Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə9/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   36

Avignon'lu Kadınlar.

113

F:S


Dan Brown

mına gelen vile meaningless doodles cümlesinin mükemmel bir anagrarni olduğunu söyleyerek, modern Kübist hareketinden hoşlanmadığını be-lirtmişti. Bu, Picasso hayranlarının hiç hoşuna gitmemişti.

Başını kaldırıp Langdon'a bakan Sophie, "Büyükbabam bu Mona Lisa anagramını daha önceden bulmuş olmalı," dedi. Ve bu gece, şifre olarak kullanmak zorunda kalmıştı. Büyükbabasının sesi ürpertici bir açıklıkla sesleniyordu.

Leonardo da Vinci!

Mona Lisa!

Sophie, onun son sözleriyle neden ünlü bir tabloya seslendiğini anla-yamıyordu ama aklına gelen bir neden vardı. Rahatsız edici bir neden.

Bunlar onun son sözleri değildi...

Mona Lisa'yı görmesi mi gerekiyordu? Büyükbabası, ona orada bir mesaj mı bırakmıştı? Bu ihtimal kesinlikle akla yakındı. Ama her şeyden önce tablo Devlet Salonu'nda duruyordu... yani sadece Büyük Galeri'den girilebilen özel odada. Sophie odaya açılan kapıların, büyükbabasının cesedinin bulunduğu yerin sadece yirmi metre ötesinde olduğunu fark etmişti.

Ölmeden hemen önce kolaylıkla Mona Lisa'nınyanına gitmiş olabilirdi.

Sophie yeniden merdivenlere baktığında kararsız kalmıştı. Lang-don'ı müzeden hemen kaçırması gerektiğini biliyordu ama içgüdüleri ona tam tersini söylüyordu. Denon Kanadı'na çocukluğunda yaptığı ilk ziyaret aklına geldiğinde, büyükbabasının kendisine söyleyecek bir sırrı varsa, yeryüzünde Da Vinci'nin Mona Lisa 'sından daha uygun bir yer olmadığını anlamıştı.

Büyükbabası müze kapandıktan sonra, küçük ellerinden tutup Sop-hie'yi boş koridorda yürütürken, "Biraz daha ilerde," diye fısıldıyordu.

Sophie henüz altı yaşındaydı. Devasa tavanlara ve baş döndürücü zemine baktığında kendini ufacık hissetmişti. Boş müze onu korkutmuştu ama bunu büyükbabasına belli etmeye niyeti yoktu. Dişlerini sıkıp büyükbabasının elini bırakmıştı.

Louvre'un en ünlü odasına yaklaşırlarken, büyükbabası "İlerde Devlet Salonu'nda duruyor," demişti. Büyükbabasının aşikâr heyecanına rağ-

114


Da Vinci Şifresi

tnen Sophie eve gitmek istiyordu. Mona Lisa'nın resimlerini kitaplarda görmüş ve hiç de beğenmemişti. İnsanların neden bu kadar abarttıklarını anlayamıyordu.

Sophie, "Can sıkıcı," diye yakındı.

Büyükbabası, "Sıkıcı," diye düzeltti. "Okulda Fransızca. Evde İngilizce."

"Louvre benim evimF diye ısrar etti.

. Büyükbabası bitkin bir kahkaha attı. "Haklısın. O zaman sadece eğlence olsun diye İngilizce konuşalım."

Sophie suratını asıp yürümeye devam etti. Devlet Salonu'na girdiklerinde, gözleriyle dar odayı taradı ve onur köşesine gelince durdu, sağ taraftaki duvarın ortasındaki koruyucu pleksiglas bölmenin arkasında bir portre tek başına asılı duruyordu. Büyükbabası eşikte durup, tabloyu gösterdi.

"Haydi git Sophie. Çok az insan onu tek başına görme şansına sahiptir."

Sophie telaşını bastırarak, odada yavaşça ilerledi. Mona Lisa hakkında duyduklarından sonra, kendini kral ailesinin huzuruna çıkıyormuş gibi hissediyordu. Koruyucu bölmenin önüne geldiğinde nefesini tutup başını kaldırdı ve her şeyi bir anda anlamaya çalıştı.

Ne hissetmeyi umduğundan emin değildi ama bunları hissedeceğini düşünmediği kesindi. Hiçbir şekilde şaşırmamıştı. Hayret duymuyordu. O ünlü yüz, kitaplardaki gibi görünüyordu. Bir şeylerin olmasını sessizce beklerken, zaman ona sonsuzluk gibi gelmişti.

Tam arkasına gelen büyükbabası, "Söyle bakalım ne düşünüyorsun?" diye fısıldadı. "Güzel, öyle değil mi?"

"Çok küçük."

Sauniere gülümsemişti. "Sen de küçük ve güzelsin."

Ben güzel değilim, diye düşünmüştü. Sophie kızıl saçlarından ve çillerinden nefret ediyordu, ayrıca sınıftaki tüm erkeklerden daha iriydi. Mono Lisa'ya yeniden bakıp başını iki yana salladı. "Kitaplardakinden bile daha kötü. Yüzü... sisli."

Büyükbabası, "Hafif puslu," diye ders verdi.

115


Dan Brown

"Hafif puslu," diye yineleyen Sophie, yeni kelimeyi tekrar etmeden konuşmanın sona ermeyeceğini biliyordu.

Büyükbabası, ona, "Buna resim sanatında sfumato tarzı denir," de-misti. "Ve bunu yapmak çok zordur. Leonardo da Vinci bu konuda herkesten iyiydi."

Sophie yine de resmi beğenmiyordu. "Bir şey biliyormuş gibi görünüyor... okuldaki çocukların bir sırrı olduğu zamanlardaki gibi."

Büyükbabası gülmüştü. "Ünlü olmasının bir nedeni de bu. İnsanlar neden gülümsediğini tahmin etmeyi seviyorlar."

"Sen neden gülümsediğini biliyor musun?"

"Belki." Büyükbabası göz kırpmıştı. "Bir gün sana onun hakkında her şeyi anlatacağım."

Sophie ayağını yere vurdu. "Sana sırlardan hoşlanmadığımı söylemiştim!"

"Prenses," diyerek gülümsemişti. "Hayat sırlarla doludur. Hepsini birden öğrenemezsin."

Sesi merdivenlerde yankılanan Sophie. "Ben geri dönüyorum," dedi.

Langdon, "Mona Lisa'ya mı?" diye geri çekildi. "Şimdi mi?"

Sophie tehlikeyi gözden geçirmişti. "Ben cinayet zanlısı değilim. Şansımı deneyeceğim. Büyükbabamın bana ne anlatmaya çalıştığını anlamam gerekiyor."

"Peki ya büyükelçiliğe ne oldu?"

Sophie, Langdon'ı kaçak durumuna düşürüp sonra da terk ettiği için pişmanlık duyuyor ama başka çare bulamıyordu. Merdivenlerin aşağısın-daki metal kapıyı işaret etti. "O kapıdan geçip, ışıklı çıkış işaretlerini takip edin. Büyükbabam beni buradan geçirirdi. İşaretler sizi güvenlik turnikelerine çıkartacak. Tek yönlüdür ve dışarı açılırlar." Langdon'a araba anahtarlarını uzattı. "Benimki, personel bölümündeki kırmızı araba. Merdiven kapısının tam önünde duruyor. Büyükelçiliğe nasıl gideceğinizi biliyor musunuz?"

Elindeki anahtarlara göz atan Langdon başını evet anlamında salla' di.

116


Da Vinci Şifresi

Sesi yumuşayan Sophie, "Dinleyin," dedi. "Büyükbabamın bana Mo-naLisa'mn bulunduğu yerde bir mesaj bıraktığını düşünüyorum... onu ki-rnin öldürdüğüne dair bir ipucu olabilir. Veya neden tehlikede olduğumu anlatıyordur." Ya da aileme ne olduğunu. "Gidip görmeliyim."

"Ama sana neden tehlikede olduğunu anlatmak istediyse, neden bunu öldüğü yere yazmadı? Bu karmaşık kelime oyununa ne gerek var?"

"Büyükbabamın bana anlatmaya çalıştığı şeyi başkalarının duymasını istediğini sanmıyorum. Polisin bile." Büyükbabasının, ona çok özel bir mesaj iletmek için sahip olduğu tüm imtiyazları kullandığı belli oluyordu. Bunu şifre halinde yazmış, isminin başharflerini eklemiş ve ona Robert Langdon'ı bulmasını söylemişti... Amerikalı simgebilimcinin şifreyi çözdüğü düşünülecek olursa, gerçekten akıllıca bir fikirdi. "Kulağa her ne kadar garip gelse de," dedi. "Sanırım Mona Lisa'ya herkesten önce benim ulaşmamı istiyor."

"Ben de geliyorum."

"Hayır! Büyük Galeri'nin daha ne kadar boş kalacağını bilmiyoruz. Sizin gitmeniz gerek."

Langdon tereddüt ediyordu. Akademik merakı mantığına galip gelip onu yeniden Fache'nin ellerine atmak istiyor gibiydi.

"Şimdi. Gidin." Sophie, ona minnetle gülümsedi. "Sizinle büyükelçilikte buluşacağım Bay Langdon."

Langdon hoşnutsuz görünüyordu. Sert bir sesle, "Seninle orada bir şartla buluşurum," diye cevap verdi.

Duraksayan Sophie şaşırmıştı. "Peki nedir bu şart?"

"Bana Bay Langdon demeyi bırakacaksın."

Sophie, Langdon'ın yüzündeki çarpık gülümsemeyi fark ettiğinde gülümseyerek karşılık verdi. "Bol şans Robert."

Langdon basamakların altındaki zemine indiğinde, beziryağı ve alçı kokusu burnuna dolmuştu. İlerideki ışıklı SORTIE/ÇIKIŞ tabelası, uzun Wr koridoru işaret ediyordu.

Langdon koridora girdi.

Sağ tarafta, çeşitli onarım aşamalarındaki heykeller ordusunun do-'uştuğu karanlık bir restorasyon stüdyosu yer alıyordu. Solda ise Lang-

117


Dan Brown

don, Harvard'daki resim sınıflarını andıran stüdyolar gördü -şövaleler, tablolar, paletler, çerçeve malzemeleri- yani bir sanat montaj hattı.

Langdon koridorda ilerlerken, Cambridge'deki yatağında uyanmasına imkân olup olmadığını düşünüyordu. Bütün gece garip bir rüya gibiy. di. Louvre'dan kaçmak üzereyim... bir kaçak gibi.

Sauniere'in zekice yazılmış anagram mesajı hâlâ aklındaydı ve Lang, don, Sophie'nin Mona Lisa'da ne bulacağını merak ediyordu... bir şey bulursa tabii. Büyükbabasının o ünlü tablonun yanına bir kez daha gitmesini istediğinden emindi. Bu her ne kadar mantıklı gelse de, Langdon rahatsız edici bir çelişkiye düşmüştü.

P.S. Robert Langdon'ı bul.

Sauniere, Sophie'nin onu bulmasını isteyerek, Langdon'ın ismini yere yazmıştı. Ama neden? Sadece anagramı çözmesine yardım etmesi için' mi?

Böyle olmamalıydı.

Her şeyden önce Sauniere'in, Langdon'ın özellikle anagram konusunda uzman olduğunu düşünmesine bir neden yoktu. Şahsen tanışmadık bile. Daha da önemlisi, Sophie anagramı kendisinin çözmesi gerektiğini söylemişti. Fibonacci Dizimi'ni fark etmesi gereken kişi Sophie idi ve hiç şüphesiz Sophie biraz daha zamanı olsaydı, Langdon'ın yardımı olmaksızın şifreyi de çözecekti.

Anagramı Sophie'nin tek başına çözmesi gerekiyordu. Langdon bundan giderek daha da emin olmaya başlamıştı ve vardığı bu kanı, Sauniere'in eylemlerinin mantık zincirinde bir boşluk bırakıyordu.

Neden ben? Koridorda ilerlerken Langdon nedenini merak ediyordu. Sauniere son nefesini verirken yıllardır görüşmediği torunundan neden beni bulmasını istedi? Sauniere neyi bildiğimi düşünüyordu?

Langdon beklenmedik bir şaşkınlıkla aniden durdu. Gözlerini iri iti açarak elini cebine götürdü ve bilgisayar çıktısını çıkardı. Sauniere'in mesajının son iki satırına bakıyordu.

P.S. Robert Langdon'ı bul.

Gözlerini iki harfe dikmişti.

P.S.


118

Da Vinci Şifresi

O anda Sauniere'in bulmacah sembollerinin gerçek anlamım çözmüştü. Sembolizm ve tarih hakkındaki mesleki dağarcığı bir anda beyninde şimşek gibi çakmıştı. Jacques Sauniere'in bu gece yaptıklarının mükemmel bir anlamı vardı.

Gizli imalann ne anlama feeldiğini anlayıp bir araya getirmeye çalışırken Langdon'ın zihni hızla çalışıyordu. Geri dönerek, geldiği yöne doğru baktı.

Vakit var mı?

Önemi olmadığını biliyordu.

Langdon hiç tereddüt etmeden, uzun adımlarla merdivenlere doğru koştu. . ^
119

Dan Brown

22

En öndeki sırada diz çöken Silas mabette etrafını gözleriyle tararken dua ediyormuş gibi davranıyordu. Çoğu kilise gibi Saint-Sulpice de büyük bir Roma haçı şeklinde inşa edilmişti. Ortadaki uzun bölüm -ana nef-doğrudan ana sunağa gidiyor ve orada kanat diye bilinen daha kısa bölümle çaprazlamasına kesişiyordu. Nef ile kanadın ana kubbenin altında kesiştiği yer, kilisenin kalbi olarak kabul edilirdi... en kutsal ve mistik



noktası.

Bu gece değil, diye düşündü Silas. Saint-Sıılpice'in sırrı başka bir yerde

saklı.

Başını sağ tarafa çevirerek, son sıraların arkasındaki açık alana doğru güney kanadına baktı. Kurbanlarının bahsettiği nesneye bakıyordu.



İşte orada.

Gri granit zeminin içine gömülmüş, cilalı ince bir şerit parıldıyordu... kilisenin zemininde beliren altın çizgi. Çizginin üstünde, cetvelde olduğu gibi bazı işaretler vardı. Silas'a bunun basit bir şemsiye, paganların güneş saati gibi kullandığı astronomik bir aygıt olduğu söylenmişti. Tüm dünyada yaşayan turistler, bilim adamları, tarihçiler ve paganlar, bu ünlü çizgiyi görmek için Saint-Sulpice'e gelirlerdi.

Gül Çizgisi.

Silas gözleriyle sağdan sola doğru ilerleyen ve kilisenin simetrisiyle uyuşmayan garip bir açıyla önünde beliren pirinç çizgiyi yavaşça takip etti. Ana sunağın karşısından geçen çizgiyi Silas güzel bir yüzdeki bıçak izine benzetmişti. Şerit, komünyon parmaklığını ikiye ayırıyor ve enine doğru uzanarak, sonunda kuzey kanadına erişiyordu. Burada ise, beklenmedik bir objenin karşısına varıyordu.

120

Da Vinci Şifresi



Heybetli bir Mısır dikilitaşı.

Parlak Gül Çizgisi burada doksan derecelik dikey bir dönüş yaparak, dikilitaşın üzerinde ilerliyor, piramidin tepesine kadar dokuz metre çıktıktan sonra sona eriyordu.

Gül Çizgisi, diye düşündü Silas. Kardeşlik kilit taşını Gül Çizgisi'ne sakladı.

O akşamın daha erken saatlerinde Silas, Öğretmen'e kilit taşının Sa-int-Sulpice'de saklandığını söylediğinde Öğretmen'in sesi şüpheli çıkmıştı. Ama Silas dört kardeşin de kendisine tam olarak aynı yeri tarif ettiğini söyleyip Saint-Sulpice'deki san çizgiden bahsettiğinde, Öğretmen bir nefeste o ismi söylemişti. "Sen Gül Çizgisi'nden bahsediyorsun."

Öğretmen, Silas'a çabucak Saint-Sulpice'in benzersiz ünlü mimarisini anlatmıştı, mabedi mükemmel bir kuzey-güney eksenine ayıran pirinç çizgi. Bir çeşit eski güneş saati, bir zamanlar aynı yerde duran pagan tapınağının işaretiydi. Güney duvarındaki yuvarlak pencereden giren güneş ışınları, zamanın aktığını göstererek, gündönümünden gündönümüne çizgi boyunca her gün biraz daha ilerliyordu.

Bu kuzey-güney şeridi Gül Çizgisi olarak biliniyordu. Gül sembolü yüzyıllar boyunca haritalarla ve doğru yolu gösteren ruhlarla ilişkilendi-rilmişti. Hemen her haritanın üzerine çizilen pusula gülü, Kuzey, Doğu, Güney ve Batı'yı gösterirdi. Rüzgargülü olarak bilinen sembol, sekiz ana rüzgâr, sekiz ara rüzgâr ve on altı çeyrek rüzgâr olmak üzere, toplam otuz iki rüzgârın geldiği yönü gösterirdi. Bir dairenin içine yerleştirildiğinde, pusulanın bu otuz iki noktası mükemmel bir biçimde otuz iki yapraklı geleneksel gülü andırırdı. Kuzey ucu okbaşıyla işaretlenmiş yön gösteren çizim, günümüze kadar pusula gülü olarak anılmıştı... ya da daha çok fleur-de-lis0 sembolü.

Yerkürenin üstünde Gül Çizgisi -meridyen ya da boylam- Kuzey Kutbu'ndan Güney Kutbu'na çizilen hayali bir çizgiydi. Elbette sonsuz sayıda Gül Çizgileri vardı çünkü, yerkürenin herhangi bir yerinden, Kuzey ve Güney kutuplarını birbirine bağlayan herhangi bir çizgi çekilebilirdi. İlk denizciler bu çizgilerden hangisinin Gül Çizgisi -sıfır boylamı- ol-

Fransa'nın eski arması.

121

Dan Brown



duğunu bulmaya çalışmışlardı, yani dünyadaki tüm diğer boylamların hesaplanabileceği çizgiyi.

Bugün ise bu çizgi İngiltere, Greenwich'teydi.

Ama her zaman orada olmamıştı.

Greenwich başlangıç meridyeni olarak seçilmeden çok önceleri, tüm dünyanın sıfır meridyeni doğruca Paris'in ve Saint-Sulpice Kilisesi'nin üstünden geçerdi. Saint-Sulpice'deki pirinç işaret dünyanın ilk başlangıç meridyeninin bir anısıydı ve Greenwich bu şerefi Paris'in elinden 1888 yılında aldığı halde, asıl Gül Çizgisi'ni görmek hâlâ mümkündü.

Öğretmen, Silas'a, "Demek efsane gerçekmiş," dedi. Tarikatın kilit taşının 'Gül İşareti'nin altında' olduğu söylenir."

Sıralardan birinde hâlâ diz çökmekte olan Silas etrafta kimsenin bulunmadığından emin olmak için gözlerini kilisede gezdirdi. Bir an için koro balkonundan bir hışırtı geldiğini sandı. Dönüp birkaç dakika boyunca o yöne baktı. Hiçbir şey yoktu.

Yalnızım.

Ayağa kalkarak, yüzünü sunağa döndü ve üç kez diz çöktü. Sonra sola döndü ve kuzeye dikilitaşa doğru uzanan parlak Gül Çizgisi'ni izledi.

O sırada Roma'daki Leonardo da Vinci Havaalanı'nda, iniş pistine çarpan tekerlek sesleri Piskopos Aringarosa'yı uykusundan uyandırdı.

Dalmışım, diye düşündü, uyuyacak kadar rahatlamış olduğuna şaşırmıştı.

Uçakta, "Benvenuto a Roma,"n diye anons edildi.

Doğrulup oturan Aringarosa siyah cüppesini düzeltti ve yüzüne bir gülücük yerleştirdi. Bu yolculuğu yaptığına memnundu. Çok uzun zamandır savunmadaydım. Ama bu gece, kurallar değişmişti. Daha beş ay önce Aringarosa kaderin geleceğinden endişeleniyordu. Artık, Tanrı'nın da izniyle, çözüm kendiliğinden oluşuyordu.

İlahi müdahale.

Eğer bu gece işler Paris'te planladığı gibi yürürse, Aringarosa yakında Hıristiyanlık dünyasında onu en güçlü adam haline getirecek bir şeye sahip olacaktı.

Da Vinci Şifresi

<•> Roma'ya hoş geldiniz.

122


23

Sophie nefes nefese, Devlet Salonu'nun -Mona Lisa'mn bulunduğu oda- geniş tahta kapılarının önüne varmıştı. İçeri girmeden önce, koridorun iki metre kadar ötesinde, büyükbabasının cesedinin spot ışığı altında yattığı yere doğru gönülsüz bir bakış attı.

Duyduğu vicdan azabı öylesine şiddetli ve aniydi ki, suçluluk duygusuna derin bir üzüntü eşlik ediyordu. Bu adam son on yıl içinde onu defalarca aramış, ama Sophie hiçbir şey yapmamıştı, gönderdiği mektuplarla paketleri açmadan bir çekmeceye tıkmış ve onu görmek için harcadığı çabaları geri çevirmişti. Bana yalan söyledi! Korkunç sırlar sakladı! Ne yapmam gerekiyordu? Ve işte böylece onu hayatından çıkarmıştı. Tamamen.

Artık büyükbabası ölmüştü ve onunla mezarından konuşuyordu.

Mona Lisa.

Büyük tahta kapılara uzanıp itti. Kapı gıcırdayarak açıldı. Bir süre için kapı eşiğinde duran Sophie önündeki büyük dörtgen odaya göz gezdirdi. Burası da hafif bir kırmızı ışıkla aydınlatılmıştı. Devlet Salonu müzenin en nadir culs-de-sac1anndan{'} biriydi. Büyük Galeri'nin ortasında bulunan ve çıkışı olmayan tek oda. Odanın tek girişi olan bu kapı, karşı duvardaki dört buçuk metrelik dev bir Boticelli'ye bakıyordu. Bunun altında, parke zeminin ortasına, Louvre'un en değerli hazinelerini hayranlıkla izleyen ziyaretçilerin bacaklarını uzatıp dinlenebilmeleri için çok büyük sekizgen bir divan yerleştirilmişti.

Sophie içeri girmeden önce bir şeyi yanına almayı unuttuğunu biliyordu. Siyah ışık: Koridordan, uzaktaki ışıkların altında yatan ve etrafı

Çıkmaz sokak.

123

Dan Brown



elektronik cihazlarla çevrili büyükbabasına baktı. Eğer buraya bir şey yazmışsa, bunu mutlaka filigran kalemiyle yazmış olmalıydı.

Derin bir nefes alan Sophie bol ışıkla aydınlatılmış cinayet mahalline koşuşturdu. Büyükbabasına bakamıyordu, dikkatini sadece teknik bölümün kullandığı cihazlara vermişti. Küçük bir kızılötesi fener bularak süveterinin cebine attı ve koridordan aceleyle Devlet Salonu'nun açık kapılarına geri koştu.

Sophie köşeyi dönerek, eşiğe adımını atmıştı. Ama onun girişini, odanın içinden kendisine doğru gelen beklenmedik ayak sesleri karşıladı. Burada biri var! Kırmızı sisin içinde birden hayaletimsi bir figür belirmişti. Sophie sıçrayarak geri çekildi.

"İşte buradasın!" Langdon'ın silueti Sophie'nin önüne çıktığında, boğuk fısıltısı duyulmuştu.

Sophie'nin içi sadece kısa bir süre için rahatlamıştı. "Robert, sana buradan çıkmanı söylemiştim! Eğer Fache..." "Neredeydin?"

"Siyah ışık bulmam gerekiyordu," diye fısıldarken, eliyle havaya kaldırmıştı. "Eğer büyükbabam bana bir mesaj bıraktıysa..."

"Sophie, dinle." Langdon mavi gözlerini ona dikmiş nefesini tutuyordu. "P.S. harfleri... sana başka bir şey ifade ediyor mu? Herhangi bir şey?" Seslerinin koridorda yankılanmasından endişe eden Sophie, onu Devlet Salonu'ndan içeri çekip devasa çift kapıyı sessizce kapattı ve içeriden kilitledi. "Sana söylemiştim, Prenses Sophie'nin ilk harfleri."

"Biliyorum, ama başka bir yerde daha gördün mü? Büyükbaban P.S. harflerini başka bir şekilde kullanmış mıydı? Monogram olarak kullanmış ya da şahsi eşyalarının üstüne yazmış olabilir mi?"

Bu soru Sophie'yi şaşırtmıştı. Robert bunu nasıl bilebilir? Sophie, gerçekten de P.S. harflerini daha önce bir çeşit monogramda görmüştü. Dokuzuncu yaşgününden bir gün önceydi. Doğum günü hediyelerini bulmak için gizlice evi arıyordu. O zamanlar bile kendisinden saklanan sırlardan hoşlanmazdı. Bu yıl Grand-pere bana ne aldı? Rafları ve çekmecelerin içini aramıştı. Bana istediğim bebeği aldı mı? Nereye saklamış olabilir?

Tüm evi arayıp, hiçbir şey bulamayan Sophie, büyükbabasının yatak odasına gizlice girme cesaretini göstermişti. Onun odaya girmesi yasaktı ama büyükbabası aşağıdaki kanepede uyuyordu.

124

Da Vinci Şifresi



Bir göz atıp çıkacağım!

Gıcırdayan parkenin üstünde parmaklarının ucuna basarak dedesinin gardırobuna gitmiş ve elbiselerinin arkasındaki rafları aramıştı. Hiçbir şey yoktu. Ardından yatağın altına baktı. Hâlâ bir şey yoktu. Çalışma masasının yanına gitmiş ve çekmeceleri teker teker açarak, dikkatlice karıştırmaya başlamıştı. Buralarda benim için bir şey olmalı! Son çekmeceye geldiğinde hâlâ oyuncak bebeğe dair bir ize rastlayamamıştı. Keyifsiz bir şekilde son çekmeceyi açtı ve büyükbabasının giydiğini hiç görmediği siyah kıyafetleri bir kenara itti. Çekmecenin arka tarafında parlayan altın gözüne iliştiğinde çekmeceyi kapatmak üzereydi. KöstekJi bir cep saatine benziyordu, ama büyükbabasının bunlardan kullanmadığını biliyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken kalbi hızla çarpıyordu.

Bir kolye!

Sophie zinciri dikkatle çekmeceden çıkardı. Ucundan sarkan harika altın anahtarı gördüğünde çok şaşırmıştı. Ağırdı ve parlıyordu. Büyülenmiş bir halde yukarı kaldırdı. Daha önce gördüğü anahtarlara hiç benzemiyordu. Genellikle anahtarlar yassı ve çentikli olurdu ama bunun her tarafı kabarcıklı üçgen bir gövdesi vardı. Büyük altın başı haç biçimindeydi ama normal bir haça benzemiyordu. Artı işareti gibi, eşit uzunlukta kollan vardı. Haçın ortasına garip bir sembol yerleştirilmişti -çiçeğe benzer bir desenle iç içe geçmiş iki harf.

Harfleri okuyup, kaşlarını çatarken, "P.S.," diye fısıldadı. Bu ne olabilirdi ki?

"Sophie?" Büyükbabasının sesi kapı eşiğinden gelmişti.

İrkilerek dönerken anahtar yere düşmüş ve yüksek bir ses çıkarmıştı. Büyükbabasının yüzüne bakmaya korkarak, gözlerini yerdeki anahtara dikmişti. Başını kaldırıp, "Ben... doğum günü hediyemi arıyordum," derken, onun güvenine ihanet ettiğini biliyordu.

Büyükbabası, sonsuzluk kadar uzun gelen bir süre boyunca eşikte sessizce durmuştu. Sonunda sıkıntıyla uzun bir nefes almıştı. "Anahtarı yerden al Sophie."

Sophie anahtarı tekrar eline almıştı.

Büyükbabası içeri girmişti. "Sophie, başkalarının özel hayatına saygı göstermelisin." Nazik bir şekilde çömelip anahtarı ondan almıştı. "Bu anahtar çok özeldir. Eğer onu kaybetseydin..."

125

Dan Brown



Büyükbabasının yumuşak sesi onun kendini daha da kötü hissetmesine neden olmuştu. "Üzgünüm Grand-pere. Gerçekten üzgünüm." Durmuştu. "Bunun doğum günüm için bir kolye olduğunu sanmıştım."

Büyükbabası, ona bir süre baktı. "Bunu bir kez daha söyleyeceğim Sophie, çünkü önemli. Başkalarının özeline saygı duymayı öğrenmelisin." "Evet Grand-pere."

"Bunu başka zaman konuşuruz. Şimdi bahçenin temizlenmesi gerekiyor."

Sophie aceleyle günlük işinin başına koşmuştu. Ertesi sabah Sophie, büyükbabasından hiçbir doğum günü hediyesi almamıştı. Yaptığından sonra almayı beklemiyordu. Ama büyükbabası gün boyunca onu tebrik bile etmemişti. O gece üzgün bir ruh haliyle yatağına girmişti. Ama yatağa girdiğinde, yastığının üstünde onu bekleyen bir kart bulmuştu. Kartın üstünde basit bir bilmece yazıyordu. Bilmeceyi henüz çözmeden gülümsemeye başlamıştı. Bunun ne olduğunu biliyorum! Büyükbabası aynını onun için son yılbaşı sabahı yapmıştı. Bir define avı!

Çözene kadar bilmeceyi azimle okumuştu. Cevap, onu evin başka bir bölümüne götürüyordu, orada da başka bir kart ve başka bir bilmece bulmuştu. Bu bilmeceyi de çözerek, bir sonraki karta koşmuştu. Evin içinde çılgınca ileri geri koşuşturuyor, bir ipucundan diğerine geçiyordu. Son bulduğu ipucu onu doğruca kendi yatak odasına yöneltmişti. Sophie merdivenleri atlayarak çıkmış, yatak odasından içeri dalmış ve sonunda durmuştu. Odanın ortasında, gidonuna kurdele bağlanmış kırmızı bir bisiklet duruyordu. Sevinçle çığlık atmıştı.

Odanın köşesinden gülümseyen büyükbabası, "Oyuncak bebek istediğini biliyorum," demişti. "Bundan daha çok hoşlanacağını düşündüm."

Ertesi gün büyükbabası patikada yanından koşarak, ona nasıl bisiklete binileceğini öğretmişti. Sophie çimenlerin arasına dalıp dengesini kaybedince ikisi birden otların üstüne yuvarlanmış ve gülmüşlerdi.

Sophie, onu kucaklayarak, "Grand-pere," demişti. "Anahtar için gerçekten özür dilerim."

"Biliyorum tatlım. Affedildin. Sana kızgın kalamam. Büyükbabalarla torunlar daima birbirlerini bağışlarlar."

126


Da Vinci Şifresi

Sophie sormaması gerektiğini biliyor ama kendini tutamıyordu. "O neyi açıyor? Daha önce hiç öyle bir anahtar görmedim. Çok güzeldi."

Büyükbabası bir süre sessiz kalmıştı. Sophie, onun nasıl cevap vereceğini düşündüğünü anlayabiliyordu. Grand-pere asla yalan söylemez. "Sonunda, "Bir kutuyu açıyor," demişti. "Orada pek çok sır saklıyorum."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə