Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
49
W
ittgenstein ile Russell ara-
sında geçen bir diyalogla
başlayacağım. Wittgenste-
in 1911 ile 1914 arasında Cambrid-
ge’de Russell’ın öğrencisi olmuştur.
Yanında bulunduğu ilk sömestrin so-
nunda Wittgenstein Russell’ın odası-
na gidiyor ve ona şöyle diyor: “
Bana
”, “
” diye yanıtlıyor Russell. Bunun
üzerine Wittgenstein, “
” diyor. Sonra Rus-
sell ona bir şeyler yazıp, daha sonra
gelmesini salık veriyor. Wittgenste-
in’ın yıl içerisinde yazıp getirdiği el
yazmasının ilk cümlesini okuduğun-
da Russell şöyle diyor: “
” (Hadot,
2011, s.45) Russell’ın ilk cümleden
anladığı şey Wittgenstein’ın dehâsı-
dır kuşkusuz. Wittgenstein hemen he-
men her cümlesinde bu dehâsını belli
eder. Bir dehânın dünyasına nüfuz
etmek zordur. Wittgenstein I. Dünya
Savaşı sonrasında Russell’a yazdığı
bir mektupta Russell’ın
’un
asıl anlamını hiç anlamadığını söylü-
yor. Yani Russell gerçi daha ilk cüm-
lelerinden Wittgenstein’ın bir dehâ
olduğunu anlamış ama onun yazdığı
kitabın asıl anlamını anlamamıştır.
Burada ben kuşkusuz Wittgenstein’ı
“doğru” anladığımı iddia edecek de-
ğilim. Yalnızca onun yazdıklarından
ve onun hakkında yazan kimi yorum-
culardan hareketle çeşitli bağlantılar
kuracağım.
Başlıkta yer alan sözcükler –sınır,
sessizlik ve felsefe- keyfi bir biçimde
yan yana dizilmedi. Bu üç sözcüğün
Wittgenstein’ın felsefesinde birbirle-
riyle bağlantılı, birbirlerini gerektiren
kimi düşüncelere gönderme yaptığını
düşünüyorum. Bu konuşmada önce-
likle onun
dönemindeki
kimi düşüncelerini ele alarak sınır
ve sessizlik arasındaki bağlantıyı or-
taya koymaya çalışacağım ve bunu
yaparken onun Kantçı sınır çizme
düşüncesinin ötesinde Schopenhauer,
Kierkegaard tarzında bir felsefenin
izlerini taşıdığını iddia edeceğim. Bu
açıdan Heidegger’le de bir şekilde
bağlantı kurulabileceğini gösterme-
ye çalışacağım. Daha sonra dil, dün-
ya ve “sınır”a ilişkin düşünceleriyle
bağlantılı felsefe anlayışına kısaca
değineceğim.
Wittgenstein’ın çok fazla okuyan,
felsefe tarihine damgasını vurmuş
birçok filozofu doğrudan kendi me-
tinlerinden okuyan bir filozof olma-
dığı biliniyor. Terry Eagleton “
” adlı makale-
sinde, kendine özgü ironik tarzıyla,
Wittgenstein’ın klasik felsefe konu-
sundaki bilgisizliğine vurgu yapıyor:
“
” (Eagleton 1990:
46). Wittgenstein’ın Aristoteles, He-
* Bu metin 3 Şubat 2012 tarihinde Assos’ta düzenlenen Wittgenstein Sempozyumu’nda
sunulmuştur. Alıntı linki: http://viraverita.org/yazilar/sinir-sessizlik-ve-felsefe
** Hacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü (http://cetinturkyilmaz.blogspot.com.tr/)
Sınır, Sessizlik
ve Felsefe
50
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
gel gibi filozofları birinci elden oku-
maması, onun felsefe tarihindeki fi-
lozoflardan bazılarını hiç okumadığı
anlamına gelmez kuşkusuz. Kendisi
etkilendiği kişiler arasında Frege ve
Russell’ın yanında Schopenhauer’i
de saymaktadır (
K.D. s. 134). Augus-
tinus’u, Kant’ı çok iyi okuduğunu da
biliyoruz. Çok erken bir dönemde,
savaş sırasında (1914) Nietzsche’yi
de okumuş ve onun “
” (Wittgenstein, Gizli
Defterler 2006: 196). Ayrıca 1929
yılında Schilck’in yanında Heidegger
ve Kierkegaard’tan bahsetmektedir.
Onun Schlick’in yanında Heidegger
ve Kierkegaard’a ilişkin söylediği
şeyler tam da sınır düşüncesi ile ses-
sizlik arasındaki ilişkiye işaret ediyor.
Doğrudan doğruya benim konuşma-
mın genel temasıyla ilgili olduğu için
daha sonra bu bağlamı aktaracağım.
Ben şimdilik buradan şöyle bir sonuç
çıkarmak istiyorum. Wittgenstein
Augustinus’un, Kant’ın, Schopenha-
uer’in, Kierkegaard’un düşünceleri-
ne, daha sonraları ise Heidegger’in
düşüncelerine aşinaydı ve bu onu do-
laylı ya da dolaysız bir şekilde mis-
tisizmin uzun geleneğine bağlıyordu.
Bu bazı Wittgenstein yorumcuları ta-
rafından açık bir biçimde ifade edil-
miştir. G.E.M. Anscombe
dönemindeki Wittgenstein’ın üze-
rindeki Schopenhauer etkisine dikkat
çeker (Anscombe, 1965, s.168-169).
Pierre Hadot ise söylenemez olan
çerçevesinde Wittgenstein’ın Yeni
Platoncu Damascius ile Silesius gibi
mistiklerle bağlantısına vurgu yap-
maktadır (Hadot, 2011, s. 23 ve s.42).
Öyleyse şimdi Schopenhauer ve
Kierkegaard gibi filozoflarla bağlantı
kurulabilecek yönlerin ve mistik ge-
lenekle ilişkilendirilebilecek düşün-
celerin Wittgenstein’ın felsefesinde
nasıl ortaya çıktığını görebilmek
için onun
(
)
ile
dönemindeki düşünce-
ler üzerinde yoğunlaşmanın zamanı
geldi. Burada herkesin çok iyi bildi-
ği bazı şeyleri tekrar söylemek daha
sonra kurulacak bağlantılar açısından
bana zorunlu görünüyor.
Wittgenstein
’a yazdığı Ön-
söz’de, kitabın felsefe sorunlarının
soru olarak ortaya çıkmalarının nede-
ninin dilin mantığının yanlış anlaşıl-
masına dayandığını ve kitabın bütün
anlamının şu şekilde dile getirilebi-
leceğini söylüyor: “
”
( , Önsöz). Zaten, çok iyi bilindi-
ği gibi, felsefe tarihinin tartışmasız
başyapıtlarından biri olan bu kısa
kitap yine aynı şekilde son buluyor:
Üzerine konuşulamayan konusunda
susmalı ( , 7). Öyleyse bizim neyin
üzerine (
) konuşulamayacağını
sorma hakkımız vardır. Wittgenste-
in’da üzerine konuşulamayacak olan
şey söylenemez olandır (
).
Felsefe ona göre söylenebilir olanı
açıkça ortaya koyarak söylenemez
olanı imleyecektir (
bedeuten) (T,
4.115). Bu noktada Wittgenstein’ın
düşüncesi Kant’ın eleştiri (
kritik) dü-
şüncesiyle buluşur. Kant da, bilindiği
gibi, aklın kaynak, kapsam ve sınır-
larını göstererek,
alanda
nesnel geçerliği gösterilemeyecek
olan,
bir alan açıyordu.
Kant’ın eleştiri felsefesi böylece bir
sınır çizme etkinliğine dönüşüyor-
du. Wittgenstein da
un
Önsöz’ünde böylesi bir sınır çizme-
den bahsetmektedir: “
:
“Sınır, öyleyse, yalnızca dilin içinde
çizilebilecektir ve sınırın ötesinde ka-
lan da, düpedüz saçma [
] ola-
caktır” ( , Önsöz). Bu “saçma”nın ne
anlama geldiği ancak sınır düşünce-
sini biraz daha iyi anladığımızda ve
bununla bağlantılı olarak da dil-dün-
ya-ve özne
ilişkisini ortaya koyduğu-
muzda açıklık kazanacaktır.
Bilindiği gibi, Wittgenstein’ın
’daki dil anlayışını belirleyen
temel düşünce,
ile
arasında
tam bir örtüşme, karşılık gelme ilişki-
sinin olduğu düşüncesidir. Dilin man-
tıksal temel öğeleri ile dünyanın man-
tıksal temel öğeleri arasında, yani ad
ile nesne, temel önerme (
/tümce)
ile olgu bağlamı (
), öner-
me ile olgu (
) arasında bir
karşılık gelme ilişkisi vardır. Örneğin
bu dönemdeki dil anlayışına göre,
” ( , 3.203).
Bu dil-dünya bağlantısı gereği dil
dünyayı tasarlar (resmeder). Tasarı-
mın/Resmin (
) ortaya koyduğu
şey ise onun anlamıdır (
). Dola-
yısıyla anlamlı önermeler, tümceler
yoluyla nesneler arasındaki ilişkiler,
nesne durumları, olgu bağlamları
ortaya konur. Bütünüyle dil içinde
söylenenler, dünya içinde olanlara
denk gelir. Ama
hem bütününde dilin
hem de bütününde dünyanın anlamı,
“anlamlı tümceler” yoluyla ortaya
konamaz. Gerçeklik (
) denen
şey, önermeler yoluyla dile getirilir.
Anlamlı önermelerin toplamı yoluyla
da olgular (dünya olguların toplamı-
dır) betimlenir. Bir bütün olarak
” ( , 6.41). Wittgenstein’a göre
bu anlam
, ancak
.
Daha önce de söylediğimiz gibi,
Wittgenstein’ın felsefe anlayışının
(Kantçı düşünceye uygun olarak) bir
etkinliği olarak ortaya çı-
kar. Felsefe söylenebilir olanı açıkça
ortaya koyarak, söylenemez olanı im-
leyecek ( , 4.115), yani dünyaya dil
yoluyla sınır çizerek (“
dünyamın sınırlarıdır”) ( , 5.6),
dünyanın kendi dışında olan anlamı-
na işaret edecektir.
Bu dönemdeki dil
anlayışı gereği, öyleyse, anlam
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni