Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
19
öğrenci “sanatçı” kimliği kazanmak
için gider. Bu yaygın genel görüş-
tür ama konuyla yakınlığı olanlar
bilir ki “sanat” birçok zahmetli uğ-
raşının ve özverinin sonucunda ama
ilah bir veri diyebileceğimiz bir
yeteneğin varlığını da gerektiren bir
alandır. Binlerce öğrenci arasında
kıyasıya rekabetin sonucunda yalnız-
ca bir veya ikisi “sanatçı” unvanını
hak eder. Biz şimdi dışarıdan bakıp,
bu liyâkatin sonucunda elde edilen,
hak edilmiş, helâl ve hizmetkâr bi-
linci destekleyemiyorsak veya hiçbir
şey yapamıyorsak “işleri” üzerinden
değerlendirip takdir edemiyorsak,
eserinin âciz yaşantılarımıza doku-
nup canlandırdığı bir etki alamıyor-
sak yani asgarî olarak eserden kendi
payımıza düşen rahmeti tahsil edemi-
yorsak bu yalnızca bizim kaybımız
olur ki, toplumsal yaşantımızda bu
fakirliği de çokça tecrübe ediyoruz.
Gönül yapmaktan söz ediyoruz ama
gönlümüzde nitelikli, hizmetkâr in-
sanlara yer olmadığı gibi, onlara
düşman gözüyle bakıyoruz. Eğer şu
anda beğenmediğimiz bu dünyada,
parmakla sayılacak sayıda nitelikli
insan olmasaydı, belki de taş devri
koşullarına geri dönüp, yazıyı keşfet-
mek için bile üzerimizden çok zaman
geçmesi gerekirdi. Evet, taş devrinde
yaşamıyoruz belki ama tezat bir du-
rum olarak kabile savaşlarına müsa-
ade edilen bir dünyada da yaşıyoruz
aynı zamanda! Yine de bir şansımız
olabilir belki diyecektim yalnızca.
Aman Canım! Yazmanın, okumanın,
nitelikli sohbet etmenin, bu karmaşık
dünyada neden bulunduğumuza dair
bir iki çift laf etmenin ne önemi var
ki? Bir şiir, bir güzel müzik ya da
en azından eğitilmemiş sesimizle de
olsa bir şarkı söylemenin nafileliğin-
den dem vurup, karmaşanın ve gürül-
tünün arasında acı çekmenin tadını
çıkaralım değil mi?
Nice emekler çekilerek icrâ edildi-
ğini bildiğimiz bir orkestranın icrâ-
sını dinlemeye gittiğimizde, daha az
emek verilerek müzik diye, yıllardır
artarak, bir karabasan gibi üzerimize
gelen gürültüyü duymamak için bu
dünyayı terk etme isteği ile doluyo-
ruz
ama terk edemeyiz,
başka dünya-
mız yok çünkü. Çok sevdiğimiz, daha
doğrusu bir gün seveceğimiz hale ge-
tirmek istediğimiz bu dünyada gön-
lün inşası sonu olmayan bir
yon süreci gibi geliyor. Kendi beşeri
yanlarını yontmaya, kendi üzerine
çalışmaya başlayan herhangi biri
sonuçlarını görmeye başladığında
beşeri yanıyla arasına aşılmaz bir sı-
nır çekmeyi ister. Toplumsal anlamda
giderek yalnızlaşan bireylerin temel
sıkıntısının bu olduğunu düşünüyo-
rum. Ama anlam verilmediğinde bu
yalnızlaşma, en azından toplumsal
bağlamda ilişkisizliği,
dedi-
ğimiz ilişkisiz bireyleri üretiyor. Bu
noktada, insan ünsiyeti ile yani iliş-
kileri ile insan vasfını kazandığı için,
insanlığını kazanamamış bu kişinin
akıbeti ancak bir “şey”e dönüşmektir.
Bu olumsuzluk modern dönem insa-
nının çaresizliği olarak alınırsa, inti-
har sınırında iken, çözümü modern
olmayan yapılarda mı arayacağız?
Henüz gerçekliğine kavuşmamış ve
bizler için bir üto
olsa da, özgür
bireyselliğimizi feda ederek neyi ide-
al edindiğini bilmediğimiz belli çıkar
çevrelerinin icât ettiği dinler olarak
ideolojik cemaatlere yamanmakla
mı, yoksa ebeveynlerimize yani hu-
kuk yerine töreye
olarak mı
tatmin bulacağız? Hiç olmadı ırkımı-
za mı sığınacağız?
Tanrı diye tasarladığımız “
ego”muz,
uçurumdan düşerken yapıştığımız bir
dalı bile bize fazla görür; bırak ken-
dini kollarıma der, parçalanacağımız
kesindir. Böyle bir Tanrı’dan daha
iyisi “başka kimse yok mudur?” diye
sorduğumuzda, hiç yoktan içimizi fe-
rahlatan bir dost yüzü olabilir ancak!
“
…” Yunus Emre
Shutterstock.com
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
21
I.
Modernite, varlığını ve yeniden
üretimini
indirgemeci ve du-
yarsız kontrol
mekanizmaları kura-
bilmesine borçludur. Modernizmin
“bilimsel” düzenleme alanlarına
bakıldığında; düşünme biçimlerin-
den siyasal organizasyonlara kadar
her yerde baskın biçimde göreceği-
miz şey duyarsız sınır ve başlangıç
koşullarına bağlı mekanikçi
kavramıdır. Başka bir ifadeyle sınır-
ları çizmek, sınırların geçirgenliğini
düşürüp sınır içinde homojenliği,
toplanabilirliği sağlamak ve normal-
leştirmeyi gerçekleştirmek modern
paradigma için okunaklılığı sağlamış
ve kolay uygulanabilir yönetim araç-
larını oluşturmuştur.
Bugün
ve karmaşıklık
bilimi çalışmaları ile birlikte
koz
üzerinden kurulan
ayrımın içi boşaltılmış ve
modern düşüncenin kesinlik, evren-
sellik iddiaları çürütülmüştür.
dünyasındaki
bu gelişmelerin sosyo-kültürel alana
yansıması ise bugün yaşanan mülteci
akınları üzerinden de okunabilir.
Mülteci kelimesinin sınır üstüne ku-
rulu anlamı, modern dünya kurgu-
sunun aidiyet ilişkisini içermektedir.
Savaş sebebiyle ülkesini terk eden-
lerin yanında Avrupa’ya göç edecek
ancak mülteci statüsünden yararlan-
mak isteyenlerin sınırları aşması,
kontrol mekanizmalarını zora sok-
maktadır. Özellikle küresel bir etki
alanına sahip olan bugünkü mülteci
hareketliliği, Avrupa devletlerinin
öngöremediği bir sınır aşımını mey-
dana getirmiştir. Bu bağlamda sınır
ile ilgili tutumların değişimini iki
maddede özetleyebiliriz:
a) Bu hareketlilik sebebiyle modern-
leşme sürecini tamamlamış ülkelerde
nüfus istikrarının bozulması güncel
bir endişe hâline gelmiştir. Dünya
haritası sınırları ulus-devlet tebaala-
rı gözetilerek oluşturulmuştu. Fakat
yaşanan, özellikle mülteci
u
ile birlikte mutlak denge ideali bugün
altüst olmuş durumdadır. Toprak-
larındaki bu heterojen karışımla ne
yapacağını bilemeyen birçok Avrupa
devleti, mülteci sorununu kriz olarak
ele almakta ve bu “krizi” aşmak için
sınırlarını kapatma eğilimindedirler
1
.
Burada silikleşen ulusal sınırların ye-
rine daha da kalın çizilen bölge sınır-
ları öne çıkmaktadır. Bu politikanın
1 http://www.dw.com/tr/avrupa-
m%C3%BCltecilere-%C3%A7are-
ar%C4%B1yor/a-18837633
Avrupa Sınırlarında
Küresel Zuhur Olarak
“Mülteci”
Prof. Dr. Gediz Akdeniz
*
**
* www.gedizakdeniz.com
** yagizalptangun@gmail.com https://independent.academia.edu/yagizalptangun
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni