek  üzere  kimsenin  görevlendirilmemiş  olması  bu 

ilgisizliğin  birer  göstergesi  niteliğindedir.  Askeri  Mahkeme  de,  soruşturmaları  genişletmeyi 

düşünmeden dava dosyası üzerinden sorunu çözmekle yetinerek aynı şekilde davranmıştır.   

 

 



Sonuç  olarak,  Mikail  Ataman’ın  psikolojik  sorunlarının  var  olduğunun  bilindiğinin 

altını  çizen  başvuran,  Mevki  Hastanesi’nin  psikolojik  servisince  yapılan  muayeneye  ilişkin 

raporda “hastanın yalnız gelmemesi uygundur” ifadesi yer almaktadır. Bu türden bir ifade, o 

an  Mikail  Ataman’ın  yalnız  başına  hareket  edemeyecek  durumda  olduğunun  göstergesidir. 

Her ne olursa olsun, psikoloji servisi tarafından hazırlanan 19 Kasım 1998 tarihli rapor, asker 

olan  Mikail  Ataman’ın  psikolojik  tedavi  gördüğünü  kanıtlamaktadır  ve  bunun  yetkililer 

tarafından bilinmemesi mümkün değildir.  

 

 



2. Hükümet 

 

 

Öncelikle, Mikail Ataman’ın Komutanı tarafından öldürüldüğüne dair iddia ile ilgili 

olarak  Hükümet,  bu  iddianın,  mevcut  davada  yürütülen  cezai  soruşturma  sırasında  ortaya 

çıkan  delillerle  çürütüldüğünü  belirtmektedir.  Bu  konuda,  olayın  meydana  geldiği  gün, 

yalnızca,  aralarında  maktulün  de  bulunduğu  askerlerin  garaja  girdiği  konusunda  ikna 

olabilmek  için  Savcı  tarafından  alınan  ifadeleri  incelemek  yeterli  olacaktır.  Diğer  yandan, 

Mikail Ataman’ı öldürmek gibi bir düşüncesi bulunmayan U. adlı Komutan, Mikail Ataman’a 

karşı hiçbir şekilde saldırgan bir tutum içerisinde olmamış; aksine, askerin romatizmalarından 

yakınması  üzerine,  onu  askeri  bir  operasyondan  muaf  tutmuş  ve  izin  talebine  karşı 

çıkmamıştır.    

 



 

7

 



Hükümet,  dava  konusu  ölüm  ile  ilgili  olarak  yürütülen  soruşturmanın  etkisiz  ve 

yetersiz  olduğu  iddiası  ile  ilgili  olarak,  soruşturmaların  büyük  bir  dikkatle  ve  özen 

gösterilerek  sürdürüldüğünü  belirtmektedir.  Hükümet,  dava  dosyasına  atıfta  bulunarak,  bu 

davada,  soruşturmaların  hemen  başlatıldığına  dikkat  çekmektedir.  Bu  bağlamda,  olay  yeri 

keşifleri,  iki  otopsi  ve  silah  incelemesi  yapılmıştır.  Spesifik  konularda  araştırma  yapmakla 

görevli  komisyonlar  da  dahil  olmak  üzere,  Askeri  ve  Sivil  Savcılar  mümkün  olan  bütün 

araştırmaları  yapmış  ve  ayrım  yapmaksızın,  Mikail  Ataman’ın  babasının,  kardeşinin  ve 

yakınlarının  da  ifadesi  dahil  olmak  üzere,  herkesin  ifadesine  başvurmuştur.  Oysa  yapılan 

araştırmalarda,  Mikail  Ataman’ın  ölümünde  bir  başka  kişinin  olası  sorumluluğu  bulunduğu 

ortaya  çıkmamıştır.  Bunun  üzerine  Cumhuriyet  Savcılığı  muhakemenin  men’i  kararı 

vermiştir. Bu karar Askeri Mahkeme tarafından da onaylanmıştır. 

 

 



Hükümet, Mikail Ataman’ın psikolojik durumunu dikkate almayan askeri makamların 

ihmalkâr davrandığı iddiası ile ilgili olarak, ilgili dönemde Mikail Ataman’ın endişe verici bir 

tutumunun  bulunmadığını  ifade  etmektedir.  Biri  hariç  bütün  arkadaşları,  Mikail  Ataman’ın 

sorunlarından  haberdar  olmadıklarını  belirtmişlerdir.  Mikail  Ataman  yalnızca  bir  defa  grip 

nedeniyle  birliğin  doktoruna  gitme  talebinde  bulunmuştur.  Mikail  Ataman,  rehberlik 

hizmetine gittiğinde ise yalnızca ailevi sorunlarından bahsetmiştir. Bunun dışında, başvuranın 

iddiasının  aksine,  Mikail  Ataman  ne  hastalık  istirahatı  ne  de  özel  bir  tedavi  talebinde 

bulunmuştur.  4  Kasım  1997  tarihinde,  Mikail  Ataman  kendi  imkanları  ile  Kars  Askeri 

Hastanesi’ne gitmiştir. Mikail Ataman’ın cebinde bulunan rapordan, doktorların genç askerin 

psikiyatri  servisinde  muayene  edilmesini  ve  muayene  sonuçlarından  birliğinin  haberdar 

edilmesini istedikleri anlaşılmaktadır. Fakat Mikail Ataman hiçbir zaman sözkonusu servise 

gitmemiş ve birliğine bu konuda bilgi vermemiştir.     

 

 

Hükümet, yukarıda yer alan ifadeler ışığında, Mikail Ataman’ın ölümü ile ilgili olarak, 



askeri  makamlardan  kaynaklanan  herhangi  bir  öznel  ya  da  nesnel  sorumluluk  ya  da 

ihmalkârlığın bulunmadığını belirtmektedir. 

 

B. AİHM’nin takdiri 

 

1. Başvuranın oğlunun ölümü 

 

a.



 

Kasıtlı öldürme 

 

 AİHM, AİHS’nin 2. maddesinin Sözleşme’nin temel maddeleri arasında yer aldığını 

ve  3.  madde  ile  birlikte  Avrupa  Konseyi’ni  oluşturan  demokratik  toplumların  temel 

değerlerinden  birisi  olarak  benimsendiğini  hatırlatır (Bkz., Çakıcı-Türkiye,  no:  23657/94  ve 



Finucane

 – Birleşik Krallık, no: 29178/95). Mahkeme ayrıca, 2. madde ile tanınan güvencenin 

önemini teslim ederek, yaşam hakkına ilişkin şikayetler söz konusu olduğunda bunlara büyük 

bir titizlik gösterilerek bir görüş oluşturulması gerektiğini belirtir (Bkz., Ekinci-Türkiye, no: 

25625/94).   

 

AİHM, iki tarafın yorumlarının, AİHS’nin 2. maddesi açısından davanın olaylarından 



çıkarılacak sonuçlar konusunda farklılık gösterdiğine dikkat çeker.    

 

AİHM,  mevcut  davada  ortaya  çıkan  soruları  dava  dosyasında  yer  alan  belgeler 



ışığında,  özellikle  de  Hükümet  tarafından  sunulan  ve  yürütülen  soruşturmalar  ve  tarafların 

sunduğu  görüşlere  ilişkin  belgeler  çerçevesinde  inceleyecektir.  Bu  kanıtları 

değerlendirebilmek için AİHM, kanıtlara ilişkin “her türlü makul şüphenin ötesinde bulunma” 



 

8

ölçütünden yararlanacaktır. Fakat bu türden bir kanıt yeterince ciddi, sarih ve uygun bir dizi 



göstergeden  veya  yanlışlığı  kanıtlanmamış  karinelerden  kaynaklanabilir.  Öte  yandan 

kanıtların  araştırılması  esnasında  tarafların  tutumları  gözönünde  bulundurulabilir 

(Bkz.,mutatis mutandisİrlanda-Birleşik Krallık). 

 

 



Başvurana  göre,  oğlu  Mikail  Ataman  subaylardan  biri  tarafından  kasıtlı  olarak 

öldürülmüştür. 

 

 

AİHM,  bu  iddiaların  somut  ve  kanıtlanabilir  olgulara  dayanmadığını  ve  bir  tanığın 



beyanatıyla  ya  da  diğer  kanıt  unsurlarıyla  kesin  bir  yargıya  ulaştıracak  şekilde 

desteklenmediğini gözlemlemektedir. 

 

Aksine, dosyada yer alan unsurlardan, Mikail Ataman’ın intihar ettiği anlaşılmaktadır. 



Olayın  meydan  geldiği  gece,  Mikail  Ataman  diğer  iki  askerle  birlikte  garajda  nöbet 

tutmaktaydı.  Diğer  iki  asker  garajın  ön  tarafında  Mikail  ise  garajın  arka  tarafından  nöbet 

tutmaktaydı.  İki  asker  silah  sesi  duyduklarında  Mikail  Ataman’ın  nöbet  tuttuğu  yere  doğru 

gitmişlerdir.  Mikail  Ataman’ı  yerde  üzerinde  G3  piyade  tüfeği  ile  yerde  yatarken 

bulmuşlardır. 

 

Olaydan haberdar edilen Askeri Savcı hemen olay yerine gelmiştir. Kan birikintisine 



7,62  mm.  uzaklıkta  Mikail  Ataman’ın  tüfeğine  ait  olan  bir  mermi  kovanı  bulunmuştur.  Bu 

tüfekle bir el ateş edildiği doğrulanmıştır.    

 

Mikail  Ataman’ın  cesedi  üzerinde  yapılan  iki  otopsi  ve  kıyafetleri  üzerinde  yapılan 



incelemeler Mikail Ataman’ın yakın mesafeden ateş edilmesi sonucu öldüğü doğrulanmıştır. 

Bununla  birlikte,  Mikail  Ataman’ın  askeri  ya  da  devlet  hastanelerinde  psikiyatrik  tedavi 

gördüğü belirtilmiştir. 

 

Mikail  Ataman  ile  birlikte  aynı  bölgede  nöbet  tutan  iki  asker,  nöbet  tuttukları  süre 



boyunca garaja giren kimse olmadığını, kavga ya da fısıltı sesi duymadıklarını belirtmişlerdir. 

Askerler,  garaja  birinin  girdiği  düşünülse  bile,  kaçmasının  mümkün  olmadığını  ifade 

etmişlerdir. 

 

Bu noktada, başvuranın cinayete ilişkin iddiaları gerçekte varsayımlara dayanmaktadır 



ve  bu  iddialar  Mikail  Ataman’ın  intihar  sonucu  öldüğünü  gösteren  kanıt  unsurlarının 

doğruluğu konusunda şüphe uyandıracak nitelikte değildir.  

 

b. Gözetim zorunluluğu 

 

Mahkeme,  AİHS’nin  2.  maddesinin  ilk  cümlesinin,  Devletlere,  kasten  ve  usulsüz 



olarak  ölüme  sebebiyet  vermekten  kaçınma  ve  yargı  yetkileri  altında  olan  kişileri  korumak 

amacıyla  gerekli  tüm  tedbirleri  alma  zorunluluğunu  getirdiğini  hatırlatmaktadır.  O  halde, 

AİHM’nin  görevi,  mevcut  davada,  başvuranın  oğlunun  hayatının  gereksiz  olarak  tehlikeye 

atılmasını engellemek için, Devlet’in gerekli olan tüm tedbirleri alıp almadığını tespit etmek 

olacaktır  (Bkz.  L.C.B.-Birleşik Krallık, Derleme Hükümler ve Kararlar).  Mahkeme  aynı 

zamanda,  AİHS’nin  2.  maddesinin,  belirli  koşullarda,  yetkili  mercilere,  üçüncü  kişilerin 

eylemlerine  ya  da  bazı  özel  koşullarda  kendi  eylemlerine  karşı  korumaları  amacıyla 

uygulamaya  ilişkin  tedbirleri  almalarını  içeren  pozitif  yükümlülük  yüklediğini  hatırlatır 

(Tanrıbilir-Türkiye, no:21422/93).  

 



 

9

Bununla  birlikte,  bu  zorunluluk,  yetkili  mercilere  dayanılmaz  ve  aşırı  bir  yük 



yüklemeden  yorumlanmalıdır.  Bu  değerlendirme  yapılırken,  güvenlik  güçlerinin,  toplum 

içinde  görevlerini  yerine  getirirken  karşılaştıkları  zorluklar,  insan  davranışlarının  önceden 

bilinmesinin  mümkün  olmaması  da  gözönüne  alınmalıdır.  Bu  noktada,  yaşamı  tehlikeye 

atabilecek olası her türlü tehdit, AİHS uyarınca yetkili mercilere, tehdidi önlemek amacıyla 

somut  tedbirler  alma  zorunluluğunu  getirmemektedir  (Tanrıbilir  ve Kenan-Birleşik Krallık 

no:27229/95).  

 

AİHM,  kendilerine  silah  verilen  askerlerin  gözetlenmesi  ve  bu  kişilerin  intihar 



etmelerinin önlenmesi konusundaki görevleri çerçevesinde, bir askerin yaşam hakkını koruma 

zorunluluğunu ihmal ettikleri iddiası karşısında, sözkonusu yetkililerin, askerin bu türden bir 

eylemde  bulunabileceğini  bildikleri  ve  yetkileri  dahilinde,  bu  tehlikeyi  bertaraf  edebilecek 

tedbirleri  almadıkları  hususunda  ikna  olunması  gerektiği  kanaatindedir.  AİHM  için  ve  2. 

madde  ile  güvence  altına  alınan  hak  gözönüne  alındığında,  bir  başvuranın,  bilinen  ya  da 

bilinmesi gereken hayati bir tehlikenin oluşabilmesini önlemek için yetkililerin, kendilerinden 

makul olarak beklenen her şeyi yerine getirmediklerini göstermesi yeterli olmaktadır. Burada, 

cevabı, davaya ilişkin koşulların bütününden çıkacak olan bir soru sözkonusudur. Bu nedenle 

AİHM bu hususları inceleyecektir.                                     

 

AİHM,  yukarıda  yer  alan  hususlar  ışığında,  yetkili  mercilerin,  Mikail  Ataman’ın 



intihar  etmesi  için  ortada  gerçek  ve  ani  bir  tehlike  olduğunu  bilip  bilmediklerini  ya  da 

bilmeleri  mi  gerektiğini;  şayet  ilk  sorunun  cevabı  olumlu  ise  bu  riskin  önlenmesi  için 

sözkonusu  mercilerin,  kendilerinden  makul  olarak  beklenen  her  şeyi  yerine  getirip 

getirmediklerini araştırmıştır. 

 

AİHM, mevcut davada, olay gecesi başvuranın oğlu olan ve dolu bir tüfeği bulunan 



Mikail  Ataman’ın  nöbet  tuttuğunu  not  etmektedir.  Burada  ortaya  çıkan  soru,  Mikail 

Ataman’ın  psikolojik  durumunun,  özellikle  de  eline  ölüme  sebebiyet  verebilecek  bir  silah 

verilerek  nöbet  tutması  ve  aktif  askerlik  hizmetini  yapması  için  tehlike  arz  edebileceğinin, 

yetkili  merciler  tarafından  bilinip  bilinmemesi  yada  bilinmesinin  gerekip  gerekmediği 

sorusudur.  AİHM,  Mikail  Ataman’ın  intihardan  iki  ay  önce  psikolojik  rahatsızlıklar 

yaşadığını  gözlemlemektedir.  Mikail  Ataman,  Malatya’da  inzibat  tarafından  kendisini 

kaybetmiş  bir  haldeyken  yakalanmıştır.  Malatya  Askeri  Hastanesi’nde  Mikail  Ataman’a 

sakinleştirici iğne yapılmıştır. Malatya’da askeri doktor, Mikail Ataman’ı Ankara’da bulunan 

Mevki Hastanesi’nin psikiyatri servisine sevk etmeyi uygun görmüştür. Özel bir klinikten geri 

çevrilmesi üzerine ilgilinin, Ankara’da bulunan Mevki Hastanesi’nde hasta kaydı yapılmıştır. 

Psikiyatri  servisince  düzenlenen  raporda,  Mikail  Ataman’da  anksiyete  sendromu  teşhis 

edildiği  belirtilmiştir. Uzmanlara göre, bu rahatsızlıkların  artmış  olması  durumunda,  Mikail 

Ataman’ın, birliğinin bulunduğu bölgenin askeri kurumunda tedavi görmesi ve üstlerine bilgi 

verilmesi  gerekirdi.  O  halde  Mikail  Ataman’ın  sağlık  durumu,  kendisine  silah  verilmesinin 

yaratabileceği riskin bertaraf edilmesi için, dikkatli bir gözetim yapılmasını gerektirmekteydi.  

 

Mikail Ataman’ın sağlık durumu dikkate alındığında, askeri makamların makul olarak 



kendilerinden beklenebilecek şekilde davranıp davranmadıkları sorusu ortaya çıkmaktadır. 

 

Hükümet  bu  konuda  AİHM  tarafından  sorulan,  Ankara’da  bulunan  askeri  hastane 



tarafından düzenlenen raporun, Mikail Ataman’ın üstlerine ulaştırılıp ulaştırılmadığı sorusunu 

cevapsız bırakmıştır. Bununla birlikte, bu soruya verilecek cevap her ne olursa olsun AİHM 

iki  ihtimalin  bulunduğunu  gözlemlemektedir.  Mikail  Ataman’ın  üstlerine  bu  raporu 

ulaştırmamışlarsa  doktorların  ihmalkarlıkları  ya  da  Mikail  Ataman’ın  sağlık  durumundan 




 

10

haberdar  oldukları  halde  Mikail  Ataman’a  silah  teslim  eden  üstlerinin  ihmalkarlıkları 



sözkonusudur. Bu nedenle, yetkililer sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir zira yetkililer 

Mikail Ataman’ın silah taşımasına bile engel olabilecek türden psikolojik bir durum içerisinde 

bulunduğu gerçeğini gerektiği gibi algılayamamışlardır.  

 

AİHM,  aynı  zamanda  maktulün  asker  olduğunu  ve  askerlik  hizmetini  yerine 



getirdiğini  gözlemlemektedir.  Devlet’in,  hayatı  tehlikede  olan  kişileri  korumak  amacıyla 

önleyici  tedbirler  alması  zorunluluğu  ışığında,  silah  taşınmasını  gerektiren  askerliğin 

yapılmasını  zorunlu  kılan  Devlet’in  özel  bir  dikkat  göstermesi  ve  psikolojik  rahatsızlıkları 

bulunan  askerler  için  askeri  koşullara  uygun  bir  tedavi  öngörmesi  beklenebilir  (Kılınç ve 



diğerleri - Türkiye

,  no:  40145/98).  Mevcut  davada,  askerlik  hizmeti  sırasında  intiharları 

önlemek  amacıyla  Devlet  tarafından  uygulanan  süreç,  Mikail  Ataman’ın  tedavi  görmesi  ile 

işlemeye başlamıştır. Fakat sonrasında,  yetkililerden makul olarak beklenebilecek, ilgilinin 

ölümüne  sebebiyet  verebilecek  bir  silah  taşımasına  engel  olmak  gibi  somut  önlemler 

alınmamıştır. 

 

AİHM, bu çerçevede AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. 



 

2. Ulusal makamlar tarafından yürütülen soruşturmalar 

 

AİHM,  AİHS’nin  2.  maddesi  ile  öngörülen  yaşam  hakkının  korunması 



yükümlülüğünün,  1.  madde  uyarınca  “kendi  yetki  alanı  içinde  bulunan  herkese  bu 

Sözleşme’nin (...)de belirtilen hak ve özgürlükleri tanı[ması]” şeklinde Devlete düşen genel 

görevle birlikte, zor kullanmaya başvurmanın bir kimsenin ölümüne yol açması halinde etkin 

bir soruşturma yürütülmesi anlamına geldiğini ve bunu şart koştuğunu hatırlatır (Bkz. mutatis 



mutandis, McCann ve diğerleri-Birleşik Krallık

, 27 Eylül 1995 tarihli karar, Kaya-Türkiye, 19 

Şubat 1998 tarihli karar, Derleme, ve Tanrıbilir).  

 

AİHM,  yukarıda  bahsedilen  yükümlülüğün,  yalnızca,  ölüme  bir  Devlet  görevlisinin 



neden  olduğunun  tespit  edildiği  durumlar  için  geçerli  olmadığını  vurgular.  Zira  yetkili 

mercilerin  ölüm  olayından  haberdar  edilmeleri,  ölümün  meydana  geldiği  koşullar  hakkında 

Sözleşme’nin  2.  maddesinden  kaynaklanan    etkin  bir  soruşturma  yürütme  yükümlülüğünü 

ipso facto 

doğurur  (Bkz.,  mutadis mutandis, Ergi-Türkiye,  28  Temmuz  1998  tarihli  karar, 



Derleme

,  Yaşa-Türkiye,  2  Eylül  1998  tarihli  karar,  Derleme,  Hugh  Jordan-Birleşik Krallık

no: 24746/94, ve A. ve diğerleri-Türkiye, no:30015/96, 27 Temmuz 2004).  

 

Yürütülen  soruşturma  aynı  zamanda  sorumluların  tespit  edilip  nihayetinde 



cezalandırılmalarını sağlayacak şekilde etkili olmalıdır (Oğur-Türkiye, n

o

 21594/93). Burada 



sözkonusu olan sonuca değil, araçlara ilişkin bir yükümlülüktür. Yetkili mercilerin, olaylara 

ilişkin delillerin, özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin, polislerin elde ettiği bilimsel ve 

teknik verilerin, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir şekilde 

gösterecek  bir  otopsi  sonucunun  ve  hastanede  yapılan  gözlemlerin  nesnel  bir 

değerlendirmesinin toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan tedbirleri almaları 

gerekmektedir (Bkz. örneğin, Salman-Türkiye, no:21986/93, Tanrıkulu-Türkiye, no:23763/94, 



Gül-Türkiye

, no: 22676/93, 14 Aralık 2000 tarihli karar). 

 

Mevcut  davada,  soruşturmadan  sorumlu  mercilerin  girişimleri  tartışmaya  mahal 



vermemektedir. 

 



 

11

Soruşturma  dosyasında  yer  alan  unsurlardan,  Mikail  Ataman’ın  cesedinin 



bulunmasından  hemen  sonra  Askeri  Savcı’nın  olay  yerine  geldiği  anlaşılmaktadır.  Olay 

yerinde bulunan kovan ve maktulün silahı üzerinde inceleme yapılmıştır. Mikail Ataman’ın 

cesedi üzerinde ayrıntılı bir otopsi yapılmıştır. Askeri Savcı hazırlık soruşturması yapmıştır. 

Bu soruşturma çerçevesinde, cesedi bulan askerlerin ve maktulün üstlerinin, arkadaşlarının ve 

ailesinin  ifadelerine  başvurulmuştur.  Ayrıca,  Askeri  Savcı,  Adıyaman  Savcılığı  aracılığıyla 

Mikail  Ataman’ın  psikolojik  durumu  ve  kişiliği  hakkında  bilgi  edinmiştir.  Olayın  meydana 

geldiği  gece  nöbet  düzenlemesi,  U.  adlı  Komutanın  maktule  karşı  ve  askerlerine  karşı 

tutumları da üç uzmandan oluşan heyet aracılığıyla soruşturma konusu olmuştur.   

 

Buna karşılık, Askeri Savcı tarafından yürütülen soruşturmanın yetersizliği, Savcı’nın 



Ankara’da  bulunan  Askeri  Hastane’nin  psikiyatri  servisi  ile  maktulün  üstleri  arasındaki 

iletişim kopukluğunun nedenlerini araştırmaması hususunda ortaya çıkmaktadır. Bu konu ile 

ilgili  olarak  yapılacak  bir  araştırma,  yetkili  mercilerden  her  birinin  sorumluluklarının  tespit 

edilmesi  bakımından  belirleyici  olabilirdi.  Soruşturma  sonucunda  alınacak  olan  kararlar, 

sağlık personelinin, Mikail Ataman’ın psikolojik durumu hakkında askeri birliğe bilgi verme 

konusunda bir ihmalinin bulunup bulunmadığına, ya da ihmalin, askerin sağlık durumundan 

haberdar  olan  ve  Mikail’e  verilen  silahı  geri  almayan  üstlerinden  kaynaklandığına  karar 

verilmesine bağlı olarak değişiklik gösterebilirdi.  

 

Mikail Ataman’ın sağlık durumuna ilişkin bilgi verilmesinde, sağlık personelinin ya 



da askeri üstlerinin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tespit edilebilmesi amacıyla bir 

soruşturma  yapılmamış  olmasını  dikkate  alan  AİHM,  Savunmacı  Devlet’in,  başvuranın 

oğlunun  ölümü  hakkında  etkili  ve  eksiksiz  bir  soruşturma  yürütüme  görevini  yerine 

getirmediğine kanaat getirmektedir. 

 

Sonuç olarak, AİHS’nin 2. maddesi bu bakımdan ihlal edilmiştir. 



 

II. AİHS’NİN 8. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA 

 

Başvuran,  AİHS’nin  8.  maddesine  atıfta  bulunarak,  yaşadığı  psikolojik  sorunlar 



yüzünden, Mikail Ataman’ın askerdeyken karşı karşıya bulunduğu tehdit nedeniyle kendisinin 

ve ailesinin içerisinde bulunduğu endişeden şikayetçi olmaktadır.  

 

AİHS’nin  2.  maddesinin  ihlal  edildiği  yönündeki  kararını  dikkate  alan  AİHM,  bu 



şikayetin ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına kanaat getirmiştir. 

 

III. AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA 

 

Başvuran, AİHS’nin 13. maddesine atıfta bulunarak oğlunun ölümünden sonra etkili 



ve yeterli bir soruşturma yürütülmediğinden şikayetçi olmaktadır. 

 

Hükümet, başvuranın iddiaları üzerine adli askeri mercilerin etkili ve derinlemesine bir 



soruşturma  başlattıklarını.  Yürütülen  soruşturmada,  çok  sayıda  ifade,  belge  ve  rapora 

başvurulduğunu  belirtmektedir.  Soruşturma  sırasında,  Mikail  Ataman’ın  ölümünde, 

komutanının hatası olduğunu doğrulayacak herhangi bir delil bulunamamıştır.  

 

AİHM,  AİHS’de  yer  alan  hak  ve  özgürlükler  iç  hukukta  ne  şekilde  tanınmış  olursa 



olsun,  Sözleşme’nin  13.  maddesinin,  bu  hak  ve  özgürlüklerden  iç  hukukta  yararlanılmasını 

sağlayacak  yolların  varlığını  güvence  altına  aldığını  hatırlatır.  Dolayısıyla  Sözleşmeci 




 

12

Devletler, bu hükmün kendilerine getirdiği yükümlülüklere ne şekilde uydukları konusunda 



belli  bir  takdir  payından  yararlanma  hakkına  sahip  olsalar  da,  sözkonusu  hüküm,  AİHS’ye 

dayalı  “savunulabilir  bir  şikayetin”  içeriğinin  incelenmesini  ve  uygun  bir  telafinin 

sunulmasını sağlayacak bir iç hukuk yolunu zorunlu kılmaktadır. AİHS’nin 13. maddesinden 

doğan  yükümlülüğün  kapsamı,  başvuranın  Sözleşme  uyarınca  yaptığı  şikayetin  niteliğine 

bağlı olarak değişmektedir. Bununla birlikte bu maddenin gerektirdiği başvuru yolu hukuken 

olduğu  kadar  pratikte  de  “etkili”  olmalı  ve  özellikle  bu  başvuru  yolunun  kullanılması, 

Savunmacı  Devlet’in  yetkili  mercilerinin  fiilleri  tarafından  haksız  bir  biçimde 

engellenmemelidir  (Bkz.,  Aksoy – Türkiye,  18  Aralık  1996  tarihli  karar,  Derleme, Aydın-



Türkiye

, 25 Eylül 1997 tarihli karar, Derleme ve Kaya, adıgeçen karar). 

 

    Yaşam hakkının korunmasının arzettiği temel önem dikkate alındığında, AİHS’nin 13. 



maddesi,  gerektiğinde  tazminat  ödenmesinin  yanı  sıra,  ölümden  sorumlu  olanların  tespit 

edilmesi ve cezalandırılmasına yönelik derin ve etkili araştırmalar yapılmasını şart koşmakta 

ve  şikayetçinin  soruşturma  usulüne  etkin  bir  şekilde  erişebilmesini  içermektedir  (Kaya

adıgeçen karar). 

 

AİHM,  mevcut  davada  sunulan  deliller  ışığında,  maktulün  diğer  askerler  tarafından 



öldürüldüğünün  ortaya  konulmadığına  fakat  tehlikeli  psikolojik  bir  durumda  iken,  kendi 

tüfeği  ile  intihar  ettiğinin  belirtildiğine  karar  vermiştir.  Bu  durum  yine  de,  AİHS’nin  2. 

maddesine  dayanan  şikayeti,  13.  madde  açısından  “savunulabilir”  olmaktan  yoksun 

bırakmamaktadır  (Bkz.  Boyle ve Rice-Birleşik Krallık,27  Nisan  1988  tarihli  karar,  Kaya

adıgeçen karar, Yaşa- Türkiye, 2 Eylül 1998 tarihli karar, Derleme). Bu nedenle yetkililerin, 

maktulün  hangi  şekilde  öldüğü  konusunda  etkili  bir  soruşturma  yürütme  zorunluluğu 

bulunmaktaydı. 

 

AİHM’nin de daha önce belirttiği gibi, yürütülen cezai soruşturma, Mikail Ataman’ın 



sağlık  durumuna  ilişkin  bilgilerin  iletilmesinde  ya  da  değerlendirilmesinde,  sağlık 

personelinin  ve  üstlerinin  sorumluluklarının  bulunup  bulunmadığının  tespit  edilmesini 

sağlayacak  bir  sonuç  doğurmamıştır.  Buna  bağlı  olarak  soruşturma,  başvuranın  oğlunun 

ölümüne ilişkin ayrıntılar da sunmamıştır. 

 

Bu  koşullar  altında,  AİHS’nin  2.  maddesinden  kaynaklanan  soruşturma 



yükümlülüğünün  daha  ötesinde  şartlar  taşıyan  13.  maddede  öngörüldüğü  gibi,  etkili  bir 

soruşturma yürütüldüğü kabul edilemez. 

 

Sonuç olarak, AİHS’nin 13. maddesi ihlal edilmiştir. 



 

IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA 

 

AİHS’nin 41. maddesinde belirtilen unsurlar. 



 

A.Tazminat  

  

Başvuran,  Mikail  Ataman’ın  ölümünün  yol  açtığı  gelir  kaybı  nedeniyle  23.959.10 



Amerikan  Doları  tutarında  maddi  zarara  uğradığını  iddia  etmektedir.  Başvuran  ayrıca, 

kendisinin,  Mikail  Ataman’ın  annesinin  ve  sekiz  kardeşinin  uğradığı  manevi  zarar  için 

140.000 Amerikan Doları talep etmektedir.  

 

Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır. 




 

13

 



AİHM,  maddi  tazminat  ile  ilgili  olarak,  başvuranın  iddialarının  kanıtlanmamış  ve 

belgelendirilmemiş olduğunu not etmektedir. Bu nedenle, bu ad altında tazminat ödenmesine 

gerek olmadığına kanaat getirmiştir.  

 

AİHM,  manevi  tazminatla  ilgili  olarak,  Mikail  Ataman’ın  ailesinin,  AİHS’nin  ihlal 



edilmesi  nedeniyle  bir  takım  acılar  yaşamış  olabileceklerine  kanaat  getirmektedir.  AİHM 

hakkaniyete uygun olarak Mikail Ataman’ın hak sahiplerine 20.000 Euro ödenmesinin makul 

olacağına karar vermiştir. 

 

B. Masraf ve Harcamalar 

  

Başvuran,  yapılan  masraf  ve  harcamalar  için  12.908.08  Amerikan  Doları  talep 



etmektedir.  Bu  tutarın  8.200  Amerikan  Doları  avukatlık  ücretini,  311  Amerikan  Doları 

tercüme  masraflarını  ve  4397,08  Amerikan  Doları  da  çeşitli  harcamaları  kapsamaktadır. 

Başvuran, bu taleplerin çoğunluğu için ilgili belgeleri sunmaktadır. 

 

Hükümet bu iddialara karşı çıkmaktadır. 



 

Mahkemenin  bu  konudaki  içtihadı  ve  mevcut  unsurlar  doğrultusunda  AİHM,  tüm 

masraflarla birlikte başvurana, 7.000 Euro ödenmesinin makul olduğuna karar vermiştir. 

 

C. Gecikme Faizi 

 

AİHM,  Avrupa  Merkez  Bankası’nın  marjinal  kredi  kolaylıklarına  uyguladığı  faiz 



oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. 

 

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE, 

 

1.  Mikail  Ataman’ın  ölüm  koşulları  nedeniyle  AİHS’nin  2.  maddesinin  ihlal 



edildiğine; 

 

2.   Etkili soruşturma yürütülmemiş olması nedeniyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal 



edildiğine;  

 

3.    AİHS’nin 8. maddesi bakımından herhangi bir sorunun bulunmadığına;  



 

4.

 



AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine; 

 

5.    a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay 



içinde,  ödeme  tarihindeki  döviz  kuru  üzerinden  YTL.’ye  çevrilmek  üzere,  her  türlü 

vergiden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından başvurana: 

 

 

i. manevi tazminat olarak 20.000 Euro (yirmi bin) ödenmesine; 



 

ii.masraf ve harcamalar için 7.000 Euro (yedi bin) ödenmesine; 



 

 

         b)  sözkonusu  sürenin  bittiği  tarihten  itibaren  ödemenin  yapılmasına  kadar 

Hükümet  tarafından,  Avrupa  Merkez  Bankası’nın  o  dönem  için  geçerli  olan  faiz 

oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faizi ödenmesine;  

 



 

14

6.



 

 Adil tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine

 

 

karar vermiştir.  



 

 

İşbu  karar  Fransızca  olarak  hazırlanmış  ve  AİHM’nin  iç  tüzüğünün  77  §§  2  ve  3 



maddesine uygun olarak 27 Nisan 2006 tarihinde yazıyla bildirilmiştir. 

 

 



 

                                                                                                                                                                   



 

Document Outline

  • STRAZBURG

Yüklə 144,42 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə