Celil Memmedguluzade’nin Anamın Kitabı Piyesinde Dil ve Kimlik Şuuru



Yüklə 80,58 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix25.06.2018
ölçüsü80,58 Kb.
#51180


Celil Memmedguluzade’nin Anamın Kitabı Piyesinde  

Dil ve Kimlik Şuuru

*

 

 



 

 

“Türk diline kimsene bakmaz idi, 



 

Türklere hergiz gönül akmaz idi. 

 Türk dahi bilmez idi bu yolları, 

             İnce yolu, ol ulu menzilleri” 

              

 

 



 

   


       

                    Âşık Paşa 

 

 

 



 

 

Erdoğan Uygur



**

 

 



 

Özet 

 XX. 


yüzyılın başlarında Azerbaycan toplumunun maruz kaldığı dilde ve 

kültürde yabancılaşma sorunlarına duyarsız kalmayan Celil Memmedguluzade, 

bunun en önemli sebebini yurt dışına eğitim amacıyla giden aydınların düşünce ve 

eylemlerinde görür. Yabancılaşma/başkalaşma yanlılarını eleştirmek ve toplumu dile 

ve kültüre bağlılık konusunda daha duyarlı olmaya davet etmek amacıyla  Anamın 

Kitabı piyesini kaleme alır. 

 

Anahtar sözcükler: Azerbaycan, Celil Memmedguluzade, dil, kültür, 

toplum, yabancılaşma. 

 

 



 

Abstract 

 

Celil Memmedguluzade, who couldn’t keep himself detached from the 



estrangement in language and culture Azarbaijan society had suffered in the early 

XX

th



 century. According to him, the reason lies on the ideas and actions of the 

intellectuals who had their education abroad. 

 

For the purpose of criticizing pro-estrangements and inviting the society to 



be more sensitive towards the fidelity to the language and culture, he wrote the play 

called “Anamın Kitabı (The Book of My Mother)” 



 

Keywords: Azarbaijan, Celil Memmedguluzade, language, culture, society, 

estrangement. 

 

 

                                                 



*

 Yayımlandığı yer: Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi-Turkish Journal of Social Research

yıl  9, sayı 3, 9-18 (Aralık 2005). 

**

 



Dr. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi. uygur@humanity.ankara.edu.tr 


 

XX. yüzyılın başlarında Çarlık Rusyasının yönetimi altındaki 



Azerbaycan’da edebî ve kültürel hareketlilik idarî mekanizmaların kontrolü 

altında olmasına rağmen aydınların çabalarıyla belirli bir mesafe almış 

gibidir. 1905 devrimi sonrasında matbaanın gelişmeye başlaması ve edebî 

münazaraların yaygınlaşması birtakım sosyal ve düşünsel faaliyetleri ön 

plâna çıkartır (Arif ve Hüseynov, 1944: 188). Edebiyat sahasında kaleme 

alınan  şiir, hikâye ve piyeslerde çoğunlukla toplumdaki yanlış gelenek ve 

görenekler sorgulanarak eğitimin önemi, kadının toplumdaki yeri 

belirlenmeye çalışılır; feodal yapılanma ve din istismarı üzerine eleştiri ve 

makaleler basın-yayın organlarında yer almaya başlar.  

 

Gasım Bey Zakir (1784-1857), Mirze Şefi Vazeh (1794-1852), 



Abbasgulu Ağa Bakıhanov (1794-1847), İsmayil Bey Gutgaşınlı (1806-

1869), Mirze Feteli Ahundof (1812-1878) gibi maarifçi öncülerin izinden 

giden Seyid Ezmi Şirvanî (1835-1888), Necef Bey Vezirov (1854-1926), 

Neriman Nerimanov (1870-1925), Süleyman Sani Ahundof (1875-1939),  

Mirze Elekber Sabir (1862-1911), Sultanmecid Genizade (1866-1937), 

Ebdurrehimbey Hakverdiyev (1870-1933), Memmed Seid Ordubadi (1872-

1950), Eli Nezmi (1878-1946) gibi aydınlar Azerbaycan toplumunun insan 

sevgisi, eşitlik ve adalet kavramları temelinde yapılanmasına katkıda 

bulunmayı görev edinirler. Bu düşünce çerçevesinde ortaya konulan edebî 

ürünler genellikle realist eserler olarak kıymet kazanır.  

 

Toplumu aydınlatma ve yön verme durumundaki aydınların bir 



kısmı  anlaşılır olmak amacıyla eserlerini duru bir Azerbaycan Türkçesiyle 

kaleme alma yoluna giderlerken M. M. Nevvab, M. Müctehidzade, E. 

Talıbov (Talıbzade, 1966: 126), Ali Bey Hüseyinzade (1864-1940) gibi bir 

kısım aydınlar da düşüncelerini, içine Arapça, Farsça, Osmanlıca veya Rusça 

serpiştirilmiş cümlelerle ifade ederler, hatta bu dilleri konuşan toplumların 

kültürel değerlerini çeşitli vesilelerle methederler. Bu konuyla ilgili olarak  

Türkiye Türkçesini savunan aydınların ileri gelenlerinden Ali Bey 

Hüseyinzade Fars diline ve kültürüne karşı  çıkışını, buna karşılık Türkiye 

Türkçesine gösterdiği yakın ilgiyi şu cümlelerle dile getirir: “İran artık 

geride kalmıştır. Mazide güzel edebiyatı var idi. Lâkin bu gün edebiyattan, 

matbuattan bir eser görünmüyor. Bu yolda her ne varsa Türklerdedir. Fars 

lisanı bir asırdan beri gerilemeye yüz tuttuğu hâlde, Türk lisanı günden güne 

gelişmektedir.” (Talıbzade, 1966: 74). 

 

 



 

 


 



Giriş 



 

1883-1887 yılları arasında Gori Semineryası’nın Azerbaycan 

şubesinde öğrenim gören Celil Memmedguluzade (1866-1932) burada 

ilahiyat dersleri yanında coğrafya, tabiat ve tarih bilgileriyle de donanır. 

Seminerya’nın öğretim kadrosu homojen bir düşünce yapısına sahip değildir. 

Çar idaresine bağlı öğretmenlere karşılık sosyal yapıyı eleştiren, eğitimi ve 

gelişmeci anlayışı savunan aydınlar da mevcuttur. Memmedguluzade’nin bu 

aydınlarla temas hâlinde oluşu ve Voltaire (1694-1778), Diderot (1713-

1784), Puşkin 

(1799-1837)

, Lermontov 

(1814-1841)

, Gogol 

(1809-1852)

Tolstoy (1828-1910) gibi düşünür ve edebiyat adamlarının eserleriyle 



tanışması onda toplumcu, eşitlikçi ve özgürlükçü fikirlerin gelişmesine 

önemli katkıda bulunur (İbrahimov, 1966: XII-XIII). 

 

Celil Memmedguluzade toplumdaki eşitsizliği, huzursuzluğu, 



sorunları ve bunalımları eserlerine yansıtırken halkın ana diline müracaat 

eder. Zira, Memmedguluzade toplumun millî varlığının dil ile mümkün 

olduğuna ve onunla varlığını sürdürebileceğine inanır (Ahundov, 1959: 45). 

Toplumların elbisesi olarak nitelendirdiğimiz dil hakkındaki görüşlerini 



Molla Nesreddin (1906-1931) dergisinde

*1

 ve bir çok makalesinde bazen 



mizahî, bazen de eleştirel bir üslûpla çok sık dile getirir. Ancak, Anamın 

Kitabı (1919

*2

) piyesini tamamen bu konuya ayırarak toplumun ve kültürün 



maruz kaldığı tehlikeleri millî bir bakış açısıyla ortaya koyar ve dili yabancı 

unsurlara karşı koruma ve bunlardan arındırma mücadelesi verir, zira o, dili, 

millî kimliği korumanın ve geliştirmenin en önemli teminatı olarak görür. 

 

 



Anamın Kitabı’ında Dil ve Kimlik Şuuru 

 

Anamın Kitabı Memmedguluzade’nin Ölüler  (1909) piyesinden 

sonra en dikkati çeken eseridir. Eser, toplumdaki farklı kültürlere yönelişi ve 

                                                 

*1

 Ayrıntılı bilgi için bkz. Uygur, Erdoğan, “Molla Nesreddin Dergisinin Dil 



Anlayışı”, V. Uluslar arası Türk Dili Kurultayı, 20-26 Eylül, Ankara, 2004. 

(Düzenleyen: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu 

Başkanlığı), V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II 20-26 Eylül, TDK, 

Ankara, 2004, s. 3063-3074. 

*2

 Piyesin tamamlanma tarihi çeşitli kaynaklarda 1920 olarak gösterilmektedir; 



ancak, dramaturgun eşi Hamide Hanımın hatıratında piyesin bitiş tarihi 1919 yılı, 

Şubat ayının son günleri olarak kayıtlıdır. Mehmetkuluzade, Hamide, 



Azerbaycan’da Yenilikçi Bir Öncü: Celil Mehmetkuluzade: Hatıralar, (Hazırlayan: 

Fatma Özkan), T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 85. 




 

bu yönelişin sebep olduğu sorunları irdeleyerek bu duruma alternatif 



çözümler getirmeyi amaçlayan bir piyes olarak ortaya çıkar. Bir başka 

ifadeyle “eser, Celil Memmedguluzade’yi tüm hayatı boyunca düşündüren 

halkın millî varlığının kavranılması, korunması ve geliştirilmesi” 

(Habibbeyli, 1994: 13-14) sorunları ile ilgilidir. 

Dört perdeli piyeste aydın bir ailenin üç ferdinin İran, Rusya ve 

Türkiye’de  tahsil yaptıktan sonra edindikleri bilgi birikimini 

Azerbaycan’daki düşünsel ve toplumsal gelişmelere hasretmek yerine, adı 

geçen ülkelerin dillerini ve kültürel değerlerini topluma benimsetme yoluna 

gittikleri görülür. Rüstem Beyin kitaplarının Rusça, Mirze Mehemmedeli’nin 

Farsça, Semed Vahid’inkilerin de Osmanlıca olması ve bu kitaplara göre 

amel etmeleri kardeşler arasındaki düşünce ayrılığını besleyen ana 

unsurlardan biridir:  

Rüstem Bey. Ana, bak, men seni lap yahşı başa salım: ne 

geder ki, men bu kitablara etigad eleyirem, Mehemmedeli de bu 

kitablara (Mirze Mehemmedelinin terefine elini uzadır) ve Semed de 

bu kitablara (Semed Vahide teref elini uzadır) etigad eleyirler, dehi 

biz ne geher ittihad edib, mehriban yola kede bilerik?” (s. 123

*

). 



 

Sözde bir hayır cemiyetinin üyeleri olan kardeşlerin farklı dillerle 

konuşması ve farklı kültürleri savunması aralarında hoşnutsuzluğa ve 

husumet doğmasına sebep olur. Bu durumdan kaygılanan anneleri Zehra 

Beyim ve kızı Gülbahar, kardeşler arasındaki anlaşmazlığın sebebinin 

aralarında dil birliği olmayışından kaynaklandığını anlayacak şuura 

sahiptirler. Dilin düşünceyi; düşüncenin eylemi doğurması gerçeği piyeste de 

ifadesini bulur ve üç farklı dili konuşan  ve farklı kültürlere, farklı ideallere 

yönelen üç kardeş birbirini görmemek için ana ocağını terk eder. Bütün 

uğraşlarına rağmen bu ayrılığa engel olamayan Zehra Beyim dayanamaz ve 

fenalaşarak yığılır kalır. 

 

 



Piyes farklı kültürleri benimseme ve bu kültürlerin normlarını, değer 

yargılarını içinde yaşadığı topluma empoze ederek kültür asimilasyonunun 

halkalarını oluşturma çabaları ve bu çabalara bir başkaldırı  şeklinde 

özetlenebilir. Piyeste farklı kültürlere yöneliş, üç ayrı ülkede tahsil görmüş 

kardeşlerin kullandıkları üç farklı dil ve bu dillerle geliştirilmiş düşünceler 

ve sahip oldukları kitaplar ile kendini gösterir. Bu bağlamda piyesi dönemin 

Azerbaycan’ında kimlik bunalımına ayna tutan bir eser olarak nitelendirmek 

yanlış olmaz. Zira; Rusya, İran ve Türkiye’nin kültür dairesindeki Kafkasya 

                                                 

*

 Piyesle ilgili alıntılar Celil Memmedguluzade, Eserleri, ASSR Elmler Akademiyası 



Neşriyyatı, Bakı, 1966 baskısından yapılmıştır. 


 

ve dolayısıyla da Azerbaycan bu ülkelerle siyasî ve kültürel bakımdan 



doğrudan etkileşim içindedir.  

 

Ülkedeki bazı aydınlar ve gençler için bu üç ülke çeşitli gerekçelerle 



iktisadî ve kültürel gelişmenin, bir başka deyişle uygarlığın önemli referansı 

olarak görülürler. Dolayısıyla, gençlerin yüksek öğrenim görmek için 

gittikleri yabancı ülkelerden dönüşlerinde, edindikleri bilgi birikimi yanında 

bazı kültürel değerleri de benimsemiş oldukları sıkça görülür. Bu cümleden  

hareketle, XX. yüzyıl başlarında yoğunluk kazanan yurt dışında eğitim 

sürecinde aydınların önemli bir kısmı birbirine zıt kültürel değerler ve 

siyasal düşüncelerle donanmış olarak Azerbaycan’a dönerler. Bu durumun 

yanı  sıra, dillerinin de yabancılaştığı görülür. Oysa, Memmedguluzade’nin 

ifade ettiği gibi “insan öğrendiği her bir dilden kendi halkının, vatanının 

hayrı için istifade etmeyi bilmelidir.” (Mirehmedov, Vahabzade, Hüseynov, 

1966: 52). 

 

Piyeste yer alan hemen her şahıs bir değerin, bir kıymetin ya da bir 



kavramın sembolü gibidir. Üç kardeş başkalaşmayı, yabancılaşmayı 

simgelerken, anne Zehra Beyim Azerbaycan’la, Zehra Beyim’in kızı  

Gülbahar Azerbaycan toplumuyla ve çobanlık yapan Genber, Gurban ve 

Zaman da Azerbaycan Türkçesiyle özdeşleşirler. Kardeşlerin ana ocağından 

ayrılmaları ise ülkenin bölünme ve parçalanma kaygısının dışa vurumudur. 

Daha açık bir ifadeyle, bir yanda zahiren Rusya, İran ve Türkiye’yi 

sembolize eden üç kardeş yoğun bir düşünsel ve kültürel çatışma içindeyken, 

bunları sürekli birlik ve dayanışmaya çağıran anneleri Zehra Beyim’in  

kimliğiyle Azerbaycan’ın ulusallığına ve toplumsal kıymetlerine 

sahiplenmeye davet vardır. Dramaturg başkalaşmaya karşı  şiddetli bir tavır 

içindedir. Bu, annenin ve genç kızın davranışlarında açıkça görülür. Üç 

kardeşin sürekli birbirleriyle çatışma hâlinde olması adı geçen ülkelerin 

birbirlerine politik  yaklaşımlarıyla yakından  ilintilidir. 

 

Dönemin toplumsal sancılarından birini yansıtan piyeste birleşmenin 



ve güçlü olmanın yegâne mekânı ana ocağı, yani Azerbaycan’dır. Ananın 

düşüncesinde dili korumak önemli yer tutar. İnsanları anlaştıran, kaynaştıran, 

düşünceleri geliştiren ve topluma ışık olan dil korunmadıkça bireyler 

arasındaki yabancılaşma topluma da yansıyacak; yerli kıymetlerle 

beslenmeyen düşünceler dejenere bir toplumun ortaya çıkmasına sebep 

olacaktır. Bu durum, bir bakıma, gelişmemiş ülke toplumlarının 

temayüllerine ayna tutan önemli bir saptamadır.  Ulusal kimliği 

şekillendirmede model alınacak toplumun özelliklerini kendi toplumuna 

uyarlamak düşüncesinden ortaya çıkan bu davranış biçimi kimlik 



 

bunalımının tortulu bir ürünüdür. Bu gerçeği bilen Zehra Beyim’in, 



oğullarını ana ocağına, sükûnete ve dayanışmaya davet eden yakarışları, 

haykırışları ve ölümü, âdeta dönemin Azerbaycan’ının âkıbeti gibidir: Size 



kelen gada-bala mene kelsin, ay balalarım, savaşmayın!” (s. 112), “Bala, 

bunu hara yığışdırırsan? Olmaz, olmaz! Deyesen buradan köçmek 

isteyirsen? Goymanam, özümü öldürrem! Olmaz, köçmek olmaz! Siz burada 

hamınız bir yerde yazımlısınız, ayrıla bilmezsiniz; yoksa vallah bağrım 

çatlar!” (s. 115), “Semed, bala, sen ne gayırırsan? Niye yığışdırırsan? 

Yoksa sen de köçmek isteyirsen? Buy, evim yıkıldı! Aman Allah, menim 

başıma kül elensin! Allah, meni öldür, öldür, öldür! (s. 115), “Bala, senin 

men gadanı alım. Senin ne bir künahın var ki, men senin künahından geçem? 

Sen meni incitmemisen. Sen birce gardaşlarından ayrı düşme, men ölenden 

sonra da, gebirde de sene duaçı olum, ay Rüstem bala! (s. 123), “Bala, 

ayaglarının altında ölüm, gardaşlarından ayrılma.” (s. 124), “Üreyim, üreyim 



üç yere bölüne, üç tike ola, her tikesi de bir terefe çıkıb kede, onda dehi 

üreyim parçalanar, ölerem. Gızım, pes menim üreyim üç parça olsa, sen ne 

elersen?! Gızım, anasız galarsan.” (s. 125). 

 

Rusya’da öğrenim gören Rüstem Bey nişastalı yakası ve kolları 



kolalanmış gömleği, üzerinde yeleği, boynunda boyunbağı, gözlerinde 

gözlük ve başı açık olarak piyeste yer alır. Mirze Mehemmedeli başında İran 

börkü, uzun İran kıyafeti, şalvar, beyaz çorap, elinde tesbih, asık suratlı bir 

görüntü verir. Semed Vahid ise başında kırmızı fes, beyaz yakalı gömlek, 

yelek ve boyunbağıyla İstanbul’da öğrenim görmüş aydın tipini simgeler. Üç 

kardeşin giyim-kuşamlarına yansıyan düşünce ve eylemleri başka 

medeniyetlerin zahirî unsurlarını topluma empoze etmek şeklinde ortaya 

çıkar (İbrahimov, 1966: XLVIII).  

 

Rüstem Bey, Mirze Mehemmedeli ve Semed Vahid giyim-



kuşamlarıyla, davranışlarıyla ve kullandıkları dil itibariyle Recaizade 

Mahmut Ekrem (1847-1914)’in Araba Sevdası (1896) romanındaki Bihruz 

Bey karakteriyle bir çok bakımdan örtüşürler. Bir başka ifadeyle, piyeste üç 

değişik züppe söz konusudur. 

  

Her üç tip de eğitim gördükleri ülkelerin diliyle iletişim kurmaya, 



sanat ve edebiyat yapmaya çalışmakta; bu ülkelerin kültürel değerleriyle 

Azerbaycan toplumuna yön vermeyi amaçlamaktadırlar. Ancak, Bihruz Bey 

karakterindeki komik unsurlar burada traji-komik sonuçlara yol açan 

davranışlar ve düşünceler  şeklinde kendini gösterir. Memmedguluzade, 

başkalaşmayı ya da farklı kültür değerlerini benimsemeyi gözden düşürmek 

için piyeste bu düşünce sahiplerini gülünçleştirme yoluna gider. Kardeşlerin 




 

veya arkadaşlarının sarf ettiği anlaşılmaz sözlerin sık sık  kahkahalara, alaycı 



gülüşmelere ve itirazlara yol açması, bu şahısların uğraşlarının boş olduğunu 

gösterme amaçlıdır. Bununla birlikte, bu tiplerin birbirleriyle münasebetleri 

güldürü yanında gerilim ve çatışma doğuracak ve ayrımcılığı körükleyecek 

unsurlar içerir. Kısaca, Bihruz Bey toplumsal başkalaşım özleminin komik 

ve gülünç bir bireyi olarak sembolleşirken piyesteki tipler çatışmanın 

sembolü hâlindedirler. Öte yandan hayır cemiyetinin toplantısında  dil 

konusundaki anlaşmazlık toplumsal ayrışmanın önemli bir misali olarak 

dikkatleri çeker: 



“Rüstem Bey.  Gospoda, zasedanie obyavlyau otkrıtım. 

Mirze Zeynal. (Durur ayağa ve yumrugunu silkeleye silkeleye, 

acıglı)  Ağalar, ana dilinden başga burada özke dil danışmag olmaz. 

Ana dili, ana dili. Türk dili, milli dil.” (s. 101-102) 

…. 

Hüseyin  Şahid. … Yeter, az evvel alçagca burakıb 



sovuşduğumuz torpaglar, yeter! Evet, çocuglar, kadınlar, irkekler, 

yeniler bu torpagdan çıkıb, yavuglusuna govuşmuşdu. Kartlaşmış 

gollarını üç-beş mızrag boyu ötedeki binaların üstüne gadar salan bol 

kölgeli sokakların dibinde kümleyen davulların sesi çocugların 

düyününü bildiriyordu. 

İşte kelebekler kimi garlar düşüyor, 

Sanki bir nur eniyor her fidana, 

Lakin eylence olurken adana, 

Yavru çocuglar üşüyor! 

Ağalar, bu deyilmi milli edebiyat! Bu deyilmi milli Türk lisanı! 



(… Cemaatdan külen de var ve tek-tek çepik çalan da var.) (s. 104-

105) 


…. 

Zehra  Beyim. (Gülbahara). Gızım, bu adamlar ne danışırlar? 

(s. 105). 

…. 


Mirze Behşeli. E’zayi-kiramdan üzr isteyirem ki, zeylde 

me’ruzeyi-müheggerim ağayani-büzür-küvarın derdi-serine şayed 

sebeb ola. …” s. (106). 

…. 


Mirze Mehemmedeli. Fesli-nozdehhüm der beyani-küsuf ve 

hüsuf; ye’ni ayın ve künün tutulmağı…” (s. 107). 

 

Memmedguluzade’nin  Ölüler piyesinde değindiği Fars kültürünün 



toplum üzerindeki olumsuz etkileri (Şerif, 1986: 386) Anamın Kitabı’nda 

iyice zirveye çıkar. İran’da aldığı dinî eğitim sonucunda bilimi ilahî güçlere 

dayandıran Mirze  Mehemmedeli “Hudavendi-alem, belayi-nagehan, misli-

velveleyi-serf-esiman, zelzeleyi-sethi-hakidan, ma-teagebel-melevan” (s. 93) 

gibi Farsça terkiplerle düşüncelerini ortaya koymayı yeğlerken, Rüstem Bey 




 



vestkad, vobros (102), zasedaniya smetan, priblizitelno, klas, raznoreçiy 

(103), “Gaspoda, zasedanie obıyavlyu zakrıtım” (109) gibi kelimeler ve 

cümlelerle Rusçaya; Semed Vahid de “İrkekler, hayda arkadaşlar!” (s. 93), 

bene galıyorsa” (s. 95), “izdivaci-niyyet” (s. 97), “Çocug ağlamasın, ben 

şe’r yazıyorum”, “Çocuklara öyrediyorlar” (s. 100) gibi ifadelerle Türkiye 

Türkçesine yönelir. Bir soruşturma esnasında üç kardeşin adlarını farklı 

söylemeleri toplumdan ayrışmanın düşüncelerine ne ölçüde nüfuz etmiş 

olduğunu gayet açık gösterir: 

Rüstem Bey. Rüstem Bey Ebdülezimof. 

Mirze Mehemmedeli. Mirze Mehemmedeli helefi-merhum Ağa Ebdulezim. 

Semed Vahid. Ebdülezimzadeyi Semed Vahid.” (s. 116). 

 

Zehra Beyim’in, Gülbahar’ın ve çobanların dil konusundaki birlik ve 



beraberlik düşüncelerini ortaya koyan pastoral ifadelere piyeste sık rastlanır. 

Bu  şahıslar başkalarıyla ilişkilerinde veya kendi aralarındaki sohbetlerde 

toplumun anlayacağı bir dil, sade bir Türkçe kullanırlar:  

Genber. Hanımcan, bizim goyunçulug bir terefden közel peşeli. Hemişe 

kezdiyimiz ve yaşadığımız yerler çemenler, laleli ve çiçekli dağlar, daşlar; içdiyimiz 

nedir? Bulag suları ve pak goyun südü. …” (s. 114). 

 

Bu durum Memmedguluzade’nin başkalaşan aydınlara bir 



başkaldırısı olarak nitelendirilebilir. Bu başkaldırının en büyük dayanağı 

sade Türkçe kullanılmasını özendirmenin yanı  sıra eylem ve çılgınlıktır. 

Piyeste kültürleri sembolize eden kitapların imhası kaynak kültüre dönüş 

çabalarının en önemli aşaması olur.  

 

Öte yandan, Memmedguluzade’nin kadın hakları ve hukuku 



kapsamında sıkça eleştirdiği kadının eşini seçebilme özgürlüğünden mahrum 

oluşu da piyeste olay örgüsünün önemli bir unsuru olarak yer alır. Kardeşler 

arasındaki çatışmanın ilk ciddî başlangıcı Gülbahar’ın evliliği konusunda 

ortaya çıkar. Simgesel ifadelerden hareket edildiğinde bu çatışma piyeste 

Azerbaycan toplumunun yabancı kültürlerle tanıştırılması arzusunun ilk 

adımı olur.  

 

Gülbahar’ın kocaya verilmesi hususunda Rüstem Bey eski 



âdetlerden vaz geçilmesi gerektiğini söylemekle birlikte Rus dilini ve 

kültürünü benimseyen arkadaşı  Aslan Bey ile evlendirilmesinin uygun 

olacağını ifade eder (s. 91). Mirze Mehemmedeli bu konuda kaderci bir 

yaklaşım sergiler. Ona göre evlilik kısmet kavramı ile yakından ilişkilidir. 

Bununla birlikte kız kardeşinin kendi arkadaşıyla evlenmesini ister (s. 91). 

Semed Vahid de eş seçmekte Gülbahar’ın özgür olduğunu dile getirir; ancak, 

bu eşin kendi arkadaşı olması gerektiğini ilâve eder. Toplumun aydın 



 

kesimini oluşturan bu insanların görüşlerinde samimi bir tekâmül olmadığı 



açıkça görülmektedir. Öte yandan Genç kızı yabancılara vermek 

Azerbaycan’ı âdeta başkalarına teslim etmekle eş anlamlıdır. Toplumun özü 

olan Gülbahar’ın bu isteklere boyun eğmeyişi toplumun yabancılaşmaya 

direndiğinin işaretidir. Oğullarının ayrılığına dayanamayarak vefat eden 

Zehra Beyim’in koltuğunun altındaki kitapta babanın oğullarına birkaç 

cümlelik vasiyeti vardır. Bu vasiyet piyeste dili, kültürü, kimliği, birlik ve 

beraberliği korumanın gerekliliğini ortaya koyan en önemli icraat olarak 

dikkatleri çeker: 

“Tarihi-hicrinin min iki yüz doksan dördüncü ilinde, rebiüs-

saninin on ikisinde, seşenbe künü, sübh ezanından yarım saat keçtikde 

yoldaşım Zehranın cisminden bir parça gopub ayrıldı ki, ibaret olsun 

Rüstem balamdan. 

Biçare övretin cisminin galanından kene tarihi-hicrinin min iki 

yüz doksan dogguzuncu ilinde, ramazanın beşinde, pencşenbe künü, 

akşamdan üç saat keçdikde kene bir parça ayrılıb gopdu. Haman kün 

oğlum Mehemmedeli anadan oldu. 

Yazıg Zehranın galan cismi kene bir defe parçalandı. Bu da 

vage oldu haman tarihin min üç yüz dördüncü ilinde, cemadiel-

evvelin on beşinde, çaharşenbe künü, kün orta zamanı ki, haman kün 

balamız Semed dünyaya keldi. 

Bundan da bir neçe il sonra bahtı-gara övretin galan yarım 

canından kene bir parça gopdu ki, adını Gülbahar goydug. Bu da vage 

olub haman tarihin min üç yüz onuncu ilinde, şevvalın iyirmi birinde, 

cüme akşamı, sübh vaktı. 

Yer, köy, aylar ve ulduzlar köylerde seyr edib keze keze kene 

evvel-ahır künün başına dolanırlar; çünki bunlar hamısı gedim ezelde 

künden gopub ayrılmış parçalardır. 

Men etigad edirem ki, menim de balalarım dünyada her yanı 

kezib dolansalar, kene evvel-ahır anaları Zehranın etrafında kerek 

dolanalar; cünki ay ve ulduz şemsin parçaları olan kimi, bunlar da 

analarının ayı ve ulduzlarıdır. Vay o kesin halına ki, tebietin hemin 

ganununu pozmak isteye! Onun insafı ve vicdanı ona müdamül-heyat 

eziyet edecek; ne geder canında nefes var, peşiman olacak.” (131-

132).


 

 

 



 Sonuç 

 

Celil Memmedguluzade piyeslerinde güldürmek veya 



endişelendirmekle yetinmez; o, aynı zamanda güzel arzuların ve geleceğe 

dair ümitlerin de yeşermesine gayret gösterir (İsrafilov, 1964: 171). Anamın 



Kitabı’nda Rüstem Beyin aşağıdaki özeleştirisi bütün olumsuzluklara 

rağmen bu ümidin ifadesidir:  




 

10 


“ Hele indiye kimi halg bir şeyi başa düşmürdü. İndiye kimi 

halg deyirdi: merheba Ebdülezimin oğlanlarına! Maşallah, biri 

Peterburgda elm tehsil edib, biri İstambulda, biri Necefül-Eşrefde. 

Üçü de, maşallah, okuyub alim olub. Amma bundan sonra ağızlarda 

söylenecek ki, haman üç alimlerin biri (Mirze Mehemmediliye işare 

edir) hüsuf-küsuf duası yazır; biri (Semed Vahide bakır) mefailün 

feilatün; biri de … (özüne bakır), vallah, men özüm de heç başa 

düşmürem ki, men neçiyem. …” (s. 122). 

 

Piyes öze dönüşün özlemini dile getirir. Başkalaşmanın topluma bir 



yarar sağlamayacağını vurgulayarak aydınları dile, kültüre ve toplumsal 

sorunlara karşı duyarlı olmaya çağırır. Memmedguluzade’ye göre sanatkâr, 

yazar, edebiyat adamı ve aydın insan devrin ilerici fikirlerine hizmet etmeli, 

belirli bir dünya görüşüne sahip olmalıdır (Talıbzade, 1966: 159); ancak, bu 

nitelikler ana dille ifadesini bulduğu takdirde toplum yararına gelişme söz 

konusudur. Aksi durumda ise toplumun taklitçi veya müstemleke olma 

ihtimali her zaman vardır. Bundan dolayı dramaturg ana diline, Azerbaycan 

Türkçesine büyük ihtimam gösterir. O, dilde milliyetçiliği Azerbaycan 

Türkçesine hürmet duymakta, onun bütün zenginliklerini, bütün 

güzelliklerini ortaya çıkartmakta görür (Talıbzade, 1966: 159).  

 

Dramaturg her bakımdan ana dile ve kaynak kültüre yönelmeyi, 



onlara sahip çıkmayı toplumsal kimliğin korunmasında ve gelişmesinde en 

vazgeçilmez unsurlar olarak belirler. Bu yönüyle piyes Azerbaycan’da dil, 

kültür ve kimlik şuurunun gelişmesinde önemli bir yer tutar.  

 

__________ 



 

 

 



Kaynakça 

 

Ahundov, N. (1959), Molla Nesreddin Jurnalının Neşri Tarihi, Azerbaycan Dövlet 

Neşriyyatı, Bakı. 

 

Arif, M.,  Hüseynov, H. (1944), Azerbaycan Edebiyatı Tarihi, ikinci cild, ZAAzF 



Neşriyyatı, Bakı. 

 

İsrafilov, H. (1964), “Ölüler Pyesinin Janr Hususiyetleri”, Dadaşzade, M. A.; 



Talıbzade, K. (Redaktorları),  Azerbaycan Edebiyatı Meseleleri, ASSR Elmler 

Akademiyası Neşriyyatı, Bakı. 

 



 

11 


Habibbeyli,  İ. (1994), Seçkin Azerbaycan Yazarı Celil Mehmetkuluzade, Atatürk 

Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum. 

 

Mehmetkuluzade, Hamide, Azerbaycan’da Yenilikçi Bir Öncü: Celil 



Mehmetkuluzade: Hatıralar, (Hazırlayan: Fatma Özkan), T.C. Kültür Bakanlığı 

Yayınları, Ankara, 2002. 

 

Mirehmedov, E., Vahabzade, B., Hüseynov, F. (1966), Azerbaycan Sovet Edebiyatı



Maarif, Bakı. 

 

Mirze,  İ. (1966), Celil Memmedguluzade, Eserleri, ASSR Elmler Akademiyası 



Neşriyyatı, Bakı. 

 

Şerif, E. (1986), Molla Nesreddin Nece Yarandı, Azerbaycan Dövlet Neşriyatı, Bakı. 



 

Talıbzade, K. (1966), XX Esr Azerbaycan Edebi Tengidi (1905-1907-ci İller), ASSR 



Elmler Akademiyası Neşriyyatı, Bakı. 

 

Yüklə 80,58 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə