GtRtŞ
87
normal akışı devam ederdi. Klasik psikanaliz tekniğinin sakıncalı yan
ları şunlardı: Hastanın edilgen rolü aşırı derecede belli edilmiş oluyor
du: Sanki biri onu ameliyat ediyormuş gibi bir durum sözkonusuydu.
Hastanın yapma bir boşluk hücresine kendisini hapsetmesini kolay
laştırmaktaydı. Böylece, onu analistten ayıran uçurum üzerine köprü
kurmasını güçleştiriyordu.
Jung, hastalarının, analiz süresince günlük yaşamlarından kop
malarını istemezdi. Yakın geçmişte Freud'çu analistler de hastalarını
görme sayısını azaltmışlardır; kimi, divanı da bırakmıştır. Jung'un en
çok saldırılan yanı teleolojik (ereklilik) yanıdır. Oysa, hastanın kişisel
çocukluk yaşamına daha bir eğilmesi gerektiği üzerinde durulabilirdi.
Çünkü birçok nevrotik belirtiler, Jung'un dengeleme düzeni çerçevesi
içinden çok, hastanın çocukluk yaşantılarıyla, ya da anlaşılmaması
çerçevesi içinde daha kolay kavranabilir. Örneğin, agorafobi'yi bir
dengeleyici belirti olarak yorumlayabilmek güçtür; ama çocukluk
bağımlılığında bir diretme olarak görülmesi daha kolaydır. Bu Jung'un
kendi kendini ayar ve dengelem e düzeninin önemini yadsım ak
değildir; ne var ki, bunun evrensel olarak biçimi bozulmadan uygulan
ması güçtür.
Jung, nevrozun nedeninin geçmişte değil, şimdi de bulunacağına
inanıyordu. Hastalar bir yerde saplanıp kaldığında, nevrotik belirtiler
göstermeye başlıyor, yaşla gerçekleşen doğal psikolojik gelişim, kendi
yolunda ilerlemediği zaman yer alıyordu. Bu, yaşamdaki «yüküm
lülüklerin» birini yerine getirmekten kaçınıldığında ortaya çıkıyordu.
Örneğin, kadınlardan kaçan bir adam, ya da hamile kalmaktan sakınan
bir kadın, cesaretsizlikleri yüzünden nevrotik olabilirlerdi. Jung, bu
gibi durumlarda, hastalarda çocukluğa ait birçok gereç sağladığının
farkındaydı: Bunlar, yakın akrabalara duyulan cinsel duygular, bebek
teki cinsellik ve Freud'çu psikanalizin bize tanıttığı başka bütün çocuk
fantezileriydi. Ama Jung, Freud'dan değişik olarak, bu gerçeklerin
ortaya çıkışını, şimdi de varolan bir yanlış durumdan ileri geldiğine
inanıyordu. Ancak kişinin libido enerjisi şimdi ve burada doğru
anlatım ını bulam adığı zam an, çocuksu fanteziler geri gidilerek
depreşiyordu. Freud, hastaların, geçmişteki takılmalarından kendileri
88
GİRİŞ
ni kurtaram am ış oldukları için bugün engellenm iş olduklarını
düşünüyor, Jung ise, hastalarının geçmişteki takılmalarına dönmeleri
ni, şimdi bir engelle karşılaşm ış olm alarına yoruyordu. Bir tür
büyümemiş ve Freud'un çizdiği tanıma uyan birçok hasta vardır. Öte
yandan Freud'çu analizciler, ilgilerini hastanın yalnızca çocukluk
geçmişine yöneltirler ve şimdiye intibaklarını düşünemezler; çocukluk
çağındaki takılmalar, bir hastanın belirtilerinin nedeni ise, niçin erişkin
adamın yaşamının belli bir anında ortaya çıkıp tedirginlik yaratmak
tadır, bunu düşünmemektedirler.
Jung, Freud'un düşleri, bilinçdışına götüren «Kral Yolu» olarak
görmesini hep saygıyla karşılamıştır. Ancak düş yorumu konusunda
birçok önemli yönden ayrılacaktı ondan. Freud «Düşün nedeni nedir?
Düş neyin belirtisidir?» diye sorar. Jung ise, «Düşün anlamı nedir?
Neyin simgesidir?» der. Jung, Freud'un düşlerin ille de kabul edilmez
olanı gizlediği düşüncesini benimsemiyordu. Freud'a göre, düşlerin bir
«görünürdeki içeriği», bir de «gizli içeriği» vardı; gizli şey de
çoğunluk isteğinin yerine getirilmesiydi; gene Freud'a göre düşler,
ister istemez düş görenin geçmişiyle ilgili olduğu kadar şimdisi ile de
ilgiliydi. Jung, düş dilini, anlaşılması güç olabilen, ama amacı herhan
gi bir şey saklamak olmayan, simgesel bir dil olarak görüyordu. Bir
kimse bilmediği bir dil karşısında nasıl davranırsa, Jung’un da düşler
karşısındaki ilk tutumu öyle oluyordu, Freud'daki gibi çoğu cinsellik
le ilgili simgeler, daha doğrusu, işaretler ve allegoriler söz konusu
değildi. Her insanda, hatta bir insanın gördüğü her düşte, gerçek simge
niteliğinde, kendi anlamını içeren öğelerdi. Jung, düşleri daha çok da
bir düşler dizisini incelerken hastasının çağrışımlarını da açmasına
yardım ederdi. Freud'çu analiz «serbest çağrışım» yöntemiyle gördüğü
esas düşten uzaklara gidebiliyor, oysa Jung, hastalarından çağrışımla
rını, düş im gelerinin kendileriyle sınırlamalarını istiyordu. Jung
çağrışımlar, ister bir düşten, ister muayenehanenin duvarındaki bir
sinekten kaynaklansın, bunların eninde sonunda hastanın sorunlarına
yöneleceğini kabul ediyordu. Ancak çağrışımın kendisi düşü açıklaya-
mazsa, bu durumda hem hasta, hem de analist, hiçbir şey yorumlaya-
mazdı. Jung'a göre düşlerin çoğu «kişisel bilinçdışından» kay
GİRİŞ
89
naklanıyordu; yani, günlük coşkusal sorunlarıyla kişilerarası ilişkiler
den ve çocukluk çağından kalm a tortulardan çıkıyordu. Bu düşlerin
önemini yadsımamasına karşın, Jung, daha çok ortak bilinçdışından
gelir gibi görünen düşlerle ilgileniyordu. Bunun için de geniş mitoloji,
din tarihi, simya, Çin yogası bilgisi gerekti. Buysa, çoğu hekimler için
erişilmesi güç bir şeydi. Bu bakımdan, bugün için olsun, gelecekte
olsun, yapıtından yararlanacak hekimler ya da hastalar sınırlı kala
caktır. Bugün, yapıtları psikiyatrlardan çok psikologlara, düşünürlere,
sanatçılara, edebiyatçılara hitap etmektedir.
'.J u n g 'u en çok ilgilendiren hastalar norm al nevrotik diye
bildiğimiz kişilikler değildi. Bu grup hastalar için Jung yeni bir teknik
geliştirmiştir. Etkin imgeleme dediği bir yöntemdir bu. Jung da kendi
kendini analiz ederken, vizyonlarının ve düşlerinin resmini çizmiş ve
boyamıştır. Hastalarına da aynı şeyi önerirdi; ya da yeğledikleri zaman
şiir yazabilir, modeller çizebilir, heykeller yapabilir, hatta fantezilerini
raks ile dile getirebilirlerdi.
Jung'un özellikle ilgilendiği bir durum da, insanın ne tam uyanık,
ne de tam uyur, uslam lam anın askıda kaldığı, ancak bilincin
tamamiyle ortadan kalkmadığı durum larda görülen fantezilerdi. Bu
«etkin imgelem» yöntemi hastanın yaratıcılığını seferber etmiş' oluyor
du. Hekime bundan sonra kalan iş, tedaviden çok, hastanın kendi
içinde gizli yaratıcı olanakları geliştirmekti.
Etkin imgelem yöntemine ancak kendileri de o yaşantıyı duymuş
psikoterapistlerce başvurulmalıdır; yüzeysel bir teknik olarak buna
başvurulması hasta için tehlikeli olabilir; çünkü, analistin tam deneti
mi altında olmaz, bu yöntemi yasaklayacak kadar ileri gitmezse, bi
linçdışı, dizginleri ele alabilir.
Jung'un önemle üzerinde durduğu konulardan biri de transferans
(aktarma) olayıdır. Psikanaliz için transferans, cinsel bir olgudur;
çünkü, her bir ruhsal bozukluk bebeklik çağından gelme cinsel bir
sorun gizler ardında, nedeni de, bilinçdışının yalnızca bastırılmış cin
sel eğilimlerden oluşmasıdır. Oysa analitik psikolojide transferans,
hastanın bilinçdışının psikoterapiste yansıması demektir; söz konusu
bilinçdışıysa, cinsel isteklerden başka bir sürü şey içerir. Bilinçdışımı
Dostları ilə paylaş: |