Başbakan diyor ki mart 2018


6. KÜRESEL BAKÜ FORUMU, "GÜÇ: BÜYÜK GÜÇLER VE DIĞERLERI PANELİ", AZERBAYCAN CUMHURİYETİ



Yüklə 0,9 Mb.
səhifə8/19
tarix25.06.2018
ölçüsü0,9 Mb.
#51149
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   19

15.03.2018

6. KÜRESEL BAKÜ FORUMU, "GÜÇ: BÜYÜK GÜÇLER VE DIĞERLERI PANELİ", AZERBAYCAN CUMHURİYETİ

Bugün Ankara’nın öz kardeşi Bakü’de olmaktan büyük mutlu­luk duyuyorum.

Sözlerimin hemen başında büyük bilge Genceli Nizami’yi hürmetle yâd edi­yorum. Türk, İslam medeniyetinin ve edebiyatı­nın zirve isimlerinden Nizami, insan ve cemiyetle ilgili meselelerin çözümünün bilgide olduğunu, hikmette olduğunu söyler. Evrensel insani değer­leri yücelten ve tarihe ışık tutan ortak medeniyet­lerin manevi mimarı olan Mevlana’nın, Sadi’nin, Fuzuli’nin, Ali Şir Nevai’nin öncüsü Genceli Nizami gibi büyük değerler, dünyaya daha fazla tanıtılması gerekir. Zira bu bilge insanlar kutup yıldızı gibi insanlığa ve insanlığın sorunla­rına yol göstermektedir, günü­müz dünyasında buna her zamankinden daha büyük ihti­yaç vardır.

Evet, bizler geniş bir ailenin üyeleri olarak bir arada bizi tutan müştereklerimizi ve konularımızı görüşmek için buradayız. Görüşeceğimiz konular insanlığın ortak geleceği için hayati öneme sahip. Sürekli küreselleşmenin getirdiği fırsatlardan, imkân­lardan hep bahsederiz. Ama küreselleşmenin maliyetini ne yazık ki fazla konuşmuyoruz.

Evet, geçmişe göre ülkeler arasında mesafeler kısaldı çünkü ulaşım, iletişim çok geniş. Bu durum aynı zamanda ülkelerin birbiriyle bağımlılığını da artırmış vaziyette. Ülkelerin birbirine çok daha bağımlı olduğu günümüz dünyasında insanlığı teh­dit eden sorunlar da küresel sonuçlar doğuruyor. Silahlı çatışmalar, terör, savaş, kitlesel göçler, siber saldırılar artık belli ülkelerin, belli bölgelerin değil herkesin sorunu haline geldi. Hiçbir ülkenin tek başına bu tehditlere karşı koyması, başa çıkması mümkün gözükmüyor. İnsanlık ailesi bu tehditler karşısında geleceğini muhafaza etmek için ortak bir irade geliştirmeli ve daha yakın dayanışma için­de hareket etmeli. Myanmar’da, Arakan’da yaşa­nan insanlık trajedisi “bizim meselemiz değildir” deme şansımız yok. “Karabağ’daki katliam ve soy­kırım bizim meselemiz değildir” demek mümkün değildir. “Irak’ta, Suriye’de yaşananlar milyonlarca insanın yerlerinden, yurtlarından olması, mülteci durumuna düşmesi benim meselem değil onlar düşünsün” diyemeyiz. Çünkü haksızlığa ve işgale göz yumar­sak, sessiz kalırsak, o zaman ne bölgesel, ne de küresel barışı tesis edebiliriz. Çabalar birleş­medikçe yangını seyreden ülke­ler bir gün yangınla karşı karşıya kalacak.

Yeni teknolojiler, yeni eko­nomik düzen, sosyal hayattaki gelişmeler yaşamamızı çok kolaylaştırdığı gibi, insanların, toplumların zayıf taraflarını da ortaya çıkarmaktadır. Sistemler kendilerini güvenceye alırken, insanın aklını, ruhunu, temel hak ve hürriyetleri de maalesef göz ardı etmektedir. Oysa asıl olan insandır. Medeniyetimizde insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışı vardır. İşte o yüzden geçmiş yüzyıllarda insanların huzur içinde yaşaması mümkün olmuş, savaşlar, anlaşmazlıklar bugüne göre çok daha az olmuştur. Bölgesel veya küresel iki anlamda da hep büyük bir aileyiz. Dolayısıyla her­kesin ortak sorumluluğu var. Ancak bulunduğu­muz bölgenin ötesinde tesis edeceğimiz barış, güvenlik, refah sayesinde vatandaşlarımıza daha iyi bir hayat sunabilir, çocuklarımıza daha güven­li bir gelecek vaat edebiliriz.

Her şey insan için diye, insan hayatını merke­ze alan bir politika, özellikle dış politika anlayışı, belirleyici bir eksen olacaktır. Hayatları söndü­ren savaşlara son vermek, savaş mağduru ülke­lerdeki insanların ıstıraplarını dindirmek için Türkiye olarak bölgemizde yaşanan karışıklık­ların bitirilmesi için büyük bir gayret gösteriyo­ruz. Bu kararlı çabamızda, çoğu zaman yalnız kalsak da, insani çizgimizden sapmadan ısrarla bu yolda devam ediyoruz.

Bölgesel sorunların küresel meselelerden bağımsız olamayacağını bilmeliyiz. Ve bulundu­ğumuz bölgeleri dünyaya bağlamak için ağlar örmeliyiz. Ortaklık kurabildi­ğimiz herkesle iş birliği yap­malı ve gerekli desteği vermeliyiz. Sorunların çözü­mü için el birliği gerekir. Özellikle Suriye örneğinde olduğu gibi Suriye’de otorite boşluğundan kaynaklanan insanlık dramı yedi yılı geride bıraktı ve yetmişten fazla ülke, Suriye’de çözüm için olduğu­nu söylüyor, ama çözüm bir türlü gelmiyor. Çünkü bölgede çözüme odaklan­mak yerine rekabet hâkim. Bölgede kim daha etkin hale gelecek, böyle bir anlayış olduğu için maalesef bunun bedelini milyonlarca masum, gariban insan ödüyor. Daha güzel bir dünya için barış ve huzur içerisinde insanların evlerinden, yurtlarından olmaması için kısa vadeli hesapları bir kenara bırakıp uzun vadeli huzur, refah, küre­sel dayanışmaya daha çok fırsat vermemiz lazım. Neler yapabiliriz? İnsanlık ailesi olarak nelere ihtiyacımız var?

Bu bağlamda öncelikle Birleşmiş Milletler sis­teminin acilen gözden geçirilmesi bir ihtiyaç hali­ne gelmiştir. Dünyanın bir yerinde meydana gelen bir anlaşmazlık, büyük bir soruna çözüm üretmesi gereken Birleşmiş Milletler ne yazık ki çoğu kere çözüm üretmekte aciz kalıyor, Birleşmiş Milletlerin daimi üyeleri maalesef bir­çok kere bu konularda birlikte hareket edemiyor. Bunun temelinde de ülkelerin bireysel olarak kendi gündemlerinin, küresel sorunların çözü­müne yönelik gündemden daha önce tutulması­dır. Bu yüzden Sayın Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda defaten de dile getirdiği, başka ülkelerin de savunduğu gibi, daha kapsayıcı, bütün ülkelerin sesini ve temsilini esas alan bir Birleşmiş Milletler reformu bugün düne göre daha acil ihtiyaç haline gelmiştir. Türkiye olarak sorunların çok taraflı çözümünü sağlayan, uluslararası barış ve güvenliği koruyan, insan haklarını daha da güçlendiren, uluslararası meşruiyeti temsil eden normları ortaya koyan çalışmalara büyük önem veri­yoruz. Günümüzün artan sorunları ve Birleşmiş Milletler sisteminin gücü ve yetenekleri az önce de ifade ettiğim gibi bu konuda yetersiz kalmaktadır. Dünya vatandaş­larının büyük bir kısmı daha iyi, daha etkin bir uluslararası yapıyı arzu etmektedir.

Şunu bilmemiz ve kabul etmemiz gerekir: Ayrılıklar, farklılıklar asla bizi çatıştıran değil, bizim zen­ginliğimiz olmalıdır. Bugün Doğu-Batı, Kuzey-Güney arasında refahta ciddi bir uçurum vardır. Dini inançlarımızda farklılıklar olabilir, tenimi­zin renginde farklılıklar olabilir, gözlerimizin rengi de farklı olabilir, saçlarımızın rengi de farklı olabilir. Ama unutmayalım, gözlerimizden düşen damlaların rengi hep aynıdır. Onun için daha çok bir araya gelmemiz lazım. Daha çok küresel barış için, refah için, bölgesel kalkınma farklılıklarını ortadan kaldırmak için daha fazla ortak müştereklerimiz, ortak yanlarımız bulun­ması lazım. Büyük güçler, kendini büyük güçler diye adlandıran ülkelerin sorumluluğu daha faz­ladır. Büyük olmanın sorumluluğunu ne yazık ki gereği gibi yerine getirdiklerini bugün söylemek zordur. Ancak dünya üç beş büyük güçten ibaret değildir. Sekiz milyara yaklaşan dünya nüfusun­da bu kendini büyük güç diye nitelendirenlerin oranı çok da büyük değil. O yüzden küresel daya­nışma, küresel kaynaşma ve ülkelerin birbirile­riyle olan yardımlaşmaları eminim ki gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakmamız için önemli bir fırsat olacak.

TÜRKİYE AVRUPA’NIN GÜVENLİĞİNİ HER TÜRLÜ TERÖR TEHDİDİNDEN KORUMAK İÇİN BÜYÜK BİR BEDEL ÖDÜYOR.

Altmış yılı aşan bir Avrupa Birliği üyeliği mace­ramız var. Zaman zaman olumlu, zaman zaman olumsuz seyreden bu Avrupa Birliği yolculuğu bugünlerde yine zor günler geçiriyor. Ama şunu bu salonda bulunan her­kes bilmelidir ki; Türkiye NATO sınırlarını korumak için Avrupa’nın güvenliğini her türlü terör tehdidinden koru­mak için büyük bir bedel ödü­yor, büyük bir fedakârlık yapıyor. Çünkü Türkiye’nin 911 kilometre Suriye’yle, 350 kilometre Irak’la hududu var ve 1300 kilometreyi aşan bu sınır boyunca her türlü tehdidine karşı çok büyük bedel ödüyoruz, çok büyük mücadele veriyoruz.

Şunu bilmenizi isterim ki; DEAŞ’a katılmak için ülkemiz sınırlarından geçmeye çalışan elli beş binden fazla yabancı savaşçıyı geri çevirmiş durumdayız. DEAŞ’la mücadelede, Türkiye tek başına dört binin üzerinde DEAŞ militanını etkisiz hale getirmiş ve bunların dünyanın diğer bölgelerine yayılıp eylem yapmalarının önüne geçmiştir. Bugünlerde Afrin bölgesinde yaptı­ğımız faaliyet tamamen ülkemizin yıllardır başını ağrıtan, sivil insanların ölümüne sebep olan roketler, füzelerle sivilleri yok eden PKK’nın uzantısı PYD, YPG gibi terör unsurla­rını ortadan kaldırmak ve Suriye’deki otorite boşluğunun getirdiği durumu fırsat bilen bu terör örgütlerini yerinde etkisiz hale getirmek­tir. Bugün Özgür Suriye Ordusu milisleriyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı ortak faaliyet neticesinde binlerce insan zulümden kurtarıl­mış ve terör örgütleri onların başının belası olmaktan çıkarılmıştır.

Tabii bütün bunları yaparken amacımız, daha istikrarlı, kalıcı bir çözüme ulaşmış Suriye. Silaha bulaşmamış, eline silah almamış bütün unsurla­rın Suriye’nin yönetiminde etkin olacağı, sınır bütünlüğü, egemenlik hakları sonuna kadar temin edilmiş bir Suriye Devleti’nin oluşturulma­sıdır. Silah almayan, terör faaliyeti içinde olma­yan herkes Suriye’nin geleceğinde söz sahibidir.

Üç buçuk milyon insan Türkiye’de. Fırat Kalkanı Operasyonu’yla terörden temizlediğimiz Cerablus-Azez hattına bugün yüz otuz altı bin Suriyeli döndü, yerleşti, nor­mal hayata geçti. Sadece o böl­gede yüz altmış bin çocuk eğitime başladı. Bu üç buçuk milyon içinde Türkiye’de eğiti­me başlayan Suriyeli çocuk sayısı dokuz yüz bin. Suriye’de doğan çocuk sayısı iki yüz binin üzerinde. Bütün fedakârlıklar yapılırken, ne yazık ki yanımızda fazla kimseyi göremedik. Yaptığımız takdir edil­di, sırtımız sıvazlandı, ama onun ötesinde fazla bir şey, bir katkı göremedik. Ha biz bunları katkı olsa da, olmasa da yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz, çünkü bizim kültürümüzde, bizim inancımızda zorda, arda kalan insanlara yardım ilkesi vardır, bunun için bunu yapmaya devam edeceğiz.

Bugün dünyanın düşünmesi lazım, mülteci durumuna düşmüş altmış milyondan fazla insan var. Ülke nüfusu yüz doksan altı ülkenin yirmi­sinden daha büyük nüfusa sahip mülteciler var. O halde neyi konuşuyoruz?

ENERJİ PROJELERİ, ULAŞTIRMA PROJELERİYLE; AZERBAYCAN, GÜRCİSTAN VE TÜRKİYE OLARAK CİDDİ ADIMLAR ATIYORUZ.

Değerli dostlar, küresel barış, bölgesel iş bir­liğinden geçiyor. Bölgesel iş birliklerini artırdı­ğımız oranda küresel barışta da önemli bir mesafe katetme imkânımız olacak. Bu bağlam­da izninizle, Türkiye olarak bölgemizde yap­maya çalıştığımız bazı önemli projelere kısaca değinmek istiyorum.

Özellikle Kafkaslar’ın istikrarı ve güvenliği için enerji projeleri, ulaştırma projeleriyle Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye olarak ciddi adımlar atıyoruz. Ve bu projeler sadece bölgeye istikrar sağlamıyor, aynı zamanda Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar Avrasya coğrafyasına da hizmet ediyor. Özellikle TANAP projesi ve Kuzey Akım Projesi Balkanların, Avrupa’nın da enerji güven­liğine hizmet eden önemli bir proje.

Demir yolu projemiz Bakü-Tiflis-Kars pro­jesi de yüzyıllar boyunca Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya, İpek Yolu olarak adlandırı­lan orta koridorun hayata geçirilme projesidir. Bu projeyle birlikte ta Çin’den, Uzak Doğu’dan Londra’ya kadar kesintisiz ulaşım imkânı sağ­lıyor. Bu ve buna benzer projelerin sayısı arttığı müddetçe, bölgeler arasındaki ihtilaflar da aza­lacak, olumlu gündem daha çok konuşulacak­tır. Benzer şekilde Türkiye, komşularıyla sorunların diyalog içinde çözmenin, dostlukla­rı artırıp, düşmanlıkları azaltmanın en doğru seçenek olduğunu düşünüyor.

Nizami Gencevi’nin tam da hayat felsefesine uygun bu önemli etkinlikte sizlerle bir arada olmaktan ve bu panelde görüşlerimi sizlerle pay­laşmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Ve birbirinden seçkin panelistlerin geçmiş dönemlerde büyük aktif sorumluluk almış değer­li zevatın ortaya koyacakları bu görüşler, ümit ederim ki daha güzel bir dünya için sorunlarını çözmüş ve bölgesel anlaşmazlıkları asgari düzeye indirmiş, maddeyi değil, parayı değil, ihtirası değil, insanlığı merkeze alan yeni bir dünya arzu­muzu gerçekleştirmek için katkı sağlamış olur.

Bu duygularla bir kez daha hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum, toplantımızın başa­rılara vesile olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim.



15.03.2018__GAZETECİLERE_YAPILAN_AÇIKLAMA,_AZERBAYCAN_CUMHURİYETİ'>15.03.2018

GAZETECİLERE YAPILAN AÇIKLAMA, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ

Türkiye’yle Azerbaycan arasında çok önemli iş birliği anlaşmaları geçmişte yapıldı, bundan sonra da yapılmaya devam edecek. Bunlar hangileri diye sorarsanız, Bakü-Tiflis-Kars demir yolu yapıldı, hizmete girdi. İkincisi, Bakü-Tiflis-Erzurum neft hattı, bu da yapıldı hizmete girdi. Üçüncüsü, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, bu da yapıldı hizmete girdi. Şimdi bu sene sonunda da TANAP projesi, yine doğal gaz projesi. Bu sadece Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan’ı ilgilendir­miyor, aynı zamanda Türkiye’den sonra Balkanları ve Avrupa’yı ilgi­lendiren bir proje, bu da tüm hızıyla devam ediyor. Bundan sonra da Azerbaycan ve Türkiye daha birçok altyapı projeleri, yatı­rımlar ve karşılıklı kültürel ilişkile­rin daha da geliştirilmesi, turizmin geliştirilmesi, bölgesel iş birliğinin artırılmasına yönelik çalışmalar da yapacak.

Değerli arkadaşlar, Azerbaycan ve Türkiye bölge­sel güvenliğin sağlanması, terörle mücadele konu­sunda da birlikte çalışıyor. Türkiye’nin, PKK ve onun uzantısı olan PYD, YPG, DEAŞ terör unsurlarına yönelik başlattığı Afrin ameliyesi dost ve kardeş Azerbaycan’da bütün halk tarafından kuvvetle des­tekleniyor. Biz bunu sokakta konuştuğumuz kardeş­lerimizi dinlerken şahit oluyoruz.

Karabağ meselesi, Azerbaycan’ın haklı bir meselesidir. Azerbaycan’ın topraklarının 20 faizi Karabağ işgal edilmiştir, 1 milyon göçkün insan vardır, dolayısıyla bu sorunun çözülmesi için uluslararası düzeyde her türlü etkinlikte Türkiye Azerbaycan’ın yanındadır. Soykırım bir insanlık suçudur, Azerbaycan’da bir etnik temizlik yapılmıştır, soykırım yapılmıştır ve bunun karşılığını bunu yapan Ermenistan mutla­ka görmelidir. Geç kalabilir, ama mutlaka Azerbaycan’ın bu konuda haklı davası eninde sonunda çözüme ulaşacaktır. Bu konu Birleşmiş Milletler, AGİT Minsk Grubu her türlü bölgesel ve uluslararası organi­zasyonlarda da Azerbaycan’ın haklı olduğunu ve bu davada yanında olduğu bilinmektedir.

Burada teröristlerin yerleşiyor olması veya başka bir hazırlıklar olması sonucu etkilemez. Eğer dost ve kardeş Azerbaycan’a buradan başkaca bir tehdit vaki olursa veya Türkiye’ye buradan bir terör tehdidi vaki olursa karşılığı mutlaka olur.

Yani Amerika Birleşik Devletleri Karabağ’daki Ermenilere ödül vereceğine, oradaki insanlık suçu­nun hesabını sorsa daha yerinde olur.

Teşekkürler.

15.03.2018

KARABAĞ GAZİSİ YÜZBAŞI KAMİL MUSAVİ’Yİ KABUL, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ

BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM: Nasılsın, iyi misin?

GAZİ YÜZBAŞI KAMİL MUSAVİ: İyiyim. Allah sizleri var etsin.

BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM: Âmin, hepimizi inşallah. Sen nerede gazi oldun?

GAZİ YÜZBAŞI KAMİL MUSAVİ: Karabağ’da. Keşif grup komutanıydım, operas­yon vakti yaralandım. Ayağımı, gözümü kay­bettim.

BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM: Ama azminden, davandan hiçbir şey kaybetmedin.

GAZİ YÜZBAŞI KAMİL MUSAVİ: İnsan ayaksız, gözsüz de yaşayabilir ama vatansız yaşamak mümkün değil.

BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM: Bu aşk olduğu müddetçe kimse bize zarar veremez Kamil Yüzbaşım. Senin kardeşlerin, ağabeyle­rin orada, Afrin’de destan yazıyorlar.

İnşallah Karabağ da bir gün temizlenir, merak etme.

16.03.2018

34. İL MÜFTÜLERİ İSTİŞARE TOPLANTISI, ANKARA

Değerli Başkan, değerli müftüleri­miz, hanımefendiler, beyefendi­ler; bu önemli toplantıda hepinizi sevgi ve muhabbetle selamlıyo­rum. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını Mevla’mdan niyaz ediyorum.

Evvela buradan Diyanet Teşkilatımızın bura­da olmayan, yurdun her köşesindeki mensupla­rını da sevgiyle selamlıyorum. Bütün camilerimizde Allah’ın adını yücelten, insanları kitabımız Kur’an’ın ebedi hakikatine davet eden hoca efendilerimizi de saygıy­la yâd ediyorum.

Müftülerimize, vaizlerimi­ze, imamlarımıza Kur’an öğreticilerimize, müezzinleri­mize de aynı şekilde selamla­rımı iletiyorum.

Diyanet Teşkilatımızın çok önemli görevlerini ifa eden, yurt dışında görev yapan mensuplarına da özellikle selam gönderiyorum.

Diyanet İşleri önceki dönem başkanları Ahmet Hamdi Akseki, Ömer Nasuhi Bilmen, Tayyar Altıkulaç, Ali Bardakoğlu, Mehmet Görmez ve diğerleriyle değerli Başkanımız Ali Erbaş’ı köklü ve sağlam bir ilim geleneğini vatandaşlarımıza aktarmada gösterdiği gayretlerden dolayı tebrik ediyorum. Dolayısıyla buradan İslam’ın sahih çizgisini, orta yolu taşıyan bütün âlimlerimizi tebrik edi­yorum. Allah onların cümlesinden razı olsun. Ehil din âlimleri sayesinde her türlü aşırılıktan, ifrattan, tefritten uzak, İslam’ın değişmez haki­katine sadık, Kur’an-ı Kerim’in ve rehberimiz, önderimiz Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in izinden gidiyoruz. Allah sıratı müstakimden ayırmasın bizleri.

“Âlimler, peygamberlerin varisidir” diye buyuruyor Sevgili Peygamberimiz. Allah sahih ilim çizgisinden bizi, nesillerimizi ve evlatları­mızı ayırmasın.

Diyanet Teşkilatımız dinimizi, mukaddesatı­mızı temsil eden köklü bir kurum olarak mem­leketimizin bekası için son derece önemli görevler ifa ediyor. Dini bilgimizi sahih bir temel üzerinde tutan bu güzide müessese top­lumsal hayatımızın da mihenk taşıdır. Türkiye’de herkesin, her vatandaşın bu güzide kuruluşumuza hür­meti ve güveni tamdır.

Değerli müftülerimiz, şah­sım olarak ilahiyat ve ilimler konusunda tabii ki kendimi konuşmaya ehil görmem. Bir Müslüman olarak milletimi­ze karşı sorumlu olduğum makamın mesuliyeti gereği bazı hususlara değinmekte yarar görüyorum.

Hepimizin bildiği gibi toplumsal düzenimi­zin merkezinde, hafızasında, kalbinde mukad­des dinimiz İslam var. Üzülerek söylemek isterim ki, bazı tartışmalar gözümüzün ışığı gibi korumamız gereken bu teşkilata da gölge düşü­rüyor. Tartışmalar hakikatin bulunmasına hiz­met ettiği zaman hiçbir sorun yok, ama kafa karıştırmaya, kaos çıkarmaya dönük olduğu zaman gerçeklere gölge düşmüş oluyor. Elbette hepimizin, her Müslüman'ın görevi hakikate ulaşmak. Zira İslam ebedi hayatımızın bir güvencesidir. Herkesten, bütün vatandaşlardan beklentimiz; Diyanet’in tartışmalar dışında, tar­tışmaların üstünde tutulmasına hassasiyet gös­termesidir. Dini meselelerle ilgili kurulan her cümle büyük bir özen gerektiriyor. Bu arada tabii yazılı, görsel medyaya da önemli sorumlu­luklar düşüyor. Din ve Diyanet bahsinde haber yaparken illa ki mutlaka Başkanlık’tan, Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan doğru malumatı ala­lım ve ona göre haber yapalım çünkü yaptığınız haber sadece sizleri ilgilendirmiyor. Milyonlara vereceğiniz haberin yanlış olması telafisi imkân­sız kanaatlerin oluşmasına da sebep oluyor. Fitneye, fesada, ayrılığa, gerilime, kin ve nefret duygularına karşı, kamu düzeni adına, kamu ahlakı adına uyanık ve sorumlu olmamız gereki­yor. Medyamız bazı haberler­de özensiz, bazı haberlerde de aceleci davranabiliyor.

Zaman zaman bazı aşırı görüşleri, uç karakterleri top­lumda önemli bir karşılığı var­mış gibi sunma gayretlerine şahit oluyoruz. Bunu doğru bulmadığımı ifade etmek iste­rim. Doğru olan, sahih olan, öne çıkartılması gereken hem dini düşünce, hem de toplum­sal huzurumuz açısından daha değerlidir, daha önemlidir. Müftülerimiz, imamlarımız, vaizle­rimiz, müezzinlerimiz son ve ekmel din olan İslam’ın temsilcileridir. Unutmayalım ki, sorumluluğumuz sadece cemaatimize karşı, sadece ülkemize karşı değil, bütün insanlığa karşıdır.

Evet, bütün insanlık İslam’ın ebedi hakikati­ne muhtaçtır. Doğu’dan Batı’ya bütün yeryüzü, adalete, merhamete ve şefkate hasrettir. İslam, insanlığın şeref ve haysiyetinin, can ve mal emniyetinin, dünya ve ahiret saadetinin güven­cesidir. İslam’ı gölgelemek isteyenler, Allah’a kul olarak özgürleşmemizi değil de kula kul olmamızı isteyenlerdir. İnsan hayatını güvence altına almayan, kula kulluk isteyen düzenlerin hepsi batıldır, yok olmaya müstahaktır. Bize düşen, fıtratın yolunda İslam’ın hakikatine sadakatle istikamet üzere yürümektir. Bu yol her türlü aşırılığa kapalı emin bir yoldur.

Değerli hocalarım, sahih İslam’ı, bilgiyi muhafaza etmek ve öğrenmek mecburiyetinde­yiz. İslam kıyamete kadar bütün hurafelerden, tahrifatlardan uzak tutulmalıdır. Bugünkü Müslümanların muhatap olduğu sorular, sorunlar ise çok daha dikkatli olmamızı gerekti­riyor. Mutlaka hayatın nabzını tutmalı, olan bitine müdahil olacak kadar haberdar olmalısı­nız. Diyanet Teşkilatımızın hiçbir kademesinde görevli arkadaşımız bürokratik alışkanlıklara kendini teslim etmemeli. Müftülerimiz, vaizle­rimiz, imamlarımız, müezzinlerimiz, cami kür­süsü kadar hayatın içinde, esnafın, çalışanın, çiftçinin, köylünün yanında olmalı. Cemaatini tanımayan bir imam, müftü vazifesini hak­kıyla yapmış sayılmaz, sizle­rin bu bakımdan sorumluluğu büyüktür.

Az önce ifade ettiğim gibi, sorumluluğumuz sadece Türkiye’ye karşı değil, bütün insanlığa karşıdır. Bunun için özellikle evlatlarımızı aşırılıklardan korumak, doğru İslam’ı, bilgiyi öğrenmelerini sağlamak üzerimize önemli bir vazifedir. Yüce dinimiz İslam kıyamete kadar bütün hurafelerden, tah­rifattan uzak tutulmalıdır. Diyanet Teşkilatımızın bırakacağı her boşlukta merdi­ven altı din tüccarları, istismarcılar, üfürükçü­ler, hurafeciler insanların itikadını bozan yalan yanlış işler yapacaktır. Bunlar tabiatıyla esas değil, istisnadır, azdır, ama yine de mide bulan­dırmaktadır.

Aşırı, keyfi yorumlar bugün islam dün­yasının başına yeni sorunlar açıyor.

İslam akidinin, İslam fıkhının kabul etmediği hurafelere yerinde ve zamanında tepki konma­ması toplum önünde büyük maliyetler oluştu­ruyor. FETÖ tecrübesi bize bunu en açık şekilde göstermiştir. Müslümanların iyi niyetini istis­mar etmeye asla ve asla izin vermemeliyiz. Tarikatların işi irşat etmektir, tarikatların işi ticaret değildir, siyaset değildir, vatandaşın dini duygularını istismar ederek kendi karanlık menfaatleri uğruna vatandaşları ifsat etmek değildir, bunun bedelini bu ülke 15 Temmuz’da ödedi.

Yıllarca hayır için, hasenat için, İslam için, insanlık için bir milleti, bir İslam dünyasını sömüren bu karanlık mihraklar sonunda gerçek yüzünü 15 Temmuz’da gösterdi. Şekilci, hurafe­ci eğilimlere meydan vermemek için hayatın her yerinde olmak durumundasınız. Dinimiz İslam’ı, Kuran’ı, sünneti seniyyeye uygun bilgi­leri mutlaka insanlara siz aktarmalısınız, ancak bunu yaptığınız zaman sapkın eği­limler, hurafeciler kendilerine zemin bulamayacak, yer bula­mayacaktır. Esas mesele iti­kattır, tevhittir. Unutmayalım ki, temel itikadı bilgiyi alma­yan insanlar yanlış eğilimlere açık hale geliyor.

Bunun için benim önerece­ğim şey; Türkiye’nin tama­mında ve dünyanın birçok merkezinde teşkilatı bulunan din görevlilerimizin cami cemaatiyle arasında mesafe koymaması, aradaki mesafeyi kaldırmasıdır. İslam’ın sesini boğmaya gayret edenlere karşı hakikati daha gür bir sesle dillen­dirmelisiniz. Bu manada yeni bir sese, yeni bir soluğa, yeni bir üsluba ihtiyacımız var. İşte Hükûmetimiz de yeni bir adım atarak Diyanet Akademisi’nin kurulmasına karar verdi. Her şeyin akademisi var, siyasetin akademisi var, Diyanet’in akademisi en önce olması gereken maalesef en sona kalmış durumda, geç olsun güç olmasın. Ama Diyanet Akademisi çok güzel hizmetlere vesile olacak, buna inanıyoruz ve bir an önce de hayata geçmesi için gerekli gayreti gösteriyoruz.

İslam’ın dili ve üslubu Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’ndeki dili kadar sade ve anlaşılır olmalıdır. İslam dini kolaylık dini. Dinimiz diyor ki, zorlaştırmayın, kolay­laştırın. Onun için insanları dinden soğutmak değil, dini sevdirmek için görev yapmamız lazım. Kolaydan başlayın, adım adım insanlar daha fazlasını yapmaya kendileri karar versin. Baştan korkuyu verirseniz, “ya bu iş zaten benim işim değil, bu saatten sonra biz bu yan­lıştan kurtulamayız” diye bir umutsuzluğa kapılabilir. Ama dinimizde umutla umutsuz­luk bir aradadır. Ben tabii uzman değilim, yan­lış bir şey söylemekten imtina ediyorum. Yani hem umutlu olacağız, her zaman umutlu ola­cağız. Cenabı Mevla’mız diyor ki, “Yanlış yapabilirsiniz, günah işleye­bilirsiniz, ideal olan işleme­menizdir, ama işledim diye artık benden hayır gelmez diye mahzun olmayın, din­den uzaklaşmayın, her tövbe yeni bir başlangıçtır” diyor. Onun için mümkün mertebe esas olan günah işlememeye gayret etmek. Ama insanız, peygamberler bile hatadan beri değil, öyle mi Bekir Bey? Hocam, öyle mi? Yani ben öyle duydum Hocalarımdan. Yani kuluz, her şeyden önce kul hata üzerinedir. O bakımdan esas olan az hata yapmak, daha fazla doğru şey yapmaktır. Hata yapınca da umudumuzu yitirmemektir, her tövbe yeni bir kapının, yeni bir geleceğin başlangıcıdır.

Minberde, mihrapta, kürsüde ilmin izzetini doğru temsil etmeliyiz. Vaaza çıktığınızda, kür­süye çıktığınızda, insanlar “keşke bitmese” diyebilmelidir, “bir an önce bitse de gitsek” duygusuna kapılmamalıdır. Süleyman Çelebi’nin, Yunus Emre’nin, Eşrefoğlu Rumi’nin dili ve üslubu yol gösterici, temiz ve arı bir üsluptur. Nefret ettirmeyen, müjdele­yen, gönüller kazanan bir dile, bir üsluba bugün her zamankinden daha büyük ihtiyacımız var. Hakikatin dilinin geleneğe uygun bir üslupla bugün insanlara ulaştırılması gerekiyor. Üslubu beyan ayniyle insan diye boşuna büyük­lerimiz dememiş. Gönüllere giden dili, yolu mutlaka bulmalıyız. Çocuklarımıza kardeşçe yaşamanın, kardeşçe paylaşmanın, adaletle üretmenin yolunu aşılamalıyız. Gençlerimize, evlatlarımıza hem bu dünyalarını, hem öbür dünyalarını kurtaracak yolu mutlaka göster­meliyiz. Bunun için siz din görevlilerimiz ken­dilerinizi özel mekânlara çekmemeli, sürekli hayatın içinde olmalısınız. Halk içinde Hakk’la beraber olmalısınız. Bizim rahmetli bir hoca­mız hep bunu derdi, çok güzel bir haslet; halk içinde Hakk’la beraber olmak... Din görevlisi mutlaka ve mutlaka bulunduğu semte, mahal­leye en uç noktalara nüfuz etmelidir. Genç, yaşlı demeden cemaatiyle, cemaatinin her bir ferdine ismiyle hitap edecek bir tanışıklık için­de olmanız gerekir. Mahalledeki ihtilaflardan, hastalardan, ihtiyaç sahiplerinden, bakıma muhtaç olanlardan en önce sizin haberiniz olmalı. Toplumsal dayanışmamızı bu şekilde daha güçlü hale getireceğiz.

Dine hizmet, insana hizmet demektir. Türkiye’nin her köşesinde teşkilatı ve görev­lisi olan bu güzide kuruluşumuz Diyanet’in bütün birimleriyle gençlerimizi zehirleyen madde bağımlılığı, uyuşturucudan, şiddet yanlısı ırkçı her türlü tehlikeye karşı bilgilen­dirme, uyarma görevini yerine getirmelisiniz. Özellikle sosyal medya üzerinden yaygınla­şan nefret dilinden gençlerimizi mutlaka uzak tutmaya gayret etmemiz lazım.

Sosyal medya sorumsuz medya değildir, hukuksuz bir alan değildir. Onun için burada yapılacak her türlü yanlış cezai bir sonuç doğu­racaktır. Bu konuda özellikle siz din adamları­mızın büyük katkıları olacağına inanıyorum. Din görevlilerimiz, müftülerimiz bu konuda mutlaka kuşatıcı, kucaklayıcı, herkese hitap eden bir üslupla konuşmalısınız, bir üslup kullanmalısı­nız. Unutmayalım camilerimiz herkesindir. Camilerimiz sosyal hayatımızın merkezidir, kal­bidir. Ayrıştırıcı dilden, yanlış imalardan bu nedenle uzak olmalıyız. Diyanet orta yolu temsil ediyor. Onun için her işimiz ve her söylemimiz­de itidali gözden uzak etmeyelim.

Büyük bir iftiharla öğrendim ki bugün altmış altı bin camimiz kadınlarımızın da ibadet ede­ceği şekilde teçhiz edilmiş. Bunu son derece önemli ve takdire şayan buluyorum. Bu gayret­lerinizden dolayı zatıâlinize ve bütün Diyanet Teşkilatına halkım adına teşekkür ediyorum.

Ayrıca, büyük camilerimizde mutlaka kütüp­haneler oluşturmamız şart. Camilerimizde sahih İslam’ın, sahih İslami metinlerin bulun­duğu kütüphaneler mutlaka teşkil edilmeli.

Ayrıca, camilerimizin çevresi insanlarımızı cez­bedecek şekilde yeşillendirilmeli ve park şeklinde düzenlenmelidir. İçerisiyle, dışarısıyla nezih bir ortam oluşturmalıdır. Oradaki manevi havanın cami dışında da devam etmesinin önemli oldu­ğunu düşünüyorum.

Değerli müftülerimiz; hükûmetlerimiz ayrımcılığın her zaman karşısında olmuş­tur. Herkesin haklarını kulla­nabilmesi için on altı senedir büyük bir gayret içerisindeyiz. Vatandaşın devlete erişiminin önündeki engel­leri bir bir kaldırdık, kaldırmaya devam ediyo­ruz. İnanç özgürlüğünün, fikir hürriyetinin sınırlarını genişletiyoruz. Dini özgürlüklerin ve taleplerin önündeki engelleri kaldırmak için tarihi adımlar attık. Biliyorsunuz yıllarca yavru­larımızın önündeki başörtü engelini kaldırdık, bu zulmü sona erdirdik. Üniversiteye girişteki kısıtlamaları, katsayı engellerini ortadan kaldır­dık. Kamuda kılık kıyafet bahanesiyle başörtülü kadınlarımızın çalışmasının önündeki engeli kaldırdık. Kur’an kurslarına gitmeyi kısıtlayan, yaz Kur’an kurslarını 12 yaş altı çocuklarımızın gitmesini yasaklayan düzenlemeleri tamamen kaldırdık. Yani çocuk 12 yaşına kadar ne öğrenir­se o yaşa kadar öğrenir, ondan sonra öğrenmesi zor. Bu yasağın asıl amacı, Kur’an-ı öğrenmesini kısıtlamak. Dolayısıyla bu yasak da artık yok.

Diyelim ki belirli bir sınıftayken hafızlığa gitti, hak kaybına uğramıyor bir sene sonra tah­siline yavrumuz kaldığı yerden devam ediyor. Çocuklarımızın doğru dini bilgiyi öğrenmeleri için okullara Kur’an ve siyer dersleri koyduk.

Cemevleriyle ilgili kısıtlamalar vardı, bu kısıtlamalara son verdik. Din dersi kitapları içerisinde Alevilikle ilgili bölümler ekleyerek Alevi kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın bu yöndeki taleplerini yerine getirdik. Diyanet İşleri Başkanlığımız ayrıca Aleviliğin ve Bektaşiliğin on dört temel eserini basarak kül­tür hayatımıza kazandırdı. 2007’den bu yana Muharrem ayında Avrupa’daki vatandaşları­mızın niyaz ve erkân konusundaki taleplerini karşılamak üzere Alevi kanaat önderlerini yurt dışına Diyanet İşleri Başkanlığımız görevlendiri­yor, gönderiyor.

Değerli müftüler, değerli katılımcılar; Batı’daki İslam karşıtlığı, İslam korkusu son yıllarda yükselişe geçmiş durumda. Batı ne yazık ki hoşgörüyü kaybediyor ve farklılıklara tahammülünü yitiriyor. Çoğulcu, çok kültürlü demokrasiden daha az söz ediliyor. Batı içine kapandıkça da eski alışkanlıkları, eski hastalıkları nüksediyor. Demokratik, insani değerlerin yerine ırkçı, şid­det, nefret, ayrımcılık ve çatışma ön plana çıkı­yor. Son günlerde camilerin kundaklanması, Müslümanlara karşı açıktan ayrımcılık Avrupa’da vaka-ı adiye haline geldi. Bu zehirli fikirler onların geleceğini de aynı zamanda teh­dit ediyor. Oysa biz Müslümanlar şiddetin her türüne hayır diyoruz, reddediyoruz. İslam barış dinidir, İslam kardeşlik dinidir, İslam güzellik dinidir. Bizim için her can mukaddestir. İslam, belli bir kavmin, belli bir kültürel haritanın değil bütün yeryüzünün, bütün insanlığın dilidir. İslam’ı temsil makamında bulunanlar bütün insanlığa, hatta bütün mahlûkata karşı sorumlu­dur. İnsanlığa karşı sorumluluğumuzu layıkıyla yerine getirmek için lüzumsuz tartışmalardan özenle kaçınmalıyız.

Değerli müftülerimiz; 2002’de yetmiş dört bin civarında olan güzide kuruluşumuz Diyanet’in personel sayısı bir buçuk kat arta­rak bugün yüz on yedi bin seviyesine çıkmış­tır. Buna ilave olarak yirmi üç bin yüz yetmiş yedi geçici personeli de dâhil edersek bu sayı daha fazladır. Türkiye’de sadece 2002’de yetmiş sekiz vaize vardı, bugün sekiz yüz ellinin üzerinde vaize var. Kadınlarımızın dinimizin öğretilmesinde daha aktif görev alması çok büyük bir aşamadır, memnuniyet vericidir. Bugün Diyanet tarihinde ilk defa bir kadın Başkan Yardımcımız var, kendisini de tebrik ediyoruz, başarılar diliyoruz.

Bakın, bu önemli bir rakam, on bir kat artıştan bahsediyoruz ama yeterli değil Hocam. Madem nüfu­sumuzun yarısı kadın, yarısı erkek, yetmiş dörtten sekiz yüz elliye çıkınca övünüyo­ruz, ama yeterli olmadığını da söylemek istiyorum. Kadın vaizelerimizin, kadın­larımızın çok daha etkin teşkilat içerisinde yer almasında büyük fayda var.

Avrupa, Asya, Amerika, Avustralya’da, Balkanlarda, hatta Japonya’ya kadar dünyanın her köşesindeki camilerde bin sekiz yüz elli Diyanet personeli hizmet veriyor. Gurbetteki vatandaşlarımızın manevi ve millî duygularını muhafaza etmelerini ve kendi aralarındaki dayanışmaları güçlü tutması için de Diyanet Teşkilatımız önemli işler yapıyor. Her bir vatan­daşımızın bütün hizmetlerden aynı şekilde fay­dalanması çok önemli bir husustur.

Diyanet İşleri Başkanlığımıza bağlı altmış dokuz bin yüz seksen üç cami gün boyu bütün vatandaşlarımızın hizmetindedir. Türkiye’de birçok camimizde işaret diliyle hutbe verili­yor. Son dönemde Diyanet Center of Amerika, Hollanda Ulu Camii, Kırım Seyyid Settar Camii Kompleksi, Belarus Minsk Tatar Camii kazandırıldı, hizmete alındı. Almanya Köln’de dini, sosyal, kültürel faaliyetlerin gerçekleşti­rilmesine imkân tanıyan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği Merkez Camii ve Kompleksi de yakın zamanda hizmete girdi, resmî açılışı henüz yapılmadı. Geçtiğimiz yıl on milyona yakın Diyanet İşleri eseri dağıtımı gerçekleşti­rildi. 2018 içinde de bu eserlerin dağıtımı devam edecek. Kur’an-ı Kerim’in meali yirmi yedi farklı dilde basılıyor, bu yıl içerisinde buna yirmi dil daha eklenecek. Ayrıca yazılı eserlerin basımı dışında Diyanet Televizyonu, Diyanet Radyosu, Diyanet Kur’an Radyo ve Risalet Radyo da kuruldu hizmet veriyor, irşat yapıyor. Tabii bütün bu söylediklerimiz yapı­lan çalışmalardan küçük bir kısmı oluşturuyor. Zamanımız yetseydi de daha birçok önemli hizmete bura­da yer verebilseydim.

Değerli müftülerimiz; dini hayatımızın korunmasında elbette Diyanet İşleri Başkanlığımıza, size çok önemli vazifeler düşüyor. Ancak bu konu sadece Diyanet’in değil bütün toplumsal kesimlerin vazifesidir. İlim geleneğinin onaylamadığı, tahrifata karşı çok ama çok dikkatli olmalıyız. İlahiyat fakülteleri­miz, sivil toplum örgütlerimiz, imam hatipleri­mize de önemli görevler düşüyor. El ele vererek sorunlarımızı birlikte çözeceğiz. Vatandaşımıza daha iyi hizmet vermenin yollarını hep birlikte bulacağız. Dinimize hurafelerin bulaştırılması­na müsaade etmeyeceğiz. Dini alanda edindiği itibarı kişisel ikbaline, ticaretine tahvil eden istismarcılara göz açtırmayacağız. Vatandaşlarımıza doğru dini bilgiyi ulaştırmak için görevimizi hakkıyla yerine getireceğiz.

Sizlere hizmetlerinizde üstün başarılar dili­yorum. Allah yâr ve yardımcınız olsun. Allah’a emanet olun.


Yüklə 0,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə