74
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
şöyle verilebilir:
N, C ve T kendini içermeyen küme-
ler olsun. Kendini içermeyen böyle
kümelere “normal küme” diyelim.
Örneğin doğal sayılar kümesi, N, nor-
mal bir kümedir. Çünkü N = (0, 1, 2,
3, 4…..) diye devam eden sonsuz bir
küme olduğundan kendini içermez
(!).
Buna karşın her şeyin kümesi olan
evrensel küme, E, kendini de içermek
durumunda olduğundan “anormal”
kümedir.
R = (N, C, T)
ifadesi, kendini içermeyen kümelerin
kümesi olarak R’yi özdeşliğin diğer
tarafındaki (N, C, T) üzerinden ta-
nımlamış olur. (N, C, T) ifadesi, öz-
deşliğin sol tarafındaki R’nin yüklemi
(
) haline gelir. Eğer R küme-
si tıpkı N, C ve T gibi kendini içer-
meyen normal bir kümeyse (R’nin
tüm normal kümeleri içermesi gerek-
tiğinden) özdeşliğin sağında, parantez
içinde de yer almalıdır. Bu durumun
yalın matematiksel ifadesi şöyle olur-
du:
R= (N, C, T, R)
Buradan da görüleceği üzere kendini
içermeyen kümelerin kümesi olan R,
normal bir kümeyse eşitliğin sağın-
daki N, C ve T kümelerinin yanında
yerini almalıdır. Fakat bu durumda da
R kümesi kendini içeren anormal bir
kümeye dönüşür ve kendi tanımıyla
bir paradoks oluşturur. Eğer kendini
içermiyorsa ifade ilk notasyona ben-
zer:
R = (N, C, T)
Bu durumda da kendini içermeyen R
kümesi, tanımı gereği kendini içer-
meyen bütün kümelerin kümesi ol-
duğundan özdeşliğin sağında yerini
almak zorunda kalır ve –yukarıda
belirttiğimiz üzere- yeniden bizi bir
paradoksa götürür.
Herhangi bir özdeşliğin sol kanadı,
sağ kanadından farklı bir gerçekliğe
göndermede bulunur mu? Bir şeyin
tanımı ve yüklemi (özdeşliğin sağ ta-
rafı), o şeyin kendisi midir? İki şeyi
birbirinden ayıran sınır iki şeye bir-
den mi aittir, yoksa iki şeyden de ayrı
mıdır?
Her kümenin alt kümelerinden biri
o kümenin kendisidir. Hangi küme
olursa olsun, alt kümelerinden biri
olarak kendini içermesi, o kümedeki
iç içeliği (fihi mafih) anlatır. A = (1,
2) gibi bir küme her şeyden önce ba-
sit bir yerine koyma işlemiyle A = A
gibi yalın bir özdeşliği bize verir ve
bu bir aksiyomdur. Aksiyomlar dizi-
lerin doğruluğunun kaynağı olduğun-
dan tözseldir. Gödel’in aşağıda daha
ayrıntılı olarak gösterilecek olan “ek-
siklik teoremi”, dizge yeterince ge-
liştirildiğinde, bu tür özdeşliklerden
oluşan bir dizgenin dahi kaçınılmaz
olarak paradoksal bir hal alacağını
söyler.
Bir analitikçi olarak Russell’ın ken-
disini kateden ve tanımında kendi-
ne gönderge (
) taşıyan
dizgelere karşı yürüttüğü mücadele,
halefi Wittgenstein’ın
’da
«üzerinde konuşulamayan konuda
susmalı» deyişiyle felsefi destek bu-
lur. Yüklemlemeyen tözsellikler (
) analitikçilerin düşünme
alanlarının sınırını oluşturur.
Bir şeyin kendinden söz etmesi onun
kimliğini gösterir ve bu nitelik ya-
pay zekâ tartışmalarına da kapı açar.
Kimlik dizgeye belirlenim kazandırır
ve onu özne kılar. Tam belirli özne-
ler, yani yüklemlemeyen tözler, tüm
anlak soyutlamaları, bu halleriyle
formel analizin konusu olamazlar, bi-
lakis bu tür bir analizin sınırını oluş-
tururlar.
Aristoteles tözü birincil ve ikincil ol-
mak üzere ikiye ayırır. Birincil tözler,
bireysel-belirli şeylerdir: şu adam, bu
kedi, bu kalem vb. İkincil tözler ise
geneller veya tümellerdir (
-
) ki bunlar yüklemlenebildikleri
(
) gibi birincil tözlerin ak-
sine şeyleri kendilerine yükleyebilir-
ler de. Bu özellikleriyle beş yüklem-
den (
-mahmulat) -tanım,
cins, ayrım, özellik ve ilinek- fayda-
lanırlar.
Aristo’nun yukarıdaki taksinomisine
göre tekil ve bireysel olan, soyutlan-
mışlığı ve yalıtılmışlığı içinde kendi-
sinden başka bir şeyden haber vere-
mez. Bu aşırı soyutlanmışlık, tekille-
rin töz olarak ele alınmalarını gerek-
tirir. Aşırı belirlenmişliği içinde, salt
kendine apaçık kılınmışlığıyla tekil
ve bireysel olanın bir başka şeyin ko-
nusu olması mümkün değildir; ancak
diğer beş yüklem (
) tekil
olandan haber verebilir. Tekil olanın
dünya ile ilişkisi tek yanlı bir ilişkidir.
Yüklem alır ama kendisi yüklem ola-
rak konumlanmaz. Cinsler (geneller
veya tümeller) ise hem yüklemleye-
bilir hem de yüklemlenebilirler. Hem
alırlar hem verirler. Yüklemleyebilir
oluşları, yani diğer yüklem türlerini
kendilerini tanımlarken kullanabilme-
leri ya da başka bir ifadeyle kendileri-
ni ancak yüklemler üzerinden tanım-
layabilmeleri, onları ikincil dereceden
tözler kılar.
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
75
Kant’ta deneyimlerin birliği otomatik
olarak kendiliğe işaret eder. Ancak
kendilik hala kategorilerin belirleyi-
ciliği altındadır. “Tamalgının Aşkın-
sal Birliği” (
) tüm deneyimlere eşlik
eden bir birlik ilkesi olduğu halde
kendisi de deneyimin bir nesnesidir
ve bu anlamıyla kategoriler tarafın-
dan yerleştirilmiş (
) olarak
bulunur. Ancak Kant’ta kategoriler
hâlâ belirlenimsiz tözsellikler olarak
birbirlerinin dışında ve eklektik ola-
rak yer alır.
Hegel ise anlak soyutlamalarından
hareketle tekilliklere tözsellik atfet-
mektense, onları, düşüncenin hareketi
ile açıklar. Buna göre düşünce, de-
vingen bir sentezi (basitçe bir araya
toplanmış olma durumunu) kavram-
sal birlik içine yerleştirir ve buradan
hareketine devam ederek bir yandan
yalıtkan bir evrenselliğe, öte yandan
yalıtılmış olan üzerinden düşüncenin
göndergede bulunabileceği tekillikle-
re doğru açılır. Houlgate ve Baur’un
söyledikleri önemlidir:
“Fakat tanımlama ve belirleme süre-
ci daha da ileri gider; dönüşte ise her
(tikel) tümel, kendi kurucu bileşenle-
ri olan türleri teşhis ederek daha tam
biçimde tanımlanabilir. Düşünce, bu
türden kavramların barındırdığı tortul
haldeki genellikten kaçıp kurtulmak
için, tekil ve bireysel olana gönder-
mede bulunarak onu tamamıyla belir-
li kılma arayışına girer. Kendi genel-
leyici karaketerini iptal eder ve kendi
ötesini işaret eden ve tam anlamıyla
göndergesel (
) olan edime
doğru çekilir. Bu durumda kavrama
edimi, diyalektik bir biçimde,
. Bu hare-
ket sırasında, tüm evrensel düşünce
geride bırakılır ve giderek nesneye
daha da soyut bir karakter kazandırı-
lır. Evrenseller kadar tekiller de, salt
düşünmenin devingenliğinden soyut-
lanarak, sabitlenmiş ve belirlenmiş
olur; her biri, garip bir biçimde, basit
bir gönderge nesnesi haline gelir.”
3
Bu alıntıda “Kendi ötekisi olan karşı-
tına doğru hareket eden kavrama veya
düşünme edimi” bizi figür ve arka
plan ilişkisini yeniden ele almaya iter.
Figür şeydir; onun karşıtı ise onun bir
tekillik olarak ortaya çıkmasını sağ-
layan tüm bir ilişkiler ve hatta “iliş-
memeler” bütünüdür. Bu ise arka plan
olarak kavramsallaştırılabilir.
Hegel, Kant’ın aksine, duyusal özel-
liklerin “kavram”da kaldırıldığını, bu
anlamıyla nesnelerin zorunlu yanları-
nın bilince konu edildiklerini ve tüm
olumsalllıklarından
boşandıklarını
belirtir. Ona göre duyusal görünüşler
özün açığa çıkışlarıdır ve Öz bunların
kaydından kurtulduğunda Kavram
olarak belirmiş olur.
“Kavram kimliğin birliğidir ya da
kendiyle ilişki ve belirliliktir; bu da
kavramın minimal bir evrensellik
niteliği olduğunu ima eder. Dahası,
belirliliği de içermesi kavramın ti-
kelliğine işaret eder. Nihayet tekilin
elde edilmesi; hem kavramın kendi
belirliliğinde kendiyle özdeş kaldığı
─zorunluluk karşısında özgürlüğün
yapısı- hem de aynı anda kavramın
yitimi ve yeni hüküm (yargı) alanla-
rının elde edilmesi anlamına gelir.”
4
Sınır, bir yordam (
) aracı-
lığıyla açılan ve yayılan yeterince
karmaşık dizge veya nesnelerin uç
durumunu ifade eder. Aristo’nun de-
yimiyle sınır, «kendisinden sonra o
nesneye ait hiçbir şeyin olmadığı ve
kendisinden önceki her şeyin nes-
nenin sürekliliğine dahil olduğu uç
noktaların birliğidir. » Uç, sonsuzluğu
içindeki sondur ya da sonluluk olarak
belirlenim kazanmışların sürekliliği
olarak sonsuzluktur. Bu anlamıyla
sınır «kavram»dan başka bir şey de-
ğildir.
Sınır; evrenselden tikele, tikelden te-
kile, tekilden somut evrensele geçişin
her defasında farklı bir nitelik kazanır.
Sınırın niteliğindeki farklılaşma, dis-
kurun üretildiği zemin (
-evrensel küme) ve bu zemini
oluşturan elemanların nicelenmesi
(
) ile ilgilidir. Dizgenin bir-
liği ve kimliği demek olan sınır, bir
diskur zemininden bir başka diskur
zeminine geçişte nitelik değiştirir. Bu
anlamıyla bir şey bir başka şeye dönü-
şürken tam o dönüşme anında beliren
şey, sınır durumu ifade edecek şekil-
de, dizgeyi birliğe getiren kavramdır.
Bir şeyin bir başka şeye dönüştüğü o
esrarengiz ve cereyanlı anda, «
liğin/sınır durumun» kendini yok-
luk olarak gösterdiği demde, tüm gör-
güllükleri olumsuzlayarak kaldıran
ve şeyleri kaldırılmış olarak kendinde
muhafaza eden kimlik, oradadır.
Hegel’in
’nde gösterdi-
ği şekliyle, diskur zemini olarak Var-
lık momenti alındığında, şeyler basit
bir hareketle bir başka şeye geçmek-
le karakterizedir. Bu karakter veya
nitelik, A = A gibi bir basit özdeşliği
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni
Dostları ilə paylaş: |