1910 ve nihayet Merz 1917/1918 ), bu suların fizikî ve
kimyevî vasıflarını belirterek, boğaz akıntılarının menşe'i
hakkında bir takım faraziyelerin ortaya konmasına
imkân vermiştir ki, bunların müşterek esası, daha fazla
su ile beslenen ve havzası üzerinde daha az tebahhura
mâruz olan Karadeniz sularının satıhtan Marmara 'ya
doğrn akması ve Marmara 'nın derin kısımlarını dolduran
tuzlu ve ağır suların da, hidrostatik tazyik farkı
yüzünden, boğaz oluğunun alt tarafından geçerek,
Karadeniz 'e doğru gitmesi şeklinde hulâsa edilebilir.
Bilhassa A. Merz tarafından yapılmış ölçüler, sühunet
dereceleri, tuzlulukları ve akış cihetleri farklı olan iki
cereyanın ayrılma sathının, cenup medhâlinde su
yüzüne daha yakın (Üsküdar önlerinde —20 m.) iken,
şimale doğru gidildikçe tedricen daha derinlere indiğini.
( orta kısımlarda — 30, 35 m., şimal medhâli
yakınlarında — 45 m. civarında ) meydana koymuştur.
Merz-Möller faraziyesine göre alt akıntı, bir nehir
yatağında imiş gibi boğaz oluğunun dibinden akarak,
Karadeniz 'e kavuşmaktadır ( Alfred Merz-Lotte
Möller, Hydrographische Untersuchungen in Bosporus
und Dardanellen, Berlin, 1928 ). Bu hâdisenin mümkün
olabilmesi için oluk zemininin şimale doğru meyilli
olması icap etmektedir ve müellifler, şimal medhâli
önünde bir eşik bulunmadığını kabul ederek, bu hükme
varmaktadırlar. Son senelerde Ph. Ullyott ve Orhan
İlgaz (1942—1944 ), suyun muhtelif derinliklerde
sühunet ve tuzluluğunu sür'atle tâyin eden elektrikli
iskandil âleti ile sürekli vs
dfö BOĞAZİÇİ.
muntazam müşahedeler yaparak, dikkate değer bâzı
neticeler elde etmişlerdir ki, bunlar daha şimdiden,
Boğaziçi ndeki suların eski cereyan faraziyesini epeyce
değiştirecek mâhiyette görünüyorlar. Bu müşahedeler,
evvelâ boğaz mın-takasında şiddetli şimal rüzgârı estiği
sırada, Karadeniz 'in sathından gelen az tuzlu suların
boğaz oluğunu tamamiyle kaplayarak, alt cereyanı büsbütün
kovduğunu belirtmektedir ki, bu suretle, 60 sene
evvel Makaroif tarafından «Karadeniz seviyesi 80
santimetre daha yükselirse üst cereyanın boğaz dibine
kadar inerek, Marmara 'dan Karadeniz 'e giren suların
tamamiyle kovulacağı" şeklinde ifâde edilen bir
hâdisenin bugün bile, bâzı şartlar altında vukua gelmekte
olduğu anlaşılıyor. Yine bu yeni müşahedeler, sürekli
cenup rüzgârlarının esmesi ile vukua gelen ve orkoz adı
ile tanınan ters akıntının, satıh sularında tuzluluk
nisbetini bir az arttırdığını, fakat alttaki sularda
tuzluluğun, normale nazaran, eksildiğini meydana
koymakta, müellifler bu suretle, suların şiddetli cenup
rüzgârları ile itildiği sırada bile, çok tuzlu suların
Karadeniz 'e giremediğini göstermektedirler. Normal
hava durumuna gelince, mutedil şimal rüzgârı eserken,
boğaz oluğunun satha yakın kısmında, az tuzlu bir su
tabakası, altta ise çok tuzlu sular bulunduğunu ve
aradaki ayrılık sathının şimale doğru meyilli olduğunu
ifâde etmekle, müellifler eski müşahedeleri te'yit
ediyorlar; fakat bu ayrılık sathının, mevcudiyeti
üzerinde B. Darkot 'un İsrarla durmuş olduğu şimal
medhâli eşiği zirvesine varmadığını, binaenaleyh bu eşik
üstünde yalnız az tuzlu Karadeniz sularının bulunduğunu,
yâni normal şartlar dâhilinde, Marmara 'dan gelen
alt cereyan sularının Karadeniz 'e çıkamayacağını ileri
sürmek suretiyle, bütün eski nazariyelerden ayrılıyorlar.
Bu sular, şimal eşiği yakınlarına kadar gelmekle
beraber, „tur-bulence" hâdisesi neticesinde, temas sathı
civarında üst akıntıya karışıp tekrar geriye dönmekte, bu
suretle alt akıntının hacmi şimale doğru tedricen
azalmakta, diğer taraftan, ölçülerin sarih şekilde
gösterdiği vecihle, üst akıntıda tuzluluk nisbeti,
Marmara sularının karışması neticesinde, boğazın şimal
taraflarından cenuba doğru, muntazaman artmaktadır.
Nazarî deliller faraziyenin doğruluğunu desteklediği
gibi, müellifler ayrıca İstanbul 'da Ro-bert Kolej
müessesesinde, 1934 senesinde Boğaziçi 'nin bir modeli
dâhilinde yaptıkları bir tecrübe ile, faraziyelerinin
hidrodinamik imkânlara uyduğunu da göstermişlerdir
(Philip Ullyott >» Orhan İlgaz, istanbul boğazında
araştırmalar, Türk coğrafya dergisi, Ankara, 1943, II,
ve 1944, V).
III. İ s t a n b u l b o ğ a z ı n ı n m e n ş e 'i. İstanbul
boğazının teşekkül tarzı, çok eskiden beri, insan
düşüncesinin takıldığı bir mevzu olmuştur. Bu hususta,
yakın vakte kadar, bir takım efsaneler ileri sürülürken,
daha ilk çağlarda bile, boğazın men'şeini az-çok ilmî bir
şekilde izah etmeği deneyenler olmuştur. Kadîm yunan
müellifleri arasında, Karadeniz 'in şimdiki Hazer denizi
gibi, büyük bir iç deniz iken, sonradan boğazların
açılması ile hârice irtibat kazandığı fikri mevcut idi.
XVIII. asır başında, seyyah Tournefort, eski Karadeniz
gölü sularının hârice taşarak, aşındırma suretiyle, boğaz
oluğunu açtığını tasavvur etmiş, onun müşahedelerine
istinaden Pallas ( 1788 ), boğazın yakın bir devirde akar
suların aşındırması veya menşe'i dahilî bir hâdise ile
açılmış olabileceğini ileri sürmüştür. XIX. asır başında
Dureau de la Maile ( 1807 ), boğazın bu havalide vukua
gelen volkan indifâları neticesinde açıldığını ve şimal
medhâli civarındaki lavların da o sırada meydana çıkmış
olduğunu iddia etmiştir. Bu düşünce, daha sonra P. de
Tchihatcheff (1864) tarafından da tekrar edilmiş olup,
Dostları ilə paylaş: |