özne olarak
ancak yaşayabilirim, ama dışardan kavrayamam.
Demek ki, öteki’ni anlamanın mümkün olabilmesi için
temel bir koşul vardır: benim, kendim için saf bir saydam
lık
olmamaklığım. Bu husus beden konusunda saptanmıştır.
Nitekim öteki’yle ilişki aşkınsal bilinçler düzeyinde ele alın
makta inat edilirse, bu kurucu bilinçler arasında ancak kar
şılıklı bir “yerinden indirme” veya “değerini düşürme” oyu
nu kurulabilir. Sartre’ın, esas olarak bilinç terimleriyle ya
pılmış “öteki-için” analizi, kaçınılmaz biçimde, Merleau-
Ponty’nin “birkaç kişilik bir tekbenciliğin gülünçlüğü” adı
nı verdiği yere gelip durur. “Öteki, der Sartre, bakış olarak
bundan ibarettir: benim aşılmış aşkınlığım”
(Etre et neant,
321). Öteki’nin oradalığı benim utancım, korkum, guru
rum olarak dile gelir, ve benim öteki’yle ilişkilerim de an
cak “yerinden indirici” modda olabilir: sevgi, dil, mazoşizm,
lâkaydi, arzu, kin, sadizm... Fakat Merleau-Ponty’nin bu
yoruma getirdiği düzeltme, öteki sorunsalında bizi yeniden
yönlendirir: “Gerçekte, öteki’nin bakışı, ancak her ikimiz
de düşünen doğamızın dibine çekilirsek, her ikimiz de bir
birimize bakışımızı “gayrı-insani” kılarsak, her birimiz ey
lemlerini tekrarlanan ve anlaşılan değil de bir böceğinki-
ler gibi gözlemlenen şeyler olarak hissederse, bizi nesneye
dönüştürür”
(Phen. Pere., 414). Öteki
düşüncesinin altına
inmek ve kökensel bir anlama imkânını yeniden bulmak
lâzımdır, yoksa yalnızlık duygusu ve tekbencilik kavramı
bile bizim için hiçbir anlam taşımaz olurlar. Dolayısıyla,
her türlü ayrılıştan önce, ben ile öteki’nin -zemininde biz
zat sosyal’in de anlamını kazandığı- öznellikler-arası bir
“dünyada” bir arada yaşamalarının bir yolunu keşfetmek
gerekir.