Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə14/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   36

"Bu çalışma neyi iddia ediyor?" Editörü neredeyse boğuluyordu. Elindeki şarap kadehini bırakmış, tabağında yarım kalan yemeğine bakarak, "Ciddi olamazsın," demişti.

"Bir yıl araştırma yapacak kadar ciddiyim."

New York'un ünlü Editörü Jonas Faukman, keçisakalını sinirli bir edayla.kaşımıştı. Faukman'ın önüne, meslek hayatı boyunca bazı tehlikeli kitaplar geldiğine hiç şüphe yoktu ama bu, ona küçük dilini yutturacak

cinstendi.

Faukman sonunda, "Robert," demişti. "Beni yanlış anlama. Senin çalışmalarına bayılıyorum ve birlikte çok iyi işler çıkardık. Ama böylesi bir fikri yayınlayacak olursam, ofisimin önünde insanlar aylarca gösteri yaparlar. Ayrıca senin ününü de zedeler. Tanrı aşkına, sen Harvard'lı bir tarihçisin, hızla şöhret olmak isteyen bir popçu değil. Bunun gibi bir teoriyi destekleyecek geçerli delilleri nereden bulmuş olabilirsin?"

Langdon kendinden emin bir gülümsemeyle tüvit ceketinin cebinden bir kâğıt parçası çıkarmış ve Faukman'a uzatmıştı. Kâğıtta, çoğu en çok satan akademik kitaplardan olmak üzere, elliden fazla başlık kaynak gösterilerek sıralanmıştı -kimi yeni, kimi yüzyıllar öncesine ait tanınmış tarihçilerin kitapları. Tüm kitap isimleri, Langdon'ın öne sürdüğü teoriyi destekliyordu. Faukman listeyi incelerken, dünyanın düz olduğunu henüz keşfetmiş bir adam gibi görünüyordu. "Bu yazarlardan bazılarını tanıyorum. Bunlar... gerçek tarihçiler!"

Langdon sırıtmıştı. "Gördüğün gibi Jonas, bu sadece benim teorim değil. Uzun zamandır mevcut. Ben sadece üzerine eklemeler yapıyorum. Şimdiye dek hiçbir kitapta Kutsal Kâse efsanesi sembolik açıdan ele alın-

184


I

Da Vinci Şifresi

madı. Teoriyi desteklemek için bulduğum ikonografik delil, şey, son derece ikna edici."

Faukman hâlâ listeye bakıyordu. "Tanrım, bu kitaplardan biri Sir Leigh Teabing tarafından yazılmış... İngiliz Kraliyet Tarihçisi."

"Teabing hayatının büyük kısmını Kutsal Kâse üzerinde çalışarak geçirdi. Onunla tanışmıştım. En büyük ilhamı ondan aldım. Bu listedeki tüm isimler gibi Jonas, o da inananlardan biriydi."

"Yani şimdi sen bana bu tarihçilerin hepsinin şeye inandığını..." Kelimeleri söylemeye dili varmayan Faukman yutkunmuştu.

Langdon bir kez daha sırıtmıştı. "Kutsal Kâse insanlık tarihinde en çok aranan hazine olmuştur. Kâse efsanelere, savaşlara ve bitmek tükenmek bilmeyen sorulara neden oldu. Sadece bir kadeh olması mantıklı geliyor mu? Eğer öyleyse, diğer kutsal hazineler de aynı ya da daha büyük ilgi uyandırmalıydı -Dikenli Taç, Çarmıhta kullanılan Gerçek Haç, Titu-lus- ama öyle değiller. Tarih boyunca aralarında en özeli Kutsal Kâse olmuş." Langdon sırıttı. "Artık nedenini biliyorsun."

Faukman hâlâ başını iki yana sallıyordu. "Ama yazılan bunca kitaba rağmen, bu teori neden bilinmiyor?"

"Bu kitaplar yüzyıllar boyunca oluşan tarihle yanşamazlar, özellikle de bu tarih tüm zamanların en çok satan kitabı tarafından onaylanmışsa."

Faukman'ın gözleri büyümüştü. "Bana Harry Potter'm Kutsal Kâse' den bahsettiğini söylemeyeceksin, değil mi?"

"Ben İncil'den bahsediyordum."

Faukman geri çekildi. "Bunu biliyordum."

"Laissez-lai!" Sophie'nin haykırışı taksinin içinde çınlamıştı. "Bırak onu!"

Sophie öne eğilerek taksi şoförüne bağırırken, Langdon yerinden sıçradı. Langdon, şoförün telsiz mikrofonunu eline alıp konuştuğunu görmüştü.

Sophie arkasını dönüp, elini Langdon'ın tüvit ceketinin cebine daldırdı. Langdon neler olduğunu anlayamadan, silahı çekip şoförün ensesine dayamıştı. Şoför o anda telsizi elinden bıraktı ve boşta olan elini başının üstüne kaldırdı.

Langdon, "Sophie!" diye hayretle bağırdı. "Sen ne halt..." Sophie, şoföre, "AnetezP1 diye emretti.

185

Dan Brown



Titreyen taksi şoförü emre itaat edip arabayı durdurdu ve park etti.

Langdon taksi şirketinin ön konsoldan gelen metalik sesini duydu. Telsiz, "...qui s'appelle Agent Sophie Neveıı..."r) diye cızırdadı. "Et un Ame-ricain, Robert Langdon..."r">

Langdon kaskatı kesilmişti. Bizi bu kadar çabuk mu buldular?

Sophie, "Descendez, in," dedi.

Şoför taksiden çıkarken kollarını titreyerek başının üstüne götürdü ve geriye doğru birkaç adım attı.

Sophie camını indirmiş ve silahını pencereden, hayret içindeki taksi şoförüne doğrultmuştu. Alçak bir sesle, "Robert," dedi. "Direksiyona geç.

Sen kullanacaksın."

Langdon silah tutan bir kadınla tartışacak değildi. Arabadan inip, direksiyona geçti. Elleri hâlâ başının üstünde duran taksi şoförü küfredip

duruyordu.

Arka koltuktaki Sophie, "Robert," dedi. "Sanırım sihirli ormanımızı

yeterince gördün."

Başını salladı. Gereğinden fazla. "Güzel. Bizi buradan çıkart."

Arabanın kumanda cihazlarına bakan Langdon tereddüt etti. Kahretsin. Langdon arabanın vitesiyle debriyaj pedalını yokladı. "Sophie? Belki de sen..."

Sophie, "Yürü!" diye bağırdı.

Dışarıdaki birkaç fahişe, neler olup bittiğini görmek için onlara doğru yaklaşıyordu. Kadınlardan biri telefonuyla bir numarayı arıyordu. Langdon debriyaja basarak vitesi, birinci vites olmasını ümit ettiği dişliye geçirdi. Gaz pedalına basarak kontrol etti.

Langdon debriyaj pedalını bırakmıştı. Taksi öne doğru sıçrarken tekerlekler uğuldadı. Araba yalpalarken kalabalık saklanacak yer bulmak için kaçışıyordu. Cep telefonlu kadın ağaçların arasına koşarak, ezilmekten son anda kurtulmuştu.

Araba sallanarak yola çıktığında Sophie, "Doııcement!" dedi. "Yavaşla, ne yapıyorsun?"

Langdon gıcırdayan tekerlek seslerini bastırmak için bağırarak, "Seni uyarmaya çalıştım," dedi. "Ben otomatik araba kullanıyorum!"

Da Vinci Şifresi

'"' Ajanın ismi Sophie Neveu.

'¦¦' Amerikalının ismi Robert Langdon.

186


39

Rue la Bruyere'deki taş binanın boş odası pek çok kedere şahit olduğu halde Silas solgun bedeninin o an çektiği ıstıraba eşdeğer bir acı dü-şünemiyordu. Kandırıldım. Her şeyi kaybettik.

Sıîas tuzağa düşmüştü. Kardeşler, gerçek sırlarını açıklamak yerine ölmeyi tercih ederek yalan söylemişlerdi. Silas'ın Öğretmen'i aramaya mecali yoktu. Silas kilit taşının saklı olduğu yeri bilen dört kişiyi öldürmekle kalmamış, Saint-Sulpice'dcki rahibeyi de öldürmüştü. O, Tann'ya karşı geliyordu! Opus Dei'yi küçük görüyordu!

Düşünmeden işlenmiş bir cinayet, kadjnın ölümü işleri haddinden fazla karıştıracaktı. Silas'ın Saint-Sulpice'e girmesini sağlayan telefonu Piskopos Aringarosa açmıştı; rahibenin öldürüldüğünü keşfettiğinde baş-rahip neler düşünecekti? Silas, onu yatağına yatırdığı halde, başındaki yara izi belirgindi. Silas yerdeki kırık karoları da yerine koymaya çalışmıştı ama verdiği bu hasar da fazlasıyla belli oluyordu. Oraya birinin gittiğini anlayacaklardı.

Buradaki işi bittiğinde Silas, Opus Dei'de saklanmayı planlıyordu. Piskopos Aringarosa beni korur. Silas, onu Opus Dei'nin New York merkezinin duvarları arasında meditasyon yapıp ve dua ederek geçireceği hayattan daha fazla mutlu edecek bir yaşam düşünemiyordu. Bir daha dışarı adımını atmayacaktı. İhtiyaç duyacağı her şey o mabette bulunacaktı. Beni kimse dilemeyecek. Ne yazık ki Silas, Piskopos Aringarosa gibi bir adamın bu kadar kolay unutulmayacağını biliyordu.

Piskoposu tehlikeye attım. Silas dalgın gözlerle yere bakarken, kendi hayatına kıymayı düşünüyordu. Her şeyden önce... İspanya'daki o küçük

187

Dan Brown I



kilisede onu eğitip, bir amaç edindirerek Silas'a hayat veren Aringarosa

idi.


Aringarosa, ona, "Dostum," demişti. "Sen bir Albino olarak doğdun. Başkalarının seni bunun için ayıplamasına izin verme. Bunun seni ne kadar özel kıldığını anlamıyor musun? Nuh'un da bir Albino olduğunun

farkında değil misin?"

"Geminin Nuh'u mu?" Silas bunu daha önce hiç duymamıştı. Aringarosa gülümsüyordu. "Evet, Geminin Nuh'u. Bir Albino'ydu. Senin gibi, onun da teni melekler kadar beyazdı. Bunu iyi düşün. Nuh dünyadaki hayatı kurtardı. Sen büyük işler yapmak için dünyaya geldin Silas. Rab, seni bir neden için özgür bıraktı. Çağrıyı duydun. İşini yapman için Rabbi'n sana ihtiyacı var."

Silas zaman geçtikçe kendine farklı bir açıdan bakmayı öğrenmişti. Ben safım. Beyazım. Güzelim. Bir melek gibi.

Ama o anda konuttaki odasında, babasının geçmişten gelen hayal kırıklığına uğramış fısıldayan sesini duydu. Tu es un desastre. Un spectre.'"1

Silas tahta zeminde diz çökerek bağışlanmak için dua etti. Ardından, cüppesini çıkararak bir kez daha kendini cezalandırmaya başladı.

Da Vinci Şifresi

Sen bir felaketsin. Bir hayaletsin.

188

40

Vites koluyla mücadele eden Langdon arabayı sadece iki kez stop ettirerek kaçırdıkları taksiyi Bois de Boulogne'nin sonuna kadar götürmeyi başardı. Ne yazık ki, durumun komikliği, telsizle sürekli şoförlerini arayan taksi şirketinin sesiyle gölgeleniyordu.



"Araç beş-altı-üç. Neredesin? Yanıt ver!"

Langdon parkın çıkışına ulaştığında gururunu ayaklar altına alarak frenlere asıldı. "Sen kullansan daha iyi olur."

Sophie direksiyona geçtiğinde rahatlamışa benziyordu. Birkaç saniye içinde, Dünyevi Zevkler Bahçesi'ni geride bırakarak, arabayı Allee de Longchamp'dan batıya doğru sürmeye başlamıştı.

Langdon, Sophie'nin hız ibresini saatte yüz kilometreye çıkarmasını seyrederken, "Rue Haxo hangi yönde?" diye sordu.

Sophie gözlerini yoldan ayırmıyordu. "Taksi şoförü Roland Garros Tenis Stadyumu'na yakın olduğunu söylemişti. O bölgeyi biliyorum."

Langdon bir kez daha ağır anahtarı cebinden çıkardı ve avucunda tarttı. Çok önemli bir nesne olduğunu hissedebiliyordu. Belki de kendi özgürlüğü bile bu anahtara bağlıydı.

Langdon, Sophie'ye Tapınak Şövalyeleri'nden bahsederken, bu anahtarın üstünde tarikat mührünü taşımasının yanı sıra, Sion Tarika-tı'yla daha derin bağa sahip olduğunu fark etmişti. Eşit kollu haç denge ve uyum sembolüydü ama aynı zamanda Tapınak Şövalyeleri'ni simgeliyordu. Üzerine eşit kollu kırmızı haçlar işlenmiş beyaz tunikli Tapınak Şövalyeleri resimlerini herkes görmüştü. Aslında Tapınakçılar'ın haçının kolları uçlarda biraz genişliyordu ama yine de eşit uzunluktaydılar.

189


Dan Brown

Kare haç. Tıpkı bu anahtarın üstünde olduğu gibi. Langdon ne bulacaklarını tahmin etmeye çalışırken hayal gücünün çılgına döndüğünü hissetti. Kutsal Kâse. Neredeyse bunun saçmalığına kahkahalarla gülecekti. Kâse'nin İngiltere'de bir yerlerde olduğuna ve en azından 1500 senesinden beri, Tapınakçılar'a ait pek çok kiliseden birinin altındaki odada gömülü olduğuna inanılıyordu. Büyük Usta Da Vinci'nin dönemi.

Tarikat önemli belgelerini güven içinde saklamak için önceki yüzyıllarda pek çok kez yerlerini değiştirmek zorunda kalmıştı. Tarihçiler, Kudüs'ten Avrupa'ya geldiğinden beri Kâse'nin altı kez yer değiştirdiğini düşünüyorlardı. Kâse son olarak 1447 yılında görülmüştü. Sayısız tanık, bir yangın çıktığını ve belgelerin, her birini ancak altı adamın taşıyabildiği dört dev sandığa yüklenerek yanmaktan son anda kurtarıldığını anlatmıştı. Bunun ardından bir daha Kâse'yi gördüğünü iddia eden biri çıkmamıştı. Artık sadece belgelerin Büyük Britanya'da, Kral Arthur'un ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri'nin topraklarında olduğu fısıldanıyordu. Her nerede olursa olsun, iki temel gerçek vardı: Leonardo yaşarken Kâse'nin nerede olduğunu biliyordu. Saklandığı bu yer, günümüze kadar muhtemelen değişmemişti. İşte bu yüzden, Kâse tutkunları hâlâ Kâse'nin yerini açığa çıkaran gizli bir ipucuna rastlayabilmek için, Da Vinci'nin eserleriyle günlüklerini derinlemesine inceliyorlardı. Kimileri, Kayalıklar Bakiresi'nûe\ü dağlık arka planın, İskoçya'daki mağaralarla dolu dağların topografyasıyla uyuştuğunu iddia ediyordu. Kimileri ise Son Akşam Yemeğ/'ndeki havarilerin şüpheli oturuş düzeninin bir çeşit şifre olduğu konusunda ısrar ediyordu. Bazıları ise Mona Lisa'nm röntgen filmlerinden, aslında İsis'in lapislazuli taşlı küpesini takarken resmedildiğinin anlaşıldığını iddia ediyordu... Da Vinci daha sonra bu ayrıntının üstünü boyamaya karar vermişti. Langdon küpenin var olduğuna dair hiçbir ispata rastlamamış, öyle olsa bile Kutsal Kâse ile bağlantısını anlayamamıştı, ama Kâse meraklıları hâlâ internetteki ilan panolarında ve sohbet odalarında bıkıp usanmadan bu konuyu tartışıyorlardı.

Sırlara herkes bayılır.

190

Da Vinci Şifresi



Ve sırlar devam ediyordu. Bunlardan en yenisi elbette, Da Vinci'nin ünlü Adoration of the Magi'sininr) boya katmanlarının altında korkunç bir gerçek sakladığının keşfedilmesiydi. İtalyan sanat uzmanı Maurizio Seraci-ni, New York Times Magazine'in "Leonardo Sahteciliği" başlığıyla anlattığı hikâyeyi ortaya çıkaran kişi olmuştu.

Seracini, şüpheye hiç mahal bırakmadan, resimdeki gri-yeşil fonun gerçekten Da Vinci'nin çalışması olduğunu ama resmin ona ait olmadığını ortaya koymuştu. Gerçek şuydu ki, ismi bilinmeyen bir ressam, Da Vinci'nin ölümünden yıllar sonra onun eskizlerinin üzerinden geçerek resmi doldurmuştu. Ama sahtekârın yaptığı resmin altındaki şey çok daha rahatsızlık vericiydi. Kızılötesi reflektografi makineleri ile çekilen fotoğraflar ve röntgen filmleri, bu hilekâr ressamın, Da Vinci'nin eskiz çalışmasını doldururken, altta kalan resimden şüphe çekecek farklılıklar çizdiğini gösteriyordu... sanki Da Vinci'nin asıl niyetini gizlemeye çalışmıştı. Resmin altında her ne varsa, halkın bilmeye hakkı vardı. Ama Flo-ransa'daki Uffizi Galeri yetkilileri durumdan mahcubiyet duyarak, resmi derhal sokağın karşısındaki bir depoya göndermişlerdi. Galerinin Leonardo salonuna giren ziyaretçiler, bir zamanlar Tapınma'nm bulunduğu yerde yanıltıcı ve özür içermeyen madeni bir levha buluyorlardı.

BU ESER, RESTORASYON ÇALIŞMALARI N~Â~

H AZI RLIK AM ACI YLA TAN I _________TESTLERİNDEN GEÇMEKTEDİR._________

Çağdaş Kâse avcılarının garip yeraltı dünyasında, Leonardo da Vinci hâlâ en büyük muammaydı. Onun eserleri bir sırrı açıklayacak gibi görünüyordu ve belki bir kat boyanın altında, belki açık bir manzarada şifrelenmiş bir halde veya belki de hiçbir yerde, hâlâ saklı duruyordu. Da Vinci'nin boş ümitler uyandıran ipuçları, meraklıları hayal kırıklığına uğratmak ve bilmiş Mona Lisa'nm yüzüne halinden memnun bir gülümseme oturtmaktan başka bir amaç gütmüyor olabilirdi.

Sophie, Langdon'ı düşüncelerinden ayırarak, "Elinde tuttuğun anahta-nn," diye sordu. "Kutsal Kâse'nin saklı olduğu yeri açması mümkün mü?"

Madonna'ya Tapınma.

191


Dan Brown

Langdon zorlama bir kahkaha attığının kendisi bile farkına varmıştı. "Gerçekten hiç sanmıyorum. Ayrıca Kâse'nin İngiltere'de saklı olduğuna inanılıyor, Fransa'da değil." Sophie'ye hikâyeyi kısaca anlattı.

Sophie, "Ama tek mantıklı cevap Kâse'ymiş gibi geliyor," diye ısrar etti. "Elimizde tarikat mührünü taşıyan son derece gizli bir anahtar var, ayrıca bize Sion Tarikatı üyelerinden biri tarafından iletildi... ki, sen bana onların Kutsal Kâse muhafızları olduğunu söylemiştin."

Langdon, onun iddiasının mantıklı olduğunu kabul ediyordu ama sezgileri bunu kabul edemeyeceğini söylüyordu. Tarikatın Kâse'yi bir gün nihai dinlenme yeri olarak Fransa'ya getireceklerine dair yemin ettiklerini anlatan söylentiler vardı ama bunun olduğuna dair hiçbir tarihi kanıt bulunmamıştı. Tarikat Kâse'yi Fransa'ya getirmiş olsa bile, tenis stadyumunun yanındaki 24 Rue Haxo adresi pek de soylu bir nihai dinlenme yerine benzemiyordu. "Sophie, bu anahtarın Kutsal Kâse'yle nasıl bir ilişkisi olabileceğini gerçekten kestiremiyorum."

"Çünkü Kâse İngiltere'de olmalı, öyle değil mi?" "Sadece bu değil. Kutsal Kâse'nin yeri tarih boyunca en iyi saklanan sırlardan biridir. Tarikat üyeleri kardeşliğin üst kademelerine ulaşmadan önce güvenilir olduklarını kanıtlayıp, Kâse'nin bulunduğu yeri öğrenmek için yıllarca beklerler. Bu sır, bölümlere ayrılmış karmaşık bir sistemle korunur ve tarikat kardeşliği oldukça geniş olduğu halde, herhangi bir zamanda yalnızda dört üye Kâse'nin nerede olduğunu bilir... Büyük Üstat ile onun üçsenechaıvc'u. Büyükbabanın en yukarıdaki bu dört kişiden biri olma ihtimali oldukça zayıf."

Gaz pedalına iyice basarken Sophie, büyükbabam onlardan biriydi, diye düşündü. Büyükbabasının kardeşlikteki konumunu şüpheye hiç yer bırakmayacak şekilde teyit eden bir görüntü hafızasına kazınmıştı.

"Büyükbaban üst kademelerde olsa bile, kardeşlik dışından hiç kimseye hiçbir şey açıklamasına izni olmazdı. Seni iç çembere alması olanaksız."

Bodrumdaki ayini gözlerinde canlandıran Sophie, ben oraya girdim bile, diye düşündü. Normandiya'daki şatoda o gece şahit olduklarını Langdon'a anlatmanın vakti gelip gelmediğini düşündü. Duyduğu utanç, on yıldır tek bir Tanrı'nın kuluna bile anlatmasına engel olmuştu. Düşün-

192

f

Da Vinci Şifresi



mek dahi tüylerini ürpertmişti. Uzaklarda bir yerlerde sirenler çalarken, yorgunluğunun giderek arttığını hissetti.

İleride beliren Roland Garros tenis stadyumunu görmenin heyecanını duyan Langdon," İşte orada!" dedi.

Sophie yolunu stadyuma doğru değiştirdi. Birkaç denemeden .sonra Rue Haxo kavşağını buldular ve daha az sayı içeren tabelaların gösterdiği yöne saptılar. Yoldaki sanayi siteleri ve iş merkezleri artmıştı.

Yirmi dört numarayı bulmamız gerekiyor, diye düşünen Langdon gizliden gizliye ufukta bir kilise kulesi aramakta olduğunu fark etti. Saçmalama. Bu mahallede Tapınakçılar'ın kilisesi mi olabilir mi hiç?

Sophie parmağıyla işaret ederek, "İşte orada!" diye çığlık attı.

Langdon'ın gözleri önlerinde uzanan yapıya kaydı.

Bu da ne böyle?

Modern bir binaydı. Ön cephesinin üstü dev bir neon kare haçla donatılmış bir kaleye benziyordu. Haçın altında şu kelimeler yazıyordu:

ZÜRIH EMANET BANKASI

Langdon, Tapınakçılar kilisesi hayallerini Sophie'yle paylaşmadığına memnundu. Hiçbir anlam içermeyen sembollerden gizli anlamlar çıkarmaya çalışmakla geçen bir meslek hayatı, insanı böyle yapıyordu. Langdon bu kez de, eşit kollu barışçıl haçın, İsviçre bayrağının sembolü olarak seçildiğini unutmuştu.

En azından gizem çözülmüştü.

Sophie ile Langdon, ellerinde İsviçre bankasındaki bir kasanın anahtarını tutuyorlardı.

193

F: 13


Dan Brown

41

Custel Gandolfo'nun önünde, uçurumun ve kayalıkların üstünde dönen soğuk dağ havası, Fiat'tan dışarı adımını atan Piskopos Aringarosa'yı karşıladı. Bu cüppeden daha kalın bir şey giymeliydim, diye düşünürken, üşüdüğünü belli etmemeye çalışıyordu. Bu gece ihtiyaç duyacağı son şey zayıf ya da ürkmüş görünmekti.



Şatonun en üst katında, sevimsiz bir aydınlık yayan pencereler hariç tüm bina karanlıktı. Kütüphane, diye düşündü Arıngarosa. Uyanıklar ve bekliyorlar. Rüzgâra karşı yürürken başını öne eğdi ve rasathane kubbelerine bakmamaya çalışarak yoluna devam etti.

Onu kapıda karşılayan rahip uykulu görünüyordu. Beş ay önce onu karşılayan yine aynı rahipti ama bu gece daha az misafirperver davranıyordu. Saatine bakarken, endişeliden çok rahatsız olmuşa benzeyen rahip, "Sizi merak ettik piskopos," dedi.

"Özrümü kabul edin. Bugünlerde havayollarına güven olmuyor." Rahip anlaşılmayan bir şeyler mırıldandıktan sonra, "Yukarda bekliyorlar. Size eşlik edeceğim," dedi.

Kütüphane, yerden tavana kadar koyu renk lambri kaplı kare şeklinde geniş bir salondu. Her tarafta tıka basa dolu yüksek kitaplıklar vardı. Siyah bazaltla süslenmiş kehribar mermer yerler, insana burasının bir zamanlar saray olduğunu hatırlatıyordu.

Odanın karşı tarafından gelen bir erkek sesi, "Hoş geldiniz piskopos," dedi.

Aringarosa konuşan kişiyi görmeye çalıştı ama ışıklar yeterli değildi... her yerin ışıl ışıl parladığı ilk ziyaretinde olduğundan çok daha loştu.

194 I

Da Vinci Şifresi



Uyanış gecesi. Bu gece insanlar, ortaya çıkacak olandan utamyormuş gibi gölgelere saklanmışlardı.

Aringarosa oldukça yavaş, krallara yakışan adımlarla içeri girdi. Odanın arka tarafındaki uzun masada oturan üç erkeğin şekillerini görebiliyordu. Ortada oturan adamın silueti hemen seçiliyordu... obez Vatikan sekreteri, Vatikan Şehri'ndeki tüm resmi işlerden sorumlu yetkili. Diğer ikisi yüksek rütbeli İtalyan kardinallerdi.

Aringarosa kütüphaneden geçerek, onlara yaklaştı. "Vaktinde gelemediğim için özürlerimi sunarım. Farklı zaman dilimlerindeyiz. Yorgun olmalısınız."

Elleri muazzam göbeğinde kavuşmuş duran sekreter, "Hiç değü'Z," dedi. "Buraya kadar geldiğiniz için müteşekkiriz. Uyanık kalıp sizi karşılamak yapabileceklerimizin asgarisidir. Size kahve ya da kendinize getirecek başka bir şey ikram edebilir miyiz?"

"Sıradan bir ziyaretmiş gibi davranmamayı tercih ederim. Diğer uçağa yetişmem gerekiyor. Hemen meseleye girebilir miyiz?"

Sekreter, "Elbette," dedi. "Tahmin ettiğimizden çok daha çabuk davrandınız."

"Öyle mi yaptım?" "Daha bir ayınız vardı."

Aringarosa, "Kaygılarınızı beş ay önce dile getirdiniz," dedi. "Beklememe gerek var mıydı?"

"Hakikaten. Bulduğunuz çözümden son derece memnunuz."

Aringarosa gözleriyle uzun masayı takip ederek, büyük siyah bir çantaya baktı. "İstediğim şey bu mu?"

"Evet." Sekreterin sesi huzursuz gibiydi. "Bununla birlikte, isteğinizden kaygı duyduğumuzu itiraf etmeliyim. Biraz şey gibi..."

Kardinallerden biri, "Tehlikeli," diye cümleyi tamamladı. "Bunu sizin

'Çin bir yere havale edemeyeceğimizden emin misiniz? Yüklü bir meb-

lağ.«


Özgürlük pahalıdır. "Kendi güvenliğim hususunda hiçbir endişem yok. Tanrı benimle birlikte."

Adamlar şüpheyle bakıyorlardı. "Tam olarak istediğim fonlar mı?"

195

Dan Brown



I

Sekreter başını salladı. "Vatikan Bankasındaki bağış bonoları. Dün yanın her yerinde nakitle değiştirilebilir."

Aringarosa masanın sonuna yürüyerek, evrak çantasını açtı. İçinde, Vatikan mührünü ve taşıyan kişiye ödeme yapılmasını garantileyen POR-TATORE başlığını taşıyan iki kalın bono destesi vardı.

Sekreter gergin görünüyordu. "Bu fonları nakde çevirmiş olsaydık, hepimizin çok daha az endişeleneceğini söylemeliyim piskopos."

Çantayı kapayan Aringarosa, o kadar nakdi taşıyamam, diye düşündü. "Bonolar nakde çevrilebiliyor. Bunu siz söylediniz."

Kardinaller birbirlerine huzursuz bakışlar fırlattıktan sonra, içlerinden biri sonunda, "Evet ama bu bonoların Vatikan Bankası'ndan çıktığı hemen anlaşılacaktır."

Aringarosa içinden gülüyordu. Öğretmen'in Aringarosa'ya parayı Vatikan bonoları şeklinde almasını söylemesinin asıl sebebi de buydu. Bu işin içinde hepimiz varız. Aringarosa, "Bu son derece yasal bir işlem," diye savundu. "Opus Dei, Vatikan Şehri'nin şahsi piskoposluk makamıdır ve Papa Hazretleri parayı uygun gördüğü şekilde harcayabilir. Herhangi bir kanun çiğnenmiş olmuyor."

"Doğru ama..." Sekreter öne doğru eğilince oturduğu sandalyenin altından çatırtılar geldi. "Bu fonlarla ne yapmayı amaçladığınız hakkında hiç bilgimiz yok ve eğer bir şekilde yasal değilse..."

Aringarosa, "Benden istediğiniz şey göz önüne alınacak olursa," diye karşılık verdi. "Bu parayla yapacaklarım sizi ilgilendirmez." Uzun bir sessizlik oldu.

Haklı olduğumu biliyorlar, diye düşündü Aringarosa. "Şimdi sanırım benden bir şey imzalamamı isteyeceksiniz."

Hepsi sanki hemen gitmesini istiyormuş gibi ayağa fırlayarak kâğıtlı

ona doğru ittiler.

Aringarosa önünde duran kâğıda bir göz attı. Üzerinde Papalık mührü vardı. "Bana gönderdiğiniz kopyanın aynı mı?"

"Kesinlikle."

Aringarosa belgeyi imzalarken ne kadar az duygulandığına şaşırffliŞ' • ti. Buna rağmen diğer üç adam rahat bir nefes almış gibiydiler.

Sekreter, "Teşekkürler piskopos," dedi. "Kiliseye vermiş olduğunuz hizmet asla unutulmayacak."

196

Da Vinci Şifresi



Evrak çantasını kaldıran Aringarosa umudun ve yetkinin ağırlığını hissediyordu. Dört adam söyleyecek başka bir şey varmış gibi bir süre birbirlerine baktılar ama görünüşe göre yoktu. Aringarosa arkasını dönerek, kapıya yöneldi.

Aringarosa kapı-eşiğine geldiğinde kardinallerden biri, "Piskopos?" diye seslendi.

Aringarosa duraksayıp döndü. "Evet?"

"Buradan nereye gideceksiniz?"

Aringarosa bu sorunun içeriğinde coğrafi değil, ruhani bir anlam taşıdığını sezmişti ama bu saatte ahlak tartışmaya niyeti yoktu. "Paris," diyerek dışarı çıktı.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə