Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə5/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36

Langdon dikkatle bakıyordu. "Ama bunun hiçbir anlamı yok." "Yok mu?"

Yorgun ve bitap bir şekilde, "Yok," diye cevap verdi. "Bana Sauniere'in, belli ki davet ettiği biri tarafından ofisinde saldırıya uğradığını söylemiştiniz." "Evet."

"O halde müze müdürünün kendisine saldıran kişiyi düşünmek mantıklı olur."

Fache başını salladı. "Devam edin."

"Yani Sauniere kendi katilini tanıyorsa, bu ne çeşit bir ima olabilir?" Parmağıyla yeri. gösterdi. "Şifreli sayılar. Sahte alimler. Draco devleri. Karnındaki beş köşeli yıldız. Hepsi fazlasıyla gizemli."

Fache bu fikir daha önce hiç kendisinin aklına gelmemiş gibi kaşlarını çatıyordu. "Bir fikriniz var sanırım."

Langdon, "Mevcut şartları göz önünde bulundurarak," dedi. "Sanırım eğer Sauniere'in niyeti size onu öldüren kişiyi söylemek olsaydı, birisinin ismini yazardı."

58

Da Vinci Şifresi



Langdon bunları söylerken, Fache'nin yüzüne gecenin başından beri ilk kez bir gülümseme yayıldı. Fache, "Precisement," dedi. "Aynen."

Ses cihazlarını kurcalayan ve Fache'nin kulaklıktan gelen sesini dinleyen Teğmen Collet, bir ustanın çıkarttığı işe tanık oluyorum, diye düşünüyordu. Süper ajan, yüzbaşıyı Fransız emniyet teşkilatının zirvesine bu gibi zamanların yükselttiğini biliyordu.

Fache başka kimsenin cesaret edemediğini yapacak.

Zamanın emniyet teşkilatında, baskı altında insanın kendine son derece hâkim olmasını gerektiren şaşırtma sanatı artık var olmayan bir yetenekti. Çok az insan bu işlerde yeteri kadar soğukkanlılığa sahipti ama Fache bu iş için doğmuş gibiydi. Kendine hâkim oluşu ve sabrı, neredeyse mekanikti.

Fache'nin bu geceki yegâne isteği, sanki bu tutuklama kişisel bir me-seleymişçesine, cinayeti çözümlemek gibiydi. Fache'nin ajanlarına bir saat önce verdiği brifing her zamankinden çok daha kısa ve sağlamdı. Jacques Sauniere'i kimin öldürdüğünü biliyorum, demişti Fache. Ne yapacağınızı biliyorsunuz. Bu gece hata istemiyorum.

Ve şu ana dek hiç hata yapılmamıştı.

Collet şüphelinin suçuna Fache'nin emin olmasını sağlayan delili henüz öğrenememişti ama Boğa'nın içgüdülerini sorgulamaması gerektiğini iyi biliyordu. Bazı zamanlar Fache'nin sezgileri neredeyse doğaüstü gibiydi. Ajanlardan biri etkileyici bir olayda Fache'nin altıncı hissine şahit olduktan sonra, Tanrı onun kulağına fısıldıyor, diye iddia etmişti. Collet eğer Tanrı diye bir şey varsa, Bezu Fache'nin en sevdiği kullar arasında olduğunu kabul etmek zorundaydı. Yüzbaşı dini törenlere ve günah çıkartma ayinlerine sürekli -halkla ilişkileri iyi tutmak adına önemli tatillerde kiliseyi dolduran diğer yetkilerden çok daha sık- giderdi. Birkaç yıl önce Papa Paris'i ziyaret ettiğinde Fache izleyiciler arasında olmak için oldukça gayret göstermişti. Şimdi ise Fache'nin Papa ile çektirdiği fotoğraf ofisinin duvarında asılıydı. Ajanlar kendi aralarında ona gizlice Papalık Boğası diyorlardı.

Collet halkın önüne fazla çıkmayan Fache'nin son yıllarda Katolik süb-yancılık skandali yüzünden sözünü sakınmadan kendinden bahsettirmesini 'ronik buluyordu. Bu papazları iki kez asmak lazım! Fache böyle beyanat

59

Dan Brown



vermişti. Birincisinde çocuklara karşı işledikleri suçlar yüzünden. Ve bir kez de Katolik Kilisesi'nin ismini kötüye çıkardıkları için. Collet'nin içinde, Fache'yi en çok ikincisinin sinirlendirdiğine dair tuhaf bir his vardı.

Dizüstü bilgisayarına dönen Collet, bu gece buradaki sorumluluklarının diğer yarısıyla ilgilenmeye başladı -GPS tarama sistemi. Ekrandaki görüntü, Denon Kanadı'nın Louvre Güvenlik Birimi'nden yüklenen, yapısal şema niteliğindeki ayrıntılı zemin planını veriyordu. Gözlerini, galeriler ve koridorlardan oluşan labirentte gezdirirken, Collet aradığını buldu.

Büyük Galeri'nin tam ortasında küçük kırmızı bir noktacık yanıp sönüyordu.

Nişan.


Fache bu gece avının yularını elinden bırakmıyordu. Akıllıcaydı. Robert Langdon serinkanlı bir müşteri çıkmıştı.

60

Da Vinci Şifresi



9

Bezu Fache, Bay Langdon ile yapacağı görüşmenin kesilmemesini garantiye almak için cep telefonunu kapattı. Ancak ne yazık ki, iki yönlü telsiz özellikleriyle donatılmış pahalı bir model olduğundan, verdiği emirlere rağmen ajanlarından biri tarafından kendisini takip etmekte kullanılıyordu.

"Yüzbaşı?" Telefon kısa mesafeli telsiz gibi cızırdadı.

Fache dişlerinin nefretle birbirine kilitlendiğini hissetti. Collet'nin bu katil zanlısının soruşturmasını bölmesine neden olacak kadar önemli bir şey hayal edemiyordu, özellikle de şu kritik noktada.

Langdon'a özür dileyen sakin bir bakış fırlattı. "Bir saniye lütfen." Telefonu kemerinden çıkardı ve telsiz frekansı düğmesine bastı. "Evet?"

"Capitaine, un agent du Departement de Cryptographie est arrive. "r)

Fache'nin öfkesi bir anda geçmişti. Bir kriptograf mı? Yanlış zamanlamaya rağmen bu iyi bir haberdi. Yerdeki şifreli metni bulduktan sonra Fache, Sauniere'in anlatmaya çalıştıklarını birinin söylemesi umuduyla, cinayet mahallinin fotoğraflarını Kriptografi Birimi'ne göndermişti. Bir şifre çözücü gelmişse, bu, büyük olasılıkla birilerinin Sauniere'in mesajını çözdüğü anlamına geliyordu.

Fache ses tonuyla söylediklerinin harfiyen anlaşılmasına olanak sağlayarak, "Şu anda meşgulüm," dedi. "Kriptografa komuta merkezinde beklemesini söyleyin. Adamla işim bittikten sonra konuşurum."

Ses, "Bayan," diye düzeltti. "Ajan Neveu gelmiş."

'' Yüzbaşı, kriptoloji biriminden bir ajan geldi.

61

Dan Brown



Fachc her geçen dakika bu aramadan daha az memnun oluyordu. Sophie Neveu, DCPJ'nin en büyük hatalarından biriydi. İngiltere'deki Royal Holloway'de kriptografi okuyan Paris'li genç deşifreci Sophie Neveu, iki yıl önce bakanlığın polis güçlerine daha fazla kadın eleman alma girişimiyle, zorla Fache'nin başına yıkılmıştı. Fache bakanlığın politik düzelmelere girişmesinin birimi zayıflattığını öne sürüyordu. Kadınlar polis işi için yeterli fiziksel güce sahip olmamakla birlikte, getirişi olmayan mevcudiyetleri sahadaki erkeklerin dikkatini dağıtarak tehlikeye atıyordu. Fache'nin korkusuysa, Sophie Neveu'nun hepsinden fazla dikkat da-

ğıtmasıydı.

Otuz iki yaşındaydı ve inatçı bir azimle ilerliyordu. İngiltere'nin krip-tolojik metodunu şevkle desteklemesi, kendi üstündeki Fransız kriptog-raflarını çileden çıkarıyordu. Fache'ye en ağır geleni ise orta yaşlı erkeklerle dolu bir çalışma yerinde, çekici genç bir kadının gözleri işten alıkoyup kendi üzerine çekeceği evrensel gerçeğiydi.

Telsizdeki adam, "Ajan Neveu sizinle hemen konuşmak konusunda ısrar ediyor yüzbaşı. Onu durdurmaya çalıştım ama galeriye doğru yola çıktı bile," dedi.

Fache duyduklarına inanamayarak tiksintiyle irkildi. "Kabul edilemez! Çok açık belirtmiştim..."

Robert Langdon kısa bir süre için Bezu Fache'nin felç geçirdiğini sandı. Yüzbaşı çenesi kapanıp gözleri yerinden fırladığında cümlesinin ortasındaydı. İleri atılan bakışları, Langdon'ın omzunun üstündeki bir şeye sabitlenmiş gibiydi. Langdon ne olduğunu görmek için arkasını döne-meden, bir kadının ahenkli sesini duydu.

"Excusez-moi, messieıırs."n

Langdon döndüğünde genç bir kadının yaklaştığını gördü. Uzun, akıcı adımlarla koridordan onlara doğru yürüyordu... yürüyüşünde akıldan çıkmayan bir kesinlik vardı. Siyah taytmın üstüne diz boyuna uzanan krem rengi süveter giyen, otuz yaşlarında çekici bir kadındı. Omzuna dökülen kızıl sık saçları, yüzünün sıcaklığını çerçeveliyordu. Harvard'ın yurt odalarındaki duvarları süsleyen para avcısı sıska sarışınların aksine, bu

Özür dilerim, baylar.

62

Da Vinci Şifresi



sağlıklı kadının sade bir güzelliği ve güven duygusunu yansıtan kendine özgü bir havası vardı.

Langdon'ın şaşkın bakışları altında kadın doğruca onun yanma gelerek, elini nazikçe uzattı. "Bay Langdon, ben DCPJ'nin kriptoloji biriminden Ajan Neveu." Kelimeler dudaklarının arasından Angio-Franko aksanıyla yuvarlanıyordu. "Tanıştığımıza memnun oldum."

Langdon, onun yumuşak elini, avucunun içine aldı ve bir an için kadının güçlü bakışlarına hapsolduğunu sandı. Zeki ve berrak, zeytin yeşili gözlere sahipti.

Sinirle derin bir nefes alan Fache'nin paylamaya başlayacağı anlaşılıyordu.

Hızla dönerek ondan önce davranan kadın, "Yüzbaşı," dedi. "Soruşturmayı böldüğüm için mazur görün ama..."

Fache, "Cen'estpas le moment.1"'^ diye kükredi.

"Size telefonla ulaşmaya çalıştım." Sophie, Langdon'a nezaket göstererek sözlerine İngilizce devam etti. "Ama cep telefonunuz kapalıydı."

Fache, "Bilerek kapattım," diye tısladı. "Bay Langdon'la görüşüyorum."

Heyecansız bir tonla, "Sayılan deşifre ettim," dedi. Langdon kalbinin heyecanla çarptığını hissetti. Şifreyi mi çözmüş? Fache nasıl davranacağını bilemiyor gibi duruyordu. Sophie, "İzah etmeden önce," dedi. "Bay Langdon'a acil bir mesajım var."

Fache'nin ifadesi derin bir kaygıya dönüşmüştü. "Bay Langdon'a mı?"

Başını sallayıp, Langdon'a döndü. "ABD Büyükelçiliği'yle temas kurmanız gerekiyor Bay Langdon. Size Birleşik Devletler'den bir mesaj varmış."

Langdon şaşırarak tepki vermişti, şifreden dolayı duyduğu heyecan yerini ani bir endişeye bırakıyordu. Birleşik Devletler'den bir mesaj mı? Ona kimin ulaşmak isteyebileceğini tahmin etmeye çalıştı. Paris'te bulunduğunu sadece birkaç iş arkadaşı biliyordu.

Şimdi sırası değil.

63

Dan Brown



Fache geniş çenesini duyduğu haberle sıkmıştı. Kuşkulu bir sesle, "ABD Büyükelçiliği mi?" diye sordu. "Bay Langdon'ı burada bulacaklarını nereden biliyorlardı?"

Sophie omuzlarını silkti. "Görünüşe bakılırsa Bay Langdon'ın otelini aramışlar ve resepsiyon memuru onlara Bay Langdon'ın bir DCPJ ajanı tarafından götürüldüğünü söylemiş."

Fache'nin canı sıkılmış gibi görünüyordu. "Ve sonra büyükelçilik DCPJ kriptoloji birimiyle mi temasa geçti?"

Sophie donuk bir sesle, "Hayır efendim," dedi. "Sizinle görüşmek için DCPJ santralını aradığımda, Bay Langdon'ı bekleyen bir mesaj olduğunu söylediler ve size ulaşırsam bu mesajı iletmemi istediler."

Aklı karıştığı belli olan Fache kaşlarını çattı. Konuşmak için ağzını açtığı sırada, Sophie yeniden Langdon'a dönmüştü.

Cebinden küçük bir kâğıt çıkararak, "Bay Langdon," dedi. "Büyükelçiliğinizin mesaj servis numarası burada yazıyor. Mümkün olduğunca çabuk aramanızı istediler." Manidar bir bakışla kâğıdı ona uzattı. "Ben şifreyi Yüzbaşı Fache'ye açıklarken, sizin bu görüşmeyi yapmanız gerekiyor."

Langdon kâğıdı inceledi. Üzerinde Paris'teki bir telefon numarasıyla dahili hattı yazıyordu. "Teşekkürler," derken biraz tedirginlik hissediyordu. "Nereden telefon edebilirim?"

Sophie süveterinin cebinden telefonunu çıkartmaya başladığı sırada Fache, onu eliyle savuşturdu. Artık patlamak üzere olan Vezüv Yanarda-ğı'na benziyordu. Gözlerini Sophie'den ayırmadan kendi cep telefonunu çıkarıp uzattı. "Bu hat güvenlidir Bay Langdon. Kullanabilirsiniz."

Langdon, Fache'nin genç kadına duyduğu öfkeyi anlamakta güçlük çekiyordu. Rahatsız olduğu halde yüzbaşının telefonunu aldı. Fache derhal Sophie'yi kolundan tutup uzaklaştırarak, onu sessiz biçimde azarlamaya başladı. Yüzbaşıdan gittikçe daha da az hoşlanan Langdon, tuhaf sohbete arkasını dönerek, cep telefonunu açtı. Sophie'nin ona verdiği kâğıda bakarak numarayı çevirdi. Telefon çalmaya başlamıştı. Bir kez çaldı... iki kez çaldı... üç kez çaldı... Sonunda bağlantı sağlanmıştı.

64

Da Vinci Şifresi



Langdon büyükelçilik santralının cevap vereceğini tahmin ediyordu ama bunun yerine kendini bir telesekreter aletini dinlerken buldu. Kayıt-taki sesin tanıdık gelmesi garipti. Bu ses Sophie Neveu'ya aitti.

Kadın sesi, "Bonjoıır, vom etes bien chezSophieNeveu,"n dedi. "Jesu-is absent e pour le moment, mais..."("y

Langdon şaşkınlık içinde Sophie'ye döndü. "Affedersiniz Bayan Ne-veu. Sanırım bana verdiğiniz..."

Sophie sanki Langdon'ın şaşkınlığını bekliyormuş gibi hemen atılarak, "Hayır, doğru numara," dedi. "Büyükelçiliğin otomatik mesaj sistemi var. Mesajınızı dinlemek için ulaşım şifrenizi girmeniz gerek."

Langdon gözlerini dikmiş bakıyordu. "Ama..."

"Size verdiğim kâğıttaki üç basamaklı numara."

Langdon garip yanlışlığı açıklamak için ağzını açtı ama Sophie, ona susmasını söyleyen çok kısa bir bakış fırlattı. Yeşil gözleri kristal kadar berrak bir mesaj iletmişti.

Soru sorma. Sadece yap.

Sersemleyen Langdon, kâğıttaki dahili numarayı tuşladı: 454.

Sophie'nin bıraktığı mesaj birden kesildi ve Langdon elektronik bir sesin Fransızca: "Bir yeni mesajınız var," dediğini duydu. Görünüşe bakılırsa 454 Sophie'nin evden uzaktayken mesajlarını dinlemek için kullandığı ulaşım numarasıydı.

Ben bu kadının mesajlarını mı dinleyeceğim ?

Langdon artık bandın döndüğünü duyabiliyordu. Sonunda durdu ve makine devreye girdi. Langdon mesajı dinlemeye başlamıştı. Hattaki ses yine Sophie'ye aitti.

Mesaj, korkak bir fısıltıyla, "Bay Langdon," diye başlıyordu. "Bu mesaja tepki vermeyin. Sakince dinleyin. Şu anda tehlikedesiniz. Verdiğim talimatlara harfiyen uyun."

'*' Merhaba, ben Sophie Neveu.

1 ' Şimdi size yanıt veremiyorum, ama..

65

F:5



Dan Brown

10

Silas, Öğretmen'in onun için kiraladığı siyah Audi'nin direksiyonunda oturuyor ve muhteşem Saint-Sulpice Kilisesi'ne bakıyordu. Aşağıdan projektörlerle aydınlatılmış iki çan kulesi, binanın uzun gövdesinin üstünde sağlam bekçiler gibi duruyorlardı. Her iki yanda, ince desteklerden oluşan gölgeli sıra, güzel bir yaratığın kaburgalarını andırıyordu.



Kâfirler kilit taşını saklamak için Tanrı'nın evini kullandılar. Kardeşlik bir kez daha yanılsama ve düzenbazlık konusundaki efsanevi ününü teyit etmişti. Silas kilit taşını bulup, Öğretmen'e vermek için sabırsızlanıyordu, böylece kardeşliğin uzun zaman önce vefakârlardan çaldığını yerine koyabileceklerdi.

bu, Opus Dei'yi çok güçlü kılacak.

Audi'yi Saint-Sulpice'in önüne park eden Silas derin bir nefes alırken kendini, aklını elindeki işten temizlemeye ikna etmeye çalışıyordu. Sırtı hâlâ akşamın erken saatlerinde kendine verdiği bedensel çileden ötürü ağrıyordu ama bu acı, Opus Dei, onu kurtarmadan önceki hayatında çektiği kederlerle kıyaslandığında hafif kalıyordu. Hatıralar hâlâ ruhunu ele geçirmeye çalışıyorlardı. Silas kendine, nefretinden ann, diye emir verdi. Sana kötülük yapanları bağışla.

Saint-Sulpice'in taş kulelerine bakan Silas bu tanıdık akıntıyla... onu gençlik yıllarındaki dünyası olan hapse bir kez daha atarak, geçmişi hatırlatan o güçle mücadele etti. Araf'a dair anılar, her zamanki gibi duygularında fırtınalar kopartarak geldiler... çürüyen lahana kokusu, ölülerin, insan sidiğinin ve dışkıların pis kokusu. Pireneler'in uğuldayan rüzgârına karşı çaresizlik gözyaşları ve unutulmuş adamların hıçkırıkları.

66

Da Vinci Şifresi



Andorra, diye düşünürken kaslarının gerildiğini hissediyordu.

Silas'ın, İspanya ile Fransa arasındaki o kıraç ve ıssız hükümdarlıkta ölmekten başka hiçbir şey istemediği taş hücresinde titrerken kurtarılması inanılmazdı.

O zamanlar bunu anlamamıştı.

Işık, gök gürültüsünden çok sonra gelir.

Ailesinin kendisine verdiği adı hatırlamamasına rağmen, o zamanlar ismi Silas değildi. Yedi yaşındayken evden ayrılmıştı. İri cüsseli bir rıhtım işçisi olan sarhoş babası, Albino bir evlat sahibi olduğu için öfkeliydi. Oğlanın utanç verici durumundan ötürü annesini suçlayarak, onu sürekli dövüyordu. Çocuk, annesini korumaya kalktığı zaman kötü şekilde dayak yiyordu.

Bir gece korkunç bir kavga olmuştu ve annesi bir daha ayağa kalka-mamıştı. Çocuk, annesinin yanında dururken, olanları engelleyemediği için dayanılmaz bir vicdan azabı duymuştu.

Bu benim suçum!

Çocuk vücudu bir şeytan tarafından idare ediliyormuşçasına mutfağa giderek bir kasap bıçağı almıştı. Hipnotize olmuş bir halde, babasının sarhoş yattığı yatak odasına yönelmişti. Çocuk tek kelime etmeden onu sırtından bıçaklamıştı. Babası acı içinde feryat ederek, yan dönmeye çalışmış ama oğlu onu bir kez, bir kez, bir kez daha bıçaklamıştı, ev sessizliğe kavuşana kadar.

Çocuk evden kaçmış, fakat Marsilya sokaklarını bir o kadar düşmanca bulmuştu. Garip görünüşü, onu evden kaçan diğer gençler arasında istenmeyen biri haline getiriyordu. Harap olmuş bir fabrikanın bodrum katında, iskeleden çaldığı meyve ve çiğ balıkla tek başına yaşamak zorunda kalmıştı. Tek arkadaşı çöplükte bulduğu yırtık pırtık dergilerdi ve onları okumayı kendi kendine öğrenmişti. Geçen zamanla" birlikte güçlenmişti. On iki yaşına geldiğinde başka bir başıboş -yaşı kendinden iki kat büyük bir kız- sokaklarda onunla dalga geçmiş ve yemeğini çalmaya kalkışmış ve kendini ölümüne dayak yerken bulmuştu. Yetkililer onu kızın üstünden Çektiklerinde ona bir ültimatom vermişlerdi -ya Marsilya'yı terk edersin ya da çocuk hapishanesine gidersin.

Çocuk Marsilya'yı terk edip Toulon kentine gitmişti. Zaman geçtikçe sokaklardaki acıyan bakışlar, korku dolu bakışlara dönmüştü. Çocuk

67

Dan Brown



güçlü genç bir erkek olmuştu. İnsanlar yanından geçerken, fısıldaştıkları-nı duyabiliyordu. Bir hayalet, diyorlardı, beyaz tenine bakarken gözleri korkudan açılırdı. Şeytani gözlere sahip bir hayalet!

Ve o kendini bir hayalet gibi hissediyordu... şeffaftı... bir limandan öbür limana süzülüyordu.

İnsanlar sanki onun içini görüyorlardı.

On sekiz yaşında, bir liman kasabasında kargo gemisinden bir kasa kurutulmuş jambon çalmaya çalışırken, bir çift tayfa tarafından yakalanmıştı. Onu dövmeye başlayan iki denizci tıpkı babası gibi bira kokuyordu. Canavarın korku ve nefret dolu anıları su yüzüne çıkmıştı. Genç adam elleriyle, ilk denizcinin boynunu kırmıştı. İkincisinin aynı kaderi paylaşmasını gelen polisler engellemişti.

İki ay sonra prangalarla Andorra'daki hapishaneye varmıştı.

Gardiyanlar onu çıplak ve üşümüş bir halde içeri tıkarken hücrede-kiler, hayalet kadar beyazsın, diyerek onunla alay etmişlerdi. Mira el es-pectro! Belki de hayalet bu duvarlardan geçer!

Geçen on iki yıl süresince, şeffaflaştığını anlayıncaya kadar bedeni ve ruhu soldu.

Ben bir hayaletim.

Ağırlığım yok.

Yo soy un espectro... pâlido como una fantasma... caminando este

mundo a solas.

Bir gece hayalet, diğer tutukluların bağırışlarıyla uyanmıştı. Üzerinde uyuduğu zemini hangi görünmez gücün salladığını ya da hücresindeki harçları hangi kuvvetli elin silkelediğini bilmiyordu ama o ayağa fırlar fırlamaz, tam uyuduğu yere iri bir kaya parçası düşmüştü. Taşın geldiği yeri görmek için başını kaldırdığında sallanan duvarda bir delik açıldığını gördü, arkasında on yıldır görmediği bir manzara vardı. Ay.

Yer hâlâ sallanırken, hayalet kendini engin bir manzaraya açılan ve uçurumdan ormana inen, dar bir tünelin içinde ilerlerken buldu. Açlıktan ve yorgunluktan çılgına dönmüş bir halde gece boyunca aşağı doğru koştu.

Bilincini kaybetmek üzereyken, şafak vakti kendini tren raylarının ormanın içinden geçtiği bir açıklıkta buldu. Rayları takip ederken sanki rüyada yürüyordu. Gördüğü boş yük vagonuna sığınmak ve dinlenmek

68

Da Vmci Şifresi



jcin kıvrıldı. Uyandığında tren hareket ediyordu. Ne kadar oldu? Ne kadar uzaktayım? Midesinde bir sancı büyüyordu. Ölüyor muyum? Yeniden uyudu. Uyandığında bu kez birisi ona bağırıyor, vuruyor ve yük vagonundan aşağı itiyordu. Kanlar akarken acı içinde, küçük bir köyü yemek arayarak dolaştı. Sonunda, vücudu bir adım daha atamayacak kadar güçsüz düştü, yol kenarına uzandı ve bilincini kaybetti.

Işık yavaşça belirdi ve hayalet kaç zamandır ölü olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Bir gün? Üç gün? Önemi yoktu. Yatağı bulutlar kadar yumuşaktı ve havada tatlı bir mum kokusu vardı. İsa oradaydı ve ona bakıyordu. Buradayım, dedi İsa. Taş kenara yuvarlandı ve sen yeniden doğdun.

Uyudu ve uyandı. Zihni bulanmıştı. Cennete hiç inanmamıştı, buna rağmen İsa, onu gözetiyordu. Yatağının yanında yemek belirdi ve hayalet onu yedi, adeta kemiklerinin üstünde et oluştuğunu hissediyordu. Yeniden uyudu. Uyandığında İsa hâlâ ona gülümseyerek konuşuyordu. Kurtarıldın oğlum. Benim yolumu izleyenler kutsamalardır.

Bir kez daha uyudu.

Acı dolu bir çığlık hayaleti uykusundan kaldırmıştı. Vücudu yataktan fırlayarak, koridordan seslerin geldiği yere yöneldi. Mutfağa girdiğinde iri bir adamın ufak tefek bir adamı dövdüğünü gördü. Hayalet sebebini bilmeksizin iri adamı yakaladı ve onu duvara fırlattı. Adam kaçtığında hayalet, rahip kıyafeti giymiş yerde yatan genç bir adamın yanında duruyordu. Rahibin burnu fena halde kırılmıştı. Kanlar içindeki adamı yerden kaldıran hayalet, onu koltuğa götürdü.

Rahip garip bir Fransızcayla, "Teşekkürler dostum," dedi. "Bağış parası hırsızları buraya çekiyor. Uykunda Fransızca konuştun. İspanyolca da biliyor musun?"

Hayalet başını hayır anlamında iki yana salladı.

Bozuk Fransızcasıyla, "İsmin nedir?" diyerek devam etti.

Hayalet ailesinin kendisine verdiği ismi hatırlayamıyordu. Tek duyduğu hapishane gardiyanlarının alaycı sözleriydi.

Rahip gülümsedi. "No hay problema. Benim adım Manuel Aringaro-sa. Madrid'li bir misyonerim. Buraya, Obra de Dios için bir kilise kurmaya gönderildim."

"Neredeyim?" Sesi derinlerden geliyordu.

"Oviedo. İspanya'nın kuzeyinde."

69

Dan Brown



"Buraya nasıl geldim?"

"Birisi seni kapıma bırakmış. Hastaydın. Günlerdir buradasın." Hayalet kendisiyle ilgilenen genç adama baktı. Birisi ona iyi davra-nalı yıllar olmuştu. "Teşekkürler rahip."

Rahip kanlı dudağına dokundu. "Müteşekkir olan benim dostum." Hayalet ertesi sabah uyandığında, dünyası daha berraktı. Yatağının üstündeki çarmıha baktı. Artık onunla konuşmadığı halde, varlığında huzur buluyordu. Yatağında doğrulunca, komodinin üstünde bulduğu gazete kupürünü görünce şaşırmıştı. Bir haftalık makale Fransızcaydı. Hikâyeyi okuduğunda korku duydu. Dağlardaki bir hapishaneyi yıkan bir depremden ve tehlikeli mahkûmların serbest kaldığından bahsediyordu.

Kalbi çarpmaya başlamıştı. Rahip kim olduğumu biliyor! Uzun zamandır duymadığı bir duyguyu yaşıyordu.-Utanç. Suçluluk. Bunlara yakalanma korkusu eşlik ediyordu. Yatağından fırladı. Nereye kaçacağım? Kapıdan gelen ses, "Kitabı Mukaddes," dedi. Hayalet korku içinde döndü.

Genç rahip içeri girerken gülümsüyordu. Burnu garip bir şekilde sargıya alınmıştı ve elinde bir İncil tutuyordu. "Senin için Fransızca bir tane buldum. İşaretli bölüm."

Ne yapacağını bilemeyen hayalet İncil'i aldı ve pederin işaretlediği bölüme baktı. Afetler 16.

Dizelerde, çıplak ve dövülmüş bir halde hücresinde yatarken Tan-rı'ya ilahiler söyleyen Silas isimli bir mahkûm anlatılıyordu. Hayalet 26. dizeye geldiğinde nefesi kesilmişti.

"...Ve birden büyük bir deprem oldu, böylece hapishanenin temelleri sarsıldı ve tüm kapılar açıldı."

Gözlerini rahibinkilere dikmişti.

Rahibin yüzünde sıcak bir tebessüm vardı. "Bundan böyle dostum, eğer başka adın yoksa ben sana Silas diyeceğim."

Hayalet boş bir ifadeyle başını salladı. Silas. Ona beden verilmişti. Benim adım Silas.

Rahip, "Kahvaltı vakti," dedi. "Bu kiliseyi kurmakta bana yardım ede-ceksen güce ihtiyacın olacak."

70

Da Vinci Şifresi



Akdeniz'den 6000 metre yükseklikte, 1618 sefer sayılı Alitalia türbü-lansa girerek zıpladığında, yolcular tedirginlik içinde kımıldanmışlardı. piskopos Aringarosa durumu fark etmemiş gibiydi. O, Opus Dei'nin geleceğini düşünüyordu. Paris planının gelişmelerinden haberdar olmak için sabırsızlanırken, Silas'a telefon açabilmeyi diliyordu. Ama bunu yapamazdı. Öğretmen önceden belirtmişti.

Fransız aksanıyla İngilizce konuşan Öğretmen, "Bu sizin kendi güvenliğiniz için," diye açıklamıştı. "Elektronik haberleşmeyi, nasıl dinleneceğini bilecek kadar iyi biliyorum. Sonuçlan size felaket getirebilir."

Aringarosa onun haklı olduğunu biliyordu. Öğretmen son derece dikkatli bir adamdı. Kimliğini Aringarosa'dan gizlemesine rağmen kendisine itaat ettirmeyi iyi biliyordu. Ayrıca, bir şekilde çok gizli bir bilgiye ulaşmıştı. Kardeşliğin en önemli dört üyesinin isimleri! Bu, Öğretmen'in ortaya çıkaracağını iddia ettiği büyük ödülü alma yetisine gerçekten sahip olduğuna piskoposu ikna eden delillerden biriydi.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə