Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
79
D
oğmadan önce nereden gel-
diğimizi bilemediğimiz gibi,
öldükten sonrada ne olaca-
ğımızı bilemiyoruz. Doğum ile ölüm
arasındaki boşlukta ise yaşantımız
sınırlanır ve burada ilk sorumluluğu-
muz hayatta kalabilmektir. Hayatta
kalabilmek için ise başka bir canlı
varlığı tüketerek besin zincirinin bi-
rer halkası haline gelip, özgürlük ve
sınırların anlamını, hayatta kalabil-
me, var olabilme isteği ile içgüdüsel
olarak oluşturmuş oluruz.
Evreni incelediğimizde sınırsız ve
sonsuz olduğunu algılayabiliriz. Fakat
evrende bulunan herhangi bir varlığın
kendisi olabilmesi için diğer varlık-
lardan ayrılıp sınırlanması, kendiliği-
nin ayrımını oluşturması gereklidir.
Algıladığımız sınırsızlık kavramı sı-
nırları yani sonsuzun bitimini de kap-
sar. Sınırların ötesine geçildikçe geliş-
me, genişleme, değişim, dönüşüm ile
farklı oluşumlar ortaya çıkar.
Özgürlük alanı ise bu sınırların içinde
kalır. “Özgürlük” hür irâdeyi temsil
eder, içinde bulunduğumuz toplum ve
yaşadığımız evren arasındaki ilişkiyi
anlatır. Bu ilişkiler dengeler halindedir
ve sınırlar aşıldığında dengeler değişir.
Uzaydan dünyaya bakıldığında yaşa-
dığımız mekânların nehirler, dağlar,
okyanuslar ile ayrıldığını görebiliriz.
Bu sınırlar değişik bitki örtülerini,
iklimleri, farklı kültürleri oluşturur.
Fakat nehirlerin okyanuslara dökül-
mesi, okyanusun derinliklerinde kara
parçalarının bir olduğu, dağlarla va-
dilerin birleşmesi ile ayrı gördüğü-
müz her şeyin aslında tam ve bütün
olduğunu algılayabiliriz. Aynı şekilde
sınırlar farklı kültür ve uygarlıklar ya-
ratmış olsa da bu farklılıklar varoluş-
sal açıdan bir diğerinden daha az de-
ğerli değildir ve tüm varlıklar sınırsız
ve sonsuz olan kapsayan bütüne aittir.
Uygarlık ve kültür açısından fark-
lıklarda bireyselliğimizi oluşturan
değerleri sınırlar içerisinde korumak
isteriz. Eğer bu sınırları koruyamaz-
sak birikim oluşturmak ve gelişimi
sağlamak mümkün olmayacaktır.
Peki, özgür birer birey olarak sosyal
açıdan sınırlarımızı nasıl oluşturabi-
leceğiz. Karl Marks’ın tanımında öz-
gür insan; “
.” Yani
özgür insan bireysel gücünü ortak
fayda için harcayan insandır. Daha
da açmak gerekirse birey olarak ken-
di güvenli alanımızda var olmamız
yetmiyor, yaptıklarımızın toplumun
yararına da olması gerekiyor. Tıpkı
batan bir gemide kendi konforlu ka-
maramızda var olamayacağımız gibi.
İnsan bilinci bilgiye ulaşma, bilme
isteği, varlığı, kendini, evreni sor-
gulaması, gerçeği arama ve anlam
arayışları ile aşkınlığa ulaşmayı ve
kendi sınırlarını genişletmeyi sağ-
lar. Dünya tarihine bakıldığında
özbilincin ilerleme süreci aşama
aşama görülebilmektedir. Bilme et-
kinliği ile bilinç bilinmeyene doğru
birer birer basamak oluşturur ve bi-
linmezin ötesine geçmeyi hedefler,
bilinmezlikler aşıldıkça, bir şeyin
sona ermesi ile sınırlar genişlemeye
devam eder ve ilerleme, gelişim mey-
dana gelir. Bilincin bilgiye ulaşması
ve bilgilenme ile özbilinç oluşur. Kişi
kendi varlığı üzerine bilgi sahibi olur.
, Prof. Dr. Be-
dia Akarsu, İnkılap Kitapevi Yayın, 1998,
, Orhan Hançerlioğlu,
Remzi
Kitabevi, 8.Basımw
İslâ
,
Mahmut Kaya, Klasik yayınları, 2003
, 2007/2, c. 6, sayı: 12, ss. 41-58.İslâm
Felsefesinde Mekân ve Boşluk Tasavvu-
runun Kozmolojiye Tatbiki, Şaban Haklı
Sonsuzluğun
Bitimi
Nilgün
Çevik Gürel
Shutterstock.com