Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə8/189
tarix06.05.2018
ölçüsü17,16 Mb.
#42783
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   189

asr-dîde (a.f.b.s.) "asır görmüş" yüzyıllık.

asre (a.i.c. aşerat) 1. ayak kayma. 2. sürçme, yanılma, (bkz. zelâk).

asrem (a.s.) 1. kulağı sakat, hasta. 2. ailesini geçindirmek için sıkıntı çeken [kimse].

asremân (a.i.) gece, gündüz.

asrî (a.s.) zamana uygun, f r. moderne,

âsrîs (f.i.) meydan, at koşturulan meydan, hipodrom.

assâb (a.i.) iplikçi.

assâl (a.i.) kovandan bal çıkaran, bal satan, balcı.

assâle (a.i.) 1. arı kovanı. 2. bal peteği. 3. bal arısı.

assâr (a.s.) usare, *özsu çıkaran.

âstân (f.i.) 1. eşik, papuçluk.[bkz: âsitân, atebe, ahceste). 2. dergâh, tekye.

âstân-i fenâ fâni dünyâ, ölümlü dünyâ.

âstân-ı refi'-mekân (yeri yüksek olan e-şik) Sultan sarayı.

âstâne (f.i.) 1. eşik 2. payitaht. 3. büyük tekke. 4. Allah'a yakın kimselerin kabri. 5. merkez, -Osmanlı devletinin merkezi olması dolayısıyla- tahsîsen "İstanbul" mânâsına da gelir, (bkz: âsitâne).

âstâne-i aliyy-ül-mekân (mekânı, yeri yüksek olan eşik) meç. sultan sarayı; istanbul.

âstâne-i devlet-penâh (devletin sığınağı) meç. sultan sarayı.

âstâne-i feyz-âşyân (feyiz yuvası olan e-şik) meç. sultan sarayı; istanbul.

âstâne-i izzet-bünyân (yapısı yüce, ulu olan eşik) meç. sultan sarayı; istanbul.

âstâne-i saâdet (mutluluk eşiği) meç. sultan sarayı; istanbul.

âstâne-i saâdet-âşyâne (mutluluk yuvası olan eşik) meç. sultan sarayı; istanbul.

âstâne-i saâdet-meâb (saadet, mutluluk sahibi olan eşik) meç. sultan sarayı; istanbul.

astâr (a.i. satr'ın c.) yazı satırları, yazı sıralan, (bkz. sütûr).

âster (f.i.) astar.

âstîn (f.i.) esvap kolu, yen.

âstîn berçîde, âstîn berzede (f.b.s.) hazırlanmış, hazırlanan[adam].

âstîne (f.i.) yumurta, (bkz: âsîne).

âstîn-efşân, âstîn-feşân (f.b.s.) yen silken, meç. vazgeçen.

âstîn-mâlîde (f.b.s.) hazırlanmış, hazırlanan [adam].(bkz: âstîn-berçîde).

asûb (a. i.) 1. an beyi. 2. bey, başbuğ. (bkz: ya'sûb).

âsûde (f.s.) rahat, gailesiz, dinç [olan].

âsûde-dilî (f.b.s.) gönlü rahat, başı dinç.

âsûdegî (f.i.) rahat, huzur, asayiş. (bkz: (bkz. emn).

âsûde-dilî (f.b.i.) gönül rahatlığı.

âsûde-hâl (f.a.s.) hâli rahat olan.

âsûde-hâtır (f.a.b.s.). âsûde-dil).

âsûde-nişîn (f.b.s.) rahatça oturan.

asûf (a.s.) 1. çok şiddetli [rüzgâr]. 2. hızlı yürüyen.

Asûm (a.s.) maişeti için çok çalışan [adam]

asûf (a.s. asfdan) çok zulüm ve gadreden.

asûm (a.s.) obur, açgözlü.

âsûr (a.i.c. avâsîr) tuzak.

âsüd (a.i. esed'in c.) 1. arslanlar. (bkz: esed, gazanfer, şîr). 2. yiğitler.

âsüfte, âsügde (f.s.) 1. hazır, hazırlanmış. 2. islenmiş [ateşle].

âsümân (f.i.) (bkz: asman).

âsümânî (f.s.) 1. göğe, semâya mensup. 2. açık mavi. (bkz: âsmânî).

asveb (a.s. sâib'den) (daha, pek, çok, en) doğru.

asveb-i akvâl sözlerin en doğrusu.

asvef (a.s.) çok yapağılı.

asvine (a.i. sunvân'ın c.) elbise saklamaya yarayan dolaplar, gardroplar.

asy (a.i.) ayaklanma.

âsyâ (f.i.). (bkz: âsiyâ).

âsyâb (f.i.). (bkz. âsiyâ, âsiyâb).

âsyâb-ı âlem meç. [bu] dünyâ.

âsyâb-ı devlet devlet dâiresi.

âsyâbân (f.i.). (bkz: âsiyâbân).

asyâf (a.i. sayfın c.) yaz mevsimleri.

âş (f.i.) 1. yemek, aş. 2. muharremde pişirilen aşure.

âş-ı halîl bot. mercimek.

aşâ' (a.i.c. a'şiye) akşam yemeği. (bkz. ışâ').

a'şâ (a.s.) 1. gözleri dumanlı [adam]. 2. i. muhtelif asırlarda yaşamış birkaç Arap şâirinin adı.

a'şâb (a.i. uşb'un c.) taze otlar.

a'şâbe (a.i.) otlar

âşâm (f.i.) yiyecek ve içecek.

aşâir (a.i. aşîret'in c.) kabileler, oymaklar.

aşak (a.i.) sarmaşık.

-âşâm (f.s.) içen, içici.

Mey-âşâm şarap içen.

âşâmân (f.s. âşâm'ın c.) içenler.

âşâmânde (f.s.) içki içen [kimse].

âşâmîdenî (f.s.) yenilebilen veya içilebilen.

a'şâr (a.i. öşr'ün c.) mahsullerden alınan onda birler.

a'şârî (a.i.) birin on cüze ve her cüzün yine ona bölünmesi kaidesine mensup, fr. systeme metrique.

a'şârî aded mat. ondalık sayı.

aşâvet (a.i.) gündüz görüp gece görmeyen ve tavuk karası denilen bir göz hastalığı.

aşâyâ (a.i. aşî'nin c.) akşamlar.

aşb (a.i.) yaş ot.

aşebî, aşebiyye (a.s.) ota ait, otla ilgili, ota benzeyen, ot gibi olan.

aşer (a.s.c. aşerat) on

aşerât (a.s. aşer'in c.) on sayıları.

aşere (a.s. aşer'in c.) onlar [sayı].

aşere-i mübeşşere Cennetlik oldukları, sağlıklarında kendilerine Peygamberimiz tarafından müjdelenen on zât. [Hz. Ebû Bekir bin Ebî Kuhâfe; Hazret-i Ömer bin-il-Hattâb; Hazret-i Osman bin, Affân; Hazret-i Alî bin Ebî Tâlib; Hazret-i Talha bin Ubeyd-illâh; Hazret-i Zübeyr bin-il-Avvâm; Abdürrahmân bin Avf; Ebû Ubeyde bin-il-Cerrâh; Said bin Zeyd; Sa'd bin Ebî Vakkas].

aşevî (a.s.) akşama ait, akşam.

âş-hâne (f.b.i.) aşevi, mutfak.

âşık (a.s. ışk'dan) 1. birine, bir şeye tutkun, imre, emre.

âşıka (a.i.) âşık kadın, seven kadın.

âşık-ı bîkarar kararsız âşık.

âşık-ı dîdâr-ı pâk temiz yüzün âşıkı.

âşık-ı efgende çaresiz, zavallı âşık.

âşık-ı müştak çok arzulu, istekli âşık.

âşık-ı şeydâ delicesine seven kimse.

âşık-ı zâr inleyen âşık. 2. ed. evvelce ordularda, kışlalarda, köy odalarında ve mahalle kahvelerinde gerek kendinin gerek başkalarının sözlerini sazla ve sözle dile getiren kimse; halk şâiri. 3. [cümledeki yerine göre] ahbap, hazret, ma'hut, seninki, (müen. "âşıka").

âşık-ân (a.s.f. âşık'ın c.) âşıklar.

âşık-âne (a.f.zf.) âşıkça, âşık olana yakışır yolda.

âşıkî (a.s.) aşkla ilgili, aşka ait.

âşî (f.i.) aşçı, ahçı. (bkz. aş-pez).

aşî (a.s.) 1. tavuk karasına tutulmuş. 2. i. akşam. 3. i. akşam yemeği.

âşî (a.s.) 1. akşam yemeği yiyen [kimse]. 2. gidip uzaklaşan [kimse], (müen. "âsiye").

aşib (a.s.) çok otlu.

aşîb (a.s.) bol otlu.

Âşîhe (f.i.) kişneme, (bkz: sahîl). ,

aşîk (a.s.) fazla âşık.

âşikâr, âşikâre (f.s.) belli, açık, meydanda, (bkz: ayan, celî, bahir, hü-veydâ) [doğrusu âşkâr, âşkârâ, âşkâre dir].

âşinâ (f.s.) 1. bildik, tanıdık, (bkz: ahbap). 2. bilen, tanıyan, [doğrusu aşna dır].

âşinâ-yı hilkat yaradılış âşinâsı.

âşîne (f.i.) yumurta, (bkz: aslîne).

aşîr (a.s.) 1. ondabir. 2. i. samîmî dost ve arkadaş. 3. i. koca.

âşir (a.s.) 1. onuncu. 2. öşür toplayan.

aşîrân (f.i.) muz. Hüseynî-aşîran perdesinin ve makamının isminin kısaltılmış şeklidir.

aşîrân-mâye muz. adı Nasır Abdülbâki'nin Tetkik ve Tahkik'inde geçen makam.

aşîrân-pûselik (f-b.i.) muz. (bkz: pûselik-aşîrân).

aşîrân-vefâ-dâr muz. adı mensur bir edvarda geçen birkaç asırlık eski bir mürekkep makam.

aşîrân-zemzeme muz. Sâdullah Ağî'nın terkîbettiği bir makamdır. Makam, pûselik-aşîran mürekkebine, mi'de bir kürdî dörtlüsü ilâvesinden hâsıl olmuştur. Pûselik-aşîran gibi fa bakıyye diyezi ile donanır. Başkaca bir ânzası yoktur. tnici'-dir. Kürdî dörtlüsü'nün hüseynî-aşîran şeddi ile aşîrân perdesinde kalır. Güçlüler, aynen pûselik aşîrân makamında olduğu gibi hüseynî ve dügâh'dır.

âşiren (a.zf.) onuncu olarak.

aşîret (a.i.c. aşâir) kabîle, oymak.

âşiyân, âşiyâne (f.i.) 1. kuş yuvası. 2. mesken, ev.

âşiyân-ı harâb yıkık yuva.

âşiyân-ı mürg-i dil gönül kuşunun yuvası.

âşiyân-gîr (f.b.s.) yuva tutan, yuvalanan.

âşiyân-sâz (f.b.s.) yuva yapan.

aşiyy (a.i.c. aşâyâ) günün batması, akşam, (bkz. ibkâr).

aşiyye (a.i.) 1. akşam. 2. öğleden sonra.

aşk (a.i.) sevgi, [aslı ışk dır], (bkz: ışk).

aşk-ı cismânî maddî aşk, cinsel arzulara dayanan sevgi.

aşk-ı derûn derinde, içte olan aşk, içten gelen arzu, istek.

aşk-ı Eflâtûnî platonik aşk, maddeci olmayan ideal aşk.

aşk-ı fazl ü hakk fazilet ve doğruluk aşkı, sevgisi.

aşk-ı füsûnkâr sihirli, büyüleyici aşk. (bkz: aşk-ı sehhâr).

aşk-ı hakikî gerçek sevgi, maddeye bağlı olmayan aşk.

aşk-ı ilâhî Tanrı aşkı.

aşk-ı makhûr kahrolmuş, mahvolmuş aşk.

aşk-ı marazî düzensiz bir ruh hâlinin normal olmayan sevgisi.

aşk-ı mecâzî Allah sevgisine ulaşmak için o'nun yarattığı geçici suretlerden birini sevme.

aşk-ı memnû' 1. menedilmiş, yasaklanmış aşk. 2. Hâlit Ziya Uşaklıgil'in bir romanı.

aşk-ı mürde ölmüş, bitmiş aşk.

aşk-ı rûhânî manevî sevgi, Allah sevgisi.

aşk-ı sehhâr sihirleyici, büyüleyici aşk. (bkz. aşk-ı füsûnkâr).

aşkâre, aşkârâ (f.s.). (bkz. âşikâr, âşikâre).

aşkâr (a.s.) 1. koyu al. 2. kızıl saçlı adam. 3. doru at.

âş-kâre (f.b.i.) ahçı. (bkz: aş-pez).

aşk-bâz (a.f.b.i.) aşkla oynayan, yalandan âşık görünen.

aşk-bâzî (a.f.b.i.) birine âşık görünerek arzusuna kavuşmak isteme, yalancı aşk, sever görünme.

aşk-efzâ (a.f.b.i.) muz. kürdî makamının hüseynî aşîrân mi perdesindeki şeddine H. Sadettin Arel tarafından verilmiş olan isimdir. Hiç bir ânzası yoktur. Niseb-i şerîfe'si kürdî gibi 9 dur. Güçlüsü dügâh la perdesidir. [H. S. Arel'in "âyîn-i şerîf-i devr-i revân" peşrevi, "fenâ-yı hayât" isimli parçası bu makama örnektir].

aşkî, aşkıyye (a.s.) 1. aşka ait, aşkla ilgili. 2. erkek adı [birincisi].

aşk-perver (a.f.b.i.) aşkı besleyen, sevgiyi artıran.

aş-pez hâne (f.b.i.) aşevi, mutfak.

âşkû, âşkûb (f.i.) 1. tavan, tabaka, kat. 2. gökyüzü, felek.

âşnâ (f.s.) 1. (bkz: âşinâ). 2. i. yüzücü. 3. i. yüzme.

âşnâb (f.i.) yüzücü.

âşnâ-ger (f.b.s.) yüzgeç, yüzücü. (bkz. âşnâ-ver).

âşnâgerî (f.b.i.) yüzücülük, yüzme.

âşnâh (f.i.). (bkz: aşna).

âşnâv (f.i.). (bkz: âşnâb).

âşnâ-ver (f.b.s.) yüzgeç, yüzücü. (bkz. âşnâ-ger).

âşnâ-verî (f.b.i.) [suda] yüzme, yüzücülük.

aşnâyân (f.i. âşnâyî'nin c.) aşinalıklar, haberdarlık,dostluklar, haberdarlıklar

âşnâyî (f.i.) [suda] yüzme,.yüzücülük.

âşnâ-yî âşnâlık dostluk.

âş-pez (f.b.i.) aşçı, ahçı. (bkz. âş-kâre).

âş-pezî (f.b.i.) aşçılık, ahçılık.

aşr (a.i.) 1. on sayıdan birini alma, dokuza bir ilâve ile on etme. 2. dînî merasimde Kur'ân-ı Kerîm'den on yet miktarı okunan kısım.

aşr-ı âhir ayın on günlük son kısmı.

aşr-ı evsat ayın iki on günlük kısmı.

aşr-ı evvel ayın ilk on günü.

aşre (a.s.c. aşerat) on sayısı.

aşr-hân (a.f.b.i.) ezbere aşır okuyan [kimse].

aşş (a.i.) kuş yuvası, (bkz: âşiyâne, iane, vekr).

aşşâb (a.i. aşşeb'den) nebatları, bitkileri sıralamakla ve incelemekle uğraşan bilgin.

aşşâr (a.i.) vaktiyle a'şâr tahsildarlığı yapan kimse, öşürcü, ondalıkçı, (bkz. muaşşir).

âştî (f.i.) suih, -barışıklık.

âştî-hûre (f.b.i.) barış ziyafeti.

âştî-perver (f.b.s.) sulh taraflısı.

âştî perver-âne (f.b.zf.) sulh taraflısına yakışacak surette.

âştî-perverî (f.b.i.) sulh taraftarlığı. -sulhseverlik,

âştî-sâz (f.b.s.) sulhseven, banşçı, banşseven, banşsever.

âştî-sâzî (f.b.i.) banşseverlik.

âşûb (f.i.) 1. kargaşalık. 2. s. karıştırıcı.

aşûb-i gavga kavga kargaşalığı.

âşûb-i restehîz ü kıyamet kıyamet kargaşalığı.

-âşûb (f.s.) karıştıran, karıştırıcı.

Şehr-âşûb şehri karıştıran, kargaşa çıkaran.

âşûb-engîz (f.b.s.) kargaşalığa sebebiyet veren.

âşûb-gâh, geh (f.b.i.) karışıklık yeri, gürültülü yer.

Âşûg (f.s.) ne idüğü belirsiz, yabancı, serseri bilinmeyen, meçhul.

Âşur, âşûrâ' (a.i.) muharrem'in onuncu günü pişirilen buğday tatlısı, aşure

aşüfte (f.s.) çıldırırcasına seven, bu yüzden perîşan bir halde, azgın ve baştan çıkmış deli gibi olan, iffetsiz kadın, aşifte. (bkz. âlüfte).

âşüfte-dil (f.b.s.) gönlü perîşan olmuş.

âşüfte-dimâğ (f.a.b.s.) aklı perîşan.

âşüfte-gân (f. âşüfte'nin c.) aşüfteler, âşıklar, iffetsiz kadınlar.

âşüfte-gâr (f.b.s.) aşüfte olmuş gibi, çılgınca sevmiş.

âşüfte-gî (f.i.) aşiftelik. (bkz: âlüfte-gî).

aşvâ' (a.i.) gece gözü görmeyen [kadın, kız].

aşve (a.i.) 1. akşam karanlığı. 2. akşam yemeği.

aşy (a.i.) akşam yemeği.

aşyân (a.s.) akşam yemeği yiyen.

-ât (a.c.) Arapça'da cemi edatıdır. Nebat=nebâtât, Hayvân=hayvânât.. gibi.

atâ' (a.i.) bağışlama, bahşiş, (bkz: ihsan).

atab (a.i.) mahvolma, ölüm.

atâd (a.i.) 1. lüzumlu âletler takımı. 2. büyük kadeh.

atâ-bahş (a.f.b.s.) bahşiş veren.

a'taf (a.s. atf'dan). en antetli, pek şefkatli, çok merhametli [adam].

a'tâf (a.i. atfın c.) 1. merhametler; şefkatler. 2. meyiller, atmalar.

atâhe, atâhiyye (a.i.) 1. şaşkınlık, budalalık. 2. ateh getirme.

atâhet (a.i.) aptallık, (bkz: atâhiyyet).

atâhiyyet (a.i.) 1. aptallık, sersemlik. 2. günahkârlık.

Atâî (a.h.i.) Bursa'da doğmuştur. Babasının adı Hacı ivaz Paşa'dır. 1437 yılında Bursa'da ölmüştür. Atâî mahlasını kullanan ve asıl adı Âlî Çelebi olan bu şâir; asrının iyi şâirlerinden olduğu halde pek şöhret kazanamamıştır. Babası, II. Muradın vezirlerinden idi.

atâim (a.i. atîme'nin c.) ocaklar.

atâir (a.i. atîre'nin c.) 1. putlara kurban edilen dişi koyunlar. 2. Arapların tslâmdan önce Recep ayında kestikleri kurbanlar.

atak, atâkat (a.i.) azad, izin.

atal (a.i.c. a'tâl) 1. vücudun örtülü olmayan bir yeri; husûsiyle ense. 2. bütün vücut. 3. bir kişinin güzelliği.

âtâl (a.i. ıtl'ın c.) 1. koltuk altlan. 2. böğürler. 3. yanlar, kenarlar.

atâlet (a.i.) işsizlik, tembellik, üşengenlik, durgunluk, hareketsizlik.

atâlet-i rûhiyye psik. ruh argınlığı, fr. psychasthenie.

âtâm (a.i. utum'un c.) yüksek binalar, köşkler, hisarlar.

atânîb (a.i. ıtnâbe'nin c.) 1. sâye-banlar, pavyonlar. 2. kısa ipler. 3. uzun ipler; sicimler.

ataş (a.i.) susama, susuzluk, hararet, (bkz: atş).

atâşâ (a.i. atşân'ın c.) susuz, susamış olanlar.

atâ-ullah (a.it.) 1. Allah vergisi. 2. i. erkek adı.

atâvil (a.s. atvel'in c.) 1. uzun boylular. 2. seçkinler.

atâyâ' (a.i. atiyye'nin c.) hediyeler, armağanlar; bahşişler.

atâyâ-yi ilâhiyye Tanrı vergileri.

atâyâ-yı seniyye padişah hediyeleri.

atâyâ-yı tabîat tabiatın atiyeleri, ihsanları, bahşişleri.

atâyıb (a.s. atyeb'in c.) çok hoş olanlar, en iyiler.

atbâ' (a.i. tıb'ın c.) dereler, kanallar.

atba' (a.s.) en pis.

atbâ (a.i. taby'in c.) meme başlan.

atbâk (a.i. tabak ve tabaka'nın c.) 1. kapaklar. 2. tabaklar, (bkz. etbâk).

atbâl (a.i. tabl'ın c.) davullar.

atbıka (a.i. atbâk'm c.), (bkz: atbâk).

âtbîn (f.b.s.) özü ve sözü doğru olan faziletli adam.

ateb (a.i. atebe'nin c.), (bkz. atebât).

atebât (a.i. atebe'nin c.) 1. eşikler, basamaklar. 2. iranlıların mukaddes ziyâretgâhı. 3. eşiği öpülen mukaddes yerler.

atebât-ı âliye Irak'ta -Necef, kerbelâ, Kâzımiyye gibi- türbeli yerler.

atebe (a.i.c. atebât) eşik, basamak. (bkz: âsitân, ahceste).

atebe-i felek-mertebe Osmanlı padişahlannın sarayı.

atebe-i seniyye (bkz: atebe-i felek-mertebe).

atebe-i ulyâ (bkz: atebe-i felek-mertebe).

ateh (a.i.) bunama, bunaklık.

Ateh getirmek bunamak.

ateh kabl-el-mîâd erken bunama, fr. de-mence precoce.

ateh-zede (a.f.b.s.) bunamış, bunak.

ateme (a.i.) 1. atâlet, işsizlik; üşengenlik, tembellik. 2. gecenin ilk üçte biri.

Salât-ül-ateme akşam namazı.

âteş (f.i.) 1. od, hararet, kızgınlık.

âteş-i âb-perver meç. kılıç, hançer.

âteş-i bahâr 1) kırmızı gül; 2) lâle; 3) baharın lâtifliği ve güzelliği.

âteş-i be-cân 1) canda olan ateş; 2) yanıp tutuşma.

âteş-i beste 1) donmuş ateş; 2) hâlis kırmızı altın, (bkz: asced).

âteş-i bî-bâd 1) şarap; 2) işkence, zulüm.

âteş-i bî-dûd 1) Güneş; 2) hiddet, öfke; 3) şarap.

âteş-i bî-zebâne 1) alevsiz ateş; 2) kırmızı akik; 3) şarap.

âteş-i câm-ı zîbekî gümüş veya billur kadehte içilen şarap.

âteş-i derûn "iç'in ateşi" gönül yanıklığı.

âteş-i füsürde 1) donmuş ateş; 2) altın, (bkz: âteş-i beste).

âteş-i hecr ayrılık ateşi.

âteş-i heft-mecmer astr. yedi gezegen yıldız.

âteş-i Hindî Hint'te yapılan bir kılıç.

âteş-i hûn-i hamiyyet hamiyyet kanının ateşi.

âteş-i Mûsî Güneş, (bkz: Af-tâb, Hûrşîd, Mihr, Şems).

âteş-i mücessem kılıç, kama, hançer ve benzeri silahlar.

âteş-i Nemrûd Nemrut'un, Hz. İbrahim'in halkı tenvîr etmesine kızarak kendisini cezalandırmak üzere yaktığı ateş.

âteş-i parsî 1) hek. karakabarcık "yanık kara" denilen bir yara; 2) cemre; 3) ateşe tapanların taptıkları hiç sönmeden yanan ateş.

âteş-i pür-âb (su dolu ateş) 1) meç. Üzüm şarabı; 2) kanlı gözyaşı; 3) içine şarap doldurulmuş yaldızlı kadeh.

âteş-i rûmî tar. deniz ve kara muharebelerinde kullanılan yangın çıkarma vâsıtalarından biri.

âteş-i rûz (gün ateşi) Güneş, (bkz: Aftab, Hûrşîd, mihr, Şems).

âteş-i seng lal ve yakut.

âteş-i serd 1) şarap; 2) hâlis altın, (bkz: asced).

âteş-i seyyâle (su gibi akan ateş) şarap.

âteş-i sîm-âb-sân 1) cıva gibi ateş; 2) Güneş.(bkz. âteş-i mûsî, âteşîn-sadef)

âteş-i subh mec. Güneş.

âteş-i sûzân yakıcı ateş.

âteş-i tak, âteş-i tevbe sûz şarap.

âteş-i ter kırmızı şarap.

âteş ü âb 1) kılıç ve benzerleri; 2) kadeh dolusu şarap; 3) gerdek hâli.

âteş-i zer (altın ateşi) sürüm ve parlaklık. 2. gözyaşı. 3. hastalık. 4. harb, savaş.

âteş-bâr (f.b.s.) ateş yağdıran.

âteş-bâz (f.b.s. ve i.) ateşle oynayan, hokkabaz, fişekçi.

âteş-bâz-ı velî makamı Mevlevi tekkelerinde dervişlerin terbiyesine mahsûs olan mutfak müştemilâtından bulunan meydân-ı şerif deki beyaz post.

âteş-bâz-ı velî ocağı Mevlevî tekkelerinde lokma pişirilmesine mahsus ocak.

âteş-bâzî (f.b.i.) ateşbazlık, eski savaşlarda yapılan harp malzemesi.

âteş-berk (f.b.i.) çakmak [âlet].

âteş-beste (f.b.i.) hâlis, kırmızı altın.

âteş-dâm (f.b.i.) 1. ateşlik. 2. ocak. 3. mangal.

âteş-dân (f.b.i.) ocak, mangal.

âteş-dâr (f.b.s.) "ateş tutan" ateşli.

âteş-dem (f.b.s.) sözü veya sesi yanık ve dokunaklı olan. (bkz. âteşîn-dem).

âteş-dîde (f.b.s.) ateş görmüş, ateşten geçmiş.

âteş-efrûz (f.b.s.) ateş yakan, ateş tutuşturan.

âteş-dil (f.b.s.) 1. her gördüğü güzeli seven. 2 sözü dokunaklı olan. 3. pek zekî adam.

âteş-efşân, âteş-feşân (f.b.s.) ateş saçan.

âteş-efşânî (f.b.i.) ateş saçma, ateş püskürtme.

âteş-ek (f.b.i.) 1. küçük ateş. 2. şimşek. 3. ateş böceği. 4. frengi.

âteş-engîz (f.b.s.) 1. dağlama âleti. 2. s. fesatçı, kundakçı.

âteş-fâm (f.b.s.) ateş renkli, kırmızı.

âteş-feşân (f.b.s.) ateş saçan, ateş püsküren, (bkz: âteş-efşân).

âteş-fürûz (f.b.s.). (bkz. âteş-efrûz).

âteş-gâh (f.b.i.) ateşe tapanların ibâdet yeri.

âteş-gede (f.b.i.) ateşe tapanların ibâdet ettikleri mabet.

âteş-gede-i behrâm astr. hamel burcu.

âteş-geh (f.b.i.). (bkz. âteş-gâh).

âteş-gîre (f.b.i.) 1. maşa, 2. çıra.

âteş-gûn (f.b.s.) ateş gibi kırmızı.

âteş-hâne (f.b.i.) mecûsî mabedi, ateşe tapanların ibâdet yeri.

âteş-hâr (f.b.i.) 1. keklik. 2. s. zâlim, merhametsiz [adam].

âteş-hâtır (f.b.s.) her güzeli seven, sözü dokunaklı, pek zekî adam.

âteş-hirâm (f.b.s.) sür'atle yürüyen.

âteş-hîz (f.b.s) ateşleyen, ateş veren.

âteş-hulk (f.a.b.s.) sert tabiatlı, huysuz.

âteşî (f.b.s.) 1. ateşli, hararetli; dokunaklı; ateş renginde. 2. öfkeli, hiddetli. 3. i. cehennem zebanisi;

âteşîn (f.s.) 1. ateşten. 2. ateşli, canlı.

âteşîn-libâs l) kırmızı elbise; 2) kırmızı elbise giymiş kimse.

âteşîn-mâr 1) ateşli yılan; 2) yanık ak; 3) ateş alevi; 4) havâi fişek.

âteşîn-pençe bir işte eli çabuk kimse, işinin ehli.

âteşîn-sadef Güneş, (bkz: Âftâb, Hûrşîd, Mihr, Şems).

Âteîn-dem (f.b.s.) (bkz. âteş-dem).

Âteşiyân (f.i.s.) cehennemlik olanlar.

Âteşîze (f.i.) ateş böceği,

âteş-kâr (f.b.s.) 1. külhancı. 2. meç. kızgın, aceleci, merhametsiz [adam].

âteş-karâr (f.a.b.s.) "ateşte duran" cehennemlik, günahkâr.

âteş-meşreb (f.a.b.s.) meç. "ateş huylu" huysuz, geçimsiz.

âteş-mizâc (f.b.s.) sert tabiatlı, huysuz, geçimsiz [kimse],

âteş-nâk (f.b.s.) ateşli.

âteş-nihâd (f.b.s.) "ateş huylu" ateşli, huysuz, huzursuz.

âteş-nisâr (f.b.s.) ateş saçan. meç. çok öfkeli.

âteş-nümâ (f.b.s.) ateş gösteren.

âteş-pâ (f.b.s.) ateş gibi, çevik, atik.

âteş-pâre (f.b.s.) 1. ateş parçası, kıvılcım. 2. Muallim Naci'nin 1844 de basılmış bir şiir kitabı.

âteş-perestî (f.b.i.) ateşperestlik, ateşe tapma.

âteş-perver (f.b.i.) suyu iyi verilmiş kılıç.

âteş-pâş (f.b.s.) ateş saçan.

âteş-perest (f.b.i.) ateşe tapan. *

âteş-peyker (f.b.i.) 1. Güneş, (bkz: âteşîn-sadef). 2. şeytan ve cin taifesi.

âteş-reng (f.b.s.) ateş renginde, kızıl.

âteş-suhan (f.b.s.) dokunaklı, hatır kıracak şekilde söz söyleyen.

âteş-tâb (f.b.s.) 1. ateş gibi hararetli. 2. ateş yakıcı.

âteş-zâd (f.b.s.) "ateşten doğma" 1) meç. ateşli; 2.) yakıcı.

âteş-zâr (f.b.i.) ateşi çok olan yer, çok yakıcı yer.

âteş-zebân (f.b.s.) ; çok dokunaklı söz veya şiir söyleyen.

âteş-zede (f.b.s.) ; yakılmış, yakılan.

âteş-zen (f.b.s.) yakıcı, yakan.

âteş-zene (f.b.i.) çakmak [âlet].

atf, atıf (a.i.) 1. eğme, meylettirme. 2. bağlama, (bkz: azv). 3. dokunma. 4. gr. bağlaç.

atf-ı beyân bir cümlenin mânâsını îzah ve kuvvetlendirmek için atıf edatı, bağlaç kullanma.

atf-ı nigâh göz atma, bakma.

„îr gr. aynı anlamda olan iki kelimenin yanyana kullanılması, [deli dîvâne; sağ salim, gibi].

atfen (a.zf.) birinin adına, birine yükleyerek.

atfî (a.s.) 1. bağlamaya ait. 2. şefkate, iyilik severliğe ait. [müen. "atfiyye"].

athal (a.s.) kül rengi.

athâr (a.s. tâhir'in c.) kadınları aybaşı ve doğumdan kurtulduktan zamanlar, ["tâhir" bu mânâda kullanılmaz], (bkz: tuhr).

athar (a.s.) çok temiz olan.

âtıf (a.s. atfdan) 1. meyleden, eğilen. 2. bağlayan. 3. şefkatli.

âtıfe, âtıfet (a.i.c. avâtıf) karşılık beklemeden gösterilen sevgi, iyilik severlik.

âtıfet-kâr (a.f.b.s.) esirgeyip koruyan, gözeten.

âtıfet-kârâne (a.f.zf.) âtıfetkâr olana yakışacak surette.

âtık, âtıka (a.s.) 1. serbest bırakılmış. 2. ihtiyar. 3.i. genç kız. 4. i. yavru kuş. 5. soyu temiz [at]. 6. eski [şarap v.b.].

âtıl, âtıla (a.s.) 1. tembel, üşengen. 2. boş, faydasız.

âtıl-âne (a.f.zf.) tembelce, tembelcesine.

âtım (a.s.) mahvolan, ölen.

âtır (a.s. ıtr'dan) 1. ıtırlı, güzel kokulu. 2. kokuları seven.

âtıs (a.s.) 1. aksıran. 2. i. şafak.

atış, atuş (a.s.). (bkz: atsan).

âtî (a.s. ityân'dan) 1. gelecek, gelen [kişi veya şey]. 2. i. gelecek zaman, istikbal. 3. zf. önde, aşağıda.

âtî-l-beyân, âtî-üz-zikr aşağıda zikredilen, aşağıda sözü geçen.

âtî-yi millet milletin yarını, istikbâli.

âtî, âtiye (a.s. utv'dan) isyan eden, kafa tutan.

atî (a.s.) inatçı, kalın kafa.

atîd (a.s.) hazır, hazırlanmış.

atîde (a.i.) elbise sandığı.

âtih, âtihe (a.s.) isyan eden, kafa tutan.

âtik (a.s.c. avâtik) sırtın üst kısmı.

âtik (a.s.) berrak, saf; karışmamış; kıymetli.

atîk, atîka (a.s. ıtk'dan) 1. eski. 2. azatlı, hür. 3. güzel, genç kız. 4. asîl. 5. Hz. Ebu Bekir'in lâkabı.

atîkıyyât (a.i.c.) eski eserler, arkeoloji.

âtil (a.s.) ücretli yardımcı, asistan.

âtim, âtime (a.s.) ağır, yavaş.

at'ime (a.i. taam'ın c.) yemekler, (bkz: et'ime).

atîme (a.i.c. atâim) ateş yakılan ocak; mangal.

atîre (a.i.c. atâir) 1. putlara kurban edilen dişi koyun. 2. eski Arapların Islâmdan önce Recep ayında kestikleri kurban.

âtiş, âtişe (a.s.) susuz, susamış, (bkz: teşne).

atît (a.i.) gıcırtı.

âtiye (a.s.) ["atî" kelimesinin müen.]. (bkz: atî).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə