terk edildiğini varsayar. Öznenin içinde, orada eğleşen ve
tutum ve davranışları sanki nedenlermiş gibi harekete geçi
ren cinsel itkileri seçip ortaya çıkarmak imkânsızdır. Freud’un
kendisi de, cinselliği üreme fonksiyonunun çok ötelerine
kadar genelleştirirken, belli bir davranışta “cinsel” güdüler
le “cinsel olmayan” güdülerin paylarının ayrılamayacağım
biliyordu. Cinsellik “kendinde” varolan bir şey değildir, o
benim hayatıma verdiğim bir anlamdır, ve “eğer bir insa
nın cinsel yaşamöyküsü tüm yaşamının anahtarı ise, bu
nun nedeni o insanın cinselliğinin içine dünya karşısındaki,
yani zaman karşısındaki ve diğer insanlar karşısındaki
varoluş tarzının yansımış olmasındandır” (185). Demek
ki, davranışın cinselle “nedenlenmesi” değil, cinsellikle varo
luş arasında “geçişim” (osmose) söz konusudur, çünkü cin
sellik insan yaşamında, “anlamı açık olmayan bir genel ha
va” olarak, sürekli biçimde vardır.5
5)
Merleau-Ponty’nin, Dr. Hesnard’m LCEuvre de Freud adlı eserine
(Payot, 1960) yazdığı önsözde, psikanalizle fenomenoloji arasındaki “aynı
telden çalma” olayının yeni bir temalaştırılışı bulunuyor. Bunun ana
fikri, fenomenolojinin, açık bir “bilinç felsefesi” değil, “tanımı gereği gizli
rüyasal bir Varlığın” sürekli ve imkânsız güncellenişi olduğudur; bu arada,
öte yandan psikanaliz de, özellikle Jacques Lacan’ın çalışmaları sayesinde,
bilinç'dışının psikolojisi olarak anlaşılamamaktan kurtulur ve “bizdeki,
Freud’un bilinç-dışının ta kendisi olduğunu söylediği o zamansızı, o yokedi-
lemezi”
bünyesine almayı dener.
III. Bölüm
FENOMENOLOJİ VE SOSYOLOJİ
1.
Açıklama. - Asıl sosyolojik problemleri ele almadan
önce, buraya kadar belirtilmiş olan hususlardan, insan bil
imlerinde yöntem için temel önemde bir sonuç çıkarabili
riz. Deneysel bilim genel olarak fenomenler arasında de
ğişmez ilişkiler kurmaya çalışır. Hedeflenen ilişkinin de
vamlılığını (değişmezliğini) sağlamak için, ilişkiye konu
lacak terimlerin ortaya çıktığı veya çıkabildiği gözlem ve
deneyleri [olabildiğince] çoğaltmak zaruridir. Claude Ber-
nard ve S. Mill’in betimledikleri klasik yöntemler böylece
gerekçelenmiş olur. İki terim arasındaki korelasyon yeterin
ce yüksek bir sıklıkla tanıklandığında, iki terimin devamlı
olarak, ama ceteris paribııs, yani başka her şey aynı kalmak
şartıyla, birbirine bağlı olduğu kabul edilir; demek ki araş
tırma, içinde ilişkinin değişmezliğinin doğrulanabileceği
bir küme faktöre genişletilir. Böylece epistemoloji de neden
kategorisini ve ona tekabül eden tekçizgisel zincirleniş fikri
ni terk etmek durumuna düşer; onun yerine, daha esnek
bir kavram olan, koşullar ve koşullanmalar bütünü ve ağ
biçimli bir nedensellik kavramlarım koyar. Fakat bu evrim
deneysel bilimin hedefini değiştirmez: bu hedef açıkla-
madır. Yasa, ya da bir koşullar bütünüyle bir sonuç arasın
daki sürekli ilişki, kendi başına açıklayıcı değildir, çünkü
Niçin sorusuna değil sadece Nasıl sorusuna yanıt verir;
doğanın belli bir sektörünü ilgilendiren bir yasalar bütünü
altyapısı üzerinde geliştirilen kuram da bunların ortak nede
nini
ortaya çıkarmağa çalışır. Zihin ancak o zaman tatmin
olur, çünkü yasalar aracılığıyla kuramın kapsamına girmiş
bütün fenomenlerin açıklamasını ele geçirmiştir. Buna göre,
açıklama eylemi zorunlu olarak bir tümevarım sürecinden
geçmiş oluyor: bu süreç, empirist yöntembilime bakılırsa,
olguların gözlenmesinden, bunların bazıları arasında
değişmez bir ardışıklık veya eşzamanlılık ilişkisi bulundu
ğu sonucunu çıkarmaktan ibaret. Sonra gözlemle ilişkili
(göresel) değişmez, mutlak değişmez olarak evrenselleştiri
liyor, ta ki bir zaman gelip gözlem onu yalanlasın...
İnsan bilimlerine uygulanan şekliyle, bu koşullar arama
yöntemi ilk bakışta hiçbir özel güçlük arz etmez. Hatta
nesnellik garantileri sunduğu bile söylenebilir. Örneğin
sosyal olguları şeyler gibi ele almayı öneren Durkheim, sos
yolojide açıklayıcı bir yöntem geliştirmeye çalışıyordu: Les
regles de la methode sociologiqııe
'te açıkça, incelenen “kurum”
ile, -fizikten alınma terimlerle (yoğunluk, hacim) tanım
lanan- “iç sosyal ortam” arasında sürekli ilişkiler sapta
mak söz konusuydu. Durkheim böylece A. Comte’un “sos
yal fizik” programına bağlı olduğunu gösteriyor ve sosyo
lojiyi baskın olarak karşılaştırmalı istatistik kullanımına
doğru götürüyordu. Nitekim burada belli bir kurumu aynı
sosyal çevrenin çeşitli sektörleriyle ya da çeşitli sosyal çevre
lerle ilişkiye koymak ve böylelikle saptanan korelasyon
ların ayrıntılı incelemesinden söz konusu kurumun koşul
lanması için değişmez [ilkeler] çıkarmak söz konusuydu. O
zaman, bunlar -yeni bir yalanlamaya kadar- evrenselleşti
rilmek suretiyle, sosyal yapının yasaları yazılabilirdi. El
bette Durkheim’i bu statik sosyolojiye indirgemek haksız
lık olur; örneğin aile hakkındaki etüdünde kendisi de ge
netik veya tarihsel açıklama yöntemini kullanmıştır, ve
1937 yılına ait Revue de metaphysique et de morale’de yaptığı
bir güncelleyici açıklamada, kurumlann oluşumu (“onlan
ortaya çıkaran sebepler nelerdir”) sorunu ile işleyişleri
(“toplumda gerçekleştirdikleri yararlı amaçlar ve işleyiş, yani
bireylerce uygulanış tarzlan nedir”) sorununu ayınyordu. Sos
yoloji bu çifte araştırmaya girişir ve ikinci nokta için istatis
tiği, birincisi içinse tarihi ve karşılaştırmalı etnografiyi yanı
na yardımcı alır.1 Ama yine de sosyolojinin görevi, hem boy
lamsal (oluşum) hem de enlemsel (çevre) olmak üzere, en
başta ve özellikle açıklayıcı [bir çaba] olarak kalır. Nedensel
lik gerçi artık ağ biçimlidir, ama yine de nedenselliktir.
Psikolojide de, nesnelcilerde, buna oldukça benzer bir
yöntemsel tutum görülebilir.2
2.
Anlama.
- Bilimin bu betimlenişine karşı Husserl,
Brunschvvicg gibi rasyonalistlerle aynı doğrultuda, tümeva
rımın özünden gelen yetersizliğini öne sürüyordu. Empi-
rizmin gözlemlerin sonunda bulduğunu sandığı süreklilik
(değişmezlik), gerçekte -sırasında tek bir gözleme dayalı
1) G. Davy, L!explication sociologique et le recours â l’histoire d’apres
Comte, Mili et Durkheim. RMM, 1949.
2) Örneğin, bkz. Guillaume, Introduction â la psychologie, Vrin, 1946.
Dostları ilə paylaş: |