sbd.anadolu.edu.tr
143
Öz
Batı düşünce ve siyaset tarihinde Aydınlanma ve din
arasındaki ilişkinin niteliği konusu sosyal bilimler için-
de önemli bir tartışma alanıdır. Sosyal bilimler alanında
bu ilişki çoğunlukla bir karşıtlık üzerinden incelenmiş-
tir. Buna göre Aydınlanma veya daha genel bir ifadeyle
modernite din karşıtı bir siyaset ve felsefedir. Hatta Ay-
dınlanmanın din açısından genel karakteristiğinin de-
izm ve ateizm olduğu yönünde bir fikir oluşmuştur. Bu
makalede Aydınlanma düşüncesi ve hareketine yönelik
böyle bir okumanın tek ve zorunlu okuma olamayaca-
ğı ileri sürülmektedir. Aydınlanma ve din arasındaki
ilişki basitçe bir karşıtlık veya düşmanlık kategorisine
indirgenemez. 18. Yüzyıl Batı siyasi ve toplumsal tari-
hine baktığımızda etkili ve anlamlı bir deizm ve atezim
hareketinin varlığından söz etmek imkansızdır. Hatta
aksine 18. Yüzyılda Hristiyanlık Batı toplumları içe-
risinde önemini muhafaza etmiştir. Bu dönemde din
kamusal alan içerisinde varlığını sürdürmüştür. Elbette
18. Yüzyıl Hristiyanlığı, Reformasyon sonrası gelişmeler
nedeniyle Ortaçağ’daki durumundan farklılıklar göster-
miştir. Protestan Hristiyanlık düşüncesi Batı tarihinin
tüm yönlerini etkilemekle birlikte, bu hareketin etkisiyle
Katolik dünyası içerisinde de farklılıklar oluşmaya baş-
lamıştır. Tüm bu farklı dini hareketler 18. Yüzyıl Batı
toplumlarında Hristiyanlığın çeşitlenmesine yol açmış-
tır. Bu nedenle, Aydınlanma düşüncesinin, din konusu-
nu siyasi ve felsefi düşünceden dışladığı önermesi yeni-
den incelenmeye muhtaçtır.
Anahtar Kelimeler:
Aydınlanma, 18. Yüzyıl,
Modernite, Din, Hristiyanlık, Deizm
Abstract
Relationship between Enlightenment and religion has
been one of the most important topics within social sci-
ences. This relationship has been generally understood
as contrariness. According to this perspective Enligh-
tenment or with a more broadly speaking modernity is
anti-religious politics and philosophy. Even researchers
have had an idea that the religion of the Enlightenment
area was deism and atheism. In this article it is sugges-
ted that reading of the Enlightenment thought and mo-
vement in that way is not a single and necessary rea-
ding. Relationship between Enlightenment and religion
cannot be easily reduced to contrariness or enmity. It is
not possible to find an effective and meaningful deist
or atheist movement in the eighteenth-century Western
political and social history. Religion or Christianity
held its strong position and existed in the public sphere
in this age. Of course eighteenth-century Christianity
was different from the Middle Ages because of the de-
velopments after Reformation. Protestant Christianity
affected all the areas of Western world. Even for Catho-
lics change was necessary. All of these religious move-
ments enriched Christianity in the eighteenth-century
Western societies. Because of that, the idea that Enligh-
tenment thinking dismissed religion from political and
philosophical thought is needed to revise.
Keywords:
Enlightenment, Eighteenth-Century,
Modernity, Religion, Christianity, Deism
Aydınlanma, Hristiyanlık ve Deizm
Enlightenment, Christianity, and Deism
Yrd. Doç. Dr. Mümin Köktaş
Yrd. Doç. Dr. Mümin Köktaş, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, mkoktas@gmail.com
Anadolu University
Journal of Social Sciences
Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
144
Aydınlanma, Hristiyanlık ve Deizm
Giriş
Aydınlanma ve Hristiyanlık ilişkisi modern tarihin
en karmaşık sorunsallarından birisidir. Bu karmaşık-
lık modernite üzerinden değerlendirildiğinde daha
da artmaktadır. Aydınlanma ve modernite çoğu kez
dinin aşılması veya din karşıtı bir düşünce olarak de-
ğerlendirilmiştir. Hatta Aydınlanma dininin deizm
olduğu kabul edilmiştir. Bu makalede Aydınlanma ve
din ilişkisinin zorunlu olarak bir karşıtlık/düşmanlık
içerip içermediği ve deizmin varsayıldığı gibi Aydın-
lanma çağında etkili bir hareket olup olmadığı tartı-
şılacaktır.
Sosyal bilim çalışmalarında Aydınlanma ve Moderni-
te arasında doğrudan paralellikler kurmak yaygın bir
tavırdır. Aydınlanma çoğu kez modernitenin en kri-
tik uğraklarından biri olarak ele alınır.
1
Hatta iki teri-
min çoklukla birbirini çağrıştırdığı düşünülmektedir.
Diğer bir ifadeyle, birinden söz edildiğinde diğeri he-
men akla gelir. Bu perspektifte temel olarak bir sorun
olmamakla birlikte, modernite tümüyle sekülerleşme
ile özdeşleştirildiğinde Aydınlanmanın indirgemeci
bir anlayışla ele alınması tuzağına düşülmektedir. Bu-
rada Aydınlanma özellikle de Fransız Aydınlanması
Voltaire, d’Holbach, Diderot, La Metrie gibi dine kar-
şı eleştirel olan fikir adamlarının düşünceleri üzerin-
den değerlendirilmektedir.
2
Bu elbette Aydınlanma-
nın bir yönünü oluşturur. Ancak Aydınlanmanın bu
hikayenin dışında farklı bir tarafı da söz konusudur.
Fransa’da devrim sonrası görülen dine saldırıyı Ay-
dınlanmaya veya Aydınlanmanın ideallerine bağ-
lamak kolay değildir. Fransız Devrimi’nden sonra
baskı ve şiddetle devlet tarafından dine karşı bir
saldırının gerçekleşmesi ve Jakobenler tarafından
Fransa’da Hristiyanlığın resmi olarak yasaklanması o
dönemde başka bir yerde görülmeyen bir durumdur.
Elbette Fransız Aydınlanmasını takip eden Fransız
Devrimi’nin yarattığı heyecan dikkate değer bir reto-
rik avantaj sağlamıştır. Oysa ki son on yıllarda yapılan
çalışmalarla, Aydınlanmanın entelektüellerle ve bazı
1
Radikal Aydınlanmanın tarihinin “modernitenin inşasının”
tarihi olarak ele alınması için bkz. J. I. Israel (2001), Radical
Enlightenment: Philosophy and the Making of Modernity 1650–
1750, Oxford: Oxford University Press; Britanya Aydınlanmai-
sı tarihinin “modern dünyanın yaratılması” olarak yazılması
hakkında bkz. R. Porter (2000), Enlightenment: Britain and the
Creation of the Modern World, London: Penguin Books
2
Fransız Aydınlanması bir anlamda “altın standart” olarak gö-
rülmüştür. Çünkü sadece Fransa’da eleştiri eyleme yol açmış ve
ancien regime devrimle yok edilmişti (Whaley, 2008, s. 176).
ülkelerle sınırlı olamayacağı gösterilmiştir. Pocock’un
(2004, s. 13) ifade ettiği gibi, artık Aydınlanmayı bir-
leşik ve evrensel bir entelektüel hareket olarak tatmin
edici bir şekilde yazamayız. Çok daha geniş ve farklı-
lıklar içeren bir fenomen ile karşı karşıya bulunmak-
tayız. Aydınlanma açısından Fransız Devrimi elbette
önemlidir. Ama Edmund Burke ve Maistre gibi mu-
hafazakar yazarlarda Aydınlanma döneminin yaza-
rıdır. Artık sadece Fransız Aydınlanma düşüncesi
üzerinden Aydınlanmayı tanımlama imkanı yoktur.
İngiliz, İskoç, Amerikan, Alman Aydınlanmaları ve
hatta Hristiyan, Protestan ve Katolik Aydınlanması
üzerinden değerlendirmeler yapılmalıdır.
Aydınlanma – modernite bağlamında sosyal bilimler
konuya sıklıkla sekülerleşme çerçevesinde bakmıştır.
Diğer bir ifadeyle, modern tarihçiler Aydınlanmayı
sürekli olarak modern seküler durumun bir öncülü
olarak ele almışlardır. Marx, Weber, Comte gibi önde
gelen sosyologların etkisiyle modernitenin ve dola-
yısıyla Aydınlanmanın doğal olarak seküler ve hatta
din karşıtı veya dinin aşılması olduğu ileri sürül-
müştür. Gillespie’nin ileri sürdüğü gibi, Aydınlanma
zamanından beri modernite kendisini dini otorite
ve üstünlüğü bastırma çabası olarak ifade etmiştir.
3
Bu durum en veciz ibaresini Voltaire’nin emir bil-
diren ünlü “Écrasez l’infame!” ifadesinde gösterir.
Modernite dinsel inancın kamusal yaşamdan çıka-
rılarak özel alana hapsedilmesi olarak anlaşılmıştır.
Din burada seküler otoriteyi, bilimi veya aklı tehdit
etmediği müddetçe özgürce yaşayabilirdi. En azın-
dan Hegel’e kadar uzanan konvansiyonel hikaye, mo-
dern çağı, dini hurafelerin üstesinden gelen ve akla
dayanan yeni bir dünya inşa eden istisnai insanların,
parlak bilim insanlarının, felsefecilerin, yazarların,
kaşiflerin eseri olarak görür. Bu anlamda modernite
geçmişle radikal bir kopukluğa işaret eder (Gillespie,
2008, s. x-xi, 10-11). Paul Hazard’ın ünlü yorumuna
göre, Aydınlanmanın amacı “Hristiyanlığı sanık san-
dalyesine koymak”, hatta “yaşamın dinsel yorumunu”
sonlandırmaktır. Benzer şekilde Peter Gay Aydınlan-
mayı “Hristiyanlığa karşı savaş” olarak tasvir etmiştir.
3 “Din” ve “dinler” kavramları Batı düşüncesinde geç bir dö-
nemde, Aydınlanmada ortaya çıkmıştır. Dinsel yaşamın dışsal
yönlerine “din” adı verilmiştir. Orta Çağ’da Hristiyan Batı’nın
meselesi inanç -kalbin dinamiği- olmuştu. 17. Yüzyıldan itiba-
ren kişisel olmayan ve objektif bir ‘din’ anlayışına dikkat edil-
meye başlandı. ‘Din’ ile birlikte, Protestan Dini, Katolik Dini,
Putperestlik Dini gibi çoğul ‘dinler’ gündeme gelmeye başladı.
Bu anlamda dinin nesneleştirilmesi başlamıştır (Harrison,
1990, s. 1).