Bulten sinir sayisi pdf



Yüklə 182,95 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə55/93
tarix05.03.2018
ölçüsü182,95 Kb.
#30613
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   93

120
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
Edebiyatta
Kaan Demirdöven


Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
121
İtalio
Prolog
“Sen kimsin?”
“Ben herkesim.”
“İşte edebiyat!”
* * *
Ç
ok genel bir ifade taşıyor yazımın başlığı: 
Edebiyatta Sınır. Edebiyatın türleri arasın-
daki  sınırı  mı,  öyküdeki  sınır  mı,  yazarın 
sınırını mı yoksa okurun sınırını mı işaret ettiği ise 
muğlak...
Aslında bu muğlaklığı biraz da korumak istiyorum. 
Çünkü  söz  konusu  ‘sınır’  kavramı  ise  (kavramın 
özü gereği), işimize yarayacağını düşünüyorum bu 
muğlaklığın.  Çünkü  ondaki  bu  belirsizliği, Ador-
nocu bir yolla söyleyecek olursak, olumsuz bir yol, 

’ olarak kullanmak istiyorum. 
Olumsuzun Yolu, tersten okumalara olanak tanıyan 
bir  yoldur,  anlaşılması  istenen  şeyin  ne  olduğunu 
anlatmak  yerine,  ne  olmadığını  anlatarak  konuyu 
aydınlatmaya çalışmaktır. Ortaçağ’da özellikle din 
adamlarının,  Tanrıyı  açıklamak  için  kullandıkları 
bir yöntemdir 
… Bu tür okumalar, filo-
zoflara çok saplı (

 1
 açılımları keşfetmeye 
olanak tanımıştır.
Neticede, 
, kavram olarak belirli ama olgu ola-
rak  kendinde  belirsizdir,  çünkü  tıpkı  kendi  içinde 
sonsuz  kısalıkları  içeren  ‘uzunluk’  kavramı  gibi, 
sınır da kendi içinde sonsuz sınırları barındıran ya 
da bu anlamda sonlu bir sınırsızlıktır. 
Tasarımlarımız bize sınırı görgül olarak verir. Lâ-
kin düşünce devreye girdiğinde, bir şeyin sınırının 
nerede başlayıp nerede bittiği belirsizleşir. Görgül 
malzeme önemsizleşir. 
Edebiyatta  Sınır  dediğimde  de  görgül  anlamda, 
edebiyat türlerin ya da her hangi bir tür içinde bir 
hikâyenin başlayıp bittiği çerçevesi anlaşılır. Oysa 
düşünce nesnesi olarak edebiyatta sınır kavramını 
ele aldığımızda gerek türlerin gerekse eserin içinde 

 (köksap): Bir metnin içinde başka metinlere 
bağ kuran, yazarın bile gözden kaçırdığı iplikçikler.
sınırsız bir alanla karşı karşıya kalırız. 
Her  kavram  bir  diğeri,  her  hikâye  bir  diğeri,  her 
kahraman bir diğeridir. 
Goethe,  kendini  sınırlayabilmektir  der,  özgürlük 
kavramı için. Bu anlamda, özgür edebiyat yapıtları, 
bu muğlaklık içinde kendini sınırlayabilen eserler-
dir diyebiliriz.
Örneğin 
, İlâhî
 veya Anna Ka
renina  aslında,  aralarında  yıllar,  kıtalar  ve  kültür 
farkları  olsa  dahi  birbirini  içinde  barındıran  eser-
lerdir. 
Hepsi,  Joseph  Campbell’in 
nda uğradığı bir kıpıdır. 
İsimler, mekânlar ve zamanlar değişir ama asıl öz 
değişmez. 
Nedir bu asıl öz?
Kahraman ile edimselleşen, yazarın imgesinde açı-
ğa çıkmayı bekleyen Kavram, eksik olgusallığını, 
bir dizi serüvenden sonra tamamlar. Bu tamamla-
nış, çok maskeli lâkin tek biçimli bir süreçtir: Kah-
raman ferâgat eder. 
Bu, felsefede karşımıza Tin’in kendi kendisi yoluy-
la, kendi karşıtını kendinde olumsuzlayarak, kendi 
ile eksiksiz birlik hâline gelmesi ve kendini bilmesi 
olarak çıkar.
Felsefenin o ağır işçilik gerektiren edimsel yapısını 
hemen burada noktalayalım ve daha fazla sıkıcı bir 
metin  haline  dönüşmeden,  Olumsuzlama’nın  bize 
yolumuzu  buldurabileceği  fikrine  sarılarak,  yazı-
mıza kaldığımız yerden devam edelim.
Burada edebiyatın tarihsel tanımına girmeyeceğim. 
Onu, bugün gelmiş olduğu en temel ayrımda göz-
lemlemeyi tercih edeceğim. Nedir o ayırım? 
  Okura  seslenen 
  yapıta  karşın 
ideal okura seslenen 
 yapıt!
Neticede sizler edebiyatın, din olmadığını, felsefe 
olmadığını, müzik olmadığını, heykeltıraşlık olma-
dığını,  siyâset  olmadığını  ama  hepsini  kişisel  bir 
‘gözlemleyen-özne’ noktasından konu edebilen bir 
yazım âlemi olduğunu biliyorsunuz. 
Â
 diyorum, çünkü kategorik olarak düşlerden, 
hayallerden,  olgulardan  farklı  olarak,  kendini  be-
lirli kavramların sınırları içinde gösteren bir dünya 
olarak karşımıza çıkıyor edebiyat.
 ve 
 ayrımında listeyi iste-
diğimiz kadar uzun tutabilsek de, en temel öğeler, 
 Shutterstock.com
Anadolu Aydınlanma Vakfı 
Düşünüyorum Bülteni


122
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
 edebiyatta türün sıkı sıkıya (roman gibi, öykü 
gibi ya da şiir gibi) belirlenmiş olmasına karşın, 
 edebiyatta tür ayrımının belirsiz bir karaktere bü-
ründüğüne tanık oluyoruz. 
Bu  ayırımın  üzerine  bir  iki  kelâm  edecek  olursak,  ede-
biyatın, felsefeden beslendiğini doğrudan söyleyebiliriz.
Tek merkezli, mutlak Hakikatin arayışına adanmış felsefe 
ekollerinin beslediği 
 yapıtlarda, okura mutlak 
bir hakikatin varlığı resmedilir.
Oysa  Batı’da  ─Sarte  ile  Varoluşçuluk  felsefesinden  he-
men sonra özellikle yapıbozumcuların- “Tek merkez yok-
tur,  çoklu  merkezler  vardır”  fikrini  temel  alan  dilbilim, 
anlambilim,  göstergebilim  gibi  disiplinlerden  beslenen 
edebiyat, Mutlak Hakikat yerine göreli, çoklu 
leri 
gösterme  derdine  düşen  yazarların  eserlerini  üretmesine 
neden olmuştur. Bunların başlıcaları Borges, Calvino ve 
Umberto  Eco’dur.  Onların  edebî  eserlerinde  sınır  nere-
deyse yok gibidir, ya da daha çok, sınır, başka sınırlarla 
eklektik şekilde buluşur.
Kuşkusuz  arada,  James  Joyce  gibi,  yazı  sanatçılarının 
ortaya  koyduğu 
  denemeler,  edebiyatta  sınır 
kavramını  kelimenin  tam  anlamıyla  bir  anlatı  ormanına 
dönüştürmüştür.
Sınır, bir labirent olarak karşımıza çıkar. 
İkinci  önemli  nokta  da 
  edebiyat  ürünlerinin 
birkaç açıdan yorumlanırlığına karşın, 
 ya-
pıtın okur tarafından, okunurken bir kez daha yazılması 
olgusuyla  karşı  karşıya  kalıyoruz.  Kısacası, 
 yapıt, 
 bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor. Moder
 yapıt ise daha çok anlambilimsel… 
Kendi  yapıtlarını  başka  yapıtların  bir  parçası  olarak  ta-
nımlayan Fransız yazar Georges Perec, 
 ya-
pıtı daha iyi anlamamıza olanak veriyor. Artık, sınır, ucu 
açık bir kavramdır. 
Bu da edebiyatın Nuh Tufanı çağıdır.



bu tufanın habercileriydiler. 
Kuşkusuz 
 yapıtlar içinde de 
 gi-
rişimlere rastlamak mümkündü. Örneğin Goethe, ‘
’ 
adlı  eserinde  kahramanını,  “
,” 
diye konuşturuyordu. 
Burada biraz duralım. Çünkü burada basit bir yer değiştir-
me olgusu yok, ya da yüzeysel bir yorumlama olduğunu 
da söyleyemeyiz. 
Tam  bu  noktada  Kelâm  kavramını  masaya  yatırmamız 
gerekiyor.
Varlık  birliği  felsefesi  içinde  yazıda  varlaşma  olgusuy-
la  Batı  mistik  edebiyatını  derinden  etkileyen  Endülüslü 
düşünür İbn Arabî’ye göre Kelâm, Varlığın özü anlamına 
geliyor. 
Ne demek Varlığın özü?
Felsefede karşımıza Kavram olarak çıkıyor. Varlığın özü 
olan Kavram konusunu en açıklıkla ele alan filozoflardan 
Hegel’e  Kavram’ın  ne  olduğu  sorulduğunda  “Sınırdır,” 
diye yanıtlıyor.
Peki, sınır nedir?
Sınır, tasarımlarımızın bize inanmaya zorladığı şeklinden 
biraz uzakta hatta taban tabana bir zıtlık taşıyor. Tasarım-
larımıza  göre,  sınır,  bir  şeyin  o  şey  olmaya  son  verdiği 
çizgiyi  söylüyor.  Oysa  diyalektik  akla  göre  (Kur’an’da 
bunun  karşılığı 
’dür.  Kur’an’da  bazı  âyetlerde 
,  akledin  kavramı  kullanılırken,  bazı  yerlerde  te
 kullanılır, Türkçeleştirirsek, kalbedin diyebiliriz), 
dönüştüren akıldır.
Dönüştüren  akıl,  konu  nesnesini  verili  şeklini  bozarak, 
ona yeni bir şekil veren akıldır. 
Öz, bu anlamda, şekilsiz bir şekil olarak karşımıza çıkar. 
Bu  durumda,  Goethe’nin  “
” 
önermesi, Yuhanna İncil’inin “
” 
önermesinin  okur  tarafından  yeniden  yazılması  olarak 
karşımıza çıkıyor: 
Bu bizi, edebiyatın da köklerini teşkil eden kutsal metin-
lerin yorumlanmalarını konu alan ikinci dalga felsefî veya 
mistik eserlerin labirentimsi âlemine sokuyor ya da Um-
berto Eco’nun adlandırdığı biçimiyle 

Dilerseniz orada kısa bir gezinti ile yazımızı noktalaya-
lım…
Umberto Eco, ‘
’ adlı kita-
bında: “
,” diyor. Böylece örnek okur olma 
yolunda ilk adımı atıyoruz. 
 ilerledikçe 
yol bir süre sonra çatallanmaya başlıyor. Artık her adımda 
bir seçim yapmak zorundayız. 



Yüklə 182,95 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   93




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə