olduğu bir dinde dile gelir. Görülüyor ki, Kardiner ikincil
kurumlan, örneğin dini, temel kişiliğe bağlamaktadır: sa-
dece mekanik biçimde değil, psikanalizci olarak, projeksi
yon ve motivasyon kategorilerini kullanarak.. Temel kişiliğe
gelince, bunun yapısı belli bir kültürün bütün üyelerinde
ortaktır, ve son kertede bu kültürü arılamanın en iyi yoludur.
Tabiî Kardiner’in ifadelerinde birtakım bulanık yönler
kalmaktadır; örneğin, -artık klasik olan bu eleştiri temel
önemdedir- eğitim genel olarak temel kişilik için değil,
sadece çocuk için birincil kurumdur. Birincil ve ikincil te
rimleri zamanda bir sıralanma ifade eder görünüyorlar, an
cak bu zaman, kurumsal yapıları ayırdedilmeye çalışılan kül
türün zamanı olamaz; o, psikolojik bireyin zamanıdır. Ger
çekte, Alor’da eğitim kadınların yaşam standardına sıkı
sıkıya bağlıdır, bu standart da, anlamak istenirse, “ikincil”
kurumlan da dahil olmak üzere toplumun tümüne gönder
me yapar. Demek ki temel kişilik birincille ikincil arasında
aracı
olarak anlaşılamaz, çizgisel bir nedensellik değil bir
motivasyonlar-arası ilişki [ağı] söz konusu olsa bile, zira
bir kültürü oluşturan karmaşık motivasyonlar ağı ne kadar
uzağa dek izlenirse izlensin, asla o kültürün üslûbundan
sorumlu bir altyapı kuran birincil verilere erişilemez. A n
cak Lefort’la birlikte kurumlann anlamlarını temel kişiliğin
bağrında kazarıdıklan,
ve sadece bu kişiliğin etnolog tarafın
dan aslına uygun olarak kavranmasının, ıraladığı kültürün
etnologca anlaşılmasını sağladığı söylenebilir. Bu kişilik
tümleşik ( integre) bir bütündür, ve herhangi bir kurumda
değişiklik olursa, kişiliğin tüm yapısı harekete geçer. Ö r
neğin Tanala’larda pirincin kuru tarımından sulu tanmına
geçiş yalnız mülkiyet rejimini değil ailenin yapısını da, cin
sel davranışları da değiştirir. Bu değişiklikler ancak Tana-
la’ların pirinç tarımına atfettikleri anlamdan hareketle açık
lanabilir, ve bu anlam da son kertede her türlü anlamın
kaynağı olan temel kişilikte biçimlenir. Demek ki bu kişilik
gerçekten Husserl’in sosyologa hedef gösterdiği “yaşayan
sosyallik”tir, insanların bir toplumun “içinde” fiilen bir arada
yaşamalannın etmenidir, ve kurumlann berisinde “kültür-
leyici kültür”dür (Lefort). Böylece, birey özgül kendilik ola
rak mevcut değildir, çünkü, yaşam öykülerinin gösterdiği
gibi sosyal anlamına gelir; zorlayıcı kendinde-şey olarak
toplum da yoktur, çünkü bireysel tarihle simgeleşir.
Demek ki nesnel araştırmalar, yeniden ele alınırlarsa,
psişiğin hakikatinin maskesini düşürebildikleri gibi, bize sos
yalin hakikatini de geri verebilirler. Bu hakikat, bu hakikatler,
tükenir şeyler değildir, çünkü somut insanlann hakikatleri
dir; Mauss bunu biliyordu, ama aynı zamanda bunlara anlam
landırma (signification) kategorileriyle nüfiız edilebileceğini
de biliyordu. Kültürelcilik ( culturalisme) psikanalizin -daha
önce cinsellik konusunda Merleau-Ponty tarafından düzel
tilen- nedensel kategorilerine fazla bağlı kalmaktadır. İnsa
nın hakikati cinsellikte ve toplumda bile parçalara ayrıla
maz; bu nedenledir ki her türlü nesnel yaklaşımın reddedi
lmesi değil, ama doğrultulması lâzımdır. Tümel bilim olan
tarih, bu sonuçları her şeyden daha iyi doğrulayacaktır.11
11)
Claude Lefort, Lindividu dans sa societe’nin (Gallimard, 1969)
Fransızca baskısına giriş oluşturan ve Les formes de l’histoire’da (Gallimard
1978) tekrarlanan Ambiguitesdel’anthropobgiecukureüe: introductionâl’ceuvre
d'Abram Kardmer
başlıklı yazısında, Kardiner’in pozitivizmine, gerek sosyal
olguya yaklaşımı gerek Freudcu kavramları kullanışı açısından ağır eleş
tiriler yöneltir.
IV. Bölüm
FENOMENOLOJİ VE TARİH
1.
Tarihsel [olan].
- Ö nce tarih terimindeki çift-
anlamlılığa işaret edelim: bu terim hem tarihsel gerçek
liği hem de tarih bilimini göstermekte kullanılır. Bu çifte
anlam, varoluşsal bir ikiliği dile getirir: tarih biliminin
öznesi de tarihsel bir varlıktır. Hemen anlaşılacaktır ki,
konumuzu ilgilendiren “bir tarihsel bilim nasıl mümkün
olur?” sorusu, “tarihsel varlık, tarihsel gerçekliği bilim nes
nesi olarak kavramak üzere, kendi doğasını [yani] “tarihsel
varlıklığını” aşmalı mı ve aşabilir mi?” sorusuna sımsıkı
bağlıdır. Bu doğaya tarihsellik (historicite) adı verilirse, bu
ikinci soru şöyle olur: tarihçinin tarihselliği, tarihin, bil
imlerin koşullarını karşılayan bir kavranışıyla bağdaşabi
lir mi?
Önce bizzat tarih bilinci üstüne kendimizi sorgulamamız
gerekiyor: nesne-Tarih bilince nasıl gelir? Bu, zamanın akı
şıyla ilgili doğal deneyimimizden olamaz; özne “tarihin için
de bulunduğu için” zamansal değildir, ama “ancak tarihsel
olarak varsa ve var olabiliyorsa, bu, varlığının derinliğinde
zamansal olduğu içindir”.1 Gerçekten de, içinde öznenin ken
dinde bir tarihsel nesne olarak
bulunacağı bir tarih ne anlama
gelirdi? Heidegger’in tarihsel şeye örnek verdiği eski bir
mobilyayı alalım. Bu eşya sadece tarih biliminin muhtemel
konusu olarak değil, kendinde tarihseldir. Fakat onu ken
dinde tarihsel yapan nedir? Herhangi bir şekilde hâlâ eski
den olduğu şey olması mı? Bu bile söylenemez, çünkü de
ğişmiş, bozulmuş, yıpranmış, vb. dır. Öyleyse “eski”, işe yara
maz olması mı? Fakat eskiden kalma olsa bile öyle olma
yabilir. O zaman, bu mobilyada geçmiş olan nedir? Hei
degger’in yanıtı: parçası olmuş olduğu “dünya”. Böylece,
bu şey [dünyası yok olduğu halde] hâlâ var kalmıştır, ve
bundan dolayı şimdiye aittir ve ancak öyle olabilir; ama
geçmiş bir dünyaya ait bir nesne olarak, şimdiye ait bu şey
[aynı zamanda] geçmiştir de. Dolayısıyla, nesne gerçi ken
dinde tarihseldir, ama ikincil olarak; ancak vaktiyle “şimdi”
olmuş bir insanlıktan, bir öznellikten ileri geldiği için tarih
seldir. İyi ama, bu öznellik için vaktiyle şimdi olmuş olmak
ne anlama geliyor?
Böylece, ikincil tarihselden birincil, daha doğrusu kö-
kensel bir tarihsele gönderilmiş oluyoruz. Mobilyanın tarih
sellik koşulu mobilyanın kendisinde değil, vaktiyle içinde
bir yer tuttuğu insan dünyasının tarihselliğinde ise, bu
tarihselin kökensel olduğunu hangi koşullar bize garanti
eder? Bilinç tarihseldir demek, sadece onun için zaman gibi
bir şey vardır, demek değil, onun kendisi zamandır, demektir,
imdi, bilinç daima bir şeyin bilincidir, ve bilincin gerek
1)
Heidegger, S ein und Zeit, C o rbin çevirisi; Q u 'est-ce qu e la
metaphysiquel,
Gallimard, s. 176.
Dostları ilə paylaş: |