Diş poliTİkada ortadoğunun konumu ve önemi: ortadoğu hakiMİyetiNİ sağlamak adina bati müdahalesi



Yüklə 33,02 Kb.
tarix26.08.2018
ölçüsü33,02 Kb.
#64937

DIŞ POLİTİKADA ORTADOĞUNUN KONUMU VE ÖNEMİ: ORTADOĞU HAKİMİYETİNİ SAĞLAMAK ADINA BATI MÜDAHALESİ

Fatih Becer1



ÖZET:

Ortadoğu, dünyanın doğusu ile batısını, Akdeniz ile Hint Ummanını, ülkemiz adına Rusya' yı sıcak denizlere buluşturan, kara-hava-deniz yollarının vazgeçilemez uğrak yeri, yer altı ve üstü kaynaklarıyla dünyanın tam ortası, kültürel cümbüşün ev sahibi, tarihi itibariyle de bünyesinde barındırdığı nice güzelliklerinde halihazırda ev sahibi. Her yönüyle güzel olanın, talibinin de fazla olmasını çok görmemek gerekir!

Ortadoğu Ülkelerine baktığımızda, büyük bir çoğunluğu itibariyle dil, din, kültürel yapısı, karakteristik yönleri itibariyle benzeşme hemen göze çarpmaktadır. Özellikle Osmanlı Devletinin birleştirici gücü, merkeziyetçi yapısı ve ortak inançları çerçevesinde bu birlikteliği daha net görmek mümkündür. Bu kadar birin içerisindeki ayrılıkların fazlalığını analiz etmek, neredeyse İsrail' in dışında islam dinine tabi bu kadar ülkenin birleşememesi ve kan gölüne dönmesi, terör ve şiddetle anılması, kaynaklarını kullanamaması, siyasi ve etnik gerginliklerin merkezi konumuna düşmesi, ya İslam dininin birleştirici gücünün anlaşılamamasından veya geleceklerini her yönüyle garanti altına almaya çalışan Batı' nın, iyi niyetli gibi gözüken müdahaleci yapısının netice-i zaruriyesidir ve bu durum her yönüyle tetkik edilmek mecburiyetindedir. Özellikle Osmanlı Devletinin yıkılması ve birleştirici rolün ortadan kalkmasıyla, çok daha rahat sindirilebilen duruma düşen Ortadoğu ülkelerinin içinde bulunduğu durum, söylemlerimizi de doğrular mahiyettedir.

Ortadoğu ülkelerinin, tekrar bulundukları konumlarının farkına varabilmeleri, avantajlı taraflarını barış ve kardeşlik iksiriyle canlandırmaları ve geçmişinden gelen bağların sağlamlaştırılması adına kendisine gelmesi zaruriyeti vardır. Bu farkındalığı ortaya çıkartabilmek adına, başta Ortadoğu bölgesindeki terörün doğmasına sebep etkiler her yönüyle analiz edilmeli ve sağlanacak sulh ortamıyla da Ortadoğunun geleceği kimseye bırakılmadan şekillendirilmelidir.



Anahtar Kelimeler : Ortadoğu, Terör, Birleştiricilik, Barış, İslam.

POSITION AND IMPORTANCE OF THE MIDDLE EAST IN FOREIGN POLICY: WESTERN STRUGGLE FOR THE DOMINANCE IN THE MIDDLE EAST



ABSTRACT

The Middle East is the bridge between the east and west of the world; a connecting point between the Mediterranean Sea and the Indian Ocean, in terms of Turkey, an indispensable beaten track allowing Russia to reach to the open seas and crossroads of land, air and seaways; right the middle of the world with its surface and underground sources and host of the cultural life and host to numerous beauties with its history. It should be normal that there would be many claimants on the beautiful in all aspects!

What immediately strikes one when we look at the Middle Eastern Countries is that most of these countries are look like each other in language, religion, cultural structure and traits and characteristics terms. It is possible to more clearly observe such associative qualities especially within the unifying power, centralized formation and collective faiths of the Ottoman Empire. Analysis of the surplus of differences among so many similarities, failure of so many countries who are followers of the Islam, apart from only Israel, to unite and transformation of the region into a blood bath, always being mentioned with terrorism and violence, failure to make use of the resources, political and ethnic tensions at the very center are the compulsory result of either non-comprehension of the unifying power of the Islam or interventionist structure, which seems on the surface good-intentioned, of the West trying to dominate the futures of these countries from all angles. Especially after the collapse of the Ottoman Empire and disappearance of its associative and unifying role, the current situation of the Middle Eastern countries that are highly vulnerable is corroborative of our discourse as well.

The Middle Eastern countries must again be aware of their positions, rekindle and invigorate their advantageous points by means of brotherhood elixir and recover themselves in order to solidify their bonds from the history. For the purpose of revealing this awareness, the causes and factors leading to terror in the Middle East should be analyzed from all aspects and the future of the Middle East should be shaped without interference from any third party through the peace environment to be established.

Keywords: Middle East, Terror, Unification, Peace, Islam.

ÇALIŞMANIN İÇERİĞİ

Orta Doğu Ülkelerine baktığımızda, siyasi tarihi boyunca ve günümüzde de çatışmalar, etnik ayrımcılık, terör ve daha bir çok konuda, sürekli müdahale edilmesi gerekli topluluklar bütünü olarak algılanmakta ve algılanmak da istenilmektedir. Bu şekilde gösterilebilmesi adına da, somut olaylara ve dünyaca kabul edilebilecek terör faaliyetlerine ve ciddi ekonomik istikrarsızlıklara, hukuksuzluk ve özgürlüklerin, insan haklarınında sorgulandığı bir alana sahne olması gerektiği, kısaca küreselleşen dünyada genel kabul görmüş olaylarla desteklenmesi gerektiği muhakkaktır. Orta Doğu' yu hastalıklı hale getiren sebepler ve neticesi itibariyle, üzerinde yapılması planlanan ameliyatlar, tarihsel süreçte dikkate alınarak sebep-sonuç ilişkisi içerisinde yorumlanmaya çalışılacaktır. Kısacası; neden Orta Doğu tabirinin kullanıldığı, kime göre Orta Doğu olduğu, sadece kullanılan bir isim olarak mı yoksa her alanda bir Orta Doğu' mu, neden sürekli müdahale edilen bir alan ve sürekli kan, gözyaşı, çatışmalar ve iç karışıklara sahne olduğu, müdahaleci zihniyetin altında yatan sebepler insanlığa bir fayda sağlamak yönünde mi yoksa iştah kabartıcı kaynakların varlığımı? şeklinde bir zihin çalışması yapmakta amaçlanmıştır. Bu yönüyle bakıldığında, yaşanan olayların seyri de, Orta Doğu' nun önemi de daha iyi anlaşılacaktır.



ORTA DOĞU VE ÖZELLİKLERİ İLE MÜDAHALELERİ BAĞLAMINDA BATI AKTÖRLERİ

Orta Doğu' yu anlamak için sadece günümüz siyaseti, ekonomisi, güvenliği, dil, din ve kültürel yapısı v.b. içerisinde değerlendirmek, anlamaya yönelik olarak tarihi ile bağ kurmaya engel teşkil edeceğinden ve eksik kalacağından dolayı, bölgenin dünden bugüne safahatına bakmak gerekir.

Doğu (Orient) tabiri, genel olarak Avrupa'da 19.yy' a kadar Arapça konuşan ülkeler Türkiye, İran, Hindistan ve hatta Çin' i de içine alacak şekilde geniş bir bölgeyi tanımlamak için kullanılmıştır. Zamanla batı dillerinde mahalli anlamda çok farklı tanımlarada yer verilmiştir. Bu tanımlamalarda ortak olan bir şey varsa o da Avrupa perspektifli bakış açısıdır. Çünkü sadece Avrupa' dan bakıldığı zaman Doğu yakın, orta veya uzak olmaktadır (Özalp, 2013: 25). Tarihsel süreç içerisinde günümüze kadar Doğu tabiri, sınırları çizilmiş bir coğrafi konum olmaktan çok, Batının dışında kalan coğrafi, siyasi, kültürel, inanç v.b. bir çok alanda kullanılan ve zihinlerde yer etmiş bir olgudur. Kısacası; " Orta Doğu terimininde coğrafi bir sınırlamayı değil, siyasi ve kültürel bir kimliği içerdiği unutulmamalıdır" (Özalp, 2013: 27). Sonuç olarak denilebilir ki; Orta Doğu kesin çizgilerle sınırları çizilmiş bir coğrafi alan olmaktan ziyade, ismi ve yerleşim alanı itibariyle her an değişmeye uğrayabilecek bir değişken yapıya sahiptir.

Orta Doğu, ilk çağlardan beri yerleşim yeri olarak çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir bölgedir. Orta Asya, Çin, İndus, Nil Uygarlıkları ile birlikte ilk dönem uygarlıkların yeşerdiği, bir çok dininde doğuş yeridir. Musevilik, Hristiyanlık ve nihayet İslamiyet bu bölgede doğarak dünyaya yayılmışlardır (Aydın, 2013: 239). Neredeyse ruhani dinlerin hepsinin bu coğrafyada neşet etmesi, dinin birleştirici gücünün ve farklı inançlara sahip olunmasının neticesi bağlamında, bir ayrıştırmacılığında ana unsuru olmuştur. Bu duruma teşkil edecek örnek de İsrail' dir. Bugünkü Orta Doğu ülkelerinin büyük çoğunluğunun Arap halklarından oluştuğu ve yoğun müslüman nüfusa sahip olduğu, sadece İsrail' in bu durumun dışında kaldığını fakat yadsınamaz bir etkide olduğunu da görmekteyiz.

Bugünün Orta Doğu'sunu diğer ülkelerden ayrı değerlendirmeye sebep analizi Yalçıntaş, Kenan Akın' ın kitabında yazdığı Önsözünde (Akın, 2013: 8);

Dünyamızın gittikçe küçülmesi ve artık çok çeşitli alanlarda "küreselleşme" gerçeğinin bilinmesi, jeo-politik konularda isabetli analizler yapabilmenin ön şartı olmuştur. Bu durum, özellikle geçen 20.yy' ın getirdiği ve asrımızda da devam eden gelişmelerin sonucunda meydana gelmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, onları takip eden ve "vekaleten" yürütülen bölgesel çatışmalar bütün tarafları aralarında "birlikler", "bütünleşmeler" gerçekleştirerek barış ve istikrarı sağlamak zaruretine sevk etmiştir. Dolayısıyla bugün dünyamızda geniş alanları kapsayan, çatışmaları bertaraf etmiş, istikrar ve huzur bölgeleri vardır. ABD, ki güneyinde Meksika, kuzeyinde de Kanada' yı alarak "Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Bölgesi" ni (NAFTA); yüzyıllar boyu kanlı savaşların sahnesi olan Avrupa Devletleri Roma Anlaşması temelinde halen 28 Devleti içine alan "Avrupa Birliği (AB)" ni başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Dünyamız, bugün güneşin doğduğu yöne doğru 17 milyon kilometre kare toprakları ile Rusya Federasyonu, 1,5 milyar nüfusu ile Çin' i ve güneyde Hint Kıtasını barındırmaktadır. Berlin duvarının yıkılması, Varşova Paktının dağılması da "Soğuk Harbin" sonunu getirmiş, barış ve istikrarda küreselleşmiştir.

İçinde bulunduğumuz 21.yy' da da bu durum devam etmekte ve bu büyük alanlarda, ülkelerde, enformasyon ağı gelişmiş, genişlemiş, haberalma imkanı şeffaflaşmış, demokrasi, basın yayın mesleğinde olanların çalışmalarını kolaylaştırmış ve güvenli kılmıştır.

Bu satırlarda çizmeye çalıştığım tablonun, dünyamızda tek istisnası vardır: ORTA DOĞU BÖLGESİ.

İkinci Dünya Harbi bitti, Kore ve Vietnam Savaşları sona erdi; Sovyet Bloğu dağıldı fakat Orta Doğu bölgemizdeki savaşlar, çatışmalar, iç harpler, Afganistan' dan Irak ve Suriye' ye kadar halen devam ediyor, yüz binler hayatlarını kaybediyor, dünün muhteşem ilim, kültür, medeniyet şehirleri harabeler, yıkıntılar haline dönüşüyor.

şeklinde kısa ve öz bir anlatımla özetlemektedir. Burada asıl olan soru şudur. Neden diğer ülkelerin başardığını Orta Doğu Ülkeleri başaramamış ve hali hazırda durum sürekli daha da çıkılmaz bir hal almaya devam etmektedir? Bu sonucun altında yatan amaçlar nelerdir? Terör ve İç Savaşla anılan bu bölge, sosyolojik yapısının mı yoksa huzurun sağlanması ile kendi ülkelerinin karşısına çok güçlü bir yapıyla çıkabilecek dinamiklerin ve kaynakların kullanımının engellenmesi adına yapay terör oluşturma çabalarının bir sonucumudur? Bitmek bilmeyen İç Terör ve çatışmaların ateşlenmesinde rol oynayan ana faktörler nelerdir? Din kavramı, bölgesel anlamda bu duruma sebebiyet veriyor olabilir mi?

Yukarıda sorularını sorduğumuz ve bu yönüyle açıklamaya çalışacağımız Orta Doğu' nun, günümüz durumunu anlamak için kısaca genel özelliklerine bakarak çıkarımsamalarda bulunmak yerinde olacaktır.

Efegil durumu, Orta Doğu' nun konumu ve yakın tarihi bağlamında;

Orta Doğu Bölgesi, Afganistan' dan Fas' a, Türkiye' den Yemen' e kadar olan coğrafyayı kapsamaktadır. Bölge, yüzyıllardır dünya siyasetinin en ilgi çekici coğrafyalarından birisi olmuştur. Birinci Dünya savaşından önce, dünya ticaret yollarının kesişim noktasında yer alan bölge, günümüzde bulunmuş dünya petrol rezervlerinin yaklaşık yüzde 73'üne sahiptir. Jeo-stratejik ve jeo-ekonomik konumunun ilgi çekiciliğinden ötürü, büyük devletler, bölge siyasetini yönlendirebilmek ve/veya bölge kaynakları üzerinde hakimiyetlerini kurabilmek amacıyla birbirleriyle sürekli olarak stratejik rekabet içerisinde bulunmuşlardır. 1940 lara kadar bölge ülkelerinin büyük bir kısmı, büyük devletlerin isgali altında kalmış, diğer bir ifadeyle sömürgeleştirilmiştir. Bu nedenden ötürü, günümüzde İsrail ve Türkiye hariç olmak üzere, Orta Doğu ülkelerinin halkları ve elitleri, Batı karşıtı ve sömürgecilik karşıtı duygulara sahiptir (Efegil, 2012: 54-55)

şeklinde açıklamaktadır.

Bu açıklamalar bize, batının tavırlarına güvensizlik ve ön yargının çok yüksek olduğu, küreselleşen dünya hatlarının da dışında kalmayı gerektirir bir durumun varlığının doğmasına sebebiyet verdiği düşüncesini göstermektedir. Kaldı ki sadece dış politika ve dinamikler adına sorunların varlığı da yoktur. Günümüzde bölge devletleri, çok karmaşık etnik ve/veya kabilesel ve/veya dinsel farklılıkları bünyesinde barındıran toplumsal yapılara sahip olmakla beraber, bölge halkları arasında, devletten ziyade etnik, kabilesel ve/veya dinsel bağlılıklar mevcuttur ve iç çatışmalara sebebiyet veren asıl unsurlarda bunlardır(Efegil, 2012: 55). İç siyasette ve bağlılıklarda yaşanan bu kopukluklar, bölge ülkeleri adına iç savaşa ve çatışmalara sebebiyet vermesinin yanında, dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşıda savunmasız ve üzerinde oynanmaya müsait bir durumu da netice vermesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Kısacası ulus haline gelemeyen topluluklarda bugün yaşanılan dram çokta yabancı bir durum değildir.

Bölgesel ekonomik farklılıklarda hiç bir toplulukta olmadığı kadar açıktır. Bölgenin çoğunluğunu oluşturan Arap Ülkeleridir ve gelirleri de petrol odaklıdır. Aynı bölge içerisinde bulunan Türkiye gibi ülkeler ise petrol kaynaklarının azlığı veya yokluğundan dolayı, her ne kadar aynı bölgede olsalar bile bu yönüyle bağımlı hale gelmektedirler. Bölge ülkeleri kendi ülkeleri adına bir tehdit unsuru gördüğü durumlar adına da, bölgesel zenginlikten uzaklaşarak teknoloji ve askeri stratejiler gereği batı toplumları ile anlaşma yollarına ve ticaret ilişkilerine girerek, bölge adına ayrıştırmacı bir durumun da içerisine girebilmektedir. Günümüzde teknolojinin sözünün geçtiği Amerika ve Uzak Doğu Ülkeleride bu durumu rahatlıkla kullanabilmekte ve bölge ülkeleri adına söz sahibi konuma gelebilmektedir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye ve Arap Halkları arasında yaşanılan sorun, batı toplumları tarafından da sürekli canlı tutulmuş ve ayrıştırmaya yönelik siyasetlerini uygulamışlardır. Türk-Batı arası tarihi düşmanlıkları unutturup 20.yy' ın başındaki sorunu canlı tutan batı ve yerli yandaşları, bölgede barış ve huzur ortamını sürekli engellemeye çalışmaktadırlar(Aydın, 2013: 241). Bu durumda Bölge Ülkelerini birbirine düşürmek adına yeterli olabilmektedir.

Dünya geneline bakıldığında gözyaşının, savaşların, terörün, mültecilerin ve işgallerin merkezinde uzun zamandır hep Orta Doğu ülkeleri olmuştur ve olmayada devam etmektedir. Eski Batı Avrupa İmparatorlukları, Osmanlı İmparatorluğunun Orta Doğu'daki hakimiyetinin sona ermesiyle ortaya çıkan iştah açıcı parçaları üzerine mücadele etmişler, Birinci ve İkinci Dünya savaşından sonra bölge köklü bir biçimde dizayn edilmiştir (Erdoğan, 2014: 263). Masa başında yapılan ve hatları çizilen bu bölge, savaşların sonucunda hakim hale gelen ABD tarafından, çıkarları adına kullanılan bir parça haline geldiği görülmektedir. Üzerinde bu kadar etkili ve söz sahibi olduğu halde, terörün bu denli yükselişi ve bitirilememiş olmasının altında yatan sebeplerinde bu güçler olduğunu anlamak çok da zor olmasa gerek.

Orta Doğu denildiğinde akla terör örgütleri, iç savaşlar, mezhep ayrılıklarından kaynaklı karmaşalar ve ayrıştırmacı yapı, kan, şiddet, gözyaşı, islam adına terör v.b. bir sürü menfi durum ve bu duruma bakışları adına özellikle islam dinine karşı bir korku ve ötekileştirmeye matuf oluşturulan kamuoyu gelmektedir. Asıl konu edilmesi ve irdelenmesi gereken sorunda budur. Bu durumu anlamak için bölgede isminden sıkça söz ettiren ve eylemleriyle Orta Doğu ülkelerinin bir bütün gibi algılandığı örgütlere bakalım.

Orta Doğu'da tarihsel örgütlerin 19. yüzyılda Mısır’da başladığı kabul edilmektedir. Mısır’da emperyalizm ve sömürge düzenine karşı olan Hasan El-Benna, Seyyid Kutub gibi din adamlarının öncülüğünde başlatılan direniş hareketleri zamanla kurulan radikal örgütlerin bünyesine taşındı. El-Benna’nın

kurduğu Müslüman Kardeşler Örgütü diğer örgütlerin kurulmasında örnek rol

oynadı. Orta Doğu terör örgütleri hedefleri ve kuruluşları açısından farklılık gösterir. Lübnan’lı Şiiler’den oluşan İslami Cihad’ın doğrudan İran’a bağlı kurulduğu, emirleri Şam’daki İran Elçiliğinden aldığı ve İran gizli servisi Savama ile ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. Görüldüğü gibi bazı örgütler Orta Doğu devletlerinin çıkarlarına hizmet eden aktörler olarak karşımıza çıkarken bazı örgütler de faaliyet gösterdikleri devletlerin hükümetlerine karşı eylemler düzenlemektedirler. Örneğin, 1981 yılında Mısır’da Örgütlenen El-Cihad Mısır lideri Enver Sedat’a suikast girişiminde bulunmuştur. Örgütler hedef ve ideolojileri

doğrultularında kendi aralarında da çatışmaktadırlar. Suriye destekli Şii EMEL

ile İran destekli Hizbullah arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Ayrıca örgütlerin arasında iş birliği de bulunmaktadır. İslami Cihad Örgütü’nün Lübnan’da barınan PKK ve ASALA ile Türkiye’ye karşı iş birliği yaptığı bilinmektedir. Örgütler bir çok devletten de destek almaktadırlar. Mısır merkezli Hamas, Suudi Arabistan ve Kuveyt’ten aldığı yardımlar ile camiler, çocuk yuvaları ve hastaneler kurduğu görülmektedir. Orta Doğu terör örgütleri kimi zaman ülke içindeki muhalif etnik ve dini unsurlar tarafından desteklenirken kimi zaman da hükümetler tarafından desteklenmektedirler (Kona, 2015: 789-790).


Sadece Orta Doğu ülkelerinin devlet çıkarları adına veya etnik çatışmalardan kaynaklı neşet eden radikal örgütlerin dışında, çıkarları bağlamında siyasi oyunlar sergileyen güçlerin etkileride yadsınamayacak kadar büyük olmakla beraber, kuruluşları bağlamındaki şüphelerde düşündürücüdür. Kimi zaman bu etnik radikal gruplara ve örgütlere silah ve finansal destek sağladıkları, kimi zamanda çıkarları adına askeri operasyonlar düzenledikleri ve sonrasında da bölgesel kaynakları yönetmek adına kurulan askeri üs bölgeleri, işgalci tavırlarının altında yatan gerçekleri gün gibi su üzerine çıkartmış ve gerçek amaçlarınıda sergilemişlerdir.

Orta Doğu' da adından sıkça bahsedilen, Irak ve Suriye bölgesinde yoğun illegal faaliyetler içerisinde iken, dünyanın bir çok bölgesinde ve özellikle Türkiye' de de terör eylemleri ve vahşetiyle kendinden söz ettiren bir radikal örgüt olarak IŞİD terör örgütünü de görmekteyiz. Bu örgüt, batı toplumları adına çok ciddi bir tehdit unsuru olarak görülmezken, Orta Doğu ülkeleri için durum hiçte öyle değildir. IŞİD' in hızlı ilerleyişi Türkiye adına ciddi tehditler oluşturduğu gibi, islamiyet adına yapılan eylemler, dünya genelinde müslümanlara bakışları daha da bulandırmaya sebep olmuştur.

Orta Doğu' nun içinde bulunduğu coğrafi yapısı, ekonomisi, güvenlik ve terör sorunsalı, etnik yapısı ve mezhepsel faklılıkların çatışma ortamını doğurmasına sebep teşkil edecek durumları adına batının müdaheleci ve izlediği stratejik siyaset eylemlerinden öte bir husus vardır ki, o da bu duruma zemin hazırlayan batı eğitim anlayışının, bölgeye kendi çıkarları adına kullandıkları ve uyguladıkları eğitim stratejilerindeki planlı ve başarıya ulaşmış eylem ve faaliyetleridir. Çağlayan bu durumu kitabında şu şekilde özetler;
Tarih, 1800'lü yılların başı...Bu yıllarda başlayan düzenleyici sosyolojik savaşın askerleri, misyonerler ve karargahları ise, misyoner okulları olmuştur. Osmanlı Devleti'nin en stratejik bölgelerinde peş peşe yabancı okullar açılmaya başlamıştır. Osmanlı ülkesinin en stratejik alanlarına konuşlandırılan bu okullar aracılığı ile etnosentrizm=ırk merkezci felsefe ve ulus devlet ideolojisi yaygınlaştırılmıştır. Bu okullarda Ermeni, Bulgar, Yunan, Sırp gibi azınlıkların yanında Arap, Türk, Kürt gibi müslüman unsurlarda okumaktadır. Büyük boy bir sosyolojik dönüşümün, ancak okul silahının kullanılması ile mümkün olacağı anlaşılmış ve öncelikle bu silahların bölgeye konuşlanması için uzun mücadeleler verilmiştir.Bu okulların cephanesi milliyetçilik tohumları olmuştur. Okullar bu öğrenciler arasında adeta milliyetçilik tohumlarını saçmakta, bu etnik unsurların her birine mahsus olarak etnik ben algılarını yükseltmektedir. Böylece, farklı etnik kimliklerin ortak birlik ve dayanışma bağlamları ortadan kalkmış, bir arada dayanışma içinde yaşama duyguları yok olmuştur. Etnik uyuşmazlık ve anlaşmazlıkların yol açacağı ortam sağlanmıştır. Bu ortam da, her şey etnik bağlamda anlam kazanmaktadır. Yeni gelişmelere göre, yeni taktiklerle süreç beslenmektedir (Çağlayan, 2013: 210-211).

Buradan anlaşılıyor ki, farklılıklar zenginlik kaynağı ve bir arada tutan birliktelik olmaktan çok, ters taraftan bir bakış açısı kazanmış ve asıl çatışma ortamının farklı etnik anlayış ve mezhepsel farklılıklar olarak bölge halklarını birbirine düşürmeye yetecek bir eğitim anlayışı ile durum bu vahim hale gelmiştir. Bu sonuç batı toplumları adına, kendi amaçları adına delil teşkil edecek bir hal ile gücün birleşmesi sonucunda, barışı sağlama söylemleri altında amaçlarına hizmet etmiş ve etmeye de devam etmektedir. Kısacası; İslam bölgesini toplumsal ve siyasal dayanışma olarak tek merkezde birleştiren sosyolojik durum, çok merkezli toplumsal ve siyasal dayanışmalara yol açacak yeni bir sosyolojik sürece dönüştürülmüş ve bu süreç yönetilerek Osmanlı toplumları kendilerini etnik kimlik bağlamında algılamaya başlamıştır ve bu algılama ile etnik kimlik ekseninde ötekiler ortaya çıkmaya başlamış ve çöküş, parçalanmadan kaynaklı bütünün yok olmasıyla yutulmaya ve üzerinde oynanmaya müsait bir hale gelmiştir (Çağlayan, 2013: 211).



SONUÇ

21.yy' ın Orta Doğu atmosferi, savaşlar ve beraberinde gelen kan ve gözyaşı, nesiller boyu sürecek kin ve nefret tohumlarının süregelen ekimleri, din adına fakat dine zarar veren ve bu durumdan fazlasıyla nemalanan batı toplumları adına terör olayları, özellikle mezhepsel çatışmalar, ekonomik istikrarsızlık ve her geçen gün artan huzursuzluk ortamı ve bu ortamda yetişen nesiller. Yetişen nesilleri yetiştiren ve kendi çıkarları ve cahilliği adına birleştiricilikten ziyade ayrıştırmaya yönelik stratejiler ve planlı eylemler.

Sorunların bu kadar net ortaya konulabildiği ve iletişimin, teknolojinin, haberleşmenin, çeşitli haber kaynaklarının aynı anda sunulabildiği ve bahşedilen akılla ve mükemmel kaynaklarıyla analiz edildiğinde ve örgülendiği takdirde çok güzel sonuçlara ulaşılabilecek ve geçmişinde, bir çok topluma önderlik yapmış bu necip topluluk neden tekrar dirilipte olması gereken konuma ulaşmasınki .Neden islam olması gerektiği şekliyle anlatılıp yaşanmasın ve geçmişteki birleştirici ruh ve dinamikler neden tekrar fonksiyonlarını işler hale getirmesinki. Bu toplulukların tarihinde görülmemiş olaylar değildir bu söylenenler. Bu bölgenin, tam da bitti denildiği yerde ne mucizeler yaratan toplumların ana yurtları olduğu unutulmamalıdır


Kaynakça


Akın, K. (2013). Orta Doğu' nun Kara Kutusu (1.Baskı b.). İstanbul, Esenyurt: Diasan Yayıncılık.

Aydın, N. (2013). Küresel Güçler Orta Doğu ve Türkiye. İstanbul, Bağcılar: Kamer Yayınları.

Çağlayan, Y. (2013). Osmanlı' dan Orta Doğu' ya Sosyolojik Savaş. İstanbul, Yeni Bosna: Etkileşim Yayınları.

Efegil, E. (2012). Orta Doğu Ülkelerinin Dış Politikalarını Belirleyen Unsurlar. Orta Doğu Analiz , 53-67.

Erdoğan, N. (2014). Arap Baharı Öncesi ve Sonrasında Avrupa Birliğinin Orta Doğu Politikalarına Genel Bir Bakış. Y. Yıldırım, & Y. Atlıoğlu içinde, Değişen Orta Doğu' da Değişmeyen Sorunlar "Irak işgalinden Arap Baharına" (1.Baskı b.). Bursa: Dora Yayınları.

Kona, G. G. (2015). Orta Doğu Merkezli Radikal Örgütler ve Türkiye' ye Etkileri. s. 789-804.



Özalp, O. N. (2013). Orta Doğu Neresi. Yedikıta , 24-27.

1 Kırıkkale üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Ana Bilim Dalı Doktora Öğrencisi

~ ~


Yüklə 33,02 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə