Dinler tariHİ BİLİm dali



Yüklə 1,11 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə4/45
tarix22.10.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#75425
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   45

 
2
Dolayısıyla Meryem, sıradan bir insan doğurmuştur; bir tanrı değil. Nastoryusçulara 
göre çarmıhta acı çekip ölen de tanrı değil, insan olan İsa’dır; çarmıh esnasında tanrısal 
öz  İsa Mesih’i terk etmiştir. Nestoryus’a karşı,  İsa Mesih’te sadece tanrısal doğanın 
olduğunu savunan Cyrill’e göre, Meryem theotokos idi. Nestoryus ve Cyrill arasındaki 
tartışmalar 431 yılında toplanan Birinci Efes Konsili’ne taşınmış ve bu konsilde İsa’da 
tek tabiat olduğu (monofizitlik)  kabul edilerek Nestoryus’un görüşleri reddedilmiştir. 
Ancak monofizitlik, 20 yıl sonra 451’de toplanan Kadıköy Konsili’nde reddedilmiş ve 
İsa’nın hem gerçek bir tanrı hem de gerçek bir insan olduğu açıklanmıştır: 
“… Oybirliğiyle açıklıyoruz ki, Rabbimiz İsa Mesih bir ve aynı 
Oğuldur, tanrısallıkta da mükemmeldir, insanlıkta da. Gerçek tanrı ve gerçek 
insandır… Tanrı olma bakımından Baba ile, insan olma bakımından bizlerle 
aynı öze sahiptir. Günah işlemek dışında tıpkı bizim gibidir. Tanrısallığı 
açısından, çağlar öncesinde Tanrı’dan çıkmıştır. Son dönemde ise, insan olma 
yönüyle, bizim için, kurtuluşumuz için Tanrı-doğuran (Theotokos) Bakire 
Meryem’den doğmuştur…  İki doğaya sahip olduğu bildirilmiştir ve iki doğa 
karışmaz, değişmez, bölünmez, ayrılmaz. (İki doğanın bir tek kişide) 
Birleşmesi, iki doğa arasındaki farkı ortadan kaldırmaz. Her iki doğa da kendi 
özelliklerini korur ve tek bir şahısta ve tek bir özde birleşir…”.  
Hıristiyan teolojisinde inkarnasyonun gerekli olup olmadığına ilişkin bir 
tartışma da yapılmıştır. Hıristiyan inancına göre, Logos (Ezelî Kelâm) insanları aslî 
günahın yükünden kurtarmak için insan bedenine girmiştir.  İnsan günah işlememiş 
olsaydı, yine de inkarnasyon gerçekleşecek miydi? St. Augustine ve Thomas Aquinas’a 
göre, insan günah işlememiş olsaydı, inkarnasyon diye bir şey meydana gelmeyecekti. 
Irenaeus ve Duns Scotus gibi düşünürler ise inkarnasyonun, daha ilk günah işlenmeden 
önce Tanrı’nın bir planı olduğunu savunmuşlardır; dolayısıyla günah işlenmemiş 
olsaydı bile, inkarnasyon gerçekleşecekti.  
Hıristiyan teolojisinde inkarnasyon ile ilgili tartışmalar sonraki dönemlerde de 
devam etmiş ve pek çok yeni soru ortaya atılmıştır. Söz gelimi, birbirinden bağımsız iki 
doğanın (insânî ve ilâhî doğa) tek bir bedende birleşmesi nasıl mümkün olmaktadır? 
“Tanrı’nın değişmez olduğu” iddiası ile  “O’nun işkence ve ölüme maruz kaldığının 


 
3
kabul edilmesi” birbiriyle çelişmemekte midir? Katolik Kilisesi’nin öğretisine göre, 
İsa’nın bilgi ve bilinci, yaşamı boyunca edindiği deneyimlerle genişlemiştir. O halde 
İsa’nın kendi bilgisi ve bilinciyle bağlantılı olan insânî ve psikolojik bir egosu var 
mıdır? Başka bir deyişle bir tanrı olarak kabul edilen ve her şeyi bilmesi beklenen İsa 
Mesih’in, sıradan insanlar gibi bilgi edinme durumunda kaldığı nasıl açıklanabilir?  İsa 
Mesih’te insânî ve ilâhî özler birleştiğine göre, ilâhî doğa, Mesih’in beşerî doğası 
aracılığıyla nasıl aktif olmaktadır?  İsa’nın beşerîliği, ahlakî nedenselliğe bağlı  mıdır; 
yoksa sadece bir aracı mıdır?  
İnkarnasyon doktrininin Hıristiyan ilâhiyatındaki öneminin yanında Batılı 
misyonerlerin Doğu’yu keşfiyle birlikte ortaya İsa’nın tanrının bir avatarası olup 
olamayacağı sorunu çıkmıştır. Hint dini düşüncesini keşfeden misyoner rahipler, kendi 
inançlarındaki tanrısal Kelâm’ın insanlığın kurtuluşu için insan görünümü alması 
doktrini ile Hinduizm’deki tanrı Vişnu’nun bozulan düzeni yeniden kurmak amacıyla 
bir insan ya da hayvan suretine girdiği anlayışı arasındaki benzerlikle karşılaşmışlardır. 
Bu benzerlik, avatara ile inkarnasyon doktrinleri arasında bir etkileşimi akla getirmiştir. 
Her ne kadar Hint antik metinlerinde tanrıların değişik formlara girdiklerine 
dair ifadeler yer alsa da, avatara doktrininin ilk kez  muhtemelen M.Ö. II. yüzyılda 
yazılan Bhagavad-Gita’da formülleştirildiği görülmektedir. Gita’da (4.5-9) 
belirtildiğine göre, doğmayan ve değişmeyen bir varlık olmasına rağmen, Krişna, kendi 
isteğiyle ve kendi gücüyle, yani geçmiş karmaları nedeniyle yeniden doğmak zorunda 
kalan diğer varlıklardan farklı olarak, değişik çağlarda ortaya çıkmıştır. Bunu, iyileri 
korumak, kötüleri yok etmek, öğretiyi (dharma) yeniden tesis etmek ve kendisini 
izleyenleri doğum-ölüm çarkından kurtarmak, başka bir deyişle, kurtuluşun yollarını 
göstermek için yapmıştır.  
Hint düşüncesinde daha çok tanrı Vişnu ile ilgili olan avatara doktrini üzerine 
pek çok tartışma süregelmiştir. Öncelikle sayıları hakkında bir mutabakatın 
sağlanamadığı avatara listeleri genel olarak on ile yirmi iki arasında değişmektedir. 
Bhagavata Puranalar avatara listesini yirmi iki olarak belirlerken Vaishnava mezhebi 
sadece on iki avataranın varlığını kabul etmektedir. Bazı mezhep veya düşünürler ise 


 
4
zaten olağanüstü bir varlık kabul ettikleri Krişna’nın bir avatara olmadığına 
inanmaktadırlar.  
Avataraların geliş amaçlarını Hindu düşünürler farklı yorumlamışlardır. 
Kimilerine göre bir avatara bilginin tek bir dalını öğretmek için gelebilirken, başkaları 
kötülüğe son vermek amacıyla gelebildiğini ifade etmektedir. Bhaskarananda ise 
tanrının inişini onun merhametiyle ilişkilendirmektedir.  
Avataraların biçimleri hakkındaki da tartışmalar vardır. Vaishnavalar, 
avataraların bedenlerinin cennetsel varlıkların  şekli olan “saf öz”den oluştuklarına, 
Bengal Vaishnavaları tanrının dünyaya inişlerinin değişmeksizin sadece dünyevi 
bedende farz edildiğine, Advaita okulları ise avataraların düşsel görünümler olduklarına 
inanmaktadırlar.  
Avataralar üzerindeki bir diğer tartışma da bedenlenmenin bütünüyle mi yoksa 
kısmen mi gerçekleştiği yönündedir. Vişnu’nun bedeni hatta onun donanımının 
parçaları olarak avataraları düşünenler dolaysız,  tanrının kendi gücü veya şekline 
girerek hayat veren,  güvenliği sağlayıcı, iç denetimci ve Vişnu’yu ibadet amacıyla 
kutsanmış bir imge içinde gösteren olmak üzere beş tür avatara belirlemişlerdir. 
Nimbarka okulu ise Üç Gunavatara, Üç Purusavatara ve Lilavataralar şeklinde üçlü 
bir sınıflandırma yapmaktadır.   
Aldous Huxley’in, tanrının insan şeklinde bedenlenebileceği doktrininin 
Hinduizm, Mahayana Budizmi, Hıristiyanlık ve İslâm’ın tasavvuf felsefesinde mevcut 
olduğunu ve her insânî varlığın böyle bir avatara olabileceğini iddia etmesi teolojik ve 
tarihi çerçevede yeni tartışmalara neden olmuştur.  
Avatara ve inkarnasyona dair Hıristiyan ve Hindu inançlarını kabul edilebilir 
gören Parrinder, avatara fikrinin bazı inkarnasyon açıklamalarından daha anlaşılabilir 
olduğunu iddia etmektedir. 
Bu konuda pek çok tartışma yapılmakla birlikte, inkarnasyon ve avatara 
inançları arasındaki mesafenin keşfi için karşılaştırmalı bir çalışmaya ihtiyaç vardır. 
Bugün Avrupa dillerinde inkarnasyon doktrinini ele alan pek çok kaynak mevcutken, 
avatara inancı hakkındakiler sınırlı kalmaktadır. Türk dilinde ise her ikisi açısından da 
durum iç açıcı değildir.  


Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   45




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə