BiLİm tariHİ ve felsefesi



Yüklə 0,53 Mb.
səhifə9/12
tarix25.11.2017
ölçüsü0,53 Mb.
#12366
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

V.1.2 Doğrulanabilirlik İlkesi ve Karşılaşım Kuralı: Viyana Çevresi mantıksal pozitivistleri, kahvelerini içerken boş durmuyorlar, bunları destekleyecek bir de ilke ve kural ortaya koyuyorlar. Zira görüyorlar ki doğrusal doğrulabilirliği, Descartescı deterministlerin indirgemeci ortak fizik anlayışından farklı olarak, tüm sosyal bilim alanlarını da kapsayacak şekilde kullanmak kolay değil. O nedenle farklı bilim alanları arasında en azından onu bilim yapan bir ilke olsun istiyorlar: Bu ilkeye (doğrulanabilirlik) göre, “Bir önerme (teori) duyumlarla (deney) tespit edilebilecek olgular dışında bir içerik taşıyorsa bunun doğru olup olmadığı belirlenemez.” (Ömer Demir, Bilim Felsefesi). Bu onlar açısından şu demek: “bir şeyin metafizik olmasıyla anlamsız olması aynı şeydir. Pozitivizmin metafizik olarak algıladığı her şeye karşı tepki koymalıdır. Bu bağlamda bir önermede etik simge bulunuşu, onun olgusal içeriğine bir şey katmaz.” Bir önceki bölümde ele aldığımız mantıksal çözümleme kurallarının kapsama alanları içinde olmalıdır. Yani bu felsefecilerin “doğrulanabilirlik ilkesi” dediklerinin temelinde deney ve gözlem vardır. Deneyle ve gözlemle doğrulanamayan her şey (önerme) o ana kadar metafiziktir. Bilim değildir.

Bu mantıksal pozitivistlerin diğer iddialı ve bayağı kararlı (acımasız) bir tezi de “Karşılaşım Kuralı” olarak bilinir. “Bir teorinin bilimsel olabilmesi için öngördüğü ilişkilerin matematiksel mantıkla formüle edilmesi gerekir. Sonra teoriyi oluşturan ifadeler gözlemlere, gözlem sonuçlarına açık açık bir şekilde bağlı olmalıdır” der. Ömer Demir’in kitabından özetlersek. Karşılaşım Kuralı: “Bir teorinin bilimsel olabilmesi için matematiksel bir mantıkla formüle edilmesi yanında teoriyi oluşturan ifadeler de gözlemsel ifadelerle açık olarak tanımlanabilecek nitelikte olmalıdır”. Ama bu farklı alanlardaki teorilerin benzer yöntemlerle (sadece gözlemlerle) doğrulanabileceği anlamına gelmez. Bugünün bilimsel penceresinden bakarsak, buna şunu ekleyebiliriz: Bir teori doğru ve sağlıklı ise matematiksel mantık yanında sadeleşmeye (matematiksel) ve basitleşmeye (deneysel) de açık olmalıdır. Örneğin Cambridge ekolünden Fizikçi James Clerk Maxwell (1831-1879) karşılaşım kuralının farkında bir bilim insanı olmalı. Elektrik kuvvet (E) ve manyetik kuvvet (B) ilişkisini ifade eden, yani iki kuvveti birleştiren aşağıdaki denklemler bu konudaki bugünün deneyleriyle açık bir uyum içindedir. 1850’lerde genç yaşta yazdığı aşağıdaki denklemler daha sonraları keşfedilen atom altı parçacıklar dünyasının anlaşılmasına da yol göstermiş, bu dünya için geliştirilen teorilere de temel olmuştur. Ayrıca Maxwell denklemleri yazıldıktan kaç yıl sonra ortaya atılan genel rölativite (görelik) kuramıyla da uyumludur. Kendiliğinden rölativist denklemledir. Geliştirilen matematik tekniklere ve matematikteki yeni basitleştirme formatlarına ters düşmemiştir. Yani bu denklemler bilim geliştikçe “Basitlik İlkesi” diyebileceğimiz ilkeye uymuştur. Maddenin en küçük yapı taşları olarak bilinen kuarkların babası sayılan Nobel ödüllü (1969) M. Gell-Mann33, Maxwell denklemlerinin basitleşme ilkesine olan yatkınlıklarını, The Quarks and the Jaguar (1994) adlı kitabında Maxwell denklemlerin dört farklı şekilde yazılımları üzerinden büyük bir övgüyle bahsetmektedir.

 

 

 

 



 

I. Maxwel Denklemlerin İntegral Formları

 

 

 

 



  

II. Test Kitaplarında Kullanım Şekli

 















III. Maxwell’in Üzerinde Çalıştığı Zaman ki Denklemelerin Yazılım Şekilleri



IV. İki Denkleme İndirgenmiş Rölativisttik Yazılım Şekilleri (Basitlik)

 

V.1.3 Etik: Ayrıca yukarıdaki gelişmelerle gittikçe sadeleşen, basitleşen Maxwell denklemlerinde “doğrulamacılık ilkesi” konumuzu ilgilendiren ilginç bir nokta da vardır; denkleminde (ve diğer yazılımlarındaki karşılık gelenlerinde) (Coulomb Yasası, elektrik yük doğada mevcut) aksine magnetik yükün doğada mevcut olamadığı düşünülerek sıfır yazılmıştır. Yani Maxwell bu denklemleri manyetik yükün yok olduğunu kabul ederek yazıyor Gözlenmemiş olmasa bile manyetik yükün var olduğunu kabul edip denklemini sıfırdan farklı yazabilirdi. O zaman denklemlerinin tam simetrik olacağını muhakkak fark etmiştir. Ama Maxwell, manyetik yük yerine sıfır yazmakla deneysel sonuçlara ne kadar itibar ettiğini, ne kadar bunları ciddiye aldığını gösteriyor. Bu, Maxwell’in Ömer Demir’in kitabında okuduğumuz; “Bir teorinin bilimsel olabilmesi için matematiksel bir mantıkla formüle edilmesi yanında teoriyi oluşturan ifadeler de gözlemsel ifadelerle açık olarak tanımlanabilecek nitelikte olmalıdır” karşılaşım kuralına daha o yıllarda ne kadar etik olarak saygılı olduğunu göstermektedir. Gel zaman git zaman gene Cambridge’de bir teorik fizikçi ortaya çıkıyor: Paul Dirac. 1930'lu yıllarda “Manyetik yük olsaydı ne olurdu?” diye soruyor. Denkleminde sıfır yerine manyetik yük koyuyor. Tabii Maxwell denklemleri tamamıyla simetrik oluyor. Tabi bu cesaretini o yıllarda (1930’lu yıllar) kozmik ışınlardan yeni parçacıkların ardı ardına keşfedilmesinden ve bir de o yıllarda elektron için yazdığı denklemin süksesinden almış olmalı. İnsanlar tutturuyorlar illa ki manyetik yükü bulacağız diye. Denklemlerin simetrisini doğrulacağız diye. Deneyler yapılıyor, gözlemler yapılıyor. Ama manyetik yük hala ortalıkta yok! Ayrıca diğer fizik teorilerinden manyetik yük olsa gözle bile görülebilecek kadar büyük olacağı anlaşılıyor. Başta Dirac, pes ediyorlar. Biz insanlar simetrik evreni ve düzeni tercih ediyoruz. O zaman “neden manyetik yük (mono-pole (tek-kutup)) yok?” diye sorgulamamız gerek değil mi? Buna, “Büyük Patlama”dan sonra evren öyle hızlı genişledi ki magnetik yükler, yani magnetik mono-poleler (tek-kutup), yaşama fırsatı bulamadı” diye bir yanıt getiriliyor. Maxwell’in zamanında daha atom anlaşılmamış durumda. Parçacıklar dünyası diye bir şey yok ortada. Etik olarak deneysel bilgiye olan sadakatinin yanında önsezisine bakın Maxwell’in.



V.1.4 Simetri: Simetri, yani evrenin, tek bir patlamayla, tek ve geniş bir simetrik bir yapıyla başladığını düşünmek istiyoruz. Başlangıçta tüm kuvvetlerin hepsini aynı simetri altında toplayan teoriler yapıyoruz. Evren genişledikçe ortalama enerjini azalmasından bu simetrinin bu güne kadar alt simetrilere kırıla kırıla geldiğini düşünüyoruz. Buna standart model diyoruz. Süpersimetrik teoriler yapıyoruz. Elektrik ve manyetik kuvvetin birleştiğini pil sayesinde gördük. Alessandro Volta (1745-1827). Şimdi makinelerimizle, hızlandırıcılarla, evrenin başladığı enerjilere tekrar çıkarsak bunların o enerjilerde birleştiklerini görmek istiyoruz. Bu enerjilerde o zaman neler olduğunu anlayacağımızı düşünüyoruz. Şimdi CERN’deki 29 km'lik hızlandırıcıda yapılan deneyler tablosu aşağıda verilen standart modelin eksiklerinin tamamlama endişesidir.

Mantıksal pozitivistlerin doğrulamacılık tezleri, karşılama kuralı çoktan bir yana bırakılmıştır. Standart modelin eksiği olan, maddenin nasıl oluştuğunu açıklamada ümit edilen tanrının parçacığı (gözlenen gerçek değil) deneyleri ancak doğrulamacı simülasyonlar olabilir. Çünkü enerjinin bu kadar yükseldiği, mesafelerin bu kadar küçüldüğü yerde her şeyin önemi vardır. Deney her şeye karşı duyarlıdır. O yüzden yapılan deney ancak o anın bir simülasyonu olabilir. Bu doğrulamacılık ilkesi ve karşılaşım kuralıyla çelişkidir. Bu ilkeye göre doğada gözlemlenen ve tekrarlanan sistemler için yapılan teorilere güvenebiliriz.



V.2 Yeni Kantçılık

V.2.1 Immanuel Kant: (1724-1804) arasında yaşamış ünlü Alman filozofudur. Kant temelde matematik ve astronomi eğitimi görmüştür. Wikipediadan yaşamı hakkında daha geniş bilgi edinebilirsiniz. Felsefe tarihinin aydınlanma dönemini, kendisinden sonraki dönemini, belirleyici olarak etkilemiştir. Binlerce sayfa eserler vermiş, notlar tutmuş, yazılar yazmıştır. Rasyonalisttir. Ona göre geometri bile ampirik, yani deneysel kökenlidir. Ampirik bilgiyi tümüyle rasyonel bilgiye indirger. Kant, “Aydınlanmacılığı” aklı kullanma cesareti olarak tanımlanır. Kant’a göre aklın zorunlu bilgiye, başkasının kılavuzluğuna ve yardımına ihtiyacı olmamak kararlılığını ve yürekliliğini göstermesi gerekir. “Akıl, hiç bir lidere, hiçbir öncüye gerek kalmadan o kalkışmayı yapabilme, kendi başına bir şeyler ortaya koyma cesaretini göstermelidir” der. Kant, Newton’un hayranlarından olmasına rağmen Newton’un evren modeli dışında kendisi de alternatif bir evren modeli önermiştir. Kant’ın evren modelinde, evren Güneş sistemlerine benzer sistemlerin iç içe geçmesinden oluşmuştur. Kant diyor ki, güneş sistemi yer küreyi de içine alır. Yani yer güneş sisteminin bir parçasıdır. Güneş sistemi de başka bir güneş siteminin parçasıdır. Böyle gider.” İç içe geçmiş sonsuz sayıda güneş sistemiyle dolan sonsuz evren düşüncesinde Kant. Modeli için. Sonsuz sayıda iç içe geçmiş güneş sistemiyle dolan “sonlu” evren” deseydi, bu modeliyle fraktal düşünceyi, fraktal yapıyı ilk önce ortaya atan olacaktı diyebiliriz. Tabi bu gün biliyoruz ki; evrende böyle bir statik fraktal yapı yok. Gözlediğimiz evrende her şey bir birinden kaçıyor, hızla açılıyor ve evren sonsuz değil. Bu büyük filozof Kant’ın yaşamı ve felsefesi için söylenecek çok şey var ama biz burada Kant’ın temel felsefe düşüncelerinden hareketle ortaya çıkan bilim felsefesindeki yeni Kantçılığı ele alacağız.

V.2.2 Yeni Kantçılar: Bu felsefecilere göre bizim algıladığımız nesneler (fenomen) dünyası aslında duyu organlarının süzgecinden geçmiş görüngüler dünyasıdır. Bilim bu süzgeç öncesi olan fenomenler dünyasını yasalarla (akılcılıkla) keşfetmek amacında olmalıdır. Yeni Kantçıların, olmazsa olmaz sistematiklerini kısaca ele alalım. Bu özetleme için de Ömer DEMİR’in, tekrar “Bilim Felsefesi” kitabına müracaat edeceğiz.

Bu felsefecilere göre bilgi teorisinde (epistemoloji), Özne-Nesne ilişkisinin iki temel açıklaması vardır. 1. Edilgenci; (pasifist yaklaşım), 2.Etkenci; ( aktivist yaklaşım).

1) Edilgencilik. İki şekilde olur. Birincisi, özne bilgi sürecinde edilgen bir tavır içindedir. Zihin önsel bilgi taşımayan boş bir kağıt gibidir ve deneyimle elde edilen bilginin dışında herhangi bir bilgiye gerek duymaz.

2) Etkencilik. Yani aktivist yaklaşım. Zihin böyle bir şeydir. Zihin dış dünya üzerine bilgi üretirken; hem önsel bilgiler, hem de nesnel bilgiler vermeye zorlayan belirli kalıplara sahiptir. Bu yaklaşımın bir tutucu; bir de devrimci versiyonu vardır.



a. Tutucu (muhafazakar) etkenciler: Tutucu etkenciler. Dünyaya bazı beklentilerle geldiğimizi, dünyayı kendi dünyamıza dönüştürdüğümüzü, kendi dünyamızın hapishanesinde yaşamak zorunda olduğumuzu söylerler. Bu tutucu(muhafazakar) etkenciler arasında  

-“Karamsar Kantçılara” göre bu hapishane yüzünden gerçek dünya hiçbir zaman bilinmeyecektir.

-“İyimser Kantçılara” göre Tanrı kavramsal çerçevemizi dünya ile uyumlu bir biçimde yaşayabilmemiz için yaratmıştır.

b. Devrimci etkenciler: Bunlara göre hapishaneleri biz yarattığımıza göre onları da yıkabilmemiz mümkündür.

Bu yaklaşımda; fenomen (somut, algılanabilir) dünyamızı bilmede temelde üç tür bilgi söz konusudur.

1)      Önsel: Deneyden önce var olan bilgi.

2) Sonsal: Deneyden sonra oluşan sentetik bilgi.

3)      Önsel sentetik bilgi: Matematiksel bilgileri içeren bilgi.

 

V.2.3 Yeni pozitivizmin (Mach ilkesi): Fizikçi ve Felsefeci Ernst Mach (1838-1916) yeni pozitivizmin babası olarak bilinir. Mantıksal pozitivistlerin “Mutlak Uzay ve Mutlak Zaman” doğrusallık ayırımına itiraz etmiştir. Ve Einstein da bu fizikçinin felsefesinden çok etkilenmiştir. Filozof Mach’a göre de bütün bilgilerde önsel unsur bulunur. Nesneler ile ilgili bilgi oluşurken, olgulara dayanmayan, deneysel olarak doğrulanmayan tüm bilgilerin ayıklanması gerekir (Mach ilkesi). Bu ilke açıkça şunu söylüyor: Bir şeye “bilgi” diyebilmemiz için en başta bu bilginin kaynağının gözlemlenmesi, bizim bunun farkına varmış olmamız, dokunmamız lazımdır. Eğer biz bu bilgiyi böyle bir gözlemsel bir sonuçla elde edemiyorsak, yani hiçlikten çıkana bilgi denemez diyordu Mach. Yani onlara itibar edilmemelidir. Güvenilmemelidir. Ancak bu şekilde olan bilgilerin pozitif bilgiler olabileceğini pozitif düşüncenin temelleri olabileceklerini ve bilimin ancak bu bilgilerle gelişebileceğini söyler. Magnetik monopole hikayesi burada tam yerine oturuyor. Mach düşüncelerinden dolayı, atom fikrine sıcak bakmamıştır. Einstein ve kuantum fiziğinin babası Max Plank onun bu duruşundan etkilenmiştir. “Beşinci Boyut” fikrini ilk defa ortaya atandır. Bu fikir ölümsüzlüğe inanan felsefelere ve tarikatlara cesaret vermiştir.

 

 

GÜNLÜK VI



Karl Popper: Yanlışlanmacılık ve Eleştirel Akılcılık

VI.1 Geçen ders mantıksal pozitivistlerin “Doğrulanabilirlik İlkesi” ve “Karşılaşım Kuralı” üzerinde durmuştuk. Bu derste indirgemeci düşüncenin “doğrulama” ilkesinin tek bilimsel ölçüt olmadığını savunan ve bu ilkenin özellikle sosyal bilimleri sorgulayıcı dayatmasına karşı çıkan, “anti-doğrulamacılık” diyebileceğimiz, “Yanlışlamacılık” ilkesi üzerinde duracağız. Bu felsefenin öncüsü olan Karl Popper (1902 – 1994) Viyana Üniversitesi’ndendi ama Viyana Çevresi ekolüne üye değildi. Onların özellikle doğrulanamayan metafizik önermelerine karşı çıkıyordu. Bu felsefe üzerine 1945’de yazdığı kitapla da ünlü olmuştu ve etrafında kendisini takip eden bir kitle oluşturmuştu. Kitabın adı: “Açık Toplum ve Düşmanları”. Bazlarına göre bu kitap “Anti-komünist başyapıttır. (Yaşamı ve felsefesi ile ilgili geniş bilgiye wikipedia sayfalarından erişebilirsiniz). Popper bilimin sağlıklı gelişmesi için yanlışların ayıklanması gerektiğini savunan, rasyonalist, pozitivist, ilerlemeci ve doğrulamacı, bilim anlayışını eleştirir. Akılcıları (usçuları-rasyonalistleri) ve deneycileri uzlaştıran bir yöntem olan tümevarımın ve tümden gelimin imkansızlıklar içerdiğini savunur. Gördüğünüz gibi Karl Popper, bu durumsallık çözümlemesiyle pozitivistlerin en önemli yöntemi olan tümevarımı, özellikle sosyal bilimler için kabul etmez. “Bir bireyin psikolojik hastalığına bakarak diğer bireylerin psikolojik hastalığı ile ilgili bilgi üretmenin doğru olmayacağını” söyler. Duruma göre uygun hareket etmekle o durumun bir çözümlemesi olduğunu, bunu genelleştiremeyeceğimizi” söyler. Çünkü felsefesine göre “bir durum ancak kendi koşulları için geçerlidir. “Bir hipotezi bilimsel kılan ölçüt, o hipotezin yanlışlanma olanağının bulunmasıdır. Bilimle bilim olmayanın arasındaki ana sınırı yanlışlanabirlik çizer.” Bilimin ruhu, özeleştiridir diyen Popper’in “açık toplum düşmanı” dedikleri, Viyana Çevresidir. Pozitivistlerdir. Bu nedenle düşüncelerine ve felsefesine özellikle bilimsel sosyalistler, “Anti-komünist” diye çok saldırmışlardır. Popper adı ilk postmodernist felsefeciler arasında da geçer.

Popper’in “Siyah Kuğu” problemi ilginçtir. Yani “bir beyaz kuğu var. Gördüm. Sonra 100 tane beyaz kuğu toplayıp bunun yanına getirdim. 101 oldular. Bunların hepsinin de beyaz olduğunu gördüm. O halde tüm kuğular beyazdır." Bu şekilde bir sonuca varmanın sağlıklı olmadığını söyler Popper. Çünkü bir gün bir siyah kuğu ile karşılaşırsak, bütün kuğuların beyaz olduğunu kabul ederek yaptığımız bütün çalışmalar çökecektir. Yalnız bu bilgiler değil, bütün kuğuların beyaz olduğunu düşünerek diğer kuşlar için geliştirdiğimiz kuramlar da yanlışlanacaktır. Bu yüzden “bu şekilde bilimsel bilginin gelişmesi sağlıklı değildir” der. Halbuki yanlışlanabilirlik ile bunun ortadan kalkacağını söyler. “Doğrulanabilirlik ölçütü yerine, yanlışlanabilirlik ölçütü konulmalı” der. “Siyah kuğunun olmadığını kanıtlamaya çalışmak bütün kuğular beyazdır doğrulamacılığından daha sağlıklı bilimsel gelişmeye neden olacaktır” der.

 

Popper’e göre bilim, doğru ile özdeş değildir. “Hem Newton, hem de Einstein kuramlarını bilimsel kabul ediyorsak; bunların aynı anda doğru olması mümkün değildir” der Popper. Bir teorinin reddi ile ancak yenir teori ortaya atılabilir. Örneğin bugün CERN’de yapılan deneyler doğrulanabilirlik deneyleridir. Bu deneyler geçen bölümde tablosunu verdiğimiz “standart model” denilen atom altı dünyanın teorisini eksiklerinden arındırmak için yapılmaktadır. Maddenin oluşmasını açıklama da yetersiz kalan modele Higgs parçacığı (Tanrı Parçacığı) dışarıdan eklenmiştir. Deneyle şimdi bu parçacığın varlığını doğrulamaya çalışılmaktadır. Karl Popper felsefesine göre bu doğrulanmanın bilimin gelişmesine sağlıklı bir katkısı olamayacaktır.



 

Şimdi, Ömer Demir’in kitabından Karl Popper düşüncesinin eleştirisel yaklaşımlarını ele alalım.

1)      Bir teorinin bilimselliğini, yanlışlamaya karşı olan duyarlılığı belirler.

2)      Bir teori çürütülmeyle karşılaştığında onu korumak yerine, yanlışlamaya karşı daha dayanıklı bir hale getirmeliyiz.

3)      Yeni bir teori kabul görebilmek için önceki teorilerine daha fazla deneysel içerik taşımalıdır.

4)      Kabul edilebilir yeni bir teori, yerini aldığı teorilerin tüm başarılarını açıklayabilmelidir.

Burada kuantum fiziğini örnek olarak verebiliriz. Kuantum fiziği kendini kabul ettirebilmek için ilk önce deneysel olarak bilinen ve klasik Bohr atom modeliyle de hesaplanabilen Hidrojen atomu enerjisi hesabında başarılı olmuştur. Eğer bu olmasaydı, o zaman biz kuantum fiziğinin yeni söylediklerinin hiçbirini ciddiye almamamız gerekecekti. Ayrıca kuantum mekaniğinin, klasik mekaniğin uzlaştığı pertürbasyon çözüm tekniğiyle de uzlaştığı, deneysel olarak bilinen Helyum atomunun enerjisini hesaplamasında kanıtlanmıştır. Sahip olduğu bu özellikleriyle kuantum fiziği, yasa olmasa da kabul edilebilir, inanılır bir teori olmuştur.

 

5)      Teoriler daima mümkün olduğu kadar katı bir şekilde test edilmelidir.



6)      Deneysel olarak çürütülen herhangi bir teori reddedilmelidir.

Burada mesela büyük patlama modelini konuşulabiliriz. Çünkü “Big Bang” modeli bazı gözlemlerle (evrende her şeyin birbirinden kaçıyor olması gibi) büyük patlama teorisini desteklemektedir. Ama hala bazı olayları açıklayamamaktadır. Eğer onu çürüten bir gözlemle karşılaşsaydık (bir galaksinin bizim galaksiye yaklaşması gibi), o zaman büyük patlama teorisini reddedebilirdik. Ama böyle bir gözlem olmadıkça modeli destekleyen çalışmalar yapılacaktır. Ancak karanlık madde problemi tamamıyla anlaşılmadığı müddetçe, evrenin hiçlikten çıktığını iddia edenlere kulak asmasak da büyük patlama teorisine karşı hep kuşkulu olacağız. Ama “Merih’te hayat vardır,” önermesinde çürütme veya doğrulama belirsizdir. Bu belirsizliği zaman ortadan kaldıracaktır.

7)      Çürütülen bir teori sonradan tekrar diriltilmemelidir.

8)      Çelişkili bir teori kabul edilemez.

9)      Kullandığımız aksiyomları minimize etmeliyiz. Yani en az sayıya indirgemeliyiz.

10)  Her yeni teori bağımsız olarak sınanabilmelidir.

Karl Popper, sosyal bilimlerde yegâne açıklama yöntemi olarak durumsal çözümlemeyi önermiştir. Durumsal çözümlemenin iki temel özelliği vardır:

1)      Bireyselcilik ilkesi. Bu somut psikolojik deneyimlerdir.

2)      Rasyonellik ilkesi. Bu duruma uygun hareket etmektir. Ama bunlar evrensel özellik taşımaz.

Karl Popper’in getirdiği bu düşünceden esinlenerek, gerçekliğin olgulardan ibaret olduğunu söyleyen, gerçekliğin bu olguların bir tasarımı olduğunu söyleyen felsefeciler de ortaya çıkmıştır. Onlara göre tasarımlar arasında ortak olan mantıktır. Bu yapılaşmada ortak olan dildir. Bu nedenle dil, bu dünyanın bir resmidir ve dilin sınırları dünyanın sınırlarıdır.



 

GÜNLÜK VII

Thomas Kuhn ve Paradigma

VII.1 Giriş: Paradigmayı anlayabilmemiz için daha önceden çok sık vurguladığımız ama üzerinde durmadığımız bazı terimlere burada kısa da olsa açıklama getirmeliyiz. Örneğin Olgu nedir? “Evrende mevcut olan ve olup biten her şey” diye tanımlanıyor Ömer Demir, Bilim Felsefesi kitabında ve elektron örneğini vererek, Olgu’yu “gözlenebilir olan” ile sınırlamanın da doğru olamayacağını ekliyor. Elektron bir “Olgu” olarak kendini doğrudan bize göstermese de J.J Thomson’un deneyi (gözlem) bize elektronun var olduğunu telkin ediyor. Bunu Higgs parçacığı “olgusu” ile güncelleyebiliriz. CERN’deki deneyinde alınan data (veri) sonuçları (ölçme sonuçları) onun var olduğunu bize söylüyor. Ömer Demir bilimdeki bu tür olguları, “Gözlenebilir ya da algısal olgu”dan ayırıyor, bunlara “Hipotetik ya da çıkarımsal olgu” diyor. Olguların deneysel genellemelerle nasıl oluştuklarını saptamaya betimleme, olgunun oluş nedenlerini göstermeye de açıklama diyor. Bir de ispatçılıkta tümden gelim ve tüme varım yöntemleri dışında kalan Retrodüksiyon olarak adlandırılan bir çıkarımı (analiz) yöntemi vardır. Retrodükisyon gözlemlerimizi bir araya getiren bir çıkarım biçimidir. Bu yöntem görülenle(rle) (algısal olgu) görülmesi mümkün olması düşünülen (çıkarımsal olgu) arasında ilişkiyi çözümlemektir. Newton kütle çekim kuvvetinin formülünü bu yöntemle yazmıştır. İpin etrafında bir taşın çevrilmesi ile yukarı atılan bir taşın geri dönmesi veya bir elmayı dalından ayıran kuvvetin (F=ma) arasındaki ilişkiyi tasavvur ederek yazmıştır. Yani gözlenenlerini soyut kapsamlı bir formülle genelleştirmiştir. Elektrik yüklerin birbirlerini çekmesi ve itmesi ise (Coulomb Yasası) formülü ise kütle çekiminin bir analojisi sonrası retordüksiyonudur. Yani doğrudan bir Retrodüksiyon çıkarımı değildir. Ayrıca Bohr’un atom modeli de metafor sonrası bir retrodüksiyondur diyebiliriz. Ama molekül yapısı düşüncesi ise bir tümevarımdır. Çekirdek içinde proton ve nötronun olması, protonun içinde kuarkların olması modellenmesi ise bir dedüksiyondur. Felsefecilerin yasa denince ne anladıklarına da bakalım. Yüklerin çekim formülünü yasa yapan (Coulomb Yasası) elektriksel olayların gözlediğimiz farklı durumlarını da açıklamasıdır. Farklı işaretli iki yükün bir birini çekmesi formülünün ortaya atılmasından çok sonra bulunan atom için de bu kuvvetin geçerli olmasıdır. Olgulara ve nesnelere ilişkin bu genelleme özelliğinden dolayı yasa analitik veya mantıksal önermelerden ayrılır. Çünkü onlar ancak kendi içlerinde doğruluk taşır. Kuantum fiziği atom içinde geçerlidir. Ama kuantum fiziğiyle atom dışındaki olayları anlamamızda da sınır yoktur. O yüzden bir yasa değil, bir teoridir. “Her sıvının farklı kaynama noktaları var” dediğimizde bu termodinamiğin bir yasasına karşılık gelir. Sonuçta Yasa, “Tüm deney ve gözlem sonuçlarını doğrulayan olgusal içerikli bir genellemedir” diye tanımlanır. Hipotezi de yasadan ayıran özellik ya tümüyle ya da yeterince doğrulanmamış bir genelleme olmasıdır. Evrenin büyük bir patlama (Big Bang) ile başladığı kabulü bir hipotez değildir. Bir teoridir. Kozmolojik boyutta doğrulanması istenilen bir standart modeldir. Çünkü aynı mikro dünya için geçerli olan kuantum teorisi gibi, yeterince doğrulanması veya genelleştirilmesinin tamamlanması diye bir durumu söz konusu değildir. Bu sınırsızlık Darvin’in teorisi için de geçerlidir.

Yüklə 0,53 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə