Dost d jean-François Lyotard



Yüklə 1,8 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/40
tarix17.11.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#80921
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   40

uzaklaşmıştır bile.  Bu  yüzden  onu  ancak  [akılda]  tutulmuş 
yaşanmışlık  olarak,  akılda  tutuş  olarak,  kavrayabilirim,  ve 
bu yüzden “yaşanmışlığımın  toplam akışı,  kendimizi tama­
men  onunla  birlikte  “akmaya”  bırakarak  algıyla  kavran­
ması  imkânsız  olan  bir  yaşanmışlık  birimidir”  (Ideen,  82). 
Aynı  zamanda  bilincin  temel  sorunsalı  da  olan  özel  güç­
lük, içsel zaman bilincinin incelenmesinde de devam eder, 
ama  bilincin  kendi  kendine  dolayımsız  uygunluğu  söz  ko­
nusu  olmamakla birlikte,  bir husus  doğru  kalır:  her yaşan­
mışlık varoluşunun ilkesel imkânını kendi içinde  taşır.
  “Benim 
akışım,  düşünen öznenin akışı olan yaşanmışlığın akışı,  is­
tendiği  kadar  geniş  ölçüde  yakalanamaz,  daha  önce  akıp 
gitmiş ve daha sonra gelecek parçaları açısından bilinemez 
olabilir; ama kısıntısızca ve zorunlu olarak “vanm, bu yaşam 
var,  yaşıyorum:  cogito”  diyebilmem  için,  gözümü  reel  var­
lığı içinde  akan yaşama çevirmekliğim ve bu eylemde ken­
dimi  bu  yaşamın  saf öznesi  olarak  kavramaklığım  yeter” 
(Ideen, 85).
Dolayısıyla,  indirgemenin  verdiği  ilk  sonuç,  bizi  genel 
olarak  dünyasal  veya  doğal  olanla  dünyasal  olmayan  bir 
özneyi  birbirinden  net  olarak  ayırmak  zorunda  bırakma­
sıdır;  fakat  betimlememize  devam  ederek,  genel  anlamda 
varlığın  bu  iki  bölgesini  bir  hiyerarşiye  koyma  noktasına 
ulaşır,  (dünyasalın modeli olarak)  şeyin zorunsuzluğunda ve 
(indirgemenin kalanı olarak)  saf ben’in zorunluluğunda ka­
rar kılarız.  Şey ve genel olarak dünya apodiktik değillerdir 
(Kart. Med.),
 kendilerinden kuşkulanılması, demek ki varol- 
mayışlannın  [düşünülmesi]  olasılığını  dışlamazlar;  (Kant- 
çı anlamda)  deneyimlerin bütününün basit bir görünüş ol­
duğu,  tutarlı bir rüyadan  ibaret  olduğu  meydana  çıkabilir.


Bu anlamda indirgeme, daha başta ve kendiliğinde, saf ben’in 
özgürlüğünün  ifadesi  olarak,  dünyanın  zorunsuzluğunun 
açığa çıkmasıdır.  Bunun aksine,  indirgemenin öznesi ya da 
saf ben,  apodiktik bir apaçıklıkla kendisi için apaçıktır;  bu 
da şu anlama gelir: kendi kendisine göründüğü şekliyle onu 
oluşturan  yaşanmışlık  akışı  ne  özünde  ne  de  varoluşunda 
sorgulanabilir,  [tartışılabilir].  Bu  apodiktiklik  mutlaka  bir 
aslına  uygunluk içermez;  ben’in varlığının kesinliği, ben’in 
bilgisinin  kesinliğini  garanti  etmez;  ancak,  şeyin  ve  genel 
olarak  dünyanın  aşkın  algısıyla  içkin  algıyı  karşıtlığa  koy­
maya  yeter:  “”Zorunsuz”  bir  konum olan dünyanın  konu­
mu ile, “zorunlu” ve mutlak kuşkulanılamaz bir konum olan 
saf ben’imin ve ego-lojik yaşanmışlığımın konumu karşıtlık 
halindedir.  “Kişi”  olarak  verilen  her  şey  [var  olduğu  gibi] 
olmayabilir  de,  “kişi”  olarak  verilen  hiçbir  yaşanmışlıksa 
var  olmamazlık  edemez”  (Ideen,  8 6 ).  Bu  yasa  bir  özler ya­
sasıdır.
Fenomenolojik  indirgemenin,  saf ben’in  içeriğini  de 
kapsayıp  kapsamadığını soruyorduk.  Şimdi farkına varıyo­
ruz  ki,  bu  soru  Husserl’in  Descartes’a  atfettiği  radikal  bir 
yanlış  (ters)  anlamayı  varsayıyor:  özneyi  bir  şey  (res  cogi- 
tans)
  olarak kabul etmek.  Saf ben bir “şey”  değildir, çünkü 
kendini kendine, şeyin kendisine verildiği gibi vermez■
 Dünyayla 
“barış içinde bir arada yaşamaz”, ayrıca var olmak için dün­
yaya ihtiyacı da yoktur;  zira farzedelim ki dünya yokolmuş 
olsun (söz arasında bunun özleri belirleyen “muhayyel çeşit­
leme”  tekniğinin  bir  uygulaması  olduğuna  işaret  edelim), 
“bilincin varlığı  [bundan dolayı]  zorunlu olarak değişikliğe 
uğrayacaktır..., ama kendi varoluşu içinde etkilenmeyecek­
tir”. Gerçekten de yokolmuş bir dünya, bu dünyayı “hedefle­


yen” bilinç için,  sadece yaşanmışlıklarının akışı içinde bazı 
empirik ve düzenli bağlantıların, ve dolayısıyla bunlara göre 
ayarlanmış birtakım ussal bağlantıların, kaybolması anlamı­
na  gelecektir.  Fakat bu  yokoluş  başka yaşanmışlıkların  ve 
yaşanmışlıklar-arası başka bağlantıların dışlanışını içermez. 
Başka  türlü  söylersek,  “bilincin kendisinin varlığı için hiç­
bir reel varlık gerekli değildir.  Demek ki içkin varlık, nulla 
res “irıdiget” ad existendum
  (“hiçbir şey varoluşa ihtiyaç duy­
maz”) olduğu ölçüde, hiç kuşkusuz mutlak bir varlıktır. Ote 
yandan, aşkın res’Ier dünyası bütünüyle bir bilince referans- 
lıdır,  ama  mantıkla  tasarlanan  bir  bilince  değil,  edimsel 
(actuel
)  bir bilince”  (a.g.e., 92).
Böylece, Ideen I aşamasında ele alınırsa, epoche’nin çifte 
anlam  taşıdığı  görülür:  bir  yandan,  bilinci  fenomenolojik 
kalıntı olarak yalıtmasıyla, negatif -k i bilincin eydetik (yani 
henüz doğal)  analizi bu düzeyde gerçekleşir-; öbür yandan, 
bilinci  mutlak  radikallik  olarak  ortaya  çıkarmasıyla,  pozi­
tif  [bir  anlam].  Fenomenolojik  indirgemeyle,  Husserl’in 
[bilgi için]  kuşkudan arınık ve  kökensel bir temel  [bulma] 
programı  yeni  bir  aşamada  gerçekleşmiş  olur:  indirgeme 
bizi  eydetik  radikallikten  aşkınsal  bir  radikalliğe,  yani  her 
türlü aşkmlığa temel olan bir radikalliğe,  indirir.  (Aşkınlık 
terimiyle  genel  olarak  nesnenin  sunuluş  tarzının  kastedil­
diğini hatırlatalım.)  Matematik ya da bilimsel bir doğrulu­
ğun nasıl mümkün olduğunu soruyorduk; kuşkuculuğa kar­
şı, bunun ancak düşünülen şeyin özünün konumuyla olabi­
leceğini  gördük.  Bu  öz  konumu,  bir  “görme”den  (Schau
başka  hiçbir  şey  devreye  sokmuyor  ve  öz  de  kökensel  bir 
veriliş  içinde  kavranıyordu.  Sonra  bu  verilişin  kendisi  ve 
özellikle  şeylerin  kökensel  verilişi  (algı)  üzerinde  düşüne­


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə