Barzanilerin köKENleri yahudi asilli kürtler israiL İle iLİŞKİŞleri



Yüklə 82,75 Kb.
tarix18.06.2018
ölçüsü82,75 Kb.
#49246



BARZANİLERİN KÖKENLERİ

- YAHUDİ ASILLI KÜRTLER

- İSRAİL İLE İLİŞKİŞLERİ

DR.MAHMUT RİŞVANOĞLU

BARZANİ İSRAİL İLİŞKİLERİ VE BARZANİLERİN KÖKLERİ

19. Asrın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti’ne karşı zaman zaman isyan hareketinde bulunan Barzaniler’in uzun zamandır da İsraillerle çok yakın münasebetleri olduğu ve bugün Kuzey Irak’ta bir nevi özerk alan oluşturması hususunda (bağımsız Kürdistan esas amaçları) liderlik etmeleri bu topluluk hakkında bazı-önemli bilgileri aktarmak gerekir


Kim bu Barzaniler?

Neden İsrail yıllardan beri bunlara çok yakınlık göstermektedir?

Kuzey Irak’ın Hakkari’ye yakın uç noktalarından birinde, dağlık bir arazide bulunan Barzan beldesi, yakın köylere hakim bir mevkide bulunmaktadır. Musul vilayetine bağlı “Zibar” nahiyesinin de merkezini teşkil etmekteydi. Osmanlı Arşiv Belgelerine göre 1909’da yine Barzan merkez olmak üzere üçüncü sınıf bir kazaya (ilçeye) dönüştürülmüştü. İlçenin ve çevresinde bugün de “Zibar, Beçil ve Fakih Abdurrahman aşiretleri” ayrı ayrı yerleşim birimlerinde bulunmakta ve çoğu zaman geçmişten beri kendi aralarında kabile kavgaları yapmaktaydılar. Bu yüzden Osmanlı devleti, buradaki aşiret ve kabile kavgalarının sebep olduğu huzursuzluğu ve düzensizliği ortadan kaldırmak ve bir nizam için devamlı olarak bu bölgede önemli askeri güç ve idari kurumlar oluşturmuştur.

Barzan beldesinin ne zaman kurulduğunu tam bilemiyoruz. Bazı rivayete göre, bugünkü Barzani aşiretinin ilk önemli mensubu olarak bilinen ‘Mesud’ diye “bir şahsın buraya gelip yerleşmesidir. Zaman içinde burada çevre edinmiş, itibarlı bir kişi olarak görülmeye başlanmış ve Barzan beldesinin kalesini yaptırmış olmasıdır. Bu Barzan köyünde yerleşmiş olduğu için Mesud’da ‘Mesud Barzani” denmiştir. Diğer bir ifadeyle, ‘i’ farsça nispet eki olarak Barzani’nin anlamı ‘Barzanlı’ demektir; Barzanlı Mesud.

Bu eski geleneklerden biridir? Araplar’da birçok bilim adamları çoğu zaman doğdukları veya yaşadıkları yer, şehir veya coğrafi ve bazende milli kimlikleri ile anılır. Mesela, İmamı Maturidi (Maturidili İmam), Ali Semerkandi (Semerkandlı Ali) v.b. gibi.

Kuzey Irakta asırlardır “Tat” diyalektiği ile konuşan, ticaret ve küçük zanaatlarla uğraşan, birçok kasaba ve köylerde yaşayan Kürtçe’nin Şorani ağzını konuşan Yahudiler bulunmaktaydı. Giyim ve kuşamları ile bir Kürt aşireti mensubu olarak görülmekteydiler.

Kaliforniya Üniversitesi İbrani Dili Profesörü “Yona SABAR” kendisi de bir Kürt Yahudisidir yaptığı araştırmalarda Tudelalı Benjamin ve Haham David’in buradaki seyahatlerinde yaptıkları tespitlerden istifade ederek bu Kürt Yahudileri hakkında bilgi vermektedir.

Bölge Benjamin’den sonra da Yahudi seyyahların zaman zaman uğradıkları bir bölge olarak bilinmektedir.

12. yüzyılda, “Rnûsbanh Pethahiah”, 13. yüzyılda İspanyol Yahudi şairi “Judah-el-Harizi” ve 16. yüzyılda Yemen Yahudisi “Yahya ez-Zahiri” bunların en meşhurlarıdır.

Gezgin Yahya el-Zahiri, Kuzey Irak’ın Erbil, Musul, Kerkük bölgesini daha sonraları ise Güneydoğu Anadolu’da Nusaybin (Nasibin), Urfa ve Diyarbekir taraflarını dolaşmıştır. Bunun yanında önemli bir olgu olarak, bu yüzyıldan itibaren (16. yüzyıldan) “bu bölgedeki Yahudiler tarafından yazılmış olan ilk belgeleri ve el yazması kitapları da görülmektedir. Buradaki Hahamlar (Yahudi din adamları) tarafından yazılmış olan çeşitli belgeler ve el yazması kitaplarda, bu bölgelerdeki Kürt aşiret hayatını yaşayan Yahudilerin dini ve sosyo-ekonomik durumları hakkında ayrıntılı bilgilerin yanı sıra, bu bölge ile ilgili bazı dolaylı olarak bilgiler de vermektedir. Bu dönemde kimi Yahudi topluluklar buradaki diğer halkların genel yoksulluk tablosu içinde yer alırken, öte yandan-özellikle-Barzani Ailesi’nden gelen ‘Hahamlar’ bölgenin birçok yerinde “dini çalışmalar” ve eğitim için “dini eğitim merkezleri” kurmuşlardır. Yahudi dini eğitim merkezi olarak öyle itibarlı idi ki, Mısır’dan ve Filistin’den bile öğrenciler geliyordu. (A. Medyalı, Kürdistandaki Yahudiler, 1992-Berham Yayınevi. sf, 26, 53)

Prof. Avram Galante’nin “L” Histoire des Juifs Turques (Türk Yahudileri Tarihi) adlı eserinde şu hatırası yer almaktadır (825):

“İstanbul’da B’nai-Brit’in” (Küresel hakimlerin en önemli Yahudi örgütlerinden birisi ve merkezi ABD’dir) Başkanı ‘Henri Sari Anon’un bürosunda Yahudi tipine.

Ama bu adan Kürtçe’nin “Kurmançca” ağzını konuşuyordu. Diyarbakırlı olduğunu söyledi. Gerçekten de Güneydoğu Anadolu’da Kürt aşiretleri arasında İbrani (Yahudi) tipinde olanların, onların arasında olmasına rağmen “bu zamana kadar kendilerini korumaları ve gizlemeleri dikkat çekicidir, Bu bölgede Fırat ve Dicle bölgelerinde Kafkasya’daki ‘Ermeni Yahudileri’ gibi, İbrani soyundan gelen Kürt Yahudileri de vardır.

Yahudi vatandaşlar için çıkartılan “Salom Gazetesi” 25 Aralık 1991 tarihli sayısında ‘Müslüman Kürt kabileleri arasında “Kürt Yahudisi cemaatlerinin, bulunduğunu” yazmıştır. Peki Yahudiler bu bölgeye ne zaman gelmişlerdir?

Hz. Süleyman (a.s)’ın vefatından sonra İsrail Krallığı kısa bir zamanda ikiye bölündü. Başkenti ‘Sekem olan Kuzey İsrail Devleti.

Başkenti ‘Kudüs’ olan Güney İsrail Devleti (Yuda Devleti)

Kuzey İsrail Devleti’nin kuruluşunda İsrail oğullarının, 10 boyu rol oynar. Güney İsrail Devleti’nin kuruluşunda ise ‘2 boy’(Yahudi ve Bünyamin kabileleri) rol oynar.

Asur Kralı V. Salmanasar zamanında Kuzey İsrail Krallığı’na karşı taarruzlar başlar ve sonunda M.Ö. 722’de II. Sargon tarafından bu İsrail devleti tarihten silinir, buradaki Yahudi topluluğun önemli bir kısmı “Harran, Urfa, Cizre ve Kuzey Irak bölgesine sürgün edilir. (İmadiye ve Musul’a, Erbil taraflarına).

Asurlular, buradan çıkardıkları Yahudilerin yerine ‘Babil’den, Kuta ve Aba’dan halk getirip burada kalmış Yahudiler ile karışır yeni bir melez Yahudi tipi “Samiriler” oluşur. Gerçek Yahudiler bunlara aynı zamanda ‘Kutalılar’ yani Kuta’dan gelmişler olarak da zikrederler. (İslam Dünyası’nda ‘Samiriler’. Nuh Arslantaş. İz Yayın., İst-2008 sf. 26,27,28).

Yahudi seyyah Benjamin XII. asırda Musul’da ‘David Alroy’ adlı Yahudi ‘Mesihliğini’ İmadiye’de ilan ettiğini, bunların bu sürgünden gelen Yahudiler olduğunu belirtir.

M.Ö. 579 yılında da B abiller tarafından Kralları Bahtunnasır tarafından Güney İsrail Devleti ortadan kaldırılır. Böylece ayakta kalan tek Yahudi krallığı da tarihe karışmış olur. Burdaki Yahudilerin önemli bir kısmı yine sürgüne tabi tutulur. Babil, Urfa, Harran, Musul, Cizre ve Kuzey İran’ın diğer bölgelerine (Bkz. Ebü’l Feth eş-Samiri, sf: 81. İngilizce Terc. 107).

Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu belgelerine yerleşmiş bu Yahudi toplulukları uzun zaman içinde bu bölgelerdeki diğer topluluklarının başta Kürtçe olmak üzere, dillerine ve geleneklerini öğrenmiş ve benimsemişlerdir ama gerçek kimliklerini unutmamışlardır.

Kuzey Irak’ın Zaho, Musul ve İmadiye bölgesine yerleşmiş olan Yahudiler bir ara Erbil çevresi dahil olmak üzere ‘Adiabane’ adlı bir Krallık da kurmuşlardır. (M.Ö)

Uzun zamandır, Güneydoğu Anadolu bölgesine Turist olarak gelen Yahudi ve Ermeniler’in sayısında önemli artış gözlenmektedir. Turizm açısından bu normal görülebilir ise de işin ilginç tarafı buraya turist olarak geldiğini söyleyen bu Yahudi ve Ermenilerin “Kürtçe” Zazaca ve Türkçe” bilmeleri idi, bunlar aslında sade bir turist değildi çoğunluğu, Ellerinde buralar da kalmış ‘din, mezhep, kiklik ve dil” değiştirmiş Ermeni ve Yahudi kesimleri bulup tespit etmektir. Bunu yapıyorlardır uzun zamandır.

Bir zamanlar ‘Haham ‘çıkaran Barzani ailesinin nasıl ve ne zaman Müslüman oldukları hakkında tam bir bilgi yoktur. Kendisi de bir Kürt Yahudisi olan ABD vatandaşı ve İbrani Tarihçisi Prof. Yona SABAR’da yeterli bir bilgi vermemektedir. Biraz karanlıkta kalmaktadır gibi.

Evet, Yahudi din adamı haham yetiştiren bu ailenin liderleri bir zaman sonra nasıl oldu da ‘Nakşibendi’ Şeyhleri ve Molları oldu?

“Zap Irmağı’nın sol tarafından kurulan ‘Barzan’ köyüne bir tarihte ‘Mesud’ isminde bir adam gelir ve yerleşir. Çevre edinip, Barzan kalesinin yapımında önemli desteği olduğundan olsa gerek, Barzanlılar tarafından itibar görür. Burada evlenir. Barzani ailesinin ilk ferdi Bu Mesud’dur.

Bu ara Medreseyle ilgilenmeye başlar. Oğlu Said’i bölgedeki medreselerde okutur. Said’den sonra gelen oğlu Mesud (II.) de benzer bir eğitimden geçer.

Özellikle de II. Mesud’un oğlu “Taceddin”, tasavvufa karşı ilgi duyarak Barzan nahiyesinde hemen bir tekke kurar. (A. Kadir Berifkani, ‘Mustafa El-Barzan’, Kahire/Londra 1966, El-Merkezi Arabi ed-Devlili’ L-i’lem yayınları. Sf: 96-97)

Bu yıllarda ‘Kadirilik ve Nakşilik’ tarikatları önem kazanmıştır. Bölgede nakşibendiliğin ilk yayıcısı ‘Mevlana Halid-i Bağdadi’dir (1777-1837). Bağdadlı Halit, 1809 yılında Hindistan’a giderek önemli bir Nakşibendi Şeyhi olan ‘Abdullah Dehlevi’den eğitim alarak ve daha sonra ondan halifelik beraatını da alarak bölgeye geri döner ve kısa zamanda buranın en etkin Nakşibendi Şeyhi olur.

Hakkarili ‘Abdullah Nehri’ ve ‘Palulu Ali Septi’ vasıtasıyla Kuzey Irak, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’ya yayılan ‘Halidiye Nakşiliği’, Barzanlı Taceddin’inde ilgisini çekmiş, Nehrilerden Şeyh Taha Taceddin’e Nakşibendi tarikatının tasavvuf öğretisi hususunda onu eğitmiş daha sonra da ona hilafet vererek, Barzan’daki tekkenin faaliyetlerini hızlandırmıştır (M. Sıraç Bilgin, “Barzani”, İst-1992, Fırat Yayın. Sf: 16).

Babadan oğla Şeyhlik makamının geçmesi geleneğinin (her zaman değil M. R. ) bir örneği olarak, Nakşibendi Şeyhi olan Taceddin’den bu makam oğlu Abdüsselam’a (I) geçer. Bu sırada I, Abdüsselam, Şeyh Taha’dan fıkıh dersleri de almış olmanın avantajlarıyla Şeyh ile münasebetlerini sıklaştırmıştır.

Bu arada bazen Halid-i Bağdadi’yi de ziyaret etmekteydi. Bazı araştırmacılara göre (A. Kadir Berifkani gibi) I. Abdüsselam bu ziyaretlerinden birinde Mevlana Halid’den bölgenin Nakşibendi Halifesi olma iznini bile almış.

I. Abdüsselam, 1862’de Şeyhliği oğlu ‘Muhammet Barzani’ye’ bırakmış ve daha sonrada vefat etmiştir.

M. Sıraç Bilgin gibi bazı siyasi ayrılıkçı Kürtçüler, I. Abdüsselam’ın, Osmanlı Devletinin mecburi iskanına ve zorla askere alınmalarına karşı çıkıp ayaklanması, görüşmeler için gittiği Musul’da yakalanıp idam edilmiştir” demektedirler.

Her ne kadar böyle bir iddiayı ileri sürüyorlarsa da ne Osmanlı’nın o tarihlerdeki bölgenin kayıtlı, olaylarında böyle bir olayın olduğuna dair ne bir kayıt var ne de buradaki olayları kaydetmiş olan Hollandalı Kürdoloğ ‘Martin Van Bruinnessen’in yazılarında.

Martin Van Bruinnessen, I. Abdüsselam ile ilgili daha farklı bir şekilde anlatmaktadır. Van Bruinnessen bu husustaki görüşleri şöyle; “Şeyh Taha’nın kardeşi Şeyh Saleh’ten hilafet alan I. Abdüsselam Şeyhi’nin ölümünü müteakip kendisini onun temsilcisi olarak ilan etmesi, Şeyh Taha’nın oğlu Şeyh Ubeydullah, Abdüsselam ve Müridlerinin delirdiğini, şeytanın kurbanları olduğunu ileri sürerek ona savaş açtı. I. Abdüsselam bu savaşı kaybetmesine rağmen Müridleri kendisini “Mehdi” ilan ettiler. Abdüsselam başına bir şey gelir diye korkusundan saklanır. Daha sonra da ölür.”

“Yerine oğlu ‘Muhammed Barzani’ geçti. Muhammed Barzani, Şeyh Ubeydullah’a bağlılığını bildirdi. Fakat Şeyh Ubeydullah İngilizlerin yardım ve kışkırtmalarıyla Osmanlı’ya isyan etmiş, bu isyan bastırılınca, Şeyh Hicaz bölgesine sürgüne gönderilir. Bu sürgünün hemen arkasından Muhammed Barzani babası gibi ‘Mehdiliğini’ ilan eder. Fakat bölge halkının önemli bir kısmı mehdiliğini benimserler. Şeyh Ubeydullah’ın müridleri ile buna bağlı bazı Kürt aşiretleri, Muhammed Barzani ile müridlerine “divane” (aklını kaçırmış) kimseler olarak görüyor ve alay ediyorlardı” der (Martin Ban Bruinnessen, “Ağa, Şeyh ve Devlet”. Çevr. Remziye Aslan, Ank (tarihsiz), Özge Yayın. Sf: 322,323).

Kuzey Iraklı ‘bazı Kürt kaynaklarına göre I. Abdüsselam’ın yerine geçen oğlu Muhammed Barzani aşiret ve kabile kavgalarından kaçan insanların sığınacağı bir kimse olarak zikredilmekteydi.

Osmanlı Hükümeti’ne yapılan bazı şikayetler yüzünden bir ara Bitlis’e sürülmüş ve burada “birkaç yıl kaldıktan sonra tekrar Barzan’a dönmüştür. Ondan sonra, kimseyi kabul etmemiş ve 1903 yılında yerini ve Şeyhlik makamını oğlu II. Abdüsselam Barzani’ye “bırakmış ve daha sonrada vefa etmiştir. (A. Kadir Berifkani a, e, sf: 17).

Bitlis ve “bir kısmı da Diyarbakır’da mecburi iskana tabi tutulan bu ailenin bu durumu Osmanlı arşivlerine göre, Osmanlı Hükümeti’nin sebepsiz yere aldığı bir karar değildi. Uzun zamandır “buralarda süren aşiret ve tarikat kavgaları rol oynamıştı.

Nitekim 1888’in başlarında Barzan aşiretinin katıldığı bir kavgayı ancak Osmanlı ordusu bastırmıştır (Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Yay Prk. Ask. nr.44/14).

Muhammed Barzani, l898’de “Becil ve Fakih Abdurrahman” aşiretleriyle siyasi, Eylül 1903 yılında ise Şemdinli Şeyh Muhammed Sıdık Nehri’yle de dini tarikat nüfus mücadelesi şeklinde çatışmalar olmuştur. I. Abdüsselam’ın oğlu Muhammed Sıddık Barzani aslında tam bir medrese eğitim görmemiştir. Çünkü kendisi ‘kekeme’ bir kimseydi. Rus Kürdolog Bazil Nikitin’e göre Muhammed Sıddık, hem kendi aşireti yani Barzanileri hem de diğer bağlı olan aşiretler üzerinde çok kaba bir güç kullandığını belirtir.

Özellikle, Şeyh Übeydullah’ın Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmesi, daha sonra ceza olarak Hicaz’a mecburi iskana tabi tutulması ile Muhammed Sıddık Barzani bu durumu siyasi ve tarikat başkanı açısından değerlendirerek bölgedeki nüfusunu daha da artırmıştı ve zorla, baskı ile civardaki diğer aşiretleri de kendisine boyun eğdirmiştir.

Muhammed Sıddık Barzani babası I. Abdüsselam Barzani gibi kendisi de ‘Mehdi’liğini ilan etmesinin yanında Osmanlı Devleti’ne karşı da Cihad-ı Mukaddes” fetvasıyla savaş açmıştı.

Uydurma mehdiliğine ve cihad çağrısına çıkan birçok kabile ve aşiretlere karşı zor kullanarak feci olaylara sebebiyet vermiştir,

Misal olarak ‘Zibar Aşireti’nin liderlerinden ‘Molla Perisay’ın başına gelenler korkunç ve tüyler ürpertici idi.

“Kendisine karşı çıkan ve Osmanlı Devleti yanlısı duruş gösteren Molla Perisay, Muhammed Sıddık Barzani’nin müridleri tarafından yakalanır ve vücudu parça parça edilerek öldürülür. Daha sonra da Molla’nın parçalanmış vücutların azalarını içi oyulmuş bir ceviz ağacının gövdesine konarak yakmışlardır.

1903’de böyle bir zalimce kişiliğe sahip sözde Nakşibendi Şeyh’i olan ve mehdiliğini öne sürüp Osmanlı Devletine de savaş açan Muhammed Sıddık Barzani ölmüş ve geride ‘beş oğlu’ kalmıştır. “Abdüsselam II, Muhammed Sadık, Muhammet Babu, Ahmet ve Mustafa Barzani.

En büyükleri olan II. Abdüsselam Barzani Barzanilerin başına geçer. Başa geçer geçmez ilk yaptığı iş bölgenin tek siyasi lideri gibi davranır. Nakşibendi Şey kimliği altında yani dini otoritesine dayanarak çevredeki diğer bazı kabile ve aşiretleri de kendi hakimiyeti altına alır.

1907 yılında bölgedeki kendine bağlı aşiret temsilcileri ile toplanarak Bab-ı Ali’ye (yani Osmanlı Hükümeti’ne) bir nevi ültimaton tarzında, ‘özerklik isteğinde bulundu (M. Sıraç, a.e, sf. 18).

Böyle bir isteği olmakla birlikte II. Abdüsselam Barzani’nin Osmanlı Arşivlerine göre asıl baş kaldırışı yani isyanı, 1909’da olmuştur.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra II. Abdulhamit’in merkezi idaresi zayıflaması veya zayıflatılması (adem-i merkeziye) (şimdi de malum dış ve iç merkezler merkezi idarenin güç ve yetkisinin azaltılıp, yerel yönetimlerin daha da güçlendirilmesi, eyaletlerin kurulması istendiği gibi) ile birlikte Balkanlarda parçalanma, Ayrılıkçı Arapların Osmanlı’dan ayrılma hareketleri gibi II. Abdüsselam Barzani’de Osmanlı’dan ayrılmak ve müstakil bir devlet olmak için harekete geçer.

Hemen bölgedeki kürt kabileleri ve siyasi Kürtçü örgütlerle irtibata geçer ve toplantı yapar. Şeyh Nur Muhammed Berifkani’nin evinde yapılan toplantıda II. Abdüsselam’ın Osmanlı Devleti’nden taleplerinin neler olacağı tartışıldı. Bunlar;

- Osmanlı Devleti, bölgedeki resmi dilin Kürtçe olduğunu kabul etmeli (şimdi de AB, ABD, İsrail ve içimizdeki taşeronlar istiyor M.R)

- Bütün yöneticiler kürt olmalı,

- Öğrenim Kürtçe olmalı,

- Alınan vergilerin bir bölümü buranın okul ve yol yapımları için kullanılmalı.

Siyasi Kürtçülerden M. Sıraç. Barzaniler ile ilgili yazdığı eserde, bu taleplere birde ‘dini bir mühteva (içerik) kazandırmak için devletin dini İslam olduğundan, İslam hukukunun da uygulanması” isteğini ekliyorsa da bu doğru değildir.

İşin ilginç ve de önemli yanı toplantıya katılan aşiretlerin bir kısmı Abdüsselam’ın bu taleplerine katılmamış olmalarıdır. II Abdüsselam, karşı çıkanları ikna etmek için, biraz mürekkep yalamış, medrese görmüş kimselerle bu işi yapacaklarını belirtmesine rağmen, muaffak olamadı. II. Abdüsselam, hazırladığı isteklerini kendisi gibi ayrılıkçı görüşe sahip Emin Ali Bedirhan, Şeyh Abdulkadir Nehri ve Süleymaniyeli Şerif Paşa’ya da teyit ettirdikten sonra kendi adına Osmanlı Hükümeti’ne (Bab-ı Aliye) gönderdi.

Osmanlı hükümeti Abdüsselam’ın baş kaldırışına karşı bölgeye hemen Kafkas Kartalı “büyük zat Şeyh Şamil’in torunu Dağıstanlı Mehmet Fazıl pasa komutasında bir ordu gönderdi. Devlet güçleri bu isyanı iki ay içinde bastırdı (A. Kadir Berifkani, a.g.e., s. 97-98).

Aslında bu başkaldırış bitmiş değildi, bundan sonrada bu kabil isyanlar birbiri ardına devam etti.

II. Abdüsselam, Akra ve Hemund aşireti ile birlikte Eylül 1909’da bir kez daha isyan etti. Bin seneden beri Osmanlı Türk Devleti, Balkanlar ve Anadolu’da emperyalist Batı’nın bu coğrafyada Müslüman Türk milletini yok etmek ve İslam’ı buralardan söküp atmak için saldırdı. Haçlı barbarlarına karşı direnirken, savaşırken, göğüslerine siper edip sıra dağlar gibi durup bu uğurda milyonlarca evlatlarını kaybederken, Barzani dönmeleri, hep onların casusluğunu ve hem de Osmanlı devletini arkadan vurarak kafir Batıya yardım etmekteydi.

Osmanlı yönetimi 21 Eylül 1909’da Barzanlı Şeyhi Abdüsselam ve yandaşlarının yerel halk üzerinde baskı ve zulümleri ortadan kaldırmak için bölgede birtakım idari yeni yapılanmalara da girişmiştir. Daha çok kuvvetler yığıldı. Revanduzlu Abdullah Paşa’da bu kuvvetlere katıldı. Her ne kadar Bab-ı Ali’ye Musul’dan gönderilen bilgilerde 7 Ekim I909’da Barzaniler’in toparlanamayacak şekilde dağıtıldığı belirtiliyorsa da, kaçmayı başaran II. Abdüsselam Barzani ve taraftarlarının takiplerinin de sürdüğünü beyan ediliyordu.

14 Ekim’de Abdüsselam ve yanındaki bazı aşiret liderleri ile Hakkari’deki Nesturi Hıristiyanlarından olan Tayyarı Aşiretine sığındıkları istihbaratı geldi. Ama bunun yanında Abdüsselam’ın da kendi istihbaratları sayesinde güvenlik kuvvetlerinden çoğu zaman kolaylıkla kaçabilmekteydi.

Osmanlı Devlet’i pek çok işleri yanında, ülkenin gittikçe çöküntüye giden bir hal alması hususunda varlığını korumaya çalışırken, birde Barzaniler’in bu isyanları bıktırmış ve her halükarda bu işi bitirmek istiyordu. Büyük bir askeri güç buralarda meşgul ediliyor ve önemli maddi kayıplar da oluyordu.

Çeşitli tedbirler alırken, idari yapılanmada alınan tedbirlerden bazıları şunlardı; Merkezi Barzan olmak üzere Zibar nahiyesi ilçeye dönüştürülmüş, Şirvan nahiyesi Revanduz’dan ayrılarak Zibar ilçesine bağlanmış, civar vilayetlerle işbirliği yapılması için plan yapılmış, kötü yönetimi ve yolsuzluklara bulaşmış, II. Abdüsselam’ın yakalanmasında gevşeklik gösteren idari yöneticiler görevden alınmış ve ağır cezalara çarptırılmıştır. Yeni köprüler, okullar yapılması ve halkın ihtiyaçları için gerekli olan para aktarılmış. Bunun yanında İsyancı Abdüsselam Barzani Van ve Musul dışında İmadiye vilayetlerinde de araştırılıyor, Dördüncü ordudan gerekli tavsiyeler yapılıyordu.

II. Abdüsselam’ın Osmanlı Devletine karşı isyanı yayılmaya başlanmıştı. Bu arada Hıristiyan Nestüri aşiretlerinden Hemun ve Şamir de isyana katılmıştı. Ayrıca Dilim aşireti de katılmıştı. Ayaklanmaya katılmayan aşiretler II. Abdüsselam Barzani tarafından cezalandırılıyordu. Bunlardan biri Müziri aşireti idi. Reisi İsmail Ağa, üç çocuğu, eşi ve hizmetçileri ile birlikte hepsi katledilmişti. Musul ve Süleymaniye’de asileri yargılamak için Divan-ı Harp kurulmuştu.

Bu isyanın arkasında önemli bir desteği olduğu görülen İngilizleri, Osmanlı Devleti protesto ettiği gibi bahusus “burada organizatör olarak görev yapan Musul’daki İngiliz konsolosunun değiştirilmesini istedi. 03 Şubat 1910’da İngiliz Hükümeti Bab-ı Ali bu isteği baskısı ile Musul’daki konsolosunu değiştirmek zorunda kalır. Bu konsolosun alınmasını müteakip Barzani aşireti mensupları, Osmanlı ve Hükümetine itaat edip isyandan vazgeçeceği sözü vererek teslim oldular. Herki, Hemun ve Şamir aşiretleri de isyandan vazgeçtiler. II. Abdüsselam da isyandan vazgeçtiğini açıklar. Ancak henüz yakalanmamıştır.

Yüzlerce askerin katili Molla Abdurrahman yakalanarak muhakeme edilmiş suçu sabit görüldüğünden, idam edilmişti. Osmanlı Devleti Hükümeti, “bu aralar Balkanlarda karışıklıklar ile uğraştığından Abdüsselam’ın takip işini yavaşlatmış ayrıca teslim olan müridlerini affetmiş, 21 Mayıs 1910’da Barzan halkına, mağdur olanlar ve fakir kimselere hazine’den bin altın lira dağıtılması kararlaştırılmıştır.

Osmanlı Devleti bu sükûnet safhasında bölgenin ekonomik ve idari olarak birçok yeniliklere girişmişti. İletişim hatları yenilenmiş, harap köprüler tamir edilmiş ve yeni köprüler yapılmış, yeni güvenlik mensupları (komiser ve polisler, jandarma gibi) atanmış, erkeklere mahsus hapishanelerin bir bölümü kadın tutuklular için ayrılmış isyan sırasında Osmanlı devleti yanında yer almış olan Adramaz nahiyesi aşiret reisi Sino Ağa vb. desteklenmişti.

Yıllardan beri Kuzey Irak başta olmak üzere bölge ve çevresinde gerek siyasi ve gerekse dini nüfuz kurmak için pek çok olaylar çıkaran ve fırsat “buldukça da Osmanlı devletine isyan etmeyi bir huy haline getirmiş olan “dönme Barzaniler”, huylu huyundan vazgeçmez misali yine II. Abdüsselam ayaklanır. 1913’de II Abdüsselam, kendilerine katılmayan Heriki aşiretinin Mam fırkasına saldırır. Osmanlı güvenlik güçlerinin gelmesine yakın yakalanmamak için adamlarıyla beraber İran’a kaçmıştı. Osmanlı Devleti’nin ihtilaf Devletleriyle savaşa başladığında I. Dünya Savaşına girdiğinde 30 Ağustos 1914’de Şeyh Abdüsselam’ın İran/Hoy vilayetinde Rus generali ile birlikte buluşup, Osmanlı Devleti’nin nasıl parçalanacağını, Musul ve Van’da Kürtlerin Ermenilerle birlikte nasıl ayaklandıracağının planlarını yaptıkları, Osmanlı Devleti’nin teşkilat-ı Mahsusa (istihbarat örgütü) tarafından öğrenilmişti. (BOA. DH. MUİ. I-I/29, 1-2673, 1-4/64, bu konuda çok sayılı belge vardır).

Daha öncede çeşitli ayrılıkçı bölücü ve emperyalizmin desteklediği, beslediği siyasi kürtçü örgüt mensupları ile işbirliği yapan, özellikle “Kürt Teali, Kürt Teavün ve Terakki, hevi (Ümid) ve Kürt İstiklal Cemiyeti” vb. Örgütlerle anlaşan, Süleymaniyeli Şeyh Mahmut, Hakkarili Şey Ubeydullah Nehri, İran tarafındaki aşiret ağalarından İsmail Simko ile görüşmeler yapan II. Abdüsselam Barzani, İngiliz ve Ruslar’ın yardımı ile büyük bir Kürt ayaklanması planlamıştı. 1913’ün sonralarına doğru İran’a geçen Abdüsselam, Urmiye yakınlarında Şeyh Mahmut Sıddık en-Nehri’nin oğlu Şeyh Taha’yı “Rajan” Köyü’ndeki evinde ziyaret eder.

Bu arada İsmail Ağa Simko ile birlikte “Hoy ve Tiflis’e” geçerek Rus generalleri ile yapacakları büyük isyan için anlaşmalar yapar. Bu arada Osmanlı hükümeti Şeyh Abdüsselam’ın başına ödül koyar. Ruslarla görüşmenin dönüşünde Simko’dan ayrılan Şeyh Abdüsselam Barzani, “Genegeçin Köyün”deki Safi Abdullah’a (İbrahim’e) misafir olur. Safi Abdullah, Osmanlı hükümetinin vaadi olan ödülü alabilmek için gece uyurken Abdüsselam Barzani’yi yakalayıp Osmanlı güvenlik güçlerine teslim eder. O zaman genç bir subay olan Fevzi Çakmak (bnb idi) tarafından Musul’a götürülüp tutuklanıp hapse atıldı. Mahkemede yargılanıp suçu sabit görüldüğünden 14 Aralık 19l4’de yakın yönetim kadrosuyla idam edilir.

II. Abdüsselam Barzani’nin idamını engellemek için yakın dostu ve arkadaşı sayılan İranlı Yahudi Kürtlerinden olan “Moiz Gabay”, büyük hediyeler ile gittiği İstanbul’daki tanıdık çevrelerin vasıtasıyla saraya etki yapmak istediyse de başaramadı. Moiz’in oğlu David ABAY, ileride II. Abdüsselam’ın kardeşi Molla (?) Mustafa Barzani’nin İsrail ile ilişkilerini durduracak ve İsrail’e götürüp İsrailli General Moşe Dayan ile tanıştırıp kendilerinden olduğunu çıtlatacak kişi olarak göreceğiz.

II. Abdüsselam’dan sonra yerine kardeşi Şeyh Ahmet Barzani geçmişti. Hollandalı Kürdolog Martin Van Bruinnessen, Ahmet Barzani’yi şu cümlelerle değerlendiriyor. Lider olarak, devamlı olarak İngiliz yönetimine ve daha sonra yerine geçen Irak Monarşi idaresine karşı ayaklanmıştı. Kibar ağalarıyla vs Bradost şefi Şeyh Reşid Loran’la olan siyasi ve tarikat nüfuz çatışmaları yanı sıra rakipleri “onun domuz eti yiyip şarap içerek münafık birisi” olmakla suçladılar. M. Van Bruinnessen, Ağa, şeyh ve devlet (Çev. Remziye Aslan), Ank. Tarihsiz. Özge yayın. s. 323).

Abdüsselam’ın idamından sonra Osmanlı güvenlik güçleri Barzan, ve çevresinde tam hakimiyet kurmasıyla burada hareket imkanını kaybeden Abdüsselam’ın kardeşlerinden Ahmet Barzani, Muhammed Sıddık ve M. Babo Hakkari’deki Guerdi aşiretine, küçük kardeşleri Mustafa Barzani’de Şirvan’ın Bergiyaf köyüne sığınmıştı. Ahmet Barzani’nin adı, iki İngiliz istihbarat subayının öldürüldüğü 1919 Behdinan İsyanı’na kadar pek duyulmamıştı. Bölge I. Dünya Savaşı sonucu Osmanlıdan İngilizlerin eline geçince, bütün Türkmen ve ekseriyetiyle de Kürt aşiretleri İngiliz emperyalizmine karşı isyan eden Şeyh Mahmut Bersenci’nin etrafında toplanmış, ona var gücüyle destek vermişlerdi. Bilahara Zibar aşireti ile Barzanlı bir kısım aşiret mensupları da İngilizlere karşı olan bu isyana katılırlar. O zamanın ABD’si olan emperyalist İngilizler bu isyanı bastırmak için buradaki Hıristiyan Nesturi aşiretleri ile Ermenilerin yardımını alarak karşı taarruza geçer. Bastırmak için katliamlara girişir. Ayaklanma, üstün savaş araçlara sahip İngilizler karşısında başarıya ulaşamaz. Şeyh Mahmut Berzenci yaralı olarak İngilizlerin eline düşer. Hindistan’a sürgüne gönderilir.

Şeyh Mahmut Berzenci’nin ayaklanmasına yardım eden bütün Türkmen ve Kürt aşiretlerine karşı İngilizler zulüm, baskılar ve katliamlara girişirler. Türkmen ve Kürtlerin sahip olduğu pek çok topraklara, Asuriler, Nesturi ve Ermenilere verirler.

İngilizler Kuzey Irak’taki Türkmenlerin yanında Kürt aşiretlerine karşı yok etme ve bir daha başlarını kaldırmamaları için her türlü zulüm usullerini tatbik ederken,. Yeni kurulmakta olan Türkiye Devleti’nin içindeki siyasi Kürtçüler ile ilişkilerini devam ettiriyorlardı. Bunlardan Şeyh Abdülkadir ve Şeyh Abdürrahman Ahmet Barzani’ye mektup yazarak siyasi Kürtçülük hareketinin başına geçmesini teklif ediyorlardı. Ahmet Barzani ise bu liderliğin Şeyh Abdülkadir’e ait olduğunu düşündüğü için kardeşi Mustafa Barzani’yi Muş’a Şeyh Abdülkadir ve Şeyh Said’le temas kurması için gönderir.

İngilizler 1922’de Barzan’a saldırmışlar. Ahmet Barzani ve Zibar Aşireti lideri Faris Ağa, Barzan’ı terk ederek dağlara çıkmak sorunda kalmışlardır. Bu operasyon bir süre için Barzan aşiretini ve destekçilerini sindirmiştir. Şeyh geçinen Ahmet Barzan’da kendine önceki Babası ve dedeleri gibi aşırın derecede “yüceltilmiş ve kutsallaştırılmıştır”. Meselinin arka yüzünü bilen gerçek Müslüman Kürt aşiretlerinin liderlerinin bir kısmı, bu dönme ailenin temsilcisi olan Ahmet Barzani’nin “yeni bir din” kurmakla suçlamışlardır. Nitekim domuz etini yeme yasağını kaldırmasını buna delil olarak ileri sürmüşlerdir.

Mustafa Barzani’nin en yakın dostlarından olan İngiliz Edmonds’un kitabında anlatıldığına göre Nakşibendi Şeyhi geçinen bu Yahudi asıllı Barzani ağalarının elinde Şeyhten şeyhe geçen “gizli ve gizemli bir kitap” bulunmaktaydı. Siyasi Kürtçülüğe ilgi duyan Fransız gazeteci ‘Chris Kutschera (Kürt ulusal hareketi) (Çev. Fikret Başkaya) İst. 2001. s. 139-141), “hala Mesud Barzani’nin elinde bulunan böyle bir kitaptan” söz etmektedir.

Nitekim bu topluluğunun ileri gelenlerinden birisi 1992’de “Biz Barzaniler Tanrı’ya ve insanların temiz olması gerektiğine inanıyoruz. Fakat Kur’an-ı anlamıyoruz. O zaten Arapların kitabıdır. Atalarımızdan gelen bilgilere göre biz önceleri Hıristiyan “bazıları da Yahudi olduklarını söylüyorlardı. Ve biz Barzaniler dua etmeyiz. Kur’an okumuyor namaz kılmıyoruz ve ramazanda oruç tutmuyoruz diyordu.

İngiliz, ve Fransızların desteğiyle Kürt ayrılıkçıların Ermeni teröristleriyle birlikte 1927’de kurdukları “Haybun Örgütü” (Ağrı isyanının çıkartılmasına önemli rol oynayan bir örgüttü) silahlı isyanlar çıkartarak sözde bağımsızlık propagandası yapmaya çalışıyorlardı. Özellikle de yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek istiyorlardı. Bu yeni Cumhuriyet Devleti, batı emperyalizmini çok rahatsız ediyordu. Kürt ayrılıkçılar, istiklal savaşı sırasında da ve sonrasında da bu Ermeni terörist örgütlerle ve özellikle en belalısı ‘Taşnak’lar ile işbirliği yapmışlardır (bugünde yapmaktadırlar).

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni önce Doğu ve Güneydoğu bölgesinden ayırmak ve sonra bölüşmek (Rohat Alakom, ‘Hoybun Örgütü’ ve Ağrı İsyanı’. İst . 1993, Avesta Yayını).

Birkaç örnek olarak; Çaldıran’da Ermeni asıllı Haço’nun, Cemil Paşa Oğulları’nın Midyat ve Mazıdağı’nda, Resul’un Eruh isyanında olduğu gibi, Müslüman Türk kanı içmenin ‘ibadet’ olduğunu ileri süren Müslümanların can düşmanı Ermeni terörist Andranik Paşa’ya da Barzaniler’in yardımı olmuştur.

Mesut Barzani’nin yazdığı “Mustafa Barzani ve Kürt Kurtuluş Hareketi (1931-l961)” adlı kitabında, ‘Sevr Antlaşması’nın kendileri ve Ermeniler için “bir umut yarattığını” ifade ederken Lozan Antlaşması’nın ise utanç verici olduğunu belirtir.

Mesut Barzani’nin kitabında babasının ağzından aktardığı aşağıdaki satırlar, bu Yahudi Kürtler’in Müslüman katliamcısı Andranik’e nasıl yardım ettikleri, hususunda açıklaması oldukça çarpıcıdır.

Barzaniler’in Asuriler (Geldaniler) yanında Ermenilerle de çok sıcak ilişkileri vardı. Bu hususuta, Ermenilerle münasebetler bağlamında bizzat, babam Mustafa Barzani’den dinlediğim bir olayı aktarmak, istiyorum Ermeniler (1920-21) yıllarında Andranik Paşa (paşalığını Ruslar vermiştir) Ahmet Barzani’ye (Mustafa Barzani’nin ağabeyi ve Mesud’un amcası M. R. ) bir mektup göndererek Türkler’e karşı savaşta kendisine yardım etmesini ister. Bunun üzerine Ahmet Barzani, Veli Bey ve benim de (yani Mustafa Barzani) içinde olduğum 200 kişilik silahlı, gücü yardımına gönderdi. Biz Andranik’e yardım için giderken Kürt aşiretleri içinden geçerek yol alıyorduk. Kürtler bize nereye gittiğimiz soruyorlar biz de Ermeniler’e karşı savaşmaya gidiyoruz diyorduk. Çünkü Müslümanlar, Ermenilerden nefret ediyorlardı. Andranik Paşa’ya yardım ettik, onları Türk askerinin elinden kurtardık ve Suriye’ye diğer Ermenilerle birlikte Andranik’i ve ailesini de götürdük. Türk askeri ile çatışmada da, 15 askerimiz öldü. (sf. 26).

Ermeni Taşnak cellatlarının teşvik ve koordine ettiği Hoybun örgütünün organizasyonu ile birlikte çıkardıkları Ağrı İsyanı (1930’da) da, isyancıların ele başlarından biri olan ‘Kör Hüseyin Paşa’ Türk güvenlik güçleri karşısında zor durumda kalınca oğlunu Ahmet Barzani’yi gönderir. Ahmet Barzani, yardım olarak küçük kardeşi Mustafa Barzani yönetiminde 500 kişilik aşiret gücünü ‘Oramana’ bölgesine göndererek, Türk kuvvetleri karşısında yeni bir cephe açar. Sonunda isyan bastırılmış ama olan yine bu ülkenin insanlarına olmuştur. Ama emperyalizmin beslemeleri ve ayaktaşları olan sözüm ona önder pozunda görünenler, arkalarına bakmadan çoğu sıvışıp kaçar, her zaman olduğu gibi.

1931 yılında. Irak Hükümeti, İngilizlerin yardımı ile Kuzey Irak’taki hakimiyetini tesis etmek için Ahmet Barzani üzerine hareket geçer. İngiliz askeri güçleri, uçaklarla, teslim olmaları ve Irak Hükümeti’ne itaat etmeleri gerektiğini anlatan bildiriler atarken, bir taraftan, da köyleri bombalıyorlardı. İngiliz belgelerine göre 79 köy bombalanmış, 2382 evden 1365’i yerle bir olmuştu. Bu çatışmalar Haziran 1932’ye kadar sürer. Sonunda, 21 Haziran 1932’de ‘Türk Devleti’ne ihanet ettikleri halde kurtuluşu Türk yetkililere teslim olmakta bulurlar. “Biz Türklere ihanet ettik artık ellerine geçtiğimize göre bize öldürürler” diye korkularından titrerken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendilerine fıtratına uygun bir davranışla kucak açmış ve her türlü insani yardımı da yapmıştır.

Türkiye’ye sığınan Barzaniler, l932 yılının sonlarında geri Kuzey Irak’a dönerler. 1934 yılında ise Ahmet ve Mustafa Barzani Irak Hükümeti’ne teslim olurlar. 13 Mayıs 1934’de Irak Hükümet’i af çıkararak Ahmet, Muhammet, ve Mustafa Barzaniler hariç diğerleri af edilir.

1935 yılında tutuklu bulunduğu ‘Hille’ hapishanesinden kaçan Mustafa Barzani, yönettiği aşiret güçleri ile Revanduz’u alır. 1936’da tekrar yakalanan Mustafa Barzani Süleymaniye’de sürgün hayatı yaşar. Ama bundan sonra Yahudi Kürtleri Barzani aşiretinin bütün yönetimi ve liderliği Mustafa Barzani’nin eline geçmiştir.

12 yıl hapishanelerde kalan Ahmet Barzani, aşiret liderliğinin yanında baskı altında tuttuğu diğer kabilelerin üzerinde hakimiyetini kaybetmenin verdiği eziklikle olsa gerek, aşiret üzerindeki ve Müslüman Kürtleri tekrar kontrolünü ele geçirmek hususunda Nakşibendi Şeyhliği nüfuzunu tekrar kullanmak istemiş ise de kendine pek rağbet etmemişlerdir. Şimdi lider Mustafa Barzani’dir.

1961’den 1969’a kadar Barzan Kasabası’nda inzivaya çekilen Ahmet Barzani ömrünün sonlarına doğru birden bire geçmişteki atalarının yaptığa gibi ellerindeki “o gizli kitabın” gereği olsa gerek, peygamberliğini ilan etmiş, ibadeti yasaklar, kendine bağlı imamlara gönderdiği talimatta şöyle diyordu;

“Camiler kapansın. Kur’an okumak, namaz kılmak yasak. Bütün radyolar evden kalksın. Gök Tanrısı Allah neyse yer tanrısı da benim! Sizin manevi huzurunuzu ancak ben sağlarım. Bu şekilde emretmekle kutsal görevinizi yapmak için sizlere ikazda bulunmuş oluyorum.

Uzun yıllar boyunca kendilerini Nakşibendiliğin kılığı altında Şeyhler olarak gösteren bu aileler, dini bilgileri çok zayıf ve hatta hiç olmayan kabile ve aşiret toplumlarını hakimiyetleri altında tutmuşlar ve tutmaktadırlar. Dışı Müslüman gibi görünen ama içlerinde Yahudiliğin inancını taşıyan “bu dönmelerin temsilcisi Ahmet Barzani de, geçmişteki atalarının yaptığı “kimi mehdiliğini kimi de peygamberliğini’ ilan ederek, Kuzey Irak’ta ve hatta Güneydoğu Anadolu’daki Müslüman Kürt aşiretleri üzerinde ‘dini otoritelerini’ kurmuşlardır.

Sahte peygamber Ahmet Barzani’nin küfre varan istekleri, emirleri, domuz etinin yenmesinin serbest olması, içkinin haram olmaması, bütün İslami ibadetlerin kaldırılması gibi bir nevi Nemrutvari baskılar karşısında, Barzani aşireti mensupları başta olmak üzere diğer bazı aşiret mensupları sahte Peygamber’in huzurunda yerlere uzanıp O’na secde ediyorlardı. Bu arada ‘sen bizim kurtarıcımızsın’ diye tapıyorlardı. Birçok hakiki Müslüman Kürt aşiretleri bu zulüm karşısında dayanamayıp Ağustos 1967 yılında başlarında Molla Yahya olmak üzere Türkiye’ye sığındılar (Hulusi Turgut, ‘Barzani Dosyası’, İst-1969, s.105-114)

Ahmet Barzani ölünce “buradaki Müslümanlar rahat bir nefes aldılar. Bu süre içinde Mustafa Barzani, Ağabeyi sahte peygamber Ahmet Barzani’nin bütün bu zulümlerine karşı asla ses çıkarmamıştır.

Ahmet Barzani’nin bir oğlu vardı, ismi Şeyh Muhammet Barzani. İran’da sürgünde yaşamaktaydı. Hümeyni devriminden sonra İran şii mollaları ile iyi ilişkiler kurar. 1930 ortalarında İran’da bazı mülteci Barzanilerle birlikte “Kürt Hizbullah örgütünü İran’ın desteği ile kurar ve Kuzey Irak’ta üstlenir.

Kürt Hizbullah’ın başında, bir ‘Yahudi dönmesi’ Şeyh(!) var. Ne ilginç bir manzara.


KUZEY IRAK İSRAİLLEŞTİRİLİYOR”

İsrail’in 1980’lerde ortaya attığı ve devam etmekte olan ‘İslam Dünyası için’ yeniden yapılandırma projesi ki, bu İsrail’in yeni Beka Projesi’nin en önemli bir parçasıdır. Kuzey Irak’ta ‘Yuda Kürdistan’ (Yahudi hakimiyeti altında sözde bir Kürdistan) için uzun zamandır çok önemli gelişmeler olmaktadır. Bu projenin asıl senaryo yazarı ve yönetmeni İsrail, ABD ise bu oyunda başrol verilmiş ‘esas oğlan’dır. Bize de ‘Büyük Orta Doğu’ projesi ABD’nin diye gerçekler biraz saptırılmaktadır. Bu tamamen İsrailindir.

İsrailleştirme projesinin önemli ayaklarından birisi, daha önce, Baas Partisi’nin Irak’ta iktidara geldiği (1959’dan sonra) tarihten itibaren Kuzey Iraktaki ‘Kürt Yahudilerden önemli bir nüfus İsrail’e göç etmişti. Bunların tekrar Kuzey Irak’a dönme projesi, İsrail’e gelen bu Kürt Yahudiler daha sonra ‘ulusal Kürt Yahudileri Örgütü’ (The ilational Organization of Kurdish Jews in İsrael) kurdular. Başkanlığına ‘Habib Simoni’ adlı kişiyi getirdiler. 1973 yılında İsrail’de ‘90 bin’ Yahudi Kürdü bulunduğunu Habib simoni açıklamıştı”.

Gazeteci -yazar “Pamela Kidron ise 1988’de kaleme aldığı bir makalesinde ‘İsrail’de 150 bin Kürt Yahudisi’nin bulunduğunu belirtir.

Bugün, İsrail’e göç eden Yahudi Kürtler’in dışında Kuzey Irak’ta çoğunlukla Yahudi Kürtleri, ‘Erbil, Süleymaniye, Zaho, Barzan ve Türkiye’ye yakın bölgelerinde yaşamaktadırlar. Şimdiki tahminlere göre Kuzey Irak’taki bu yerlerde yaşayan Kürt Yahudilerin sayısının 200 binin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Kuzey Irak’ın idari, istihbarat ve ekonomik olarak bütün yönetim bu Kürt Yahudilerin hakimiyeti altında.

Buradaki bütün Müslüman Türkmen ve Kürtler bunların boyunduruğu altına girmiştir.

Erbil’de yayınlanan haftalık bir dergi, İsrail’deki Kürt Yahudiler’in Kuzey Irak’a geri dönme çağrısı yapmıştır. Dergiyi çıkaran Kürt politikacısı ve Kürdistan İnsan Hakları Komitesi eski Başkanı ve Kürt Yahudisi olan “David Bağistanı” yaptıkları çağrının gerekçesini, İsrail’de yoğun bir şekilde Kürt Yahudisi bulunduğunu ileri sürer. Bunların önemli bir kesiminin “Kuzey Irak’a” eski topraklarına dönmesinin sağlanması gerektiğini belirtir. Ayrıca “David Bağıstani’, ‘Yahudi Kürtler’in Kuzey Irak’a dönmesinin oradaki Filistinlilere de faydalı olacağını iddia eder.

David Bağıstani aslen Mardinlidir. (1947 doğumlu). “Uzun yıllar Kuzey Irak’ta bulunmuştur. Bir ara Türkiye ile peşmergeler arasındaki gerginlikleri gidermek için arabulucu olarak bulunmuştur. Erbil’de bulunmaktadır ve iyi Türkçe konuşur. Barzani’nin çok yakın adamıdır.

İsrail’deki Kürt Yahudiler’in, geri getirilmesine karşı buradaki İslami gurup yöneticisi ve eski Milletvekili ‘Zana Rustabi’ karşı çıkmıştır. Kürtleri İsrail’in kuyruğu yapmak istiyorlar’ der.

İsrailleştirme işinde diğer önemli bir gelişme de şudur;

Son zamanlarda İsrail’ de ve ABD’de bazı üniversite laboratuvarlarında ve enstitülerinde son derece gizli ve ilginç bir test ve araştırmalar yapılıyor. Sözde, Kuzey Irak’taki bütün kürtler ve hatta dünyada mevcut Kürtler’in aslında Yahudi (İbrani) olduklarını gündeme getirip ve bunu ispat etmek, akrabalıklarını göstermek için ‘genetik’ çalışmalar yapılıyor.

“The Genetie Bonds Between Kurds and Jews” (Yahudiler ve Kürtler arasındaki genetik ilişkiler) başlığı altında yürütülen bu çalışmaların, ilk defa 1980’lerde ciddi olarak ele alındığa belirtilmektedir. Bu konudaki çalışmaları bilinen ‘Kevin Alan Brook’, ‘Kurds are the Closest Helatives of Jews; ‘Kürtler, Yahudiler’in yakın akrabalarıdır’ diyor,

Bu hususta ‘görevli Traubman Tamara Traubman’da 2001’de İsrail önemli gazetelerinden olan ‘Harets’de yaptığı açıklamada da aynı görüşleri savunmuştur.

Kuzey Irak’ın İsrailleştirme uyarısı, 2 Eylül 2005’te ‘Erbil Kürdistan Emekçiler partisi’nin radyosu’nun yayınında, Dr. Kemal Kadir’in konuşmasıdır.

Dr. Kemal Sait Kadir, Avusturya Vatandaşı iken Selahattin Üniversitesi’nde öğretim görevliliği için çağrılmış Kuzey Iraklı bir Kürt Radyo’nun bu haberi Türkiye’deki bazı gazetelerde (25, 26, ve 27 Aralık tarihli) yayınlandı. Dr. Kemal Sait Kadir bakın ne diyor: “Ataları hep casuslukla meşgul olmuş olan Barzaniler bugün Kürdistan’ın başına firavun kesildiler. Bütün hikayeleri böyle başladı. Bunların büyük amcaları olan II. Abdüsselam, I. Dünya savaşı öncesi ve esnasında o zaman Rus toprakları olan Tiflis’de çıkan isyanda Ruslar için çalışmışlardır. Birinci görevleri ise Osmanlı Devletine meseleler çıkarmaktı”. Bu casusluk ve ihanet işlerinin isminide “Kürtçülük’ koydular. O günden bugüne kadar Barzaniler’in ‘casusluk kültürü’ devam etmektedir. Sadece “efendileri değişiyor”. Bazen Amerika oluyor, bazen İran, şimdi ise epey zamandan beri İsrail. Kuzey Irak’ı “İSRAİLLEŞTİRİYOR” Casusluk yaparken de büyük bir “MAFYA” oldular. Barzaniler’e çağrım şu: gelin birlikte son 25 yıla ait mal varlıklarımızı, servetlerimizi kamuoyuna açıklayalım. O zaman her şey çok iyi olarak ortaya çıkacaktır ki, kim nereden ne kadar para almış, nasıl mal mülk ve para kazanmış. Ben kendim olarak bu hususta oldukça rahatım ve bu yüzden de ‘hakim güçlere’ istediğim gibi saldırabiliriz. Elimden geldiğince bu “zalimler”in üstüne gitmek, onların rezil ve teşhir etmek benim için bir şereftir.

Dr. Kemal Kadir bu ifadelerinden dolayı 10 sene hapis cezasına çarptırılmıştır. Hala hapistedir.



Evet yıllardır Kuzey Irak’taki hakiki Müslüman Kürt ve Türkmen toplulukları, bu nemrut ve yeni Saddamların zulmü altında inleyip durmaktadır. Karşı çıkanları ya hapsetmişler ya da ortadan kaldırmışlardır. Barzani’nin istihbarat örgütü tepeden tırnağa Yahudi Kürtlerin elinde olduğu için biraz baş kaldırma anında yok etmektedirler. Türkmen ile hakiki Müslüman Kürtler arasında önemli bir sorun olmamıştır. Fakat birbirine düşüren devamlı iki kardeş toplum arasında, fitne döken Türkiye de olduğu gibi kırdıran da bu “dönme devşirme”lerdir.
DR.MAHMUT RİŞVANOĞLU


Yüklə 82,75 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə