“Yeni” dikeylik düpedüz tek dikeylik olarak, yani tam uza
yın nesnel doğrultusu olarak, yaşanır.
Burada Geştalt’ın öz niteliğini buluyoruz: o bir kendinde
[varlık] değildir, yani içine dünyayla ilişkisini sokmakta
bulunan özneden bağımsız olarak var olamaz; Condillac’ın,
gülün çeşitli duyu alanlarından gelen verilerin birleştirilme
siyle kurulduğunu iddia ettiği basit anlamda ben tarafından
kurulmuş
da değildir. Mutlak değildir, çünkü deney onun
çeşitlendirilebildiğini kanıtlar; örneğin, dikkatin salınım-
larına ilişkin klasik deneydeki (“fonu” beyaz bir dairenin
içine çizilmiş siyah Malta haçı) durum budur. Sadece ben’e
göre de değildir, çünkü bize nesnel bir Umuıelt verir. Çağrı
şımcılıkta anlaşılamayan şey, beyin kabuğu düzeyinde ve
içkin biçimde kurulan bu gülün, —fiilen yapıldığı gibi— aşkın
olarak nasıl kavranabileceğiydi. Böylece, algıyla içine yer
leşmiş olduğumuz Umwelt gerçekten nesnel ve aşkındır,
fakat mutlak değildir, çünkü bir anlamda bu nesnelliği ona
daha önce
bizim atfettiğimizi söylemek doğru olur; fakat bu
nu ona onun bize göründüğünden daha derin bir düzeyde,
üzerine dünyayla ilişkimizin kurulu olduğu “ilköncel” bir
düzeyde, atfederiz.
Demek ki sözü şöyle bağlayabiliriz: Form kuramı, doğal
tutumun ve aynı zamanda bilimin tutumunun da bizi ya
şattığı açıklanmış ve saydam evrenin berisinde, temel L e-
bensuıelt’
in örtüsünü kaldırmaya çalışmıştır. Bu ise son dev
rinde Husserl’in de amaçladığı şeydi; ve Merleau-Ponty de
bize, Gestalttheorie’nin sonuçlarını yeniden ele alarak dediği
miz anlamda yorumladığı zaman, fenomenolojik düşünce
nin en kesin ve net çizgisinde yer alır görünmektedir. Za
ten algı problemine yönelmenin kendisi bir belirtidir, zira
algı, sayesinde dünyada olduğumuz, ya da -istenirse- saye
sinde bir “dünyamızın olduğu”, şeydir, ve bu yönüyle insa
nın felsefi ve psikolojik olarak anlaşılmasının nüvesini teş
kil eder. İmdi, Gestalttheorie de başlıca algı üzerine odaklı
dır, ve öte yandan Husserl düşüncesi de, gördüğümüz gibi,
sürekli olarak şeyin kuruluşu konusuna dönüyordu. Fikirler
deki bu yaklaşma raslantı değildir: özneyle Umweit’inin iliş
kisi olarak alman davranışın berisinde, onun imkânını daha
kökensel bir ilişki üzerine kurmaya çalışan radikallik kay
gısıyla açıklanır; bu özgünlüğün hem form psikologlan hem
de fenomenologlar tarafından fizyolojik organizma yönünde
değil bizzat ilişkinin içinde aranmış olması temel önemdedir.
İlişkinin açıklamasını gidip kutuplarından birinde aramak
söz konusu olamaz, çünkü birleştirdiği iki kutba anlam-
lannı veren zaten ilişkinin kendisidir. Böylece, Geştalt kav
ramında içkin olarak, fenomenolojinin merkezî kavramı
olan yönelişselliği buluyoruz. Fakat tabiî burada aşkınsal
bir bilincin yönelişselliği söz konusu değildir; bu daha çok
Husserl’in dediği gibi bir Leben’in, ilköncel dünyanın derin
liklerine gömülü bir öznenin, yönelişselliğidir, ve bu ne
denle Merleau-Ponty onun kaynağını bedende arar.
5.
Beden problemi.
- Aşkınsal özneyle bedeni özdeş
leştirmek fizyolojizme dönmek değil midir, ve bu suretle
Watson’un yolu izlenmiş olmaz mı? Hayır, ama yine de bazı
form psikologlan fizyolojizmin çekimine kapıldıklarını his
settiler ve bu tehlikeden ancak ona yakın bir konum olan
“fizisizme” (physicisme, “doğacılık”) sığınarak kaçabildiler.
Koffka, fenomenal alanla coğrafi alan arasındaki ilişkileri
sorgulayarak, her ikisinin de fiziksel dünya üzerine kurulu
olduğunu ve fizik biliminin de bu dünyada form fenomen
leri (örneğin, bir iletkende elektrik alımınm dağılımı) or
taya çıkardığını gösterir. İmdi, psikolojik Gesta/t’ların neden-
leri
yorumlanmağa yani algılananın neden coğrafi alan değil
de fenomenal alan olduğu açıklanmağa çalışılırsa, son tah
lilde ister istemez bu “deformasyonun” sırrının saklandığı
fizyolojik Gesta/t’lara başvurmak gerekir. Sinirsel sistemi
mizin tabi olduğu yapılaşmalar nedeniyledir ki, algılanan
şeyler belli bazı sabitelere göre algılanır; bu sabite ya da
Gestait’lann dünyayla ben’in arasına girmesi, fizyolojik siste
mimin fizik verileri uğrattığı dönüşümü dile getirir. Bu su
retle, [örneğin] görsel verilerin fiziğine tekabül eden, verile
rin yakalanışıyla ilgili bir fizyoloji, ve bu fizyolojiye tekabül
eden, verilerin “tercümesiyle” ilgili bir psikoloji vardır. De
mek ki, çalışma varsayımı olarak, açıklayıcı araştırmalara
yolu açan bir izomorfizm ilkesini koymak gereklidir: yaşan
mış deneyimin anlama amaçlı basit betimi, nedensel yoru
munun içine de uzatılmalıdır. Tabiî burada artık eskimiş
olan [belli beyin bölgeleriyle belli algılar arasında] koşutluk
fikri söz konusu değildir; bugün bizzat fizyologların ifade
leriyle biliyoruz ki, belli bir korteks alanına belli bir “tasarı
mı” hatta bir “fonksiyonu” denk düşürmek imkânsızdır;
buna karşılık yine biliyoruz ki, korteks alanları sinirlerdeki
akılarca belli yapılara göre uyarılırlar ve, psikolojik düzey
de olduğu gibi, önemli olan moleküler uyarılmadan çok
akının global dağılımı, yani alanların kendi aralarındaki
ilişki ve akının yükündeki denge veya dengesizliktir. Nö
ronlar bağımsız birimler gibi değil bir bütünün parçaları
olarak iş görürler ve bütünün fizyolojik davranışını “öğele
rinden” hareketle açıklamak imkânsızdır. Kendileri de fizik
Dostları ilə paylaş: |