Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə8/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   36

Üstlerindeki alarm kulak tırmalayıcı bir ses seviyesinde çalmaya baş-lamjştı.

"Bana sabunu verin!" Sophie alarm yüzünden güçlükle duyulan se-siyle bağırıyordu.

Langdon sabunu onun eline tutuşturdu.

Sabunu avuçlayan Sophie, kırık pencereden aşağıda bekleyen kamana baktı. Hedef oldukça büyüktü -sabit duran kocaman bir tente- ve bi-

99

m

Dan Brown



nayla arasında en fazla üç metre vardı. Sophie trafik ışıkları değişmek üzereyken derin bir nefes aldı ve sabun kalıbını geceye fırlattı.

Kamyona doğru dikine düşen sabun kalıbı, brandanın kenarına indi ve trafik ışığı yeşile dönerken yük kasasının içine doğru kaydı.

Langdon'ı kapıya doğru sürükleyen Sophie, "Tebrikler," dedi. "Az önce Louvre'dan kaçtınız."

Erkekler tuvaletinden kaçıp, Fache tam yanlarından geçerken gölge.

lere saklandılar.

Yangın alarmı sustuğunda, Langdon, Louvre'dan ayrılan DCPJ sirenlerini duyabiliyordu. Polis çıkışı. Fache de koşarak gitmiş ve Büyük Galeri boşalmıştı.

Sophie, "Büyük Galeri'nin yaklaşık beş metre gerisinde bir yangın merdiveni var," dedi. "Artık muhafızlar gittiğine göre, buradan çıkabiliriz."

Langdon gece boyunca başka bir şey söylememeye karar vermişti. Sophie Neveu'nun ondan çok daha akıllı olduğu ortadaydı.

Da Vinci Şifresi

100


19

Saint-Sulpice Kilisesi'nin Paris'teki en tuhaf tarihe sahip olduğu söylenirdi. Mısır tanrıçası İsis onuruna yapılan eski bir tapınağın üstüne inşa edilen kilise, mimari açıdan Notre Dame'a santimi santimine benziyordu. Bu tapınak, Marquis de Sade ile Baudelaire'in vaftizine ve Victor Hu-go'nun evlilik törenine ev sahipliği yapmıştı. Kiliseye bağlı olan ilahiyat fakültesinde karşı gelenekçi tarihe dair çok sayıda belge bulunuyordu ve sayısız gizli cemiyetin toplantı yeri olmuştu.

Bu gece Saint-Sulpice'in o büyük ana nefi mezar kadar sessizdi, yaşama dair tek belirti akşamın erken saatlerinde yapılan ayinden kalma tütsü kokularıydı. Silas kendisini mabede alan Rahibe Sandrine'in tavırlarında bir huzursuzluk sezinlemişti. Aslında buna şaşırmıyordu. Silas, insanların görüntüsünden rahatsız olmalarına alışkındı.

Rahibe, "Amerikalısınız," dedi.

Silas, "Aslen Fransızım," diye yanıtladı. "İspanya'da göreve çağrıldım ve şimdi Birleşik Devletler'de okuyorum."

Rahibe Sandrine başını salladı. Yumuşak gözlere sahip ufak bir kadındı. "Ve Saint-Sulpice'i hiç görmediniz mi?"

"Bunun başlı başına bir günah olduğunu düşünüyorum."

"Gündüzleri daha güzeldir."

"Buna eminim. Bununla birlikte, bu gece bana bu fırsatı sunduğunuz 'Çin size müteşekkirim."

"Bunu başrahip rica etti. Anlaşılan güçlü dostlarınız var."

Hiçbir şey bilmiyorsun, diye düşündü Silas.

Ana koridorda Rahibe Sandrine'in peşinden giderken, Silas mabedin sadeliğine şaşırmıştı. Renkli fresklere, yaldızlı sunaklara ve ahşabın

101

Dan Brown



sıcaklığına sahip Notre Dame'ın aksine, Saint-Sulpice'in Ispanya'daki süssüz katedralleri anımsatan bir sadeliği ve boşluğu vardı. Dekore edilmemiş olması, içerisini daha da büyük gösteriyordu. Silas tavanda yükselen tonozlara baktığında, devasa bir gemi teknesinin altında durduğunu

hayal etti.

Uygun bir görüntü, diye düşündü. Kardeşlik gemisi sonsuzluğa dek alabora olmak üzereydi. İşe başlamak için sabırsızlanan Silas, Rahibe Sandrine'in yanından ayrılmasını diliyordu. Silas'ın kolaylıkla etkisiz hale getirebileceği ufak bir kadındı ama gerekli olmadıkça güç kullanmamak için yemin etmişti. O, takva sahibi bir kadın ve kardeşliğin, kilit taşını sak-lamak için kilisesini seçmesi onun suçu değil. Başkalarının günahı yüzünden o cezalandırılmamalı.

"Benim yüzümden uykusuz kalmanız beni çok mahcup etti rahibe." "Hiç önemli değil. Paris'teki vaktiniz kısıtlı. Saint-Sulpice'i kaçırmamalıydınız. Kilisenin daha çok mimarisiyle mi yoksa tarihiyle mi ilgileniyorsunuz?"

"Doğrusu rahibe, ben ruhani yanıyla ilgileniyorum." Rahibe hoş bir kahkaha attı. "Söylemeye gerek bile yok. Turunuza nereden başlamam gerektiğini düşünüyordum."

Silas gözlerinin sunak üzerine odaklandığını hissetti. 'Tura gerek yok. Fazlasıyla nezaket gösterdiniz. Etrafı kendim gezebilirim." "Sorun değil," dedi. "Zaten uyandım artık."

Silas yürümeyi durdurdu. Artık en ön sıraya gelmişlerdi ve sunak sadece dört buçuk metre ötede duruyordu. Dev gibi vücudunu ufak kadına çevirdi, kırmızı gözlerine bakarken kadının geri çekildiğini hissedebiliyordu. "Eğer kabalık olmazsa rahibe, Tanrı'nın evinde yürüyüp tur atmaya alışkın değilim. Etrafa bakmadan önce biraz yalnız kalıp dua etmemin sakıncası var mı?"

Rahibe Sandrine tereddüt etti. "Oh, elbette. Sizi kilisenin arka tarafında bekleyeceğim."

Silas ağır elini yumuşak bir hareketle kadının omzuna koydu ve aşağı doğru baktı. "Rahibe, sizi uyandırdığım için zaten suçluluk duyuyorum' Sizi uykunuzdan daha fazla alıkoymak istemem. Lütfen yatağınıza dönün. Ben sunağın keyfini çıkartır, sonra da kiliseden çıkarım."

102


Da Vinci Şifresi

Rahibe rahatsız olmuş gibiydi. "Sizinle ilgilenilmediğini düşünmeyeceğinize emin misiniz?"

"Hayır kesinlikle. Dua yalnız yapılacak bir iştir."

"Nasıl isterseniz."

Silas elini kadının omzundan çekti. "İyi uykular rahibe. Tanrı'nın huzuru sizinle olsun."

"Ve sizinle." Rahibe Sandrine merdivenlere yöneldi. "Lütfen dışarı çıkarken, kapının arkanızdan iyice kapandığından emin olun."

"Dikkat edeceğim." Silas, onun merdivenlerden çıkarak gözden kayboluşunu seyretti. Sonra arkasını dönüp, ön sırada diz çökerken, keçe kemerin bacağına battığını hissetti.

Ulu Tanrım, bugün yapacağım işi senin nzan için yapıyorum...

Sunağın üstündeki koro balkonunun karanlığında çömelen Rahibe Sandrine, sessizce tırabzandan aşağı bakıp, tek başına diz çöken cüppeli keşişi seyrediyordu. Ruhunda hissettiği ani korku, hareketsiz kalmasını güçleştiriyordu. Kısa bir an için, bu gizemli ziyaretçinin, onu hakkında uyardıkları düşman olabileceğinden şüphelendi. Bu gece, yıllardır taşıdığı emri yerine getirmek zorunda kalabilirdi. Karanlıkta saklanıp, onun her hareketini izlemeye karar verdi.

103


Dan Brown

20

Gölgelerin arasından fırlayan Langdon ile Sophie, Büyük Galeri'nin boş koridorunda yangın merdiveni çıkışının bulunduğu yere doğru usulca



ilerlediler.

Langdon ilerlerken, kendisini karanlıkta yapboz bulmacası çözmeye çalışıyormuş gibi hissetti. Bu bilmecenin son boyutu fazlasıyla can sıkıcıydı: Adli polis şefi beni cinayet sebebiyle içeri tıkmaya çalışıyor.

"Sence," diye fısıldadı. "Yerdeki mesajı Fache yazmış olabilir mi?" Sophie, ona bakmak için dönmedi bile. "İmkânsız." Langdon o kadar emin değildi. "Suçlu görünmem için oldukça ısrarlı gibi. Belki de ismimin yerde yazmasının davasını güçlendireceğini düşünmüştür."

"Fibonacci Dizimi? P.S.? Tüm o Da Vinci ve tanrıça sembolleri? Bu

büyükbabamın işi olmalı."

Langdon, onun haklı olduğunu biliyordu. İzlerdeki semboller birbirlerine mükemmel uyum sağlıyorlardı -beş köşeli yıldız, Vitruviııs Adamı, Da Vinci, tanrıça ve hatta Fibonacci Dizimi. İkonograflar buna Eşevreli Sembolik Set derlerdi. Hepsi de kördüğüm olmuş biçimde birbirine bağlıydı.

Sophie, "Ve bu akşamüstü beni telefonla araması," diye ekledi. "Bana bir şey anlatması gerektiğini söyledi. Louvre'daki mesajın bana önemli bir şey anlatmak için harcadığı son çaba olduğuna eminim, anlamama yardımcı olacağınız bir şey olmalı."

Langdon kaşlarını çattı. On Draco devini al! On sahte alim! Hem Sop-hie'nin, hem de kendi iyiliği için mesajı anlayabilmeyi isterdi. Bakışlarını gizemli kelimelere çevirdiği andan itibaren her şey sarpa sarmıştı. Tuvalet penceresinden yaptığı sahte atlayış, Fache'nin gözündeki popülaritesini bir

104

Da Vinci Şifresi



nebze olsun arttırmayacaktı. Belki de Fransız polis şefi, tutuklamak için bir kalıp sabun peşine düşmenin esprili bir yanını görebilirdi.

Sophie, "Çıkış kapısına az kaldı," dedi.

"Sence büyükbabanın mesajındaki sayılar, diğer satırları anlamakta anahtar olabilir mi?" Langdon bir zamanlar, şifrenin bazı satırlarının diğer satırları deşifre edecek ipuçları veren, Bacon° el yazmaları üzerinde çalışmıştı.

"Gece boyunca sayıları düşündüm. Toplamları, bölümleri, çarpımları. Hiçbir şey çıkartamadım. Matematiksel olarak rasgele yerleştirilmişler. Kriptografik anlamsızlık."

"Ama yine de tüm sayılar Fibonacci Dizimi'ne ait. Bu tesadüf olamaz."

"Değil. Fibonacci sayılarını kullanmak, büyükbabamın bana seslenişinin bir başka yoluydu; mesajı İngilizce yazmak, en sevdiğim çizimdeki gibi yatmak ya da üstüne beş köşeli yıldız çizmek gibi. Tüm bunları benim dikkatimi çekmek için yaptı."

"Beş köşeli yıldızın senin için bir anlamı var mı?"

"Evet. Anlatmaya fırsat bulamadım ama ben büyürken beş köşeli yıldız büyükbabamla aramızdaki özel bir semboldü. Eğlence olsun diye Ta-rot kartlarıyla oynardık ve benim kartım her seferinde tılsımlardan çıkardı. Desteyi kendisinin dizdiğine eminim, ama beş köşeli yıldızlar bizim aramızdaki küçük şakaydı."

Langdon bir ürperti hissetti. Tarot mu oynamışlardı? Ortaçağa ait İtalyan kâğıt oyununda geleneklere karşı o kadar çok sembol vardı ki, Langdon yeni kitabında bir bölümü tamamıyla Tarot'a ayırmıştı. Oyunun yirmi iki kartının Başrahibe, İmparatoriçe ve Yıldız gibi isimleri vardı. İlk başlarda Tarot, kilisenin yasakladığı ideolojileri aşmak için gizli bir yol olarak tasarlanmıştı. Şimdilerde ise Tarot'un gizemli özellikleri modern falcılara devredilmişti.

Tarot'ta dişilerin kutsallığını beş köşeli yıldızlar temsil eder, diye düşündü Langdon. Eğer Saunicre oyun kartlarını torununa eğlence olsun diye kendisi dizdiyse, yıldızlan kullanarak uygun bir şaka yapmıştı.

İngiliz bilim adamı.

105


Dan Brown

Yangın merdivenine geldiklerinde Sophie, açık kapıyı dikkatle çekti. Alarm çalmamıştı. Sadece dışarı açılan kapılar alarma bağlıydı. Sophie, Langdon'ı dar bir döner merdivenden aşağıya doğru indiriyor, basamaklardan indikçe hızını arttırıyordu.

Arkasından koşuşturan Langdon, "Büyükbaban," dedi. "Sana beş köşeli yıldızı anlattığında, tanrıçalara tapınmaktan ya da Katolik Kilisesi'ne duyduğu içerlemeden hiç bahsetti mi?"

Sophie başını iki yana salladı. "Ben işin matematiksel kısmıyla daha fazla ilgileniyordum, Altın Oran, PHI, Fibonacci Dizimi, bu gibi şeyler."

Langdon şaşırmıştı. "Büyükbaban sana PHI sayısını öğretti mi?"

"Elbette. Altın Oran." Donuk bir ifade takınmıştı. "Aslında, benim de yarı altın olduğum konusunda şaka yapardı... bilirsiniz, ismimdeki harfler yüzünden."

Langdon bunu biraz düşündükten sonra mırıldandı.

s-o-PHI-e

Aşağı inerlerken, Langdon aklını PHI'a vermişti. Sauniere'in verdiği ipuçlarının, ilk başta düşündüğünden çok daha tutarlı olduğunu anlamaya başlamıştı.

Da Vinci... Fibonacci sayıları... beş köşeli yıldız.

Tüm bunların, Langdon'ın sınıflarında defalarca dersini verdiği sanat tarihinin temelini oluşturan tek bir kavramla bağlantılı olması inanılmazdı.

PHI.


Kendini birden Harvard'da, "Sanatsal Sembolizm" dersi verirken tahtaya en sevdiği sayıyı yazıyormuş gibi hissetti.

1.618


Langdon hevesli öğrencilerini görmek için arkasını dönüyordu. "Bana bu sayının ne olduğunu kim söyleyebilir?"

Arka sırada oturan matematik bölümü son sınıf öğrencilerinden biri elini kaldırıyordu. "Bu PHI sayısı." Sayıyı fi diye okumuştu.

Langdon, "İyi -iş çıkardın Stettner," diyordu. "Herkes PHI ile tanışsın."

Stcttner sırıtarak, "PI ile karıştırılmasın," diye eklemişti. "Biz matematikçiler şöyle deriz: PHI, Pl'den H kat daha havalıdır!"

106

Da Vinci Şifresi



Langdon gülmüştü ama espriyi başka kimse anlamamıştı. Stettner yerine çöktü.

Langdon, "Bu PHI sayısı," diye devam etti. "Bir nokta altı yüz on sekiz, sanatta çok önemli bir sayıdır. Bana nedenini kim söyleyebilir?"

Stettner düştüğü durumu kurtarmaya çalışıyordu. "Çok hoş olduğu için mi?"

Herkes güldü.

Langdon, "Doğrusu," dedi. "Stettner yine haklı. Evrendeki en güzel sayının PHI olduğu varsayılır."

Kahkahalar aniden kesilince, Stettner gurur duymuştu.

Langdon projeksiyon makinesine diyaları yerleştirirken, PHI sayısının Fibonacci Dizimi'nden türetildiğini anlatıyordu, yalnızca her rakam, kendisinden önceki iki sayının toplamına eşit olduğu için değil, aynı zamanda komşu sayıların bölümleri aşağı yukarı 1.618-PHI sayısını verdiği için ünlü olan bir dizemdi.

Langdon PHI'nın asıl akıl karıştıran yanının gizemli matematiksel doğuşunun dışında, doğadaki temel yapı taşı olduğunu açıkladı. Bitkiler, hayvanlar ve hatta insanlardaki boyutlar hep aynı orana, PHI'nın l'e oranına kesinlikle bağlı kalıyordu.

Işıkları kapatan Langdon, "PHI'nın doğada her yerde bulunması," dedi. "Elbette tesadüfün çok ötesindedir ve bu yüzden eskiler PHI sayısının evrenin yaratıcısı tarafından önceden tasarlandığına inanmışlardır. Eski bilim adamları bir-nokta-altı-yüz-on-sekiz sayısının Altın Oran olduğunu ilan etmişlerdi."

Ön sırada oturan genç bir bayan, "Bir dakika," dedi. "Ben biyoloji son sınıf öğrencisiyim ve doğada daha önce bu Altın Oran'a hiç rastlamadım."

"Öyle mi?" Langdon sırıtmıştı. "Hiç arı kovanındaki erkek ve dişi arılar arasındaki ilişkiyi incelediniz mi?"

"Elbette. Dişi arıların sayısı her zaman erkek arılardan fazladır."

"Doğru. Peki, dünyadaki herhangi bir arı kovanında yaşayan dişi arıların sayısını erkek arıların sayısına böldüğünüzde hep aynı sayıyı elde ettiğinizi biliyor muydunuz?"

"Öyle mi oluyor?"

"Ya. PHI."

107


Dan Brown

Kızın ağzı açık kalmıştı. "İMKÂNI YOK!"

Langdon spiral deniz kabuklarının diyalarını gösterip gülümserken, "Var!" diye misilleme yaptı. "Bunu tanıdınız mı?"

Biyoloji öğrencisi, "Sedefli deniz helezonu," dedi. "Batmazlığını sağlayabilmek için etrafındaki kabuğuna gaz pompalayan kafadan bacaklı

bir kabukludur."

"Doğru. Peki her bir spiral çapının diğerine oranının ne olduğunu

tahmin edebilir misiniz?"

Kız deniz kabuklusunun ortak merkezli çemberlerine şüpheyle bakıyordu.

Langdon başını salladı. "PHI. Altın Oran. Bir-nokta-altı-yüz-on-se-

kizin bire oranı."

Kız şaşkın görünüyordu.

Langdon bir sonraki diyaya geçmişti, ayçiçeğinin yakından bir görünüşü. "Ayçiçeği çekirdekleri zıt spirallerle büyürler. Her birinin çapının diğerine oranını tahmin edebilir misiniz?" Herkes, "PHI mı?" dedi.

"Bingo." Langdon diyaları ardı ardına göstermeye başlamıştı, spiral çam kozalakları, bitki saplarındaki yaprak düzenleri, böcek kesitleri. Hepsi de Altın Oran'a hayrete düşürecek derecede uyuyordu. Birisi, "Bu çok şaşırtıcı," diye haykırdı. Bir başkası, "Evet," dedi. "Ama bunun sanatla ne ilgisi var?" Langdon, "Aha!" dedi. "Sormanıza sevindim." Bir başka diya gösterdi -Leonardo da Vinci'nin ünlü çıplak erkeğini gösteren soluk sarı bir par-şömcn-Vitntvius Adamı. Bu ismi De Arclütectura metninde Altın Oran'ı öven Romalı muhteşem mimar Marcus Vitruvius'dan almıştı.

"Kimse insan vücudunun ilahi yapısını Da Vinci kadar iyi anlayamadı. Da Vinci insan kemik yapısının tam oranlarını ölçmek için cesetleri mezardan çıkarırdı. İnsan vücudunun, oranları her zaman PHI sayısına eşit olan yapı taşlarından meydana geldiğini ilk o bulmuştur." Sınıftaki hefkes ona kuşkuyla bakıyordu.

"Bana inanmıyor musunuz?" Langdon meydan okuyordu. "Duşa bir daha girdiğinizde, yanınıza bir mezura alın." Birkaç futbol oyuncusu kıs kıs güldü.

108


Da Vinci Şifresi

Langdon, "Sadece siz güvensiz sporcular değil," diye hatırlattı. "Hepiniz. Kızlar ve erkekler. Deneyin. Başınızdan yere kadar olan mesafeyi ölçün. Bunu, göbek deliğinizden yere kadar olan mesafeye bölün. Bilin bakalım hangi sayıyı elde edeceksiniz?"

Sporculardan biri inanmayan bir sesle, "PHI değil tabii ki!" diye ağzından kaçırdı.

Langdon, "Evet PHI," diye cevap verdi. "Bir-nokta-altı-yüz-on-sekiz. Başka örnek ister misiniz? Omzunuzdan parmak uçlarınıza kadar olan mesafeyi ölçün, daha sonra bunu, dirseğinizden parmak uçlarınıza kadar olan mesafeye bölün. Yine PHI. Başka bir tane? Kalçadan yere kadar olan mesafeyi, dizden yere kadar olan mesafeye bölün. Yine PHI. Parmak eklemleri. Ayak parmaklan. Belkemiği bölümleri. PHI. PHI. PHI. Dostlarım, her biriniz Altın Oran'ın yürüyen birer armağanısınız."

Karanlık olduğu halde, Langdon hepsinin şok olduğunu görebiliyordu. Bunda tanıdık bir sıcaklık hissediyordu. Ders vermesinin sebebi de buydu. "Dostlarım, anlayacağınız gibi, dünyadaki kaosun altında bir düzen vardır. Eskiler PHI'ı keşfettiklerinde Tann'nın dünya yapı taşıyla karşılaştıklarına emindiler ve doğaya bu yüzden taptılar. Sebebi anlaşılıyor. Doğada Tann'nın elinin var olduğu açıktır, günümüzde bile paganlar mevcuttur... Toprak Ana'ya saygı duyan dinler. Pek çoğumuz doğa için paganlar gibi bayram yapar, ama bunun farkına varmayız. Mesela 1 Mayıs buna mükemmel bir örnektir, baharın kutlanışı... cömertliğini sunmak için toprağın canlanması. Altın Oran'ın özünde var olan sihir, zamanın başlangıcında yazılmıştır. İnsan doğanın kurallarına göre oynar ve insan sanatla, Yaradan'ın elinin güzelliğini taklit etmeye çalıştığından, bu dönem sanatta Altın Oran'a bol bol rastlayacağımızı tahmin edebilirsiniz."

Sonraki yarım saat süresince Langdon onlara Michelangelo'nun, Albrecht Dürer'in, Da Vinci'nin ve diğerlerinin sanat eserlerine ait diyaları göstermiş ve her sanatçının, kompozisyonunda Altın Oran'a bilinçli ve dikkatli bir biçimde bağlı kaldığını açıklamıştı. Langdon, Yunan Parte-nonu'nun, Mısır piramitlerinin ve hatta New York'taki Birleşmiş Milletler binasının mimari ölçülerinin PHI sayısına uyduğunu söylemişti. PHI, Mozart'ın sonatlarının düzenlemelerinde, Beethoven'in Beşinci Senfoni-si'nde, Bartök'un, Debussy'nin ve Schubert'in eserlerinde görülüyordu.

109

I

Dan Brown



Langdon onlara, Stradivarius'un bile ünlü kemanlanndaki f-deliklerinin yerlerini belirlemekte PHI sayısını kullandığını anlatmıştı.

Tahtaya doğru yürüyen Langdon, "Sonuç olarak," demişti. "Yeniden sembollere dönüyoruz." Beş köşeli yıldız oluşturacak şekilde birbiriyle kesişen birkaç doğru çizmişti. "Bu dönem göreceğiniz en güçlü sembollerden biri bu. Beş köşeli yıldız olarak bilinen bu sembol, pek çok kültür tarafından hem kutsal, hem de sihirli kabul edilmiştir. Bana nedenini söyleyebilir misiniz?"

Matematik öğrencisi Stettner elini kaldırdı. "Çünkü beş köşeli yıldız çizerseniz, doğrular kendiliğinden Altın Oran'a bağlı olarak kısımlara ayrılır."

Langdon, çocuğa bakıp gururla başını sallamıştı. "Gayet iyi. Evet, beş köşeli yıldızdaki tüm doğru parçalarının oranları PHI'ı verir. Bu sembol Altın Oran'ın en yüksek ifadesidir. Bu yüzden, tanrıça ve kutsal dişi ile ilintili olan beş köşeli yıldız, daima güzellik ile mükemmelliğin sembolü olmuştur."

Sınıftaki kızların yüzü sevinçle parlamıştı.

"Bir hatırlatma çocuklar. Bugün Da Vinci'ye şöyle bir değindik, ama bu dönem onun hakkında çok fazla şey göreceğiz. Leonardo eski tanrıçalara çok düşkün biriydi. Yarın size, tanrıçalara sunulan görüp görebileceğiniz en hayret verici armağan olan Son Akşam Yemeği freskini göstereceğim."

Birisi, "Şaka mı yapıyorsunuz?" dedi. "Son Akşam Yemeği'rnn İsa ile

ilgili olduğunu zannediyordum."

Langdon göz kırptı. "Hiç tahmin edemeyeceğiniz yerlerde gizli semboller var."

Sophie, "Haydi," diye fısıldadı. "Ne oldu? Neredeyse geldik. Acele

edin."

Kendini uzak rüyalardan kopup gelmiş gibi hisseden Langdon, başını kaldırdı. Merdiven basamaklarında durduğunu ve ani buluşunun etkisiyle donakalmış olduğunu fark etti.



On Draco devini al! On sahte alim!

Sophie dönmüş ona bakıyordu.

Bu kadar basit olamaz, diye düşündü Langdon.

110


Da Vinci Şifresi

Ama elbette öyle olduğunu biliyordu.

Louvre'un derinliklerinde... aklında PHI ve Da Vinci düşünceleri dolaşan Robert Langdon, ansızın Sauniere'in şifresini çözmüştü.

"On Draco devini al!" dedi. "On sahte alim! Bu en basit şifre biçimi!"

Sophie merdivenlerde onun önünde durmuş, şaşkınlıkla bakıyordu. Şifre mi? Gece boyunca kelimeleri incelemiş ve herhangi bir şifreye rastlamamıştı. Özellikle de basit bir şifreye.

"Kendin söyledin." Langdon'in heyecanı sesine yansıyordu. "Fibonacci sayıları sadece sıraya dizildiklerinde bir anlam ifade ediyorlar. Öteki türlü matematiksel anlamsızlıktan öteye gitmezler."

Ne hakkında konuştuğuna dair Sophie'nin en ufak fikri yoktu. Fibonacci sayıları mı? Bu sayıların, Kriptografi Birimi'nin işe dahil edilmesi için yazıldığına emindi. Başka bir anlamı da mı var? Elini cebine daldırdı ve bilgisayar çıktısını çıkararak, büyükbabasının mesajını yeniden incelemeye koyuldu.

13-3-2-21-1-1-8-5 On Draco devini al!

On sahte alim !

Sayılar ne demek olabilir ki?

Kâğıdı eline alan Langdon, "Karıştırılmış Fibonacci Dizimi bir ipu-cuydu," dedi. "Sayılar, mesajın geri kalanını deşifre etmek için yol gösteriyor. Metne de aynını uygulamamız için diziyi sırasına göre yazmadı. On Draco devini al? On sahte alim? Bu satırların hiç anlamı yok. Bunlar sadece karışık yazılmış harfler."

Langdon'ın ima ettiğini algılayabilmesi Sophie'nin sadece bir saniyesini almış ve bunu gülünecek kadar basit bulmuştu. "Yani sence mesaj... bir anagram mı?" Langdon'a bakıyordu. "Gazetedeki karıştırılmış kelime bulmacaları gibi mi?"

Langdon, Sophie'nin yüzündeki şüpheyi görebiliyor ve bunu anlaya-biliyordu. Çok az kişinin fark edebildiği anagramlar modern zamanın eğlencesi haline gelmesine rağmen, kutsal sembolizm konusunda oldukça zengin bir tarihe sahipti.

111


Dan Brown

Gizemli Kabala öğretileri anagramlara dayanırdı, yeni anlamlar türetmek için İbranice kelimelerin harflerinin yerini değiştirmek. Rönesans dönemindeki Fransız kralları anagramların sihirli bir güce sahip olduklarına öylesine inanırlardı ki, önemli evraklardaki kelimeleri inceleyerek daha iyi karar vermelerine yardımcı olmaları için anagram uzmanları görevlendirirlerdi. Romalılar anagram ilmine ars magna derlerdi... "büyük

sanat."

Langdon gözlerini Sophie'ninkilere dikmişti. "Baştan beri büyükbabanın söylemeye çalıştığı gözümüzün önündeydi ve bunu anlayabilmemiz için bize yeterince ipucu bırakmıştı."



Langdon başka bir şey söylemeden ceketinin cebinden bir kalem çıkardı ve satırlardaki harfleri yeniden sıraya dizdi.

O n D r a c o devini al! On sahte alim!

Şu dizelerin mükemmel bir anagramıydı....

Leonardo da Vinci! M o n a Lisa!

Da Vinci Şifresi

112


21

Mona Lisa.

Yangın merdivenlerinde duran Sophie, bir an için Louvre'dan dışarı çıkmaya çalıştığını unutmuştu.

Anagramla ilgili yaşadığı şaşkınlığa, şimdi bir de mesajı kendisinin deşifre edememesinin verdiği utanç eşlik ediyordu. Sophie'nin karmaşık şifre analizindeki uzmanlığı basit kelime oyunlarını görmesini engellemişti ama bunu anlaması gerektiğini biliyordu. Her şeyden önce anagramlara yabancı değildi, özellikle de İngilizce olanlarına.

Küçüklüğünde, İngilizce imla bilgisini geliştirmek için büyükbabası ona anagram oyunları getirirdi. Bir keresinde İngilizce "planets" kelimesini yazmış ve aynı harfleri kullanarak çeşitli uzunluklarda bu kelimeden altmış iki farklı kelime türetilebileceğini söylemişti. Sophie hepsini buluncaya kadar İngilizce sözlüğünü araştırarak üç gün geçirmişti.

Bilgisayar çıktısına bakan Langdon, "İnanamıyorum," dedi. "Büyükbaban ölmeden önceki son dakikalarında nasıl olmuş da böylesine karmaşık bir anagram yazmış?"

Sophie bunun açıklamasını biliyordu ve bunu fark ettiğinde kendini daha da kötü hissetti. Anlamalıydım! Şimdi -kelime oyunlarına düşkün ve sanat tutkunu- büyükbabasının ünlü sanat eserlerinden anagramlar yaratarak kendini eğlendirdiğini hatırlıyordu. Doğrusu, Sophie henüz küçük bir kızken, yazdığı anagramlardan biri Sauniere'in başını belaya sokmuştu. Bir Amerikan sanat dergisiyle röportaj yaparken, Picasso'nun Les Demoiselles cl'Avignonv> adlı sanat eserinin, saçma sapan karalamalar anla-


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə