Azərbaycan fəLSƏFƏ VƏ sosial-siyasi elmlər assosiASİyasi



Yüklə 5,03 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə41/42
tarix23.11.2017
ölçüsü5,03 Kb.
#12131
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42

Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1 
 
 
 
132 
sinin  Boyutları,  Gerçek  Yay.,  İstanbul,  1974,  s.73).  N.  Uygur’un  sözleri 
hem millî şuur aşılıyor hem de “Türkler düşünememiştir, düşünemez” diye 
münasebetsiz söz eden ağızlan tekzip ediyor. 
Uzak  dönem  olduğu  gibi  yakın  dönem  tefekkür  tarihimiz,  kendimize 
ve  dünya  düşüncesine  katkıda  bulunacak  tecrübelere  sahiptir.  Bu  uğurda 
mesai harcayan, emek veren ve fikir imal etmek isteyen iradelere yol göste-
recek ve güç katacak durumdadır.  
 
Müşküllerimiz  
 
Düşünce tarihi yazmanın bir takım müşkülleri vardır. 
Bunların  başında  birçok  aydınımızın  bizim  düşünürlerimizin  ve  dü-
şünce tarihimizin olduğuna inanmamaları ve düşünürlerimizi küçümsemele-
ridir. Bu hususta maalesef Gökalp başı çekmektedir. 
İkincisi,  Tanzimat’tan  önceki  devirlerin  cılız  birkaç  araştırmanın  dı-
şında, yeterince araştırılmamış olmasıdır. 
Üçüncüsü malzemenin  ve kaynakların üzerinde  yeterince  çalışma  ya-
pılmamış olmasıdır. 
Dördüncüsü metinlerin diline ve önceki dönemlerin alanlarına ait kav-
ramlara yabancı kalınmasıdır.  
Beşincisi  bu  konularda  araştırma  yapanların  birçoğunun  Batı 
tefekkürünü ve felsefesini iyi bilmemeleridir. 
Altıncısı  bilenlerin de her şeyi  Batılı  düşünce akımlarının gözlüğüyle 
görmeye çalışmalarıdır. “Batı’dan kopmayalım, Batı’dan uzaklaşmayalım” 
derken kendimizden koptuğumuzun ve uzaklaştığımızın farkında mıyız? Bu 
eser kendimize gelmede kendi çapında yardımcı olabilecektir.  
Bizim eserimizde bu müşküller aşılmaya çalışılmıştır. Çünkü acele e-
dilmemiş,  araştırmaların  aylara değil  yıllara  yayılması  özellikle  tercih edil-
miştir.  Bu  eserin  yukarıda  işaret  edilen  faydalarının  yanında  millî  düşünce 
ve  kültür  kimliği  kazanmakta  kaynak  teşkil  etmesi  ve  düşünce  hayatımızın 
geleceğini  şekillendirmekte  büyük  katkı  sağlaması  gibi  faydalar  da  hedef-


Rəylər və mülahizələr 
 
 
 
133 
lenmiştir. Düşünce tarihimiz olmadan siyasî ve toplum tarihimiz iyi anlaşı-
lamaz. Dolayısıyla yeni nesillere düşünürlerimizin ve düşüncelerinin tanıtıl-
ması icap eder. Aksi takdirde köksüz bir ağaç gibi sallanmaya devam ederiz. 
Çağdaş  Türk  Düşüncesi,  bizim,  babalarımızın  ve  dedelerimizin  tefekkürle-
rinin mahsulleri olduğuna göre bize uygun, öncelikle bizim sorunlarımızı e-
le alan bir düşünce tarzı olmalıdır. Bu ülkede yaşayanların gelişen ve deği-
şen  dünya  şartlan  muvacehesinde  kendisinin  “Bir  şey  olduğunun  ve  ola-
cağının  ”  farkına  varması  lazımdır.  Başkalarının  hakkımızda  yaptığı  araş-
tırmalar,  bizim  istediğimiz  çözümleri  bize  uygun  biçimde  getiremeyebilir. 
Dolayısıyla içimizden çıkmakla beraber  yabancıların ağzıyla konuşan değil 
bizim  ağzımıza,  bizim  dilimize  ve  bizim  yaşayışımıza,  bizim  kültürümüze, 
bizim  tefekkürümüze  ve  değerlerimize  yaban  durmayan,  bunlara  uygun 
konuşan  kimseler  ancak  bizim  için  daha  verimli  ve  faydalı  olacaktır.  Türk 
düşüncesi  için  Fındıkoğlu  evrensel  sorunlarla  uğraşan  felsefenin  geliş-
mediğini söylese de Hilmi Ziya Ülken, “İzzet ve Baltacıoğlu gibi fikir sen-
tezi  verecek  kafalar  yetiştirdi  ’’  dese  de  o  dönemler  çoktan  aşıldı.  Bu  gün 
evrensel konular üzerine fikir üreten felsefeciler yetiştiği gibi diğer alanlar-
da  da  filozof  denebilecek  birçok  düşünürlerimiz  yetişmiştir.  Bu  eserin  her 
bir cildini dikkatle okuyanlar bunun muhtelif örneklerini görebileceklerdir. 
Hocam  Hilmi  Ziya  Ülken  merhum,  “Çağdaş  Türk  Düşüncesi  Tari-
hi”nin  sonunda  ‘Türk  Düşüncesi  nereye  gidiyor?”  diye  soruyor.  Biz  de  bu 
soruya şöyle cevap verebiliriz: Türk Düşüncesi kendi tabiî mecrasına doğru 
gidiyor. 
 
Prof.Dr. S. Hayri BOLAY 
 
 
 
 
 


Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1 
 
 
 
134 
 
 
 
 
 
Selahaddin HALİLOV 
 
Aşkın Renkleri 
Ankara, A Kitap 1.Baskı,2015
 
 
 
Doğu’da  aşk,  başlangıcı  ve  bitişi  olmayan 
bir 
masaldı, 
efsaneydi, 
şiirdi, 
felsefeydi; 
ontolojinin estetiğe dönüşmesiydi. Aşk varoluşun estetik sırrıydı; tıpkı ipek 
bir balının ipliği gibi renk renk, düğüm düğüm bütün halıda mevcut olduğu 
hâlde bir sırdı. Doğu asırlar boyunca bu hallolunmaz meseleyi çözmeye ça-
lıştı; mimariden mûsikiye, felsefeden şiire, hendeseden efsaneye hayatın ve 
düşüncenin  bütün  alanlarında  aşkı  gergef  işler  gibi  işledi.  Doğu  bütün  bir 
medeniyeti aşk üzerine kurdu; bir aşk metafiziği, bir aşk estetiği oluşturdu.  
Çağlara aşk destanları söyleten Doğu’da katarlar, ne hazin ki nice za-
mandır aşksız ilerlemekte, hem de kolektif muhayyilenin harabelerini tema-
şa ederekten. Atalarımızın zengin mirasına sahip çıkamadık!.. Sahip çıkmak 
bir  tarafa  böyle  bir  hâzinenin  farkında  bile  olamadık.  Bu  bağlamda  eli-
nizdeki eserin müellifi Azerbaycanlı filozof Selahaddin Halilov, ne kadar doğru 
söylüyor:  
“Bizler  dedelerimizin  mirasına  sahip  çıkamadık  ve  onu  geliştirmek 
şöyle  dursun  modern  felsefi  düşünce  bağlamında  bile  tekrar  içselleştire-
medik.  Maalesef,  şaşkınlıktan  başlayan,  aşktan  geçen  ve  felsefi  idrake,  ke-
mâl mertebesine  yükselen manevi-entelektüel  gelişim  yolunda son  aşamayı 
unutmuşuz.  Doğu’da  aşk  her  zaman  kemâl  ve  ahenkle  ve  İlâhi  başlangıçla 


Rəylər və mülahizələr 
 
 
 
135 
ilişkili  bir  biçimde  ele  alınmış,  yerine  göre  kozmogonik  anlam  ifade  et-
miştir, örneğin Nizami Gencevi aşkı doğanın hareket verici güçlerinden biri 
olarak görmüş, hatta gezegenler arasındaki çekim gücünü de aşkın tezahürü 
olarak anlamlandırmıştır.” 
Aşk Felsefesi başlıklı eserinde Doğu’da ve Batı’da aşk meselesine eğil-
en Halilov, iki medeniyetin aşk anlayışım mukayeseli bir tahlile tâbi tutmak-
tadır.  Her  iki  medeniyetin  de  aşka  büyük  önem  atfettiklerini  tespit  eden 
filozof, Doğu’da ilahı ve beşeri aşkın iç içe girdiğini ve “oldukça senkretik 
yani  felsefî  fikirlerle  dinî  fikirlerin bir sistem  içerisinde bütünleştirildiğini” 
vurgulamaktadır. “Şiirlerinde dünyevi aşkı terennüm eden şairler” diyor Halilov
“sufilerin  İlâhi  aşk  konseptinden,  bunun  aksine  sufi  şairler  de  dünyevi  aşkı  tasvir 
eden tipleme ve teşbihlerden yararlanmışlardır. Sonuçta bu iki farklı alan pek fena 
bir şekilde birbirine karışmıştır” Doğu’nun aşk telakkisinin  hissi  olduğunu ve 
Doğu’da duyguların mutlaklaştırılmasının, ifrata götürülmesinin marifet ka-
bul edildiğine işaret eden Halilov, buna mukabil Batı’nın aşk anlayışının da-
ha çok rasyonel bir karakter arz ettiğini savunmaktadır. Ne var ki aşka ras-
yonel bir perspektiften yaklaşıldığında onun nasıl bir yıkıcı güce dönüştüğü 
dikkatlerden kaçmamaktadır. 
Batı’da bu olayın şeytanilikle ilişkilendirilmesi tesadüfi değildir. Şöy-
le  ki,  eros-demon  (aşk-şeytan)  anlayışım  daha  o  zaman  Platon  Phaidros

ta 
(Pir) ileri sürmüştü. Sonraları Batı felsefesi, edebiyatı ve estetiğinde bu idea 
devam  ettirilmiştir.  Rollo  May,  Aşk  ve  İrade  başlıklı  eserinde  şöyle 
yazmaktadır: 
“Şeytanilik dediğimiz  zaman her hangi  bir bireyi kendine tâbi  kılmak 
gücünde olan her hangi bir doğal fonksiyon kastedilir. Seks ve eros, kin ve 
nefret, hâkimiyet ihtirası şeytaniliye örnek olabilir.”  
Doğu’da  olsun  Batı’da  olsun  aşkın  romantik  bir  duygu  ile  alevlen-
diğine  dikkatleri  çeken  filozof,  evlilikte  bu  duygunun  zayıfladığını  ve  eğer 
ayrılık  mukadder  değilse  romantizmin  ister  istemez  yerini  dostluğa  bırak-
tığım vurgulamaktadır; zira “Zaman dostluğu pekiştirir, aşkı ise zayıflatır”. 


Yüklə 5,03 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə