Azərbaycan fəLSƏFƏ VƏ sosial-siyasi elmlər assosiASİyasi



Yüklə 5,03 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə40/42
tarix23.11.2017
ölçüsü5,03 Kb.
#12131
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42

Rəylər və mülahizələr 
 
 
 
129 
faa  ederken  tutarlı  olması  esastır.  Düşünürün  bir  tavrı,  medenî  cesareti  ve 
kuvvetli, tesir edici bir şahsiyeti olmalıdır. 
Ayrıca düşünürün bir dünya görüşü olması, buna bağlı olarak belli he-
defleri  ve  idealleri  bulunması  gerekir.  Düşünmek  elbette  ki  kavramlarla  ve 
kelimelerle olacaktır ve yine bunlarla dile getirilecektir. Tefekkür öyle ola-
cak ki bir ağacın, bir hayvanın dile geldiği  gibi  dile gelecek,  yani zihinden 
taşacak,  sahibini  de  bu  taşmaya  ortak  kılacaktır.  Tasavvurlarımızı  düzenli 
düşünceler  hâline  getirip  hayat  tecrübelerimizi  ona  ilave  ederek  bunları 
ifade kalıplarına yerleştirip onlara hayat vermek alışkanlığına ermemiz icap 
eder. 
Tamamen Doğulu düşünce geleneği istikametinde  düşünmenin  yanlış 
ve  zararlı  olduğundan  bahsedilir.  Gerek  güzel  sanatlarda,  gerek  felsefede 
büyük  kabiliyetlerin  Türkiye’de  nadir  belirmesinin  esas  sebebini  maddî  ve 
ekonomik  şartlarda  değil,  sosyal,  daha  doğrusu  siyasî  şartlarda  da  aramak 
daha doğru olur. 
14 asrı aşan tarihi ile İslâm düşüncesi ve aşağı yukarı aynı yaşta olan 
Türk  düşüncesi,  gelişmekte  olan  bir  inşa  sürecindedir.  Düşünürlerimizden 
bu sürecin bir inşa olduğunun farkında olanlar, bu sürece canlılık sağlayacak 
bir  düşünce  hayatı  geliştirmeye  çalışırlar.  Bir  düşünce  geleneğinin  vârisi 
olanlar  bu  geleneği  aşarak,  düşüncede  bir  çatlama  yaratmaya  başarabilme-
lidirler.  Bunlar,  gelenekle  devredilenleri  esaslı  bir  tahlilden  geçirmek  sure-
tiyle, düşünceyi yaratıcı bir hamle ile müsbet bir sürece dönüştürmelidirler.  
Bu münasebetle düşünürün dilin gelişimini dikkate alarak oluşturduğu 
yeni ve ilave kavramların, hem doğru bilgiye hem de doğru eyleme götüren 
ölçütleri  de  belirlemesi  lazımdır  Düşünce  ve  düşünce  hayatı  kendiliğinden 
ortaya çıkmaz. Bir ülkede siyasî merkeziyet yanında bir de fikrî merkeziyet 
olduğu  bilinmelidir.  Denebilir  ki  bütün  felsefî  hareketler  sosyal,  pratik  ve 
somut  problemlere  bağlı  olarak  ortaya  çıkmışlardır.  Fındıkoğlu  1966’da 
“Çağdaş Dünya Düşüncesi ” kitabına Türkiye’deki düşünce hayatı ile ilgili 
olarak  yazdığı  makalede  “Türkiye  ’de  hakikî  felsefe  yani  hayatın  manası, 


Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1 
 
 
 
130 
kâinatta insanın durumu, sosyal problemlerin kaynağı ve anlamı gibi prob-
lemler henüz derin düşüncenin konusu olmamıştır. Buna mukabil bir din fel-
sefesiyle  ve  Batı  ’nın  muhtelif  kaynaklarından  gelen  felsefî  fikirlerle  karşı-
laşmak  mümkündür.  ”  (Fındıoğlu,  “Les  Grands  Courants  de  la  Pensee 
Mondiale Contem- poraine, Paris, Milan, 1964” adlı altı büyük ciltlik eser, 
Age.,  II,  s;  1259)  diyor.  Ama  bize  öyle  geliyor  ki  onun  işaret  ettiği  nok-
sanlık aşılmıştır. Çünkü o zaman H.  Z. Ülken, “Varlıkve Oluş”u, Mengüş-
oğlu  “FelsefîAntropolojimi  neşretmemişti.  O  tarihten  bu  tarafa  yarım  asır 
geçmekle birlikte köprünün altından da çok sular aktı. Tefekkürünü yazdığı-
mız  birçok  düşünürümüz  hayatın  anlamı,  insanın  kâinattaki  durumu  gibi 
birçok  meseleyi  ele  almış  ve  yeni  görüşler  getirmiştir.  Bu  bakımdan  bizde 
filozof  olmadığını  ve  “yüksek  felsefe  yapılmadığı  ”nı  yahut  Türklerin  dü-
şünce  üretemediklerini  söyleyenler  de  dâhil,  bu  araştırmada  çok  şey  bula-
caklardır. Bir asır öncesine kadar Türk sosyal hayatında fikrî adem-i merke-
ziyet’in mevcudiyeti dikkati çeker. Kahire, Şam, Bağdat gibi İstanbul dere-
cesinde  önemli  medreselere,  ilim  merkezlerine  sahip  şehirler  vardı.  Bosna-
Hersek’e,  Mısır’a  ve  Kafkasya’ya,  Buhara’ya,  Semerkand’a  kadar  ilim 
öğrenmek için dolaşan âlimler vardı. Dün olduğu gibi bugün de Türkiye’de 
fikrî “adem-i merkeziyet "in gelişmesine çok ihtiyacımız var. Günümüz Tür-
kiye’sinde  fikir sadece  İstanbul ve Ankara’da üretilmiyor. Yerleşik  üniver-
sitelerin  bulunduğu  büyük  şehir  merkezlerinde  de  fikir  üretiliyor,  fakat  bir 
çoğu henüz bir düşünce merkezi olmak seviyesine gelememiştir. 
Bizi İslâmiyet geriletti diyenler, laik sisteme rağmen, yüz senedir dinî 
bir baskı söz konusu değilken, yeni bir felsefî görüş ve dünyada alaka uyan-
dıran,  münakaşa  konusu  olabilecek  sistemler  ortaya  koyabilmişler  midir? 
Felsefî düşünce  geleneğini  kaybettiğimiz  için Batı’dan aktardığımız  felsefe 
sistemlerini, derinliğine inemeden en üstün hakikat olarak görmüşüz ve sığ-
lıktan, yüzeysellikten kurtulamamışız. Bir uçtan öbürüne, bir taassuptan di-
ğerine savrulmuşuz. Hâlbuki düşüncesiz, fikirsiz, ilimsiz ne ilerleme olur ne 
de  medeniyet!  Çünkü  felsefî  fikirlerdeki  ilerlemeler,  hep  yeni  bir  şey  bul-


Rəylər və mülahizələr 
 
 
 
131 
mak ve nesnel dünyaya dair yeni bir görüş ve teori geliştirmek ve onları es-
kilerin  yerine  ikame  etmek  gayretinin  neticesidir.  Felsefî  düşüncenin  ve  o-
nun  geleneğinin  taassuptan  uzak  bir  şekilde  yeniden  kurulmasının  yolu  da 
budur. Yoksa, düşünmemekle, her düşüneni peşinen mahkûm etmekle  yük-
selemeyeceğimiz  gibi,  kendimizi  korumamız  da  mümkün  olmaz.  O  zaman 
da düşünen toplulukların manevî ve fikrî esiri olmaktan kurtulamayız. Bu a-
çıdan  bakılınca  Batı  biliminin  ve  kültürünün  yön  verdiği  anlayış  doğrultu-
sunda yapılan “medeniyet” tanımlan şöyle böyle bir “güç” ve “hükmetme” 
esasına dayandırılmaktadır. 150 senedir Batı’dan felsefe ithal ederek felsefe 
üretmeye  çalışıyoruz.  Laik  düşünce de  tam  yerleştiği hâlde Türkiye’de fel-
sefî  düşüncenin  gelişmesini  önleyenler,  halkı  felsefeden  soğutanlar,  fel-
sefeyi bir takım “İzm”lere endekslemişlerdir. Bize göre Türk felsefesi, ithal 
unsurlarla  şimdiye  kadar  teşekkül  edememiştir.  Türk  insanı  Türk  top-
lumunun,  Türk  tarihinin,  Türk  hayat  tarzının,  Türk  inançlarının  dolayısıyla 
Türk ve îslâm kültürünün eseridir ve öyle gerçekleşir. Bu kültürü, bu tarihi 
dışlayarak  bir  Türk  felsefesi  ve  düşüncesi  ne  derece  teşekkül  edebilir?  Bu 
çok tartışılabilir. “Bizim tarihte yetişmiş filozoflarımızı ve felsefemizi iyi bil-
meden Türk felsefesi gelişemez; bizim başka felsefelerden yardım almaya ih-
tiyacımız yok, bizim Yunusumuz varoluşçulardan üstündür. ” diyen ve millî 
felsefeyi savunan, millî düşünceyi savunduğu için Prof. Dr. Nermi Uygur’u 
da felsefeden tard etmemiz mi lazım? Prof. Dr. Nermi Uygur’un şu sözleri 
Türk felsefesinin ve Türk düşüncesinin varolduğunu ve Batılı düşünürlerden 
farksız bulunduğunu şöyle ifade etmektedir: “Eskiden de (zamanlarının ge-
leneğine uyup Türkçe yazmamış olsalar bile) büyük filozoflar yetiştirmiş bir 
ulusuz biz. Türk düşünürlerinin katkısı olmasaydı Avrupa Rönesans ’sa ula-
şamazdı.”,  “Descartes’dan  yüzyıllar  önce  Gazâlî’miz  vardı,  bizim.  Nicolai 
Hartmann’dan  daha  mı  az  Fârâbî’miz?  Husserl’den  neyi  eksik  Suhr-
everdi’nin? Mevlânâ’nın, Yunus’un, Pir Sultan Abdal’ın günümüzdeki o ün-
lü  varoluşçulardan  nesi  daha  aşağı?  Şimdi  kalkıp  da  Biz  filozof  olamayız. 
’diye  kestirip  atmak  son  derece  yanlış  olur.  "(Nermi  Uygur,  Türk  Felsefe-


Yüklə 5,03 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə