96
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
Thurstone’un yaptığı bir araştırmada
öğrenilmiş çaresizliğin ortaya çık-
masında geçmiş yaşantıların ve bir
çocuğun içinde bulunduğu çevrenin
önemli bir rolü olduğu görülmüştür.
Çevreyi kontrol etme olanağı bulama-
yan, etkileşimde bulunduğu kişiler ta-
rafından sürekli kontrol edilen kişile-
rin başarısızlık karşısında daha kolay
öğrenilmiş çaresizlik geliştirdikleri
bulunmuştur (Aydın, 1985; aktaran
Hayalioğlu)
Petermann ve Sauerborn (1989) hem
ihmal edilen hem de şımartılan çocuk-
larda sosyal yönden yetersizlikler gö-
rüldüğünü, sosyal olarak yetersiz-ih-
mal edilen çocukların girişim yeteneği
zayıf, edilgen tepkiler gösterebilecek-
lerini ve bu çocuklarda çaresizlik dav-
ranışlarının görülebileceğini bildir-
mektedirler (Aktaran, Kılıç ve Oral,
2006). Dweck ve Reppucci (1973)
genellikle kızların erkeklerden daha
fazla çaresizlik davranışı gösterdiğini
ve bunun kısmen öğretmenlerin kızlar
ve erkekleri değerlendirmeye yönelik
farklı geribildirimler vermelerine bağ-
lı olabileceği belirtmektedir.
Çaresizlik yaşantısı sonucunda olu-
şan öğrenilmiş çaresizlik durumunda
insanda ortaya çıkan sonuçları Hovar-
doğlu (1986) üç kategoride ele almış-
tır.
1. Güdüsel değişmeler, davranışlarda
gerektiği kadar aktif olamama şeklin-
de ortaya çıkmaktadır. Yani davranış-
larıyla bir sonucu kontrol edemeyece-
ğini öğrenen bireyin güdülenmesinde
bir azalma ortaya çıkmakta ve ileride
benzer durumlarla karşılaştığında so-
nucu kontrol edebilecek davranışları
göstermek için daha az istekli ya da
hevesli (kaçınma, geri çekilme) ol-
maktadır.
2. Bilişsel değişmeler kendisini, kont-
rol algısının zayıflaması ile ortaya
koymaktadır. Yani davranışlarıyla so-
nucu kontrol edemeyeceğini öğrenen
(öğrenilmiş çaresizlik) birey, yeniden
ortaya çıkan bu türden davranışlar
karşısında bir “kontrol edememe”
beklentisi geliştirmektedir. Bu bek-
lenti ise, olayların kontrolü mümkün
olsa bile, bireyin kontrol için gereken
davranış sistematiğini göstermesi ih-
timalini zayıflatmakta ya da ortadan
tamamıyla kaldırmaktadır. Böylece
sonucu kontrol etmek ile ilgili yeni
davranışların öğrenilmesi güçleşmek-
te ya da hiç mümkün olmamaktadır.
3. Heyecansal değişmeler ise bireyin
biyo-fizyolojik faaliyetlerinde ortaya
çıkan değişme ile kendisini göster-
mektedir. Araştırmalara göre davra-
nışlarıyla sonucu kontrol edememe
durumu bireylerde kan basıncında
artma, kalp ritminde hızlanma ve bo-
zulmalara yol açmaktadır. (Cananoğ-
lu, 2011)
Öğrenilmiş çaresizlik, eğitim-öğretim
sürecinde önemli bir etkendir. Çünkü
yapılan çalışmalar bir öğrencinin ba-
şarısı ile öğrenilmiş çaresizlik davra-
nışı arasında yakın bir ilişki olduğu-
nu göstermektedir. Başarısız olan bir
öğrencinin başarısızlık nedenini ken-
disine ilişkin nedenlere yüklenesi ve
ilerde okul başarısı için önceden bir
başarısızlık beklentisi içine girmesi
hayli yüksek olabilir. Öğrenilmiş çare-
sizlik konusunda yapılan araştırmalar,
bu olgunun bireylerde erken yaşlardan
itibaren gelişmeye başladığını, öğre-
nilmiş çaresizlik ile birlikte görülen
“başarısızlık beklentisinin bireyin
yaşamında önemli sonuçlar doğurabi-
leceğini, öğrenilmiş çaresizlik olgusu-
nun devamı halinde bireyde depresif
bozukluklar oluşabileceğini ortaya
koymuştur. (Uzbaş 1998), öğrenilmiş
çaresizliğe özgü açıklama biçimine
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
97
sahip bireylerin diğer insanlara oran-
la depresyona daha yakın bireyler ol-
duğunu ileri sürmektedir. Öğrenilmiş
çaresizlikten kaynaklanabilen depres-
yonun olumsuz sonuçları ise öğrenci-
lerde istenmeyen bir takım davranışlar
halinde görülebilir. (Düzgün, Hayali-
oğlu, 2006).
Uzun süre yoksunluk yaşayan bireyler
kişisel yetersizlik, olumsuz benlik im-
gesi, kendini suçlama, karamsarlık ve
geleceğe ilişkin olumsuz beklentiler
gösterebilmektedir.
Çaresizliğin, insanın fiziksel sağlığını
da olumsuz etkilediği kanıtlanmıştır.
Bununla ilgili ilk çalışmalardan birini
Madelon Visitainer gerçekleştirmiş-
tir. Laboratuarda yaptığı bir deneyde
farelere, tümör oluşturabilecek bir-
kaç hücre yerleştirmiştir. Ancak bu
hücreler, bağışıklık sisteminin nor-
mal şartlar altında karşı durabileceği
hücrelerdir. Ardından iki gruba ay-
rılan farelerden bir grubu çaresizliği
öğretmiştir. Deneyin sonunda hâkim
olma (
) duygusunu geliştiren
farelerden %70’si tümörü reddedebil-
mişken, çaresizliği öğrenen bu oran
%27’de kalmıştır. Dolayısıyla Visinta-
iner bu durumda öğrenilmiş çaresizlik
olan bir psikolojik durumun kansere
yol açabileceğini gösteren ilk kişi ol-
muştur. (Seligman, 2006) daha sonra
yapılan araştırmalar öğrenilmiş çare-
sizliğin bağışıklık sistemini pasifleş-
tirdiği kanıtlamıştır. İyimserlerin daha
sağlıklı olmalarının diğer bir sebebi de
sağlıklarına daha çok dikkat etmeleri
ve gerektiğinde bir doktora danışmayı
ihmal etmemeleridir. Ayrıca başlarına
kötü olaylar gelen insanlar istatistikle-
re göre daha çok hasta olur.
Yaşamda herkesin başına bazı terslik-
ler gelebilir. Kimi insan kendisinin çok
şanssız olduğuna, tüm kötü olayların
kendisini bulduğuna inanmaktadır.
Kimi insan da benzer terslikleri yaşa-
masına rağmen, kendinden ve yaşam-
dan memnun olduğunu ve zorlukları
aşabileceğini ifade etmektedir. İnsan-
ların başlarına gelen terslikleri, kötü
şeyleri kendilerine nasıl açıkladıkla-
rı onların kötümser ve iyimser olma
durumlarında etkili olur. Seligman’a
göre insanın kötümser veya iyimser
olması çaresizlik geliştirmesinde ol-
dukça etkilidir. (Seligman, 2006)
belirleyici özelliği,
kötü olayların uzun bir süre devam
edeceğine, yaptıkları her şeye zarar
vereceğine ve kendi hataları olduğuna
inanma eğilimleridir. Aynı ağır dar-
beyi alan
, yaşadıkları
başarısızlığı tam tersi bir biçimde yo-
rumlar. Yenilginin yalnızca
bir
aksaklık olduğuna ve nedenlerinin
de yalnızca bu
bu-
lunduğuna inanma eğilimindedirler.
İyimserler, yenilginin sadece kendi
: Ko-
şullar, geliştirilmesi gereken beceriler,
şanssızlık ya da diğer insanlar buna
neden olmuştur. Bu gibi insanlar ye-
nilgiden etkilenmezler. Kötü bir du-
rumla karşılaştıkları zaman, onu bir
zorluk olarak görür ve eskisinden
daha çok çaba harcarlar. Pes etmezler.
(Aksoy)
Kötümser insanlar kolay depresyona
girer. Yeteneklerini verimsiz kullanır
ve hayattan yeteri kadar zevk alamaz-
lar. Bir işe başlamaları zordur. Okul
ya da işlerindeki performansları dü-
şüktür. Fiziksel sağlık bile bu durum-
dan çokça olumsuz yönde etkilenir.
Yapılan araştırmalar iyimser kişilerin
okulda ve işyerlerinde kötümserlere
göre daha başarılı olduklarını gösterir.
Ancak kötümserlerin bazı durumlarda
daha gerçekçi oldukları gözlenmiştir.
Bu da hayati tehlikesi olan durumlar-
da avantaj yaratabilir. Seligman çalış-
malarında iyimser insanların okulda
ve işlerinde daha başarılı olduklarını,
göstermiştir.
İyimserler yenilgiler karşısında daha
çabuk ayağa kalkar ve yeniden başla-
yabilir. Kötümserler ise düştüklerinde
depresyona girebilirler. Bu
yon ve devam edebilme güdüsü saye-
sinde iyimserler işlerinde daha başa-
rılı olurlar. Sağlık durumları da daha
iyidir.
Seligman, olumsuzluğun yıkıcığına
karşın olumlu bir tarza sahip olanla-
rın bundan nasıl etkileneceğini araş-
tırmaya koyuldu ve araştırmaları için
iş yaşamında satış alanına yöneldi.
Satış alanı olumsuz tepkilerin, red-
dedilmenin, hayal kırıklıklarının sık
yaşandığı bir dünyaydı. Çalışmanın
sonunda, karşılaştıkları itirazları kalıcı
ve şahıslarına yönelik algılamayıp ge-
çici olduğunu, bunun genel değil (hep
böyle oluyor yaklaşımı) o müşteriye
özel bir durum olduğunu düşünenle-
rin, yani genel olarak iyimser açıkla-
ma tarzına sahip satışçıların daha yük-
sek performans gösterdikleri görüldü.
(Kalit) Seligman, bu bulgular üzerine
Amerika’daki en büyük sigorta şirket-
lerinden biri olan
ile çalışarak
satış temsilcilerinin işe alım süreçle-
rinde adayların iyimserlik özellikleri-
ni belirleyen testler geliştirmiş ve bu
özellikleri yüksek çıkan adayların işe
alınmasıyla satış performansı %50 art-
tırılmıştır. (Seligman, 2006)
Seligman ve Abramson çaresizlik ve
depresyonun ortadan kaldırılmasında
kişilerin başlarına gelen olaylar hak-
kındaki
değiştir-
menin önemi konusunda çalıştılar.
Belli tarzda açıklama yapanların çare-
sizliğe davetiye çıkardıklarına, onlara
bu açıklamaları nasıl değiştirebilecek-
leri öğretildiğinde depresyonu da or-
tadan kaldırılabileceğini düşündüler.
Kimileri başlarına gelen kötü olaylar
hakkında “Hepsi benim yüzümden,
tüm bunlar hiç bitmeyecek ve yatığım
her şeyi etkileyecek” diye düşünürken
bazısı “şartlar buna yol açtı, bir süre
sonra ortadan kalkacak. Zaten hayat-
ta başka şeyler de var.” diye kendile-
rine açıklama yaparlar. Kötü olayları
nasıl açıkladığınız, sadece yenilgiye
uğradığınızda dile getirilen sözcük-
ler değildir. Bu çocukluğunuzda ve
ergenlikte öğrendiğiniz bir düşünme
örüntüsü, alışkanlığıdır. Seligman,
açıklama tarzımızın, doğrudan doğru-
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni
Dostları ilə paylaş: |