Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1
16
luluğu da beraberinde getirir. Sadece mutluluk mu? Hayır, bir taraftan da bir
dizi sorumluluk demektir.
Birey özgürlük ve seçimleri doğrultusunda bir benlik oluşturur. Ta-
nınmayan bir yerin keşfi için elzem olandır özgürlük. Ve tabii ki seçimlerin
zorunluluğu altında özgürlük, kendi alanını çizer. Kullanılmayan bir seçim
hiçten daha kötüdür; insanın seçim yaparak özgürleşmemiş bir köle olarak
kendini kıstırdığı bir kapandır (Kierkegaard, 2016: 17). Seçim insanın he-
men bitişiğinde duruverir. Bu yakınlık halinde insan seçim yapma yetisini
kullanmaz ise sahip olduğu güç kendisinin laneti olabilir.
Kierkegaard’da İtaat Ahlakı
Kierkegaard’a göre estetik safhada birey öznel olan hislerinden ha-
reket ederken etik safhada genel ve evrensel olana yönelmekteydi. Birey, di-
ni safhada yine öznel olana döner. Fakat buradaki öznellik aşkın olanla
irtibatlı bir öznelliktir. İlki böyle değildi, ikinci safhada da öznellik söz ko-
nusu değildi. Şu halde filozofa göre genel olandan geçmeden aşkın olana
varılamamaktadır. Bu üçüncü safhada Kierkegaard, bir taraftan kilisenin ku-
rumsallaştırdığı Hıristiyan ahlakına birtakım tenkitler yöneltmiş bir taraftan
da almış olduğu Hıristiyanlık eğitiminin tesiriyle bireysel bir ahlak teorisi
geliştirmiştir. İşte bu ahlak teorisi genel itibariyle, Tanrıyla irtibat kurarak
ve Onun buyruklarına mutlak bir itaat gayesiyle bireyin kendi etik varoluşu-
nu gerçekleştirmesini esas almaktadır.
Esasen, varoluşçu filozoflar için Tanrı probleminin felsefi açıdan son
derece önemli olduğunu görmekteyiz. Bilindiği gibi, varoluşçu felsefede biri
ateist diğer teist olmak üzere iki yaklaşım bulunmaktadır. Söz gelimi ateist
kanadı oluşturan Sartre’da insanın bir özünün olmadığı düşüncesi ile
Tanrı’nın olmadığı fikri birbirini desteklemektedir. Ona göre, şayet yaratma
kudreti bulunan bir Tanrı var ise, değişmez bir insan tabiatı da vardır. Dola-
yısıyla insana ait bir özün bulunmadığını varsaymak, peşinen Tanrının ol-
madığını kabul etmeyi de beraberinde getirmektedir. İşte, Tanrının varlığı
Fəlsəfə tarixi və müasirlərimiz
17
reddedildiği anda, evrende bir değerler manzumesinin bulunduğunu ve bu
değerleri keşfetme gerekliliğini varsaymak mümkün değildir. Bu bakımdan
Sartre’a göre (1996: 64-96), “Tanrı yoksa her şey mubahtır” diyen Dosto-
yevski son derece haklıdır. İnsan bir varoluşa sâhip olduktan sonra kendini
nasıl idrak ediyor ve niteliyorsa öyledir. İnsan kendisini varoluşsal olarak
inşâ eden bir varlık olduğu için, onun özgürlüğü üzerinde hakim olan ne
determinizmden ne de kadercilikten bahsedilemez. Kısacası Sartre’a göre
insanın özgürlüğü onun bir özünün bulunmamasına ve Tanrının var olma-
masına bağlıdır.
Kierkegaard ise varoluşçu felsefenin teist kanadında yer alır. Onun
felsefesinde ben olmak ve varoluşun yanı sıra Tanrı, sevgi vs. konuları da ö-
nemlidir. Bunda Kierkegaard’ın çocukluğunda aldığı eğitimin etkisi büyük-
tür. O, babasından radikal bir Hıristiyanlık eğitimi almıştı. Ayrıca melan-
kolik bir kişiliğe sahipti. İşte bu her iki durum da onun felsefesinde son de-
rece belirleyici olmuştur. Kierkegaard’ın, babasının evlerinde hizmetçi ola-
rak çalışan kadın ile evlilik dışı ilişki sonucu dünyaya gelen bir çocuk oldu-
ğunu öğrenmesi (daha sonra babası bu hizmetçi ile evlenmiş olsa da)
Kierkegaard için büyük bir travma yaratmıştır. İç dünyasında hissettiği derin
günahkârlık duygusunun yanı sıra nişanlısı Regina Olsen ile yaşadığı ve es-
tetik safha olarak nitelendirdiği hayat tarzı karşısında hissettiği çatışma, sev-
diği halde ondan ayrılması felsefesinin rengini belirleyen bir etken olmuştur.
Kierkegaard, bu çatışmaları Tanrı ile arasındaki mesafeyi sevgi vasıtasıyla
kapatarak çözmüştür (Gödelek 2008: 359).
Kierkegaard’ın ahlak felsefesinde, genel itibariyle insanın bir özünün
bulunmadığını ve varoluşun mutlak surette gerçekleştirilmesi gerektiğini,
bunun da ancak sürekli bir şekilde Tanrı ve kutsal metinlerle irtibat halinde
olmakla imkân dâhilinde bulunduğunu görmekteyiz. Şu husus belirtmek ye-
rinde olacaktır ki, K
ierkegaard,
aslında
nişanlısı Olsen’le estetik safhaya gö-
re yaşamış
(MacIntyre 2001: 69,70),
insanın bir ya ya da varlığı olduğu
görüşünü benimsedikten sonra insanın özgürlüğe seçimleriyle ulaşa-
Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1
18
bileceğini ve varoluşunu gerçekleştirebileceğini benimsemiştir. Bunun da
ötesinde o, Tanrı ile kendisi arasındaki mesafenin kapatılmasının lüzumunu
da hissetmiş; dini safhanın varoluşun en önemli aşaması olduğunu kabul et-
miştir.
Etik safhada söz konusu olan rasyonellik ve Kantçı ödev fikri, dinî
safhada hükmünü yitirir. Bir anlamda Kierkegaard’ın inanç alanını aklın ö-
tesine taşıma gayesinde olduğu görülmektedir. Bilindiği gibi Kant’ın inanç
alanını epistemolojinin ötesine taşıma kaygısı, inancı koruma gayesine ma-
tuftu. İşte aynı gaye Kierkegaard’da da söz konusudur ve belki çok daha
fazladır. Kierkegaard, rasyonel ödevin bireyin varoluşunu temin edemeye-
ceğini ve bunu aşmanın gerekliliğini düşünür. Etik safha rasyonel olarak an-
laşılabilir, gerekçelendirilebilir ve evrenselleşebilir bir safhaydı. İman saf-
hası ise aşkın olan/Tanrısal olan ile ilişkili olduğu için tanımlanamaz,
anlaşılamaz, akli olarak ortaya konamazdır. Nitekim Korku ve Titreme, İb-
rahim’in oğlunu kurban etme eylemini anlamaya çalışan Johannes de Si-
lentio’nun
1
bu yöndeki türlü çabalarıyla başlar (Kierkegaard 2015: 11). O,
anladığını zannederken, gitgide İbrahim’i anlamaktan uzaklaştığını fark eder
ve bir anda dehşet içerisinde İbrahim’in anlaşılamazlığının farkına varır.
Zira İbrahim'in haleti ruhiyesinin ve onu etik olanı aşmaya yönelten şeyin ne
olduğunun aklî bir şekilde izahı mümkün değildir. Eserde onu anlamaya yö-
nelik olarak resmedilen senaryolar aslında İbrahim'in anlaşılmayacağını gös-
termek içindir. Bir yerde Korku ve Titreme, İbrahim'i anlamanın im-
kânsızlığını ortaya koyma çabasıdır.
Şu halde insan, etik olanı aşmak suretiyle ilahi buyruğa teslim ol-
malıdır. Kierkegaard, fideist bir filozof olarak dinî safhada ahlakın evrensel-
leşemez, tanımlanamaz, genelleşemez ve sistemli hale gelemezliğini ilahi
buyruk teorisi ile izah eder. Ona göre ahlakın öznelliği de bu şekilde açıkla-
nabilir. Zira her insanın Tanrı ile olan irtibatı neticesinde yaşayacağı
tecrübe, tamamıyla nev-i şahsına münhasırdır; tekrarlanması ve başkasına
1
Kierkegaard’ın Korku ve Titreme adlı eserinde kullandığı müstear isim.
Dostları ilə paylaş: |