Bu çalışmada doğu düşüncesinin öznel olan doğası tanımlanarak; hermetik düşünce



Yüklə 348,09 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə9/10
tarix17.11.2018
ölçüsü348,09 Kb.
#80327
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

621

DOĞU DÜŞÜNCESİNDE HERMETİK RUHSAL SİMYA TECRÜBESİ 

VE HACI BEKTAŞ-I VELÎ’NİN MAKÂLÂTI

korkudan kaynaklı ağlamasını ve titremesini durduran ve suyunun acılığını tatlılığa dö-

nüştüren duanın Hz. İsa’nın duası olduğu belirtilir. Bu noktaya kadar Hz. İsa övülürken, 

dağ içinde bir pir olduğunu bu pirin emelinin Hz. Muhammed’i veya ümmetini görmek 

olduğu ifade edilir. Pir dağın içine bunun için girmiştir. Bunun üzerine Hz. İsa elinde 

kalan son birkaç parça eşyasını da terk eder (Bektâş-ı Velî, 2009, s. 47). Burada iki an-

lam birden vurgulanmaktadır. İlkinde Hz. İsa dağın korkuyla titremesinden ibret almakta 

ancak diğer açıdan ise bir pirin sırf Hz. Muhammed’i görebilmek için daha yaşarken 

dünyayı terk etmesi ve dağın içinde ölümsüzlüğe ulaşması anlatılmaktadır. Dolayısıyla 

Hz. Muhammed’i görebilmek tüm dünya varlığını terke eş değer tutulmaktadır. Üstelik 

bu terki Hz İsa bu ihtiyarın durumunu gördükten sonra yapmıştır. Ancak burada görmekle 

kastedilen Hz. Muhammed’in irfanına kavuşabilmek olduğu açıktır.  Bu durum eserin 

yazıldığı bölgedeki gayrı Müslim unsurlardan Hristiyan olanlara yönelik bir tebliği de 

gerçekleştirmek çabasında olduğunu da göstermektedir.

Hz. İsa’nın duası ile suyun tatlılaşması dağın titremesinin durması bir mucizedir. Bu-

rada açığa çıkan dönüşme mucizesi ruhsal simyanın tüm süreçlerinde de geçerlidir. Ancak 

mucizeden ayrı olarak velâyetteki ruhsal simya aracılığı ile açığa çıkan doğal dönüşüm 

süreçlerine keramet adı verilmektedir. Tasavvufun tecrübesinin insan ruhunda meydana 

getirdiği değişim neticesinde o kişi varlığın metafizik boyutu ile ilişkiye geçmekte, bu 

yüzden bazı olağan üstü haller ortaya çıkmaktadır (Şişman, 2009, s. 17). Hacı Bektaş 

Velî’nin kerametlerini anlatan müstakil bir eser olan Velâyetname, Hacı Bektaş’ın dö-

nüştürme  gücü  olan  keramete  sahip  olduğunu  örnekleri  ile  anlatmaktadır.  Dolayısıyla 

peygamberin meşruiyetini sağlayan mucizeye eş olarak velinin de kerametle meşruiyeti 

ortaya konmaktadır.

Yine başlangıçta Âdemin yaratılması konusunda ilk defa canla tanışan Âdemin rah-

met kelimesini öğrenmesi ve Hz. Muhammed adını arşta okuması vurgulanır (Bektâş-ı 

Velî, 2009, s. 117). Böylelikle insan hem başlangıç olarak hem de döngünün yeniden 

kendisinde zirveye ulaştığı kemal noktası olarak ortaya konmaktadır.

Corbin’in belirttiği alevi/sufi gelenekteki nübüvvete dayalı geleneksel yapının ortaya 

çıkması için gereken Hz. Muhammed’deki ilahî gerçekliğin yansıyacağı mazharı olarak 

Hz. Ali’nin ortaya konması yaklaşımı ise ariflerin hakka vasıl olmaları noktasında zirveyi 

temsil eden Hz. Ali’nin görmediği rabbe ibadet etmeyeceği yüceliği ile belirtilmektedir 

(Bektâş-ı Velî, 2009, s. 102). Bu durum Hz. Ali’nin irfan noktasında en üst zirve oldu-

ğunu anlatmaktadır. Böylece İlahi gerçekliğin açığa çıkışı Hz. Muhammed’in gerçekliği 

ile olurken; Hz. Muhammed’in gerçekliğinin açığa çıkışı da Hz. Ali’nin gerçekliği ile 

olmaktadır. Bu nedenle de ariflik zirvesi kendisindeki ilahi tecelliye arif olan Hz. Ali ile 

tanımlanmaktadır. 

Corbin, Simya biliminin sanılanın aksine günümüz kimyasının tarih öncesi atası ol-

madığını,  aslında  simya  ile  ruhsal  şövalyeliğin bir  koruma  hizmeti  olan  fütüvvet  için 

gerekli kozmik koruma seviyesinin sağlandığını ve simya ile imamet anlayışı arasında 

hayati bir ilginin var olduğunu da belirtmektedir (Corbin, 1993, s. 331). Bireyin fütüvvet 



622 / Yrd. Doç. Dr. Mustafa Said KURŞUNOĞLU

EKEV AKADEMİ DERGİSİ

alanında kendini aşarak fedakârlıklar ve üstün gayretler ortaya koyabilmesi, bu ruhsal 

kendinden geçişi muhafaza edebilmesi, simyanın bireyin sufi eğitiminde dönüştürülmesi 

olarak uygulanmasında açığa çıkmaktadır da diyebiliriz. Yine Şii/sufi gelenekte imamlık 

derecesine gelen kişilerin varlıklar üzerinde simya gücüne sahip oldukları ve kendilerinin 

de bir tür ruhsal simya sonucu başkalaştıkları anlaşılmaktadır.

Hermetik nebevî geleneğin Hz. Ali’den sonra devam eden silsilesi ise İmam Cafer 

Sadık’tan yapılan rivayet ile belirlenmektedir (Bektâş-ı Velî, 2009, s. 110). Burada Âde-

min yaratılış toprakları, yeryüzündeki süreci, özenle Cafer Sadık’tan başlatılan bir riva-

yetle anlatılmakta ve tekrar tanımanın (marifetin) önemine vurgu yapılarak yine bu sufî 

gelenek ortaya konmaktadır (2009, s. 130).

Hacı Bektaş-ı Velî kendisine kadar gelen bu hermetik nebevî silsileyi böylece vur-

guladıktan sonra kendisi ile kendisinin mazharı olan Seyyid Sadettin’i

27

 hakikat ve ma-



rifete  dair  şiirleri  ile  tanıtmaktadır.  Buna  göre.  “Arifler  sultanı  ve  muhakkikler  aslanı 

o Seyyid Saadettin lütuf ve kereminden birkaç beyit buyurur: Bütün dünya içinde kim 

varlığını hakka teslim ederse, nakdi toplar ve makama ulaşır. Bu sırra eremeyen kendini 

bilmeyen, bu aşkla sarhoş olmayanın ömrü karanlıklar içindedir. Kadim aşk içinde varlık 

- yokluk, dünya - ahret birdir” (Bektâş-ı Velî, 2009, s. 81). Seyyid Sadettin varlığını Hacı 

Bektaş’taki ilahi tecelli sırrına vermiş, ikilikte birliği bulmuştur. Yine Sadettin’in ifadeleri 

ile “Aşk dirliğini alalım / Bu dirlikten kalalım / Ölmez dirlik bulalım / Çünkü can dostlar 

birleşir” denilerek (2009, s. 86); marifet birliğine aşk ile ulaşılması vurgulanmaktadır. 

Hacı Bektaş-ı Velî tarafından aşk ile ulaşılan veya kendisinin ruhsal simya ile ulaştırdığı 

yeni bilinç durumunu tanımlanırken de yine Seyyid Saadettin örneklenmektedir.”Yeryüz

ü etim bedenim / Akarsulardır kanım / Hakikat burcundan doğar / Benim güneşim uyan-

maz” (2009, s. 130). 

Görüldüğü gibi nebevî gelenekte, hermetik biçimle tecrübe edilen ezoterik hakikat 

bilgisi, ruhsal bir simya uygulaması ile açığa çıkarılmakta ve Saadettin örneğinde başlan-

gıçtaki kamil insandaki öze sonunda ulaşma bir bakıma belgelenmektedir. İşte bu işlev-

selliğinden dolayıdır ki hermetik gelenek içerisinde önemli bir yere sahip olan Simya bi-

limi, Hz. Ali tarafından nübüvvet ilminin kız kardeşi olarak değerlendirilmekte ve simya 

ilminin peygamberlik yolu ile ulaşmış bir bilgi olduğu ifade edilmektedir (Corbin, 1962, 

s. 332). Corbin’in naklettiği Hz. Ali’ye ait olduğu iddia edilen söz, simyacılar arasında 

kullanılmaktadır. Ibn Umail de aynı sözü naklederek; halife makamında olan hz. Ali’nin 

otorite olarak bu sözü söylediğine değinmektedir (Ibn Umail: 2003, s.97). Burada Hz. 

Ali’nin simyayı nübüvvetin kız kardeşi olarak tanımlaması İslam tasavvufunda kadına 

verilen önemi göstermektedir. Simya gibi tamamen özel bir çaba gerektiren bir bilim 

27) Seyyid Saadettin adıyla ifade edilen kişi Yunus Emre’nin de yakın takipçilerinden olan ve aynı ağız-

la şiirlerini söyleyen, Said Emre ya da Hacı Bektaş’ın 18 yıl kendisine hizmet etmiş halifesi, Hacı 

Bektaş’tan sonra da Hacım sultana bağlanmış medrese hocası Molla Saadettin efendidir. Mustafa 

Alkan, Germiyan İlinde Bir Sûfi: Said Emre, Hacı Bektaş-ı Velî Dergisi, Sayı 38, Ankara, 2006, s.2-

3. 



Yüklə 348,09 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə