Dost d jean-François Lyotard



Yüklə 1,8 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə32/40
tarix17.11.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#80921
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   40

psikolojik gerek fenomenolojik olarak açıklığa kavuşturul­
ması,  sonsuz  bir  yönelişsellik,  yani  “...n in   bilinci”  dizisi 
ortaya çıkaracaktır. Bu anlamda bilinç, hepsi de şimdiye ait 
yaşanmışlıklar  (Erlebrıisse)  akışıdır. Nesnel yanda hiçbir ta­
rihsel süreklilik garantisi yoktur;  fakat,  öznel  kutba doğru, 
bu  üniter yaşanmışlıklar  akımının olabilirlik koşulu  nedir? 
Ben’de bu yaşanmışlıklardan başka hiçbir şey yokken, çoğul 
yaşanmışlıklardan ben’e nasıl geçilebilir? “Bütün yaşanmış­
lıklarıyla  böyle  özel  tarzda  iç  içe  geçmiş  olmasına  karşın, 
bunları yaşayan  ‘ben’  yine  de  kendisi  için  mütalâa  edilebi­
lecek ve incelenmeye uygun bir nesne işlemine  tabi tutula­
bilecek bir şey değildir.  Davranış ve  kendini sunuş  tarzları 
bir  yana  bırakılırsa...,  açmlanabilecek  hiçbir  içeriği  yok­
tur;  kendinde  ve  kendisi  için  betimlenemez  [bir  şeydir]: 
saf ben, o kadar”  (Husserl, Ideen I, 271). Demek ki, tarihsel 
bilim  probleminin  geliştirilmesinin  bizi  götürdüğü  prob­
lem  şimdi  şudur:  Tarih  özneye  nesneyle  verilemediğine 
göre, öznenin kendisi, ilineksel değil kökensel olarak, tarih­
seldir. Böyle olunca, öznenin tarihselliği, birliği ve bütünlü­
ğüyle  nasıl  bağdaşabilir?  Bu  ardışıklığın  (succession)  birliği 
sorusu  evrensel  tarih için de  geçerlidir.
Hume’un ünlü bir formülü bu problemi daha iyi aydınla­
tabilir:  “Özne,  kendi  kendini  düşünen  bir  haller  dizisin­
den başka bir şey değildir.” Burada, adı geçen Erlebnisse di­
zisini görüyoruz. Bu dizinin birliği, bu dizide içkin bir düşün­
me  eylemiyle  veriliyor;  fakat,  Husserl’in  işaret  ettiği  gibi, 
bu eylem de diziye fazladan bir Erlebnis olarak eklenecek, ve 
onun  için  de  dizinin yeni bir  sentetik  kavranışı,  yani yeni 
bir yaşanmışlık gerekecektir; o zaman, daha baştan tamam­
lanmamış, ve özellikle birliği daima tartışılacak bir dizi kar­


şısında kalacağız. Oysa ben’in birliği tartışılır değildir. “Şey­
lerin  zamanını  şimdilerin  birbirini  izleyişi  olarak  tanımla­
ma  hatasını  “bilincin  içinde”  tekrarlarsak,  bu  zamanı  içi­
mize  taşımakla  hiçbir  şey  kazanmayız”  (Merleau-Ponty, 
Phen.  Pere.,
  472);  fenomenoloji  işte  bu  noktada  kendini 
Bergsonculuktan  ayırmağa  çalışır.  Geçmişin  noesis  olarak 
bir “şimdi” iken, aynı zamanda, noema olarak, bir “artık yok” 
olduğu açıktır;  öyleyse,  zamanın bilinçte  aktığını değil,  tam 
tersine,  bilincin,  kendi  şimdisinden  hareketle,  zamanı  se- 
rimlediğini  ya  da  kurduğunu  söylemek  lâzımdır.  Bilincin 
şimdi  bilinci  olduğu  “o-şey”i,  ya  “artık-yok”  moduna,  ya 
“henüz yok” moduna, ya da “var” moduna göre, yönelişsel- 
leştirdiği  söylenebilir.
Ama o zaman da bilinç, zamanı kendi şimdisinden yola 
çıkarak serimlerse, bütün zamanlarla yaşıt olacaktır:  zama­
nı kurucu bir bilinç zaman-dışı olacaktır.  Bilincin şeylerde 
içkinliği  gibi  tatmin  edici  olmayan  bir  [fikirden]  kaçın­
mak için,  zamanın bilinçte  içkinliğine,  yani bilincin zama­
na göre aşkınlığma varıyoruz ki, bu da o bilincin zamansal- 
lığını açıklamasız bırakıyor.  Bir anlamda,  problemin ilk or­
taya  konuşundan  beri  bir  adım  bile  atmamış  sayılırız:  bi­
linç,  ve  özellikle  tarihlik  (historienne)  bilinç,  hem  zamanı 
sarıyor, hem de zaman tarafından sarılıyor. Fakat başka bir 
anlamda,  biz  problemi  doğru  olarak  koyma  kaygısıyla,  çö­
zümünün ne olabileceğini önceden düşünmeden geliştirdik: 
zaman,  dolayısıyla  tarih,  kendinde  kavranabilir  değildir, 
tarihe  ait  [var  olan]  bilince  gönderilmelidir;  bu  bilinçle 
tarihi arasındaki içkin ilişki, ne gelişen bir dizi olarak yatay, 
ne  de  tarihi koyan  aşkmsal bilinç olarak dikey doğrultuda 
anlaşılabilir; zira bir çokluktan bir birlik çıkanlamadığı gibi,


zaman-dışı  bir  birlikten  de  zaman-içi  bir  süreklilik  elde 
edilemez.
2. 
Tarihsellik. 
-  Son olarak,  bilincin zaman-içiliği  (za- 
mansallığı)  konusunda  durum  nedir?  “Şeylerin  kendi­
sinin”  yani  zaman  bilincinin  betimine  dönelim.  Ben  bir 
“mevcudiyetler  alanına”  (şu kâğıt,  şu masa,  bu  sabah)  an­
gaje  bulunuyorum;  bu  alan  bir  “geçmişi  tutuşlar”  (reten- 
tions)
  ufku  olarak  (bu sabahın başlangıcını hâlâ  “elde”  tu­
tuyorum)  geri  uzanıyor  ve  bir  “geleceği  tutuşlar”  (proten
tions)
  ufku  olarak  (bu  yarı-gün  bir  yemekle  sona  erecek) 
ileri  fırlatılıyor.  Ama  bu  ufuklar  devingen:  az  önce  şimdi 
olan ve dolayısıyla öyle konmamış olan bu an, benim mevcu­
diyetler  alanımın  ufkunda  belirmeye  başlıyor,  onu  yakın 
geçmiş olarak kavrıyorum, onu tanıdığıma göre ondan kop-


muş değilim. Sonra daha uzaklaşıyor, artık onu dolaymışız- 
ca  kavrayamıyorum,  onu  ele  almak  için  yeni  bir  kalınlığı 
geçmem gerekiyor. Merleau-Ponty (Phen. Pere., 477) yukarı­
daki şemanın ana hatlarını Husserl’den  (Zeitbeıvusstsein,  § 
10)  alıyor.
Burada  yatay  çizgi şimdiler dizisini,  eğik  çizgiler o  şim­
dilerin sonraki bir şimdiden görülen eskizlerini, dikey çizgi­
ler  de  hep  aynı şimdinin birbirini  izleyen eskizlerini göste­
riyor.  “Zaman  bir  çizgi  değ  il,  bir  yönelişsellikler  ağıdır.” 
A ’dan B’ye kaydığım zaman, A' ’dan bakarak A ’yı elde tuta­
rım, ve böyle devam ederim. Böylece sadece problemin geri 
atılmış  olduğu  söylenecek:  yaşanmışlıklar  akışının  birliği­
ni  açıklamak söz  konusuydu,  dolayısıyla burada A' ’nın A 
ile,  sonra  A ' ’nm  A'  ve  A   ile,  vb.  dikey  birliğini  koymak 
gerekiyor.  B’nin  A   ile  birliği  sorununun  yerine  A'  ’nın  A 
ile  birliği  sorunu  konuyor.  Merleau-Ponty’nin,  Husserl  ve 
Heidegger’den  sonra,  bizim  “tarihlik”  bilinç  problemimiz 
için  temel  nitelikte  bir  ayrım  yaptığı  yer  tam  burası:  uzak 
bir geçmişin maksatlı anısı ve istemli anımsanışında, gerçek­
ten de, örneğin şu sevinci çıkıp geldiği zamana iliştirmeme, 
yani yerini saptamama,  imkân veren tanılama sentezlerine 
de yer vardır. Fakat bu entellektüel operasyonun -k i tarih­
çinin yaptığı budur- kendisi de doğal ve ilk-öncel bir birliği 
varsayar  ki,  bununla  benim  A'  ’da  eriştiğim,  bizzat  A ’dır. 
Buna  göre,  A ’nm  A'  tarafından  başkalaştırıldığı  ve  belle­
ğin  de  anısını  sakladığı  şeyi  dönüştürdüğü  söylenecektir: 
psikolojide beylik bir önerme. Buna Husserl şöyle yanıt ve­
rir: tarihselciliğin temelinde yer alan kuşkuculuk, kuşkucu­
luk olarak kendini yadsır,  çünkü başkalaştırmanın anlamı, 
başkalaştırılan o-şeyin,
 yani bizzat A ’nın, bir şekilde bilindiğini


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə