Daniştay kararlarinda sosyal güvenliK



Yüklə 96,5 Kb.
tarix08.09.2018
ölçüsü96,5 Kb.
#66951

DANIŞTAY KARARLARINDA SOSYAL GÜVENLİK
Abdurrahman Şimşeksoy

Danıştay Tetkik Hakimi



Danıştay kararlarına yansıyan sosyal güvenlik konularına değinmeden önce, ülkemizdeki sosyal güvenlik kurumlarının son yıllarda geçirdiği yapısal değişiklik hakkında kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum. Böylelikle yapacağım sunumun kapsamını da belirtmiş olacağım.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun yürürlüğe girdiği 2008 yılı Ekim ayından önce, ülkemizde soysal güvenlik kurumları;

Esnaf ve sanatkarlar ile diğer bağımsız çalışanlar sosyal sigortalar kurumu (Bağ-Kur),

Özel kesimde bir işverene bağlı, iş sözleşmesiyle çalışanlara ilişkin olarak Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK),

Geniş anlamda kamu görevlilerine ve daha çok devlet memurlarına ilişkin olarak kurulmuş olan EMEKLİ SANDIĞI,

adıyla olmak üzere, üç ayrı sosyal güvenlik kurumu bulunmaktaydı. Bunlardan Sosyal Sigortalar Kurumu ile Bağ-Kur’a ilişkin uyuşmazlıklar, diğer bir anlatımla bu kurumlar ile sigortalıları arasında çıkan ihtilaflar adli yargı yerinde çözümlenmekteydi.

Kamu görevlilerine ilişkin olarak kurulan ve Emekli Sandığı olarak bilinen sosyal güvenlik kurumu ile iştirakçileri (katılımcıları-sigortalıları) arasında çıkan uyuşmazlıklar ise idari yargı yerlerince çözümlenmekteydi.

Sosyal güvenlik alanında norm ve standart birliğinin sağlanması, eşitlik temelinde daha adil, etkin ve kolay erişilebilir bir sosyal güvenlik sisteminin kurulması amacıyla, bu üçlü yapı (5502 sayılı Kanunla) Sosyal Güvenlik Kurumu adıyla tek çatı altında birleştirilmiş, 1 Ekim 2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile de, bütün çalışanlar “sigortalı” adı altında, aynı kanuna tabi kılınmış ve bu kanundan kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümü adli yargı yerine bırakılmıştır.

Bu itibarla, benim burada değineceğim kararlar, geniş anlamda kamu görevlileri için kurulmuş olan ve daha sonra Sosyal Güvenlik Kurumu bünyesinde birleştirilen Emekli Sandığı ile iştirakçileri (katılımcıları-sigortalıları) arasında yaşlılık, maluliyet ve ölüm sigortalarına ilişkin olarak ortaya çıkan uyuşmazlıklara ilişkin bulunmaktadır.

Sosyal güvenik kavramları ile belirtecek olursak, Emekli Sandığı Kanunu uygulamasında;

Yaşlılık riski ve sigortasına bağlı olarak, emekli aylığı,

Maluliyet riski ve sigortasına bağlı olarak, malullük veya duruma göre vazife malullüğü aylığı

1

Ölüm riski ve sigortasına bağlı olarak da, iştirakçinin (katılımcının) geride kalan eş ve çocukları ile ana ve babasına dul ve yetim aylığı

bağlanmaktadır

Hastalık sigortasına gelince;

Söz konusu yapılanma öncesinde, Emekli Sandığı uygulamasında, hastalık sigortasından; ancak yaşlılık (emeklilik), malullük veya ölüm aylığı bağlanmasıyla birlikte yararlanılmakta idi. Diğer bir ifadeyle, iştirakçilerin (katılımcıların) sağlık hizmetleri çalışma süresince kurumlarınca, emekliliklerinde ise Sandıkça karşılanmaktaydı.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun yürürlüğü ile birlikte, hastalık sigortasına bağlı olarak verilen sağlık hizmetleri, kademeli olarak çalışma süresini de kapsayacak şekilde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmaya başlanmıştır.

Katılıma (prime-emekli keseneklerine) dayalı bu sosyal sigortaların yanı sıra, Emekli Sandığı Kanununda, katılıma dayalı olmayan önemli bir sosyal güvenlik hizmeti/yardımı düzenlenmiştir.

Bu düzenlemeye göre, askerlik görevini er olarak yapanlar iştirakçi (katılımcı) olmadıkları halde, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 56. maddesi hükmü uyarınca, vazife malullükleri ile vazifeden doğma sebeplerle ölümleri halinde, katılımsız sosyal güvenlik kapsamında kendilerine veya eş ve çocukları ile ana ve babalarına aylık bağanmaktadır.

Amaç ve tanım olarak sosyal güvenlik;

Sosyal güvenliğin amacı kısaca, toplumda yaşayan her kesimi hiçbir ayrım gözetmeksizin hayatın çeşitli sosyal risklerine karşı, ekonomik güvence altına alarak yarının endişesinden kurtarmaya, toplumda yoksul ve muhtaç insanlara yardım ederek onlara insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyi sağlamaya çalışmaktır. (1)

Bu bağlamda sosyal güvenliğin pek çok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür.

“bir mesleki veya sosyal risk yüzünden geliri veya kazancı kesintiye uğramış kimseleri başkalarının yardımını istemeye lüzum bırakmaksızın, geçinme ve yaşama ihtiyaçlarını karşılayan bir sistemdir.” (İ. Erkul/Ö.Z. Altan/N. Gerek, Sosyal Politika Dersleri, 2. Cilt, Eskişehir 1984, 134 )

“sosyal güvenlik bir mesleksel, fizyolojik veya sosyoekonomik riskten ötürü geliri veya kazancı sürekli veya geçici olarak kesilmiş kimselerin geçinme ve yaşama ihtiyaçlarını karşılayan bir sistemdir.” (C. Talas, Sosyal Ekonomi, 6. Bası, Ankara 1983, 323)

“her insana, yaşamın türlü olayları karşısında, aşırı bir muhtaçlığa düşmeden ve özgürlüğünden fedakarlık ettirmeden insana yaraşır bir geçim düzeyi sağlamaya yönelik kamusal sosyal düzenleme ve önlemler bütünüdür.” (H. Richardson, İktisadi ve Mali Yönüyle Sosyal Güvenlik, Çev. T. Yazgan, İstanbul 1970, 16)
(1) A.C. Tuncay/Ö. Ekmekçi, Yeni Mevzuat Açısından Sosyal Güvenlik Hukukunun Esasları, Legal Yayıncılık, 2. Bası, İstanbul 2009, s.3
2

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 1944 Philadelphia Konferansında yaptığı tanımlamaya göre de sosyal güvenlik, “halkın hastalık, işsizlik, yaşlılık, ölüm sebebiyle geçici veya sürekli olarak kazançtan yoksun kalması durumunda düşeceği yoksulluğa karşı, çocuk sayısının artması ve analık halinde korunmasına ilişkin alınması gereken önlemler sistemidir.” (2)

Belirtilen tanımların ortak paydasının, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan belli sayıdaki sosyal risklerin yol açabileceği gelir kayıplarına ve gider artışlarına karşı, insanların ekonomik güvenliklerinin sağlanması ve böylece sağlıklı ve asgari bir hayat standardının garanti edilmesi olduğu görülmektedir.

Böylelikle, sosyal güvenliğin her şeyden önce temel bir ihtiyaçtan doğduğu ve bu ihtiyacın insanların yaşamları boyunca karşılaşacağı bazı risklere karşı yarınlarından emin olmak istemeleri, belli bazı sosyal riskler nedeniyle muhtaç duruma düşmeleri halinde, onurlarına yaraşır asgari bir yaşamın güvenceye bağlanması arayışının ürünü olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasada sosyal güvenlik;

Cumhuriyetin niteliklerini belirten Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş,

Sosyal güvenlik hakkını düzenleyen 60. maddesinde, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu, devletin, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alacağı ve teşkilatı kuracağı kuralı yer almıştır.

“Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler” başlıklı 61. maddesinde ise;

Devletin, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malül ve gazileri koruyacağı ve toplumda kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlayacağı,

Devletin, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alacağı,

Yaşlıların, devletçe korunacağı, yaşlılara devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıkların kanunla düzenleneceği,

Devletin, korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması için her türlü tedbiri alacağı,

Bu amaçlarla gerekli teşkilat ve tesisleri kuracağı veya kurduracağı

belirtilmiştir.

Evrensel hukukta temel bir insan hakkı olarak kabul edilen sosyal güvenlik hakkı, Anayasada devletin bir ödevi/görevi olarak kurala bağlanmış, aynı zamanda anayasal bir talep hakkı olarak, herkesin eşitlik temelinde sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır.
(2) Söz konusu tanımları aktaran, A.C. Tuncay/Ö. Ekmekçi, Yeni Mevzuat Açısından Sosyal Güvenlik Hukukunun Esasları, Legal Yayıncılık, 2. Bası, İstanbul 2009, s.2

3

Danıştay kararlarında sosyal güvenlik;

Danıştay kararlarına yansıyan sosyal güvenlik konuları, diğer sosyal güvenik kurumlarının (mülga SSK ve Bağ-Kur) düzenleyici işlemleri hariç olmak üzere, kamu görevlileri sosyal güvenlik kurumu olarak bilinen Emekli Sandığı uygulamaları ile 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunundan kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin bulunmaktadır.

a) Yaşlılık sigortasına (emekliliğe) ilişkin kararlar;

Yaşlılık, belirli bir süre çalışan kişinin, artık çalışamayacak bir yaşa gelmesini ifade eder. Yaşlılık döneminde ücret gelirinden yoksun kalan bireyin, yaşamını sürdürebilmesi için yaşlılık riskinin bir şekilde karşılanması gerekmektedir. Bu da çalışırken elde edilen kazancın yerine geçecek bir gelire sahip olmasıyla olanaklıdır.

Emekli Sandığı uygulamasında, bu risk yaşlılık aylığına karşılık gelen emekli aylığı ile karşılanmaktadır. Diğer bir anlatımla yaşlılık durumunun gerçekleşmesi, emekliye ayrılmayla sonuçlanmaktadır.

Emekliye ayrılma, belirli hizmet süresine ve belli bir yaşa ulaşılması halinde kural olarak isteğe bağlı olarak gerçekleşir. Emekli Sandığı Kanununda yazılı bazı koşulların gerçekleşmesi halinde ise, resen de gerçekleşmesi mümkündür.

Yaşlılık riski ve sigortasına ilişkin olarak Emekli Sandığı uygulamasında ortaya çıkan bazı uyuşmazlıklara ilişkin Danıştay kararları:

Örnek Karar 1 - Davacı 5 yıl süreyle belediye başkanlığı yapmış, ancak bu süre zarfında Emekli Sandığı ile ilişkilendirilmemiştir. Belediye başkanlığı görevinin bitiminden sonra, bir süre kendi adına bağımsız olarak çalışmış ve bu çalışma süresince Bağ-Kur sigortalısı olmuştur.

Davacı tarafından, belediye başkanlığında geçen hizmet süresinin, Bağ-Kur’a tabi olarak geçen hizmet süresiyle birleştirmek ve böylece yaşlılık aylığı elde etmek amacıyla, Emekli Sandığına başvuruda bulunularak belediye başkanlığı görevinde geçen hizmetlerinden dolayı, Emekli Sandığı ile ilgilendirilmesi, diğer bir ifadeyle bu hizmet süresinin Emekli Sandığa tabi olarak geçen hizmet süresi olarak değerlendirilmesi istenilmiştir. Emekli Sandığı, belediye başkanlığı görevi süresince, Sandıkla ilgilendirme (iştirakçi kılınma) talebinde bulunulmamış olması nedeniyle başvurusunu olumsuz cevaplandırmıştır.

Not: Davacının belediye başkanlığı yaptığı dönemde, belediye başkanlığına seçilenlerin, seçilme tarihinden itibaren 6 ay içinde talepte bulunmaları halinde isteğe bağlı olarak Emekli Sandığı ile ilgilendirilmeleri mümkündür.

Bu işlemin iptali istemiyle açılan dava, Ankara 12. İdare Mahkemesince, davacının belediye başkanlığı görevi süresince Emekli Sandığı ile ilişkilendirme talebinde bulunmadığı, bu nedenle geçmişe yönelik olarak Sandıkla ilişkilendirilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir.

4



Davacının bu karara yönelik temyiz başvurusu üzerine, Danıştay; Anayasada düzenlenen sosyal devlet ilkesi ve sosyal güvenlik hakkına ilişkin düzenlemelere atıfta bulunarak, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan hükümlerine göre, belediye başkanı seçilenlerin, isteğe bağlı olarak Emekli Sandığı iştirakçisi olmasının mümkün olduğu, belediye başkanlığı süresince bu yönde bir talepte bulunulmamış olmasının, daha sonra talepte bulunmasına engel oluşturmayacağı, kaldı ki seçilme tarihinden itibaren altı aylık başvurma süresinin ise sonradan yürürlükten kaldırıldığı, bu itibarla başvuranın (davacının) geçmişe yönelik olarak, Sandıkla ilgilendirilmesini engelleyen bir düzenlemenin bulunmadığı, farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak geçen hizmetlerin birleştirilerek yaşlılık aylığı elde etmesine yönelik olarak yapıldığı anlaşılan ilgilendirme başvurusunun, belediye başkanlığı süresince yapılmamış olması nedeniyle kabul edilmemesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. (Danıştay 11. Daire, E:2006/8218, K:2009/4463)

Örnek Karar 2 - Olayda milletvekilliği sona eren iştirakçinin, yaşlılık aylığı elde edilmesine yönelik olarak, Emekli Sandığı Kanununun istisnai bir düzenlemesinden yararlandırılarak iştirakçiliğinin (katılımcılığının-sigortalılığının) devam ettirilmesi konusunda ortaya çıkan bir uyuşmazlıkta şu karar verilmiştir.

Milletvekili olan davacının mensup olduğu siyasi parti Anayasa Mahkemesince kapatılınca, milletvekilliği sona ermiştir.

5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunun Ek 76 ve Geçici 209 maddesinde, süresi kanunlarla belirli görevlere seçilenlerden görevleri sona erenlerin, Emekli Sandığı ile kurulmuş olan ilgilerinin, diğer bir ifadeyle sigortalılıklarının istekleri halinde devam ettirileceği kuralı bulunmaktadır.

Milletvekilliği belirtilen şekilde sona eren davacı tarafından, yaşlılık aylığı elde etmek ve böylece sosyal güvenliğini sağlamak amacıyla, anılan Kanun hükümlerinden yararlandırılarak, milletvekilliği görevinin sona erdiği tarihten sonraki hizmetleri yönünden Sandıkla ilgilendirilmesi (iştirakçi kılınması-sigortalı yapılması) talebinde bulunulmuştur.

Emekli Sandığınca, davacının, milletvekilliği görev süresi tamamlanmadan, (uyuşmazlık tarihinde milletvekilliği görev süresi 5 yıldır) milletvekilliğinin sona erdiği, bu nedenle anılan Kanun hükmünde belirtilen anlamda bir sona erme halinin gerçekleşmediği, dolayısıyla belirtilen kanun hükümlerinden yararlanamayacağı gerekçesiyle davacının Sandıkla ilgilendirme talebi reddedilmiştir.

Bu işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılan davada, Ankara 6. İdare Mahkemesi, süresi kanunla belirli olan milletvekilliği görev süresi tamamlanmadan, herhangi bir şekilde milletvekilliği görevi sona erenlerin, anılan Kanun hükümleri uyarınca Sandıkla ilgilendirilmelerine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş ve bu karar Danıştayca onanmıştır. (Danıştay 11. Daire, E:2006/7962, K:2009/6605)



5

Süresi kanunlarla belirli görevlere seçilenlerden görevleri sona erenlerin, Sandıkla olan ilgilerinin (iştirakçiliklerinin-sigortalılıklarının) devam ettirilmesi ve böylece sosyal güvenlik hakkı kapsamında yaşlılık aylığı elde edilmesine yönelik olarak çıkarıldığı anlaşılan 5434 sayılı Kanunun Ek 76 ve 209 maddelerinde geçen, "görevin sona erme" halinin, İdare mahkemesince ve Danıştayca, kanunla belirlenmiş olan sürenin tamamlanması suretiyle sona erme hali olarak yorumlanmış olmasının, ilgililere sosyal güvenlik hakkı sağlamaya yönelik olduğu anlaşılan söz konusu yasal düzenlemelerin amacına uygun bir yorum olduğunu kabul etmek oldukça zor görünmektedir.

Bu itibarla, İdare Mahkemesinin ve Danıştayın bu yaklaşımının isabetli bulunmadığını düşünmekteyim.

Örnek Karar 3 - Yaşlılık aylığının elde edilmesine yönelik olarak ortaya çıkan diğer bir uyuşmazlıkta şu karar verilmiştir.

Türkiye’de sağlık hizmetleri sınıfında ebe olarak çalışan davacı, Türk vatandaşlığına geçmeden önce Bulgaristan’da da ebe olarak çalışmıştır. Kendisine yaşlılık (emekli) aylığı bağlanabilmesi için gerekli olan hizmet süresini tamamlamak amacıyla, Bulgaristan’da geçen hizmet süresini borçlanmak suretiyle Türkiye’de geçen hizmetlerine ilave edilmesini istemiştir.

Emekli Sandığınca, 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurtdışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunun, Türk vatandaşlarının, yurt dışındaki hizmetlerinin borçlandırılmasını öngördüğü, davacının ise henüz Türk vatandaşlığına geçmeden önceki bir döneme ilişkin hizmetlerini borçlanmak istediğini, dolayısıyla Türk vatandaşlığında geçmeyen hizmetlerin borçlandırılamayacağı belirtilmiştir.

Bu işlemin iptali istemiyle açılan davada, Ankara 9. İdare Mahkemesince; 3201 sayılı Kanunun amacının, Türk vatandaşlarının yurt dışındaki hizmetlerinin borçlanılarak Türkiye'de geçen hizmet sürelerine ilave edilmesi suretiyle yaşlılık aylığı bağlanarak sosyal güvenliklerini sağlamak olduğu gözetildiğinde, zorunlu göç nedeniyle Türkiye’ye gelen ve daha sonra Türk vatandaşlığına geçerek sağlık hizmetlerinde ebe olarak çalışan davacının, borçlanma isteğinde bulunduğu tarih itibariyle Türk vatandaşı olduğunu, bu nedenle Türk vatandaşlarının yurtdışında geçen hizmetleri kapsamında, Bulgaristan’da geçen hizmet süresi borçlandırılmak suretiyle Türkiye’de geçen hizmetlerine ilave edilmemesinde ve böylece sosyal güvenliği bakımından değerlendirilmemesinde hukuka ve hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline dair olarak verilen karar, Danıştayca onanmıştır. (Danıştay 11. Daire, E:2008/15860,K:2010/4626)

Danıştay bu kararıyla, Türk vatandaşlarının yurt dışında geçen hizmetlerinin sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilmesi konusunda, sigortalının başvuru tarihinde Türk vatandaşı olmasını yeterli bulmuş, hizmetlerin geçtiği tarihlerde Türk vatandaşı olmasını aramamıştır.



6

b) Maluliyet sigortasına (malullüğe) ilişkin kararlar;

Emekli Sandığı uygulamasında malullük, her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında meydana gelen arızalar ve uğradıkları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifesini yapamayacak duruma girme hali olarak tanımlanmaktadır.

Şayet bu maluliyet durumu, iştirakçinin (katılımcının-sigortalının), vazifesini yaptığı sırada ve vazifesinden kaynaklanmakta ise, buna vazife malullüğü denilmekte, ve belirli bir hizmet süresi aranmaksızın kendilerine maluliyet aylığı bağlanmaktadır.

Maluliyetin vazife sırasında ve vazifeden kaynaklanmaması halinde ise, iştirakçiye adi malul aylığı bağlanmakta, ancak bu takdirde belirli bir hizmet süresinin tamamlanmış olması aranmaktadır.

Vazifeden doğma sebeplerle ölenlerin aylıkları ise, varsa dul ve yetimlerine bağlanmaktadır.

Örnek Karar 4 - Davacıların murisi, polis memuru olarak görev yapmakta ve yine polis memuru olan bir arkadaşı ile birlikte mesai saatleri dışında, eğlenmek amacıyla gittikleri gazinodan ayrıldıkları sırada, karşılaştıkları silahlı bir saldırgandan, silahını teslim etmesini istemesi ve bu arada yaptığı müdahale esnasında saldırgan tarafından öldürülmüştür.

Bu şekilde vefat eden polis memurunun eşi ve çocukları olan davacılar, vazife malullüğü hükümlerine göre kendilerine aylık bağlanması talebinde bulunmuşlardır.

Emekli Sandığınca, olayın vazife sırasında ve vazifeden kaynaklanmadığı belirtilerek aylık bağlanma talepleri reddedilmiştir.

Bu işleme karşı açılan dava, Ankara 15. İdare Mahkemesince de aynı gerekçeyle reddedilmiştir.

Davacıların temyiz istemini inceleyen Danıştay Onbirinci Dairesi; 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun Ek 4. maddesine göre, polisin, görevli bulunduğu mülki sınırlar içinde, hizmet branşı, yeri ve zamanına bakılmaksızın, bir suçla karşılaştığında suça el koymak, önlemek, sanık ve suç delillerini tespit ve muhafaza etmekle görevli bulunduğu tespitinde bulunmuş, olayda, polis memuru olan davacılar murisinin, mesai saatleri dışında da olsa, karşılaştığı bir suça müdahale şeklinde gelişen olayda vefat ettiği, bu itibarla ölüm olayının vazife sırasında ve vazifeden kaynaklanan sebeplerle meydana geldiğinin kabulü gerektiği, bu nedenle davacının eş ve çocuklarına malullük aylığı bağlanmaması üzerine açılan davanın kabulü gerekirken, reddedilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur. (Danıştay 11. Daire, E:2009/8028, K2010/4307)

Örnek Karar 5 - Davacılar murisi, sağlık memuru olarak görev yapmaktadır. Görevli bulunduğu ilçe sağlık ocağına ait evrakların teslimi ve bir kısım ihtiyaçların karşılanması için, bağlı bulunan il sağlık müdürlüğüne gitmekle görevlendirilmiştir.

7

Kendi şahsi motosikleti ile yola çıkmış ve yolda geçirdiği trafik kazasında vefat etmiştir.

Eşi ve çocukları olan davacıların, vazife malullüğü hükümlerine göre aylık bağlanması için yaptıkları başvuru, Emekli Sandığınca; vefat edenin motosiklet sürücü belgesinin bulunmadığı, ölümün, kendi kusurundan kaynaklandığı, bu itibarla ölüm olayında görevin sebep ve etkisinin bulunmadığı belirtilerek reddedilmiştir.

Bu işleme karşı açılan dava, Ankara 8. İdare Mahkemesince de aynı gerekçeyle reddedilmiştir.

Davacıların temyiz başvurusunu inceleyen Danıştay Onbirinci Dairesi; davacılar murisi olan vefat edenin, olay tarihinde görevli olduğu, kuruma ait aracın bakım ve onarımda bulunması nedeniyle kendi motosikletiyle yola çıktığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa aykırı davranmış olmasının, görev ile maluliyet arasındaki nedensellik bağını ortadan kaldırmadığı, dolayısıyla ölüm olayının, görevin neden ve etkisiyle meydana geldiğinin kabulü gerektiği, bu nedenle davacılara malullük aylığı bağlanmamasına ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi gerekirken, davanın reddedilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle, Mahkeme kararını bozmuştur. (Danıştay 11. Daire, E:2003/4508, K:2006/1153)

c) Ölüm sigortasına (dul ve yetim aylıklarına) ilişkin kararlar;

Sigortalının, Emekli Sandığı uygulamasındaki adıyla "iştirakçi"nin ölümü halinde, geride kalan yakınlarının sürekli bir gelir kaybına uğramaları kaçınılmazdır. Bu şekilde normal geçim kaynaklarını kaybeden eş ve çocuklarının, kimi durumlarda ise ana ve babasının, geçimlerini sağlayacak bir güvenceye sahip olmaları sosyal güvenliğin temel amaçlarındandır.

Emekli Sandığı uygulamasında, vefat eden iştirakçinin, dul ve yetimlerine belirli koşulların (sigortalının asgari hizmet süresi, eş yönünden resmi evlilik ilişkisi, erkek çocuklar yönünden belirli bir yaşın üzerinde bulunulmaması, ana ve baba yönünden muhtaçlık gibi) varlığı halinde ölüm aylığı, Emekli Sandığı Kanunundaki düzenleniş şekliyle dul ve yetim aylığı bağlanmaktadır.

Örnek Karar 6 - Olayda davacının eşi Sandık iştirakçisi iken vefat etmiştir.

5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 13. maddesine göre, 5 yıl hizmeti süresini tamamladıktan sonra vefat eden iştirakçilerin dul eşlerine, ölüm tarihinde başkasının yardımı olmaksızın hayatlarını devam ettiremeyecek derecede malül ve muhtaç olmaları kaydıyla ölüm (dul) aylığı bağlanmaktadır.

Davacı, eşinin ölüm tarihinden bir süre (7 yıl) sonra, psikolojik rahatsızlığı nedeniyle malul ve muhtaç bulunduğunu, bu nedenle iştirakçi iken vefat etmiş olan eşinden dolayı aylık bağlanmasını talep etmiştir.



8

Emekli Sandığı, davacının, eşinin ölüm tarihi itibariyle malül olduğu yolunda somut bir bilgi veya belgenin bulunmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir.

Bu işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılan davada, Ankara 8. İdare Mahkemesi; Sağlık kurulu raporuna göre, davacının hayatını idame ettiremeyecek derecede kronikleşmiş psikolojk (Kronisite kazanmış distimik reaksiyon, Degeneratif Myopie" rahatsızlığının bulunduğu, davacı tarafından, bu rahatsızlığın, eşinin ölüm tarihinde de mevcut bulunduğunun belirtildiği, bu durumun aksini belriten bir bilgi veya belgenin de bulunmadığı, hastalığın başlangıç tarihinin belirsiz olmasının davacı aleyhine kullanılamayacağı, bu itibarla davacının, eşinin ölüm tarihi itibariyle malül ve muhtaç olduğunun kabulü gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiş ve bu karar Danıştay Onbirinci Dairesince onanmıştır. (Danıştay 11. Daire, E:2000/5814, K:2002/970)

Örnek Karar 7 - Olayda davacının eşi (kocası), geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken silahlı terör örgütü mensuplarınca öldürülmüştür.

Davacı, teröristlerce öldürülen eşinden dolayı ölüm (dul) aylığı bağlanması talebinde bulunmuştur.

Emekli Sandığı, davacının (başvuranın), eşi olduğunu ileri sürdüğü kişi ile resmi nikahının bulunmadığını, bu itibarla ölen kişi ile hukuken geçerli bir evlilik ilişkisinin bulunmaması nedeniyle aylık bağlanma talebini reddetmiştir.

Davacı tarafından, evlilik birliğinden üç çocuğunun olduğu, eşiyle gayri resmi olarak evli olduğuna dair mahkeme kararı bulunduğu, bu nedenle kendisine dul aylığı bağlanmamasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, aylık bağlanmamasına ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılan davada; Ankara 7. İdare Mahkemesi, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre, aylık bağlanabilmesi için, davacının resmi nikahının bulunması gerektiği, ancak bu takdirde hak sahibi olarak kabul edilebileceği, dolayısıyla resmi nikahı bulunmayan davacıya aylık bağlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş, ve bu karar Danıştay Onbirinci Dairesince onanmıştır. (Danıştay 11. Daire, E:2003/121, K:2005/5372)

Danıştay’ın söz konusu kararından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine intikal eden benzer bir davada da aynı sonuca varılmıştır.

20.1.2009 tarih, 3976/05 sayılı Şerife Yiğit/Türkiye davası

Bu olayda da, başvuranın eşi, Bağ-Kur’dan yaşlılık aylığı almakta iken vefat etmiştir. Başvuran, kocası ile imam nikahı ile evlenmiş, bu evliliklerinden altı çocukları olmuştur.

Bağ-Kur tarafından, davacının resmi nikahının bulunmaması nedeniyle, ölen eşinin yaşlılık aylığından ve sağlık sigortasından yararlandırılmamıştır. İş Mahkemesinde bu konuda açılan dava reddedilmiş, karar Yargıtay tarafından onanmıştır.

9

Başvuran, eşinin aylığından ve sağlık sigortasından yararlanma hakkının ulusal mahkemeler tarafından reddedilmesi nedeniyle, Avrupa İnsan Haklar Sözleşmesinin “aile hayatı hakkını” düzenleyen 8. maddesinin ihlal edildiğini öne sürerek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yürürlükteki ulusal kanunlara göre bir imam tarafından kıyılan nikahın, devlet nezdinde herhangi bir yükümlülük oluşturmayacağı, burada belirleyici olan unsurun, uzun süreli ve sağlam bir ilişkinin varlığı değil, tüm hak ve yükümlülüklerin akdi olarak belirtildiği resmi bir taahhüdün mevcut olup olmaması olduğu, bağlayıcı bir yasal anlaşmanın yokluğunda, Türk yasama organının sadece resmi nikahı koruma altına almasının mantıksız sayılamayacağı gerekçesiyle, üçe karşı dört oyla AİHS’nin 8. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Sosyal güvenlik hakkını bir şekilde zedeleyen kimi idari tasarruflara ilişkin olarak verilen karar örneği;

Örnek Karar 8 - Danıştay’ın bu kararı, kısmen çalışma hayatına ilişkin bulunmakla birlikte; davacının da aralarında bulunduğu ve ilgili kanunda “geçici personel” olarak tanımlanan personel kesiminin istihdamına ilişkin yasal düzenlemelerde iş güvencesinin yanı sıra sosyal güvenlik hakkının düzenlenmemiş olmasının anayasaya aykırı bulunmasıyla ilgilidir.

Olayda davacı Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/c maddesinde tanımlanan “geçici personel” statüsünde çalışmakta iken sözleşmesi feshedilmiştir.

Davacı, bu nedenle kıdem tazminatı veya iş sonu tazminatı adı altında toplu bir ödeme yapılması için idareye (işverene) başvurmuştur.

Davalı Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığınca, geçici personele iş sözleşmelerinin sona ermesi durumunda kendilerine toplu ödeme yapılması konusunda bir düzenleme bulunmadığı belirtilerek davacının başvurusu reddedilmiştir.

Davacı, davalı idarenin ret işlemi ile bu işlemin dayanağı olan hizmet sözleşmesinde yer alan “sözleşmenin feshinde ihbar, kıdem veya sair adlar altında herhangi bir tazminat ödenmez” hükmünün ve bunun dayanağı olan 14.12.2007 tarih ve 2007/13014 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 8/3. maddesinin iptali ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi istemiyle Danıştay İkinci Dairesinde dava açmıştır.

Danıştay İkinci Dairesince, yürütmenin durdurulması isteminin reddi üzerine, konuyu itirazen inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu;

10

Çalışma hakkının varlığının, yeterli ölçüde iş güvencesi ve sosyal güvenlik hakkının tanınmasına bağlı olduğu, haksız ve keyfi işten çıkarmaya karşı hukuki korumayı ifade eden iş güvencesi ve sosyal güvenlik hakkını düzenlemeyen bir yasanın, çalışma hakkını koruduğundan söz edilemeyeceği, çalışma hayatının ancak, istihdam şeklinin yeterli biçimde düzenleyen, iş güvencesi ve sosyal güvenlik hakkını tanıyan yasal düzenlemelerle korunabileceği,

Nitekim memurların, sözleşmeli personelin ve işçilerin statülerinin, istihdam şekillerinin, ayrıntılı bir biçimde ilgili yasalarla düzenlendiği, iş güvenceleri ile sosyal güvenlik haklarının tanındığı, buna karşın davacının da aralarında bulunduğu “geçici personel” kesiminin istihdamını düzenleyen yasa hükmünde (657 sayılı Kanunun 4. maddesinin (C) bendinde), istihdam şeklinin kapsamı, hak ve yükümlülükleri belirlenmeksizin, bu konuda düzenleme yapma yetkisinin yürütme organına bırakıldığı, yasama organı tarafından, bir istihdam şeklinin sadece adı konulup, iş güvencesi ve sosyal güvenlik hakkının düzenlenmemiş olmasının, Anayasanın, hukuk devleti, sosyal devlet ilkelerine, temel hak ve hürriyetleri, sosyal güvenlik hakkını, çalışma hak ve ödevini düzenleyen maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılarak, dava konusu işlemlerin dayanağını oluşturan 657 sayılı Yasanın 4/C maddesinin iptaline karar verilmesi istemiyle Anayasaya Mahkemesine başvurmuştur. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, YD İtiraz No;2009/1036

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun, bu kararla ortaya koyduğu yaklaşımı şu şekilde özetlemek mümükündür;

Geçici personel adı altında istihdamı öngörülen personel kesimi bakımından, diğer çalışan kesimler yönünden yapılmış olan düzenlemelerin aksine, çalışma hayatına ilişkin hak ve yükümlülükler ile sosyal güvenlik hakkı konularının belirsizlik içinde bırakılması, yasayla düzenlenmeyerek yürütme organının inisiyatifine bırakılmış olmasının sosyal devlet ve hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu sonucuna varılmıştır.

Katılımsız sosyal güvenlik;

Son olarak katılımsız veya diğer bir anlatımla primsiz sosyal güvenlik kapsamında verilmiş bir karar örneğine değinerek konuşmamı bitireceğim.

Katılımsız sosyal güvenlik, toplumun kendi ellerinde olmayan nedenlerle yoksul ve bakıma muhtaç duruma düşen bireylere ve kesimlere insanlık onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyi ve çevreye uyumlarını sağlamak amacıyla yapılan bir takım sosyal hizmet ve yardımlardan oluşmaktadır.

Sosyal hizmet ve yardımlar, toplu ödeme şeklinde tazminat karakterli olabileceği gibi, aylık bağlama veya ayni yardım şeklinde yapılması da mümkündür.

11

Sosyal hizmet ve yardımlara ilişkin olarak çıkarılmış bazı kanunlar;

1- Ödeme gücü olmayan vatandaşların tedavi giderlerinin devlet tarafından karşılanması, (3816 sayılı Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması Hakkında Kanun)

2- Muhtaç asker ailelerine yapılan yardımlar, (4109 sayılı Asker Ailelerinden Muhtaç Olanlara Yardım Hakkında Kanun)

3- 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz ve kimsesiz vatandaşlara aylık bağlanması, (2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun)

4- Görevleri nedeniyle yaralanan yahut ölen bazı kamu görevlileri ile güven ve asayişin korunması konularında hizmet gören sivillerden, bu görevleri nedeniyle yaralanan veya sakatlananlara, ölümlerinde ise mirasçılarına tazminat verilmesi veya aylık bağlaması, (3030 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun)

5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu uygulamasında, askerlik görevini er olarak yapanlar iştirakçi (sigortalı) olmadıkları halde, katılımsız sosyal güvenlik kapsamında bu kanunun tanıdığı haklardan yararlanmaları öngörülmüştür.

Kanunun 56, 66 ve 72. maddesi hükümlerine göre, erler silah altında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde sevkleri sırasında, vazife malulü olmaları halinde kendilerine, ölümleri halinde ise dul ve yetimlerine aylık bağlanmaktadır. Şayet bu malulliyet güven ve asayişin korunmasına ilişkin görevler dolayısıyla meydana gelmiş ise, 2330 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, aylıkları % 25 oranında artırılmakta ve ayrıca tazminat da ödenmektedir.

Katılımsız sosyal güvenlik konusunda verilmiş karar örneği;

Örnek Karar 9 – Davacı er olarak askerlik görevini yapmakta iken yakalandığı menenjit hastalığına bağlı olarak vücudunda kısmi felç durumu oluşmuş ve bu nedenle askerliğe elverişsiz duruma düşerek terhis edilmiştir.

Davacı, söz konusu maluliyetinin askerlik görevinin sebep ve etkisiyle oluştuğunu öne sürerek, kendisine malullük aylığı bağlanması talebinde bulunmuş, ancak Emekli Sandığınca, maluliyetin askerlik görevinin sebep ve etkisiyle oluştuğuna dair bir tespitin bulunmadığı belirtilerek, talebi reddedilmiştir.

Bu işleme karşı açılan davada, Ankara 1. İdare Mahkemesince; davacının askerlik yapmakta iken malul duruma düştüğünü, sağlık raporlarının Adli Tıp Kurumunca incelenmesi sonucunda, söz konusu hastalığın bir infeksiyon hastalığı olduğu ve stres, yetersiz beslenme, aşırı yorgunluk, vücut direncinin düşmesi gibi nedenlere bağlı olarak meydana gelebileceğinin belirtilmiş olması karşısında, malulliyetinin askerlik görevinin sebep ve etkisiyle oluştuğu sonuç ve kanaatine ulaşıldığı, bu nedenle vazife malulü olarak aylık bağlanmamasında hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, ve bu karar Danıştayca onanmıştır. (Danıştay 11. Daire, E:2002/3126, K:2003/4554)
12
Yüklə 96,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə